Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm: Bigbang Masası

@gizem_aden

Kimsesizlikle örülü duvarlarında hayatta kalmaya çalışan bir kadının hikayesine yolculuğa var mısın?

 

Öyleyse hadi başlayalım:)

 

1. Bölüm: BigBang Masası

 

Yanıldığımız yerden kırılıyorduk. Bunun en büyük kanıtı olan yirmili yaşlarının sonundaki adamın cesedi yüzüstü önümde seriliydi. Gözleri açık bir şekilde katiline bakıyordu. Yani bana.

 

Elimde tuttuğum geniş ve gümüş saplı bıçaktan onun kanı damlıyordu beton zeminin üzerine. Sırtına açtığım uzun ve derin kesiklerden koyu kırmızılıktaki kan çıkıyordu hâlâ.

 

Eğer üç dakika yirmi beş saniye önce debelenmeyi bırakmamış olsaydı biraz daha eğlenebilirdik ancak bünyesi acıya tahminimden daha az dayanıklı çıkmıştı. Gümüş bıçağı yavaşça serbest bıraktım avucumdan. Düştüğünde çıkan tok sesle kendimi cesetten biraz uzaklaştırdım.

 

Yanıldığı yerden kırılan bir o değildi ne yazıkki. İnsanlar yanılabilirdi. Bununla bir derdim yoktu. Fakat önümde cansız yatan beden benimle ilgili yanılma gafletinde bulunmuştu ve pekala az önce bedelini ödemişti.

 

Son kez leş gibi kokan-gibisi fazla- bedene bakarken yüzümde serseri bir gülüş peydah oldu.

Cesedi orada bırakıp demir kapıya yöneldim. Buradan çıkmalıydım.

 

Dışarıya çıktığımda Alp yanıma geldi hemen.

 

Kafamı hafif eğerek onay verdiğimde derhal arabalara geçtiler. Ne kadar çok yalnız halletmek istesemde bu adamlar genelde her yere benimle gelirledi. En azından diğer on kişi yoktu da sadece üç adamıyla gelmişti Alp. Gerçi her an biri beni öldürmeye çalışıyordu. Kendimi de bir yerde düşünmeliydim. Ne kadar yaşamayı haketmesemde.

 

Hemen öndeki arabaya atladığımda Alp de şoför koltuğunda yerini aldı. "Ne kadar kaldı?" dedi tedirgince."34 saniye." dediğimde dehşet içinde bana baktı. "Lan şimdiye kadar niye çıkmadın o zaman o lanet depodan. Manyak gibi cesedi mi izledin Kayla? Delirdin mi sen?" dedi sinirle. İzlemiştim ama bunu miye dert ediyor ki şimdi?

 

"Korkma." dedim koltukta daha da yayılırken. "Polisleri gecikterecek ve bize zaman kazandıracak bir planım var." dedim yerime yayılırken.

 

Derin bir nefes verip sabır dileyerek sürmeye devam ediyordu. Üç adamım öndeki arabada ilerlerken biz arkadaki araçta ilerliyorduk. Bu işime gelirdi.

 

Arabanın torpido gözünü açtım. Her zaman bir tane saklardım burada. Kendim yapmıştım bu küçük oyuncağı.

 

Kutuyu elime aldığımda polis sirenleri duyuldu. Alp gergince kıravatını gevşettiğinde ona güldüm sinsice. Bana güveniyor ama yine de korkmaktan kendini alamıyordu.

 

Elimdeki küçük kutuyu sakince bir tur çevirdim parmaklarımda. Bunu özel olarak tasarlamıştım. Demir bir kutu görünümünde kare şeklinde küçük bir oyuncaktı benim tanımımla.

 

Camı sakince açtım ve neredeyse dibimize girmiş polislerin arabasının önüne attım. Yere düştüğünde kutu birden açılmış ve onlarca çivi yere dik bir şekilde yolun ortasında durmuştu. Tam isabet!

 

Arkadaki araba takla atmış peşindekiler ise zorla kendini frenlemişti. Kahkaha attığımda Alp bana dehşetle bakmış ve o da kahkaha atmaya başlamıştı.

 

"Yok artık Kayla, o da neydi öyle?!" dedi ciddiyetle. Beğeniyle baktı tekrar arkaya. Çoktan uzaklaşmıştık. Araba ful siyahtı. Camlarda film vardı ve plakamızı gizlemiştik. Yol boyunca birçok yol ayrımı vardı ve tek bir kamera bile çalışmayacaktı bu yolda bugün. Küçük bir işlemle halletmiştim.

 

Beni yakalamalarına imkan yoktu. Boşa uğraş.

 

"Yeni oyuncağım, Alp. Yeni oyuncağım." dediğimde tekrar bir kahkaha patlatmış ve son gaz şirkete doğru sürmüştü. Elimdeki kurumuş kanı önümdeki ıslak mendille sildim. Ne kadar eldiven kullansamda lanet kan elimden hiç gitmiyordu.

 

Elim hep kan kokuyordu. Dokuz yaşımdan bugüne değişmeyen yegane şey de buydu zaten.

 

Yirmi iki dakika sekiz saniye sonra şirketin önünde araba sakince durmuştu. Üzerimdeki siyah,uzun elbisenin toplanan kısmını çekiştirerek düzelttim. Kapıya açıp siyah topuklularımın zemine değmesine izin verdim. Sakince kapıyı kapattım. Ve arabayı park etmeye giden Alp'e bir kez bile bakmadan önümdeki şirkete doğru adımladım.

 

Bu gece meşhur BigBang toplantılarından biri vardı. Ondan önce şirketteki işleri halletmeliydim.

 

Şirkete girmemle mimarlardan iki kişi yanıma geldi hemen. Hergün bu saatte şirkete geldiğimi bildiklerinden beklemiş olmalıydılar.

 

İkisi de erkekti. Biri 1.90 boylarında kumral kıvırcık saçlı ve sert bir çehreye sahipti. Diğeri ondan birkaç santim kısa, sarışın ve gür saçlara sahipti. İkisi de gayet şık duruyordu. Şirkete değer verdikleri belliydi.

 

Sarışın olan biraz heyecanlı gibiydi. Yıllardır insanları okumakta müthiş bir yol kat etmiştim. Kumral olanın da sık nefesler aldığını inip kalkan göğsünden anlıyordum. Ancak bunu saklamak istiyor ve soğukkanlı olmaya çalışıyordu.

 

Sarışın olan önümde durup hemen söze başladı.

 

"Günaydın Kayla Hanım. Ben Sezgin. Yanımdaki de Egemen. Şirketin mimarlarındanız."dedi acelece. Ne olduğunu anlamam kısa sürdü.

 

Sözünü keserek "Ben hellederim. Selin yanıma gelsin sadece. On beş dakika kadar sonra çizimleriniz önünüzde. Ama bir daha çizimleri sadece bilgisayar ortamında tutma Sezgin. Çizimlerinizin orjinalini her zaman elinizde bulundurun. Bu mesele bir daha gündeme gelmeyecek. Anlaşıldı mı?" dedim stabil bir ses tonuyla.

 

Bana çatık kaşlarıyla baktı. Muhtemelen nereden anladığımı sorguluyordu. Sonunda sekreterimden duyduğumu düşünmüs olmalı ki hemen kafa sallayıp gitmişti. Egemen ise beni anlamaya çalışır gibi yüzümü inceledi. "Ne var birader" dercesine göz kırptığımda konuştu sakince.

 

"Selin Hanımla henüz konuşmadınız. Şirketteki hiçkimseyle de henüz konuşmadığınızı biliyorum. Çizimlerin kazayla silindiğini bile yeni öğrendi çoğu kişi. Peki siz nereden anladınız Kayla Hanım?" dedi saf bir merakla.

 

Küçük bir tebessüm belirdi yüzümde.

 

"Egemen Bey göz altlarınızda hafif morluklar var ve gözlerinizin içi kızarmış. Ben dün gece size ek iş vermediğime göre sabahlamanızın tek sebebi yanlış giden bir durumdu. Büyük bir olay olasaydı Selin bana bilgi veriridi. Demekki sadece Sezgin Bey ve sizin ile ilgili bir meseleydi. Siz de mimar olduğunuza göre sorun çizimlerle ilgiliydi. Basit aslında." dedim.

 

Şimdi o gülümsüyordu. "Ama çizimler çalınmış da olabilirdi. Bu seçeneği neden düşünmedin?" dedi resmiyeti kaldırararak. Küçük bir kahkaha koyverdim. "Olabilirdi tabi." değimde afalladı.

 

"Ben cümlemi bitirdiğimde Sezgin kaşlarını çatıpta nereden öğrendiğimi sorgular gibi bakmasasydı o zaman seni dediğin ihtimali söylerdim." dedim samimiyetle.

 

"Sadece şanslıyım bugün." dedim. Alqkası bile yoktu. En güçlü ihtimali seçip düşük olan ihtimalleri eleyen süzgeç gibi bir beynim vardı fakat bunu söylemek yerine şansım vardı demek daha az yorucuydu.

 

Genişçe gülümsediğinde ben de yanından geçip gidecekken yetiştiğim kadarıyla omzuna doğru başımı kaldırdım ve kulağına fısıldadım.

 

"BigBang de görüşürüz Kuzgun yavrusu." dediğimde dumura uğradı. Henüz yeni bu güçlü gruba girmişken onu nasıl ifşa edebildiğimi dehşet içinde düşünsündü. Benim korkunç zekam beni bile yorarken biraz da o yorulsundu.

 

Odama hızla girip bilgisayardan bilgilere geri ulaşmaya çalıştım hızlıca. Egemen ile konuşacağım diye üç dakikam gitmişti. Bunu hesaba katmadığımdan belgeleri onlara vermem on sekiz dakika olmuştu.

 

Bunu hızlanarak tekrar on beş dakikaya çekmeliydim. Söylediğim zaman tutmayınca delirecek gibi oluyordum. Hızlıca kodları girip geri yüklemeyi başlattığımda Selin de odaya giriş yaptı. Şükürler olsun ki elimi hızlı tutmuş ve gereken zamanda belgeleri Selin'e vermiştim.

 

Derin bir nefes alıp kendimi koltuğa attım. Başım zonkluyordu.

 

Çok fazla düşünüyor ve herkesi analiz ediyordum ve bu bana müthiş bir ağrıyla geri dönüyordu. .

 

Big Bang'e katılacak olan adamların yani Kuzgun çetesinin çok tehlikeli olduğunu biliyordum. Ancak onları da bu teşkilata dahil etmezsem onları gözleyemeyeceğimin de gayet farkındaydım.

 

Bilmediklerim korkuturdu beni. Bu yüzden onları özel bir davetiye ile bu geceki toplantıya davet etmiştim. Egemen de bu gizli adamların başındakı Yