Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Yalanci

@gizeemikoo

ARAS'IN AĞZINDAN


Koltuğun ucuna doğru eğilmiş, başımı ellerimin arasına almış bacaklarımla ritim tutarak oturuyordum. Onun adını duymak bile mahvolmama yetmişken yüzüne nasıl bakacaktım? İsmini duymamla dahi yüreğimdeki yangın her şeyi yakıp kül etmeye yeterken onu gördükten sonra yapacaklarımı kim durduracaktı? Ona bir zarar veremezdim belki. Ama içimdeki yangın bütün şehri yakacak kadar güçlüydü.


Gerilen boyun kaslarımı gevşetmek için başımı  sağa sola yatırırken gözüm Yavuz'a kaydı. Demin stresten yerinde duramayan adam gitmişti. Yerine elindeki telefona yüzünde oluşan rahatlama ile bakan bir adam gelmişti. Bu hali anlattıklarını zihin süzgecimden geçirmem gerektiğini hatırlattı.


Gözlerimi kapatıp arkama yaslandım. Anlattığı her şeyin kelimesi kelimesine  zihnimden akmasına izin verdim. Bir kaç dakikalık düşünme sonrası beynimin içinde şimşekler çaktıran gerçekle yüzleştim. Bu işin içinden kendi avukatlarımız ile de çıkabilirdik. İllaki de -Yavuz'un tabiriyle büyük bir avukat olan- Sena Hanıma gerek yoktu. Bu olay Yavuz'u abarttığı kadar büyük bir mesele bile değildi ki zaten. Birine dövmeyi yaptırır, itiraf videosunu alır sonrasında kafasına sıkardım. Avukatlara bile gerek kalmazdı.


Bu resimde benim bilmediğim bir şeyler vardı. Yavuz'un bunları bile isteye söylemediğine emindim. Benden bir şeyler saklamaması gerektiğini öğrenmiş olmalıydı. Başımı Yavuz'a çevirdiğimde hala telefonuna baktığını gördüm. Parmaklarındaki hızlı hareketlilik hararetli bir tartışmanın içinde olduğunu gösteriyordu. Yerimden kalktım ve yanmayan şömine karşısında oturan Yavuz'un yanına doğru yürüdüm. Benim yanına yaklaştığımı görünce telefonu kapatıp takımının iç cebine yerleştirdi. Ağır adımlarla yanına yaklaşıp tam arkasında durarak omuzlarını sıkmaya başladım. Yavuz sıkmamın etkisiyle elimin altında kıvranmaya başladı. "Abi ne yapıyorsun?" diye sordu acıyla.


"Hiç! Hiç bir şey yapmıyorum! Sen ne yapıyorsun?" bütün gücümle omuzlarını sıkmaya devam ediyordum. Karşı duvarda asılı olan aynadan gördüğüm kadarıyla Yavuz'un yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri ise sulanmıştı.


"Bende oturuyorum abi de. Sen gücünün farkında değilsin sanırım. Omzumun kırılmasına az bir şey kaldı." Sesindeki titremenin farkındaydım. Yapacak bir şey yoktu. Benden bir şeyler saklamamalıydı. Ve bu kadar hamın evladı olmamalıydı. Ona benim gibi onunda eğitimden geçmesi gerektiğini çok kez söyledim. Ama o kuvvetlendirdiği bileğine, koca kafasına ve belindeki silahına fazlasıyla güveniyordu. Kaslı ve iri vücudu, darbeler karşısında güçsüzdü. Acı eşiği düşüktü.


Benim gibi oda acısını kontrol etmeliydi. Acıyı kontrol etmek... Ben bunu hiç kolay yoldan öğrenmemiştim. Uyuşturmadan dikilen yaralarım, kendi kendine iyileşen kırıklarım, gecenin bir yarısı uykunun en derin anında beni boğmaya gelenlerden kurtulma çabalarım.. Kötülük başka bir kötülüğü doğurmuştu, yani beni.


Cezaevinde Hamdi Baba beni yanına aldığı ilk günden itibaren eğitmeye başladı. En başta beni oğlunun sağ kolu olmam için eğitiyordu. Fakat Aslan ölünce soy adımı değiştirip aniden beni işlerin başına geçirmeye karar verdi.


Bir sağ kol olmak için bile cezaevinde 6 ay da çekmediğim çile, yemediğim dayak kalmadı desem yeriydi. Ama o yapılanlar sayesinde bu günkü var olan Aras Yiğitsoy ortaya çıkmıştı. Çünkü gerçek hayatta tıpkı o yapılanlar gibi aniden saldırıyor, acımasız davranıyor ve en önemlisi hamlesini hiç beklemediğimiz yerden yapıyordu.


Bu koğuşta dışarıdan kimse yoktu. Hamdi Baba'nın bıçaklanma teşebbüsü olduktan sonra dışarıda olan adamlarından bir kısmı içeriye girmişti. Ve Hamdi Baba ile onlar için bir koğuş ayarlanmıştı. Dışarıdan bir tek beni almıştı Hamdi Baba. Oğlunun sağ kolu olacağımı söylediği gecenin sabahı çalışabilmem için içeriye kum torbası aldırdı. 


Babam sayesinde silah kullanmayı küçük yaşta öğrenmiştim. Hukuk kazanmasaydım eğer, keskin nişancı olmak istiyordum. Bu yüzden silah konusunda bir eğitim gerekmiyordu. Onun dışında her sabah alınan  kum torbasını 2 saat yumrukluyordum. Öğlenleri dövüş dersi aldıktan sonra akşamları öğrendiklerimi anlamış mıyım diye kontrol etmek için koğuştan birisiyle dövüşüyordum. İlk zamanlar sürekli dayak yiyordum. Kırılmadık kemiğim kalmadı desem yeridir. Çok kötü bir şey olmadıkça revire gitmiyordum. Kırıklarımla yaşamayı ve dövüşmeyi öğrenmem gerekiyordu. İçerideki abilerde pek nazik sayılmazdı zaten. İlk olarak hasarlı bölgeye saldırırlardı. Bu yüzden çabucak dayak yememeyi öğrenmem gerekti. Kendimi savunmayı öğrenene kadar vücudumdaki çürükler bir gün bile geçmedi. Çoğu zaman annemler halimi görüp de üzülmesin diye görüşe çıkmazdım.


Zaman ilerledikçe döven taraf ben olmaya başladım. Yediğim dayak sonrası ya da yüzüme bastırılan yastık sırasında 'BIRAKIN BENİ!' diye yalvarıp hatta ağlayan Aras bir süre sonra acıyı hissetmeyen Aras'a dönüştü.


Baba beni yanına aldıktan sonra bedenimi her yönden güçlendirmeye başladık. Hamdi Baba yanımda silah sevkiyatlarını, düşmanlarını vs konuşurdu lakin ben bu konulara pek oralı değildim. Sonuçta ben pis işleri halledecek bir sağ koldum. Emir gelirdi bende yapardım. Ama bir gün işleri değiştiren o acı haber geldi. Hamdi Babanın oğlu Aslan'a ve gelinine pusu kurmuşlardı. Evlilik yıl dönümlerini kutlamaya çıktıkları akşam Aslan'ın arabasına bomba düzeneği bağlanmış. Arabanın kapısına bağlı olan düzenek kapının açılmasıyla faaliyete geçmiş ve patlamıştı. İkisi de orada feci halde can vermişti. Düzeneği kimin bağladığı ve kimseye fark edilmeden nasıl bağlandığı güvenlik kameralarından ortaya çıkmıştı. Hamdi Babanın adamları bombacıyı bulup olayın arkasındaki aileyi öğrenmişti. Ama gariptir ki hiç bir şey yapmadıklarını duymuştum.


Oğlunun ve gelininin ölüm haberini alan Hamdi Baba ise kalp krizi geçirdi ve hastaneye kaldırıldı. Durumu ağır olduğu için 1 hafta hastaneden çıkamadı. Oğlu ve gelininin cenazesi o olmadan defnedilmek zorunda kaldı. 1  haftanın sonunda Hamdi Baba koğuşa döndü. Çınar gibi heybetli olan adam oradan oraya savrulan bir yaprak gibi görünüyordu.


Başı dik bir şekilde koğuşa girdi. Herkes elini öptükten ve taziye dileklerini sunduktan sonra her zaman oturduğu sandalyesine oturdu. Ve her zaman olduğu gibi bende sağ tarafında oturdum. Bir süre sessiz oturduktan sonra "Herkes bahçeye çıksın." emrini verdi. Bahçeye çıkmak için yerimden kalkacağım sırada kolumdan tutup "Selim sen kal oğlum" dedi. Ne olduğunu anlayamaz bir halde yerime oturdum.


Koğuş tamamen boşalınca derin bir nefes aldı." 1 hafta boyunca düşünmek için çokça zamanım oldu. Aslan benim tek veliahdımdı. Benim varlığımı bitirmek için oğlumun canını aldılar. Onun öldürülmesi demek benim dışarıdaki gücümü kaybetmem demektir. Buda her sokakta her köşede uyuşturucu satılması demektir. " Hamdi Baba toz işine girmiyordu ve yapanı duyduğunda o kişinin ömrü de pek uzun olmuyordu. Haklıydı onun olmaması demek bu pisliğin gencecik bedenlere ulaşması demekti. Hamdi Baba sözüne devam etmek için derin bir nefes aldı.


"Selim senden yeğenim olarak işlerin başına geçmeni istiyorum. Veliahdım sen olacaksın. Malım mülküm, adamlarım aklına gelebilecek her şey senin kontrolünde olacak. İçeriye girme nedenim biraz kafa dinlemekti. Dışarıdaki düşmanlarımdan bıktım. Şimdi ise senin akıl hocan ve gölgen olarak ölene kadar oğlumun yasımı tutmak istiyorum." Duyduklarımı anlayamamıştım.


"Anlamadım baba. Benden tam olarak ne istiyorsun?"


Kendinden emin bir sesle" Senden ailemin ve işlerin başına geçmeni istiyorum. 2 buçuk yıldan daha kısa bir zaman sonra tahliye olacaksın. Bu süre seni işler konusunda bilgilendirmem için fazlasıyla yeter. Korkma Aslan'da sen gibiydi. Benim işlerimden uzak büyüttüm. Ama ne derler armut dibine düşermiş. Oda ölmeden 3 yıl önce bizim işlerin içine girdi. Tabi o sana göre daha aşinaydı bizim işlere. 3 ay gibi kısa bir sürede her şeyi öğrendi." Elini omzuma attı ve ben yanındayım der gibi sıktı. Hamdi Babaya boşuna baba demiyorlardı. Koca bir çınar gibi gölgesi herkese yetiyordu.


"Şimdi , senin çıkmana az bir zaman kala dışarıya benim yeğenim olduğunu. Benim güvenliğimi sağlamak için içeriye girdiğini yayacağız. Bu zamana kadar nerede olduğunu soranlar içinde soyumun devamlılığı için seni gizli tuttuğum söylenecek. Yarından itibaren başlayacak yeni eğitimler için hazırla kendini. Bedenen eğitilen vücudunu şimdi zihnen ve ruhen eğiteceğiz" ses tonu konunun itiraza kapalı olduğunu belli ediyordu. Omzuma dokunarak masadan kalktı.


Bu sefer gerçekten sıçmıştım. Bir mafyanın sağ kolu olmayı bile daha hazmetmemişken mafya babası olacaktım. Kendi kendime "Sikerler.. Ben bu işi kıvıramazsam gerçekten sikerler!" diye mırıldanırken Hamdi Baba "Selim unutmadan." deyince korkuyla başımı kaldırdım. Söylediklerimi duymuş olma ihtimali korkutmuştu.


"Artık sen Selim Egeli değilsin. Bundan sonra adın Aras YIĞITSOY. Selim Egeli öldü. Ailemde dahil herkes öldüğünü sanacak. Sonrasında en yakınlarına yaşadığını söylersin." deyince "Baba herkes mi?" diye sordum. Yavuz'un öldüğümü düşünmesini istemiyordum. Zaten ailenin yükü omuzlarındayken iyice bu yükün altına girmemeliydi. Düşünceli şekilde bir süre yere bakan Hamdi Baba "Şu yanına gelen çocuğu kast ediyorsun anlaşılan. Tamam bir yek o bilecek kim olduğunu. Onun dışında kimse bilmeyecek Aras." diyerek verdiği hükmün netliğini belli etmiş oldu. Arkasını dönmüş koğuştan çıkarken "Sende bir an önce yeni adına alışsan iyi olur." dedi.


Ölecektim. İsmim değişecekti. Korkuyordum. Bu işin altından nasıl kalkacaktım ki? Ben basit bir insandım. Bu kadar alavere dalavere bana fazlaydı. Ben mutlu bir ailede büyüyen bir çocuktum. Kendi halinde olan memur bir babanın oğluydum. Aydın'da amcamın yaptırdığı atışlar haricinde silah kullanmamıştım.


Ama anlaşılan korkunun ecele faydası yoktu. Hamdi Baba'nın kararı kesindi ve benimde karşı çıkma şansım yoktu. Ya ölecektim ya da bu işi yapacaktım. Hamdi Baba'nın kararıyla bir kez öldüğüme göre artık yaşama zamanıydı. Yerimden kalkarak düşünmek için yatağıma geçtim.


                     ************


Konuşmanın yapıldığı günün sabahı koğuşa kalın bir dosya geldi. İçerisinde sevkiyatların nasıl olduğunu, kimlerle anlaşmamız olduğunu, güzergahları. Kısacası teoride öğrenebileceğim her şey yazılıydı. Kişileri tanımam için fotoğraflar vardı. 6 ay boyunca Hamdi Babayla her gün üzerinden geçtik. Bunların dışında yapılan hamlelere nasıl cevap vermem gerektiğini anlattı Hamdi Baba.


1 buçuk yıllık eğitim sonrası çoğu şeye hakimdim. Lakin pratikte nasıl olacağını bilmiyorduk. Hamdi Baba işleri pratikte yoluna koyana kadar sağ kolu Hurşit bana yardımcı olmasına karar vermişti. Ben içeriden çıkana kadarda işleri o idare etmişti zaten.


Ve 1 buçuk yıl nasıl olduğunu anlamadığım bir hızla geçmiş tahliye günüm gelmişti.. Çıkacağım gün Hamdi Babanın yanına elini öpmek ve son nasihatlerini dinlemek için yanına gittim. "Aras, ölünceye kadar unutmayacağın iki şey var. İlki; "İNSANDA BİR HAYVANDIR. SENDE TIPKI HAYVANLAR GİBİ SEZGİLERİNE GÜVEN." İkincisi ise "MERHAMET MARAZ GETİRİR OĞLUM. KİMSEYE ACIMA.ACIRSAN ACINACAK DURUMA DÜŞERSİN"


Hamdi babanın elini öperek tahliye olmak için gardiyanların yanına gittim. Evrak işleri vs halledilince tahliye edildim. Kapıda beni Hurşit bekliyordu. Ben elini sıkmak istemişken o elimi öpmüştü. 50 yaşındaki adam benim elimi öpmüştü. Bu işi kıvıramazsam eğer gerçekten sikerlerdi.


Küçük bir sohbet sonrası Aslan ve karısının katillerinin niye hala hayatta olduğunu anladım. Onların canını alma görevini Hamdi Baba bana vermişti. Benim tecrübesiz bir tıfıl olduğumu duydukları içinde döktükleri kanı herkese anlatıp ortalıkta kasıla kasıla gezmeyi seçmişti bu şerefsizler. Ve benim ile onlar için şaşırtıcı Hamdi Baba içinse beklenen son. Gözlerinin yaşına bakmadan ikisini de anlının çatından vurmuştum.


Kafalarına sıkmak, düşündüğüm kadar zor ve korkutucu bir şey değildi. O gün anladım ki insanlara işkence etmek ya da öldürmek hoşuma giden bir şeydi. Hatta bunları yapmak içimi garip bir huzurla bile dolduruyordu. Ruhumun derinliklerinde yatan bastırılmış durumdaki acımasız, katil ruhlu taraf açığa çıkarıyordu.


O gün anladığım başka bir şeyse cezaevine giren Selim Egeli ile oradan çıkan Aras Yiğitsoy arasında ne bedenen ne de ruhen hiç bir benzerlik kalmamıştı.


Elimin altında kıpırdanan Yavuz'un konuşması ile düşüncelerden sıyrıldım. "Aras omzumu kırmadan önce ne olduğunu mu söylesen." Haklıydı önce neden böyle bir bok yediğini sorup sonra onun bütün kaburgalarını kırmalıydım. Omzunu bırakıp ön tarafa doğru yürüdüm, yanına oturdum.


"Yavuz, neden Sena'ya gittin? Suç büyüktü palavrasını geç. Bana gerçek niyetini söyle." kelimeler hırlar gibi dökülmüştü ağzımdan.


Yavuz gürültülü bir şekilde yutkundu." Biliyor musun bende deminden beri bunu düşünüyorum. Bu işi ona gitmeden de halledebilirdik. Neden ona gittim diye. Bulduğum en mantıklı cevap" İlk kez kimliğin bir olayda deşifre oldu. Ve sanırım ben senin hapse girebileceğini düşünüp, düşüncesizce hareket ettim." dedi. Dalga mı geçiyordu bu benle!


"Öyle mi?" Söylediklerinin 1 kelimesine dahi inanmadım. Yerimden sakince kalktım. Şömineye doğru bir kaç adım attım ve şöminenin üzerinde duran bibloları incelemeye başladım. Yavuz gözünü dahi kırpmadan beni izliyordu. Bir süre orada bulunan bibloları inceledim. Sanki kendimi yatıştırmaya çalışıyormuşum gibi düşünmesini istedim.


Bibloları elime alıp ağırlığına elime oturuşuna bakıyordum. Bu halimden benim kendisine inandığımı düşünen Yavuz'un derin bir nefes verdiğini duymamla arkamı dönüp elimdeki bibloyu ona doğru fırlatmam bir oldu. Benim duygusal boşluğumu kullanıp beni kandırmaya kalmıştı. Duygusal boşluk öyle değil böyle kullanılırdı. Biblonun kendine gelişini gören Yavuz eğilmeye çalışsa da başarılı olamamıştı. Sol kaşından aşağıya kanlar ılık ılık süzülmeye başlamıştı. Bu durumu zerre kadar umurum değildi. Eğer bahaneyle başkası karşıma gelmiş olsaydı gözümü bile kırpmadan diri diri gömerdim. Bu kadarıyla kaldığıma şükretmesi gerekiyordu.


"Lan sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ne demek paniğe kapılmak? Ne demek bir anlık gafletle geçmişin hayaletini karşıma çıkarmak? " diye kükredim.


Yavuz cebindeki mendili çıkararak yarılan yerine bastırmak dışında en ufak bir hareketlenme göstermedi. Onun bu sessizliği iyice sinirimi bozmuştu.


"Kime diyorum ben. Aloooo""


"Aras bende insanım. Sevdiklerimi korumak için bazen düşüncesiz hareket edip hatalar yapabiliyorum. Tek derdim senin hapse girmeni önlemekti"


"Kim sana beni koru dedi? Sana söyledim duygusal davranırsan hata yaparsın dedim. Sen ne yaptın beni dinlemedim. Kalbin her zaman mantığının önüne geçti. Şimdi de gelmiş bana hata mı yaptım diyorsun? Ne hata ama amına koyayım. Lan sen Sena'yı bana avukat olarak buldun. Hem de ne için böyle aptalca bir plan için. Bu siktiğimin planını sokakta top oynayan çocuklar bile yapabilecekken sen gittin onu buldun!! " Yavuz tek kelime dahi etmiyordu. Yüzüne pişman olduğunu gösteren bir ifade yerleşti.  Şuan da pişmanlığı sinirimin geçmesi için yeterli bir sebep değildi. Odama çıkmalıydı. Biraz daha onun yanında kalırsam kardeş katili olacaktım.


"Bu ilk ve son hatan olsun Yavuz. Bana kuzenimi vurdurtma!" son cümlemi duyan Yavuz yere eğdiği kafasını hızla kaldırarak yüzüme baktı. Yüzü bembeyaz kesildi, gözlerine korku düştü. Gerçekten bunu yapıp yapmayacağımı düşünmesine bile gerek yoktu. Bunu yapardım oda biliyordu. En ufak yanlışında çizerdim üzerini. Tamam anlamında başını salladı.


Cevabı aldıktan sonra Yavuz'u arkamda bırakıp merdivenlere yöneldim. Nasıl olsa doktordu. Kendi başının çaresine kendisi bakabilirdi piç. Gerçi bakamasada umurumda değildi. Çalışma odama geçtim. Masanın üzerinde duran her şeyi darma duman ettim. Duvarda asılı olan Yavuzla birlikte olduğumuz çocukluk fotoğrafını yere çarptım. İçim hala soğumamıştı. Birazdan polisler gelecekti ve ben onlar gelmeden öfkemi bir şeylerden almalıydım. Kısa süre içerisinde kemiklerini kıracak birini bulamayacağıma göre-ki aşağıdaki kuzenim çok iyi bir seçenekti- en iyisi kum torbasına yumruklamaktı.


Çalışma odasından çıkarak merdivenlerden aşağıya indim. Yavuz'un olduğu tarafa bakmadan bodrum katındaki kum torbamın asılı olduğu odaya girdim. Eldivenlerimi dahi elimi geçirmeden yumruklamaya başladım. Fiziksel acıyla duygusal acımı bastırmak istiyordum. Ama bunda da pek başarılı sayılmazdım. Ellerimdeki sızıyı gram hissedemiyordum. Kum torbasını Sena'nın yerine mi yoksa Yavuz'un yerine mi koydum bilmiyorum. Tek bildiğim odanın kapısı açılana kadar torbayı yumrukladığımdı.


"Aras". Adımı duyunca sesin geldiği tarafa döndüm. Yavuz kaşı bandajlı kapının eşiğinde duruyordu. Büyük bir kısmı kan olan beyaz gömleğini değiştirmiş üzerine çeki düzen vermişti.


"Ne var?" dedim soğuk bir sesle.


"Polisler geldi. Aşağıda seni bekliyorlar. İstersen hızlıca bir duş alıp aşağıya gel." Yüzüne bakmadan "tamam geliyorum" dedim.


Kapıdan çıkacağı sırada "Ha bu arada" dedi. Yine ne var der gibi yüzüne baktım. Başıyla önce ellerimi sonra yerdeki kanı işaret ederek " eline pansuman yapmayı da unutma" deyip kapıdan çıktı. Ellerime bakınca parmak boğumlarımın zedelendiğini ve hafif çaplı kan içinde kaldığını fark ettim. Ama yerdeki kan bundan olamazdı. Sağ avcumun içindeki bandajın altından sızıyordu kan. 3 hafta önceki bir olay yüzünden avcumun ortasında bıçak kesiği oluşmuştu. Korumaları yanıma takmadan gitmem gereken bir yer ve halletmem gereken bir küçük bir meseleydi. Ama düşündüğüm kadar küçük olmayacağını hesaba katamamıştım. Dikişler alınalı 1 hafta oluyordu.. Yara iyileşmeye yüz tutmuştu. Fakat bugün elimi biraz fazla zorladığım için kesik açılmış olmalıydı.


Elimi ve zedelenmeleri umursamayarak hızlıca duşa girdim. Sabunun eziklikleri yakışı içime huzur vermişti. Çıkınca kesiğe baktım. Hafif bir açılma vardı. Yaranın pansumanının yaptım ve Yavuz'un bıraktığı hazırlanmış bandajı elime yapıştırdım. Siyah gömleğimi ve takım elbisemi giyerek aşağıya inmeye başladım. Merdivenlerden inerken bizim çocukların gelen memurlara çay ikram ettiğini gördüm. Aylık geldikleri için artık tanışık olmuştuk.


Asayişin başındaki Yalçınla çocukken aynı mahallede büyümüştük. Üniversiteye gidene kadar yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemişti. Üniversite dönemi ben cezaevine girdiğim için görüşemesek de her ay azda olsa para yollar ve Yavuz'a durumumu sorardı. Mezuniyet sonrasında ise bize yardım etmesi için onu İstanbul'a aldık. Ve içerideki adamımız oldu. Bizi zora sokacak bir durum olduğunda arardı. Bizde tedbirimizi ona göre alırdık.


Merdivenlerden indiğimi gören Yalçın Amir elindeki çay bardağını korumaya uzattı. "Aras Bey bizde bu ay görüşemeyeceğiz herhalde demiştik." dedi gülümseyerek. "Amirim bende öyle sanıyordum ama şartlar ne yaparsınız."


"Hazırsanız gidelim." Başımı sallayarak kapıdan çıktığım esnada birisi elinde kelepçelerle önüme dikildi. Ben canını alacakmış gibi adama bakarken Yavuz "Yalçın Amirim hayırdır? Kelepçe falan ne oluyoruz?" diye sordu tehditvari bir sesle.


"Savcının emri. Aras Bey birini öldürmekten tutuklu. Aras Bey'in adı da sürekli bu olaylarla anıldığı için Savcının kelepçeli getirin diye kesin talimatı var. Prosedür gereği bunu yapmak zorundayız."


Arkamı döndüm ve Yalçın'a doğru adım attım. Ben üzerine doğru yürüdükçe Yalçın geriye doğru adım adım gidiyordu. Bir kaç adım sonrası arkadaki korumaya çarpmasıyla durması bir oldu.


Dişlerimi sıkarak "Yalçın, bir yere kaçmadım. Buradayım ve gayet sakin bir şekilde sizinle geliyorum. Şansını fazla zorlama ha ne dersin?"


Kireç gibi olmuş yüzüyle bana baktı. Adem elmasını yerinden oynatacak şekilde bir yutkunma sonrası "Tamam kelepçe yok." dedi yanında ki memura. Bu küçük hadise sonrası önümde iki memur arkamda Yalçın ekip otosuna binmek için dışarı çıktık.


Araca binecekken Yavuz seslendi. "Abi, arkandan geliyoruz. Sen zaten biliyorsun da ben yine de söyleyeyim avukatın olmadan konuşma. Seni emniyette bekliyor." Başımı sallayarak ekip otosuna bindim.


Yol boyunca aklımı meşgul eden tek şey Senaydı. Onu görünce ne yapacaktım? Acaba karşılaştığımızda beni tanıyacak mıydı? Önce cezaevine attırdığı sonrasında da bir kez bile arayıp sormadığı adamı tanır mıydı ki? Yüzümü unutmamasına yetecek kadar utanma var mıydı onda?


Beynim devreye girdi. Tanımasa bile ne olur ki? O benim için öfkeden ve kinden başka ne ifade ediyordu? Hayatımı mahveden kara bir lekeydi o. Bembeyaz sayfaya siyah bir mürekkep akması gibiydi. Bütün sayfayı kirletmişti.


Beynim her ne kadar Sena'nın içimdeki varlığını reddetse de kalbim lanet gerçeği biliyordu. Kendime bile asla itiraf edemediğim gerçeği. O kanımdaki bir zehir gibiydi ve gün geçtikçe daha da içime işliyordu.


ÖNEMLİ AÇIKLAMA: Kurtlar Vadisi, Ezel ve Çukur dizilerini HİÇ İZLEMEDİM. Yazarken iki diziden etkilendiğim ve bazı sahnelerde esinlendiğim doğru ancak bu diziler yukarıdakiler değil. ☺️


Loading...
0%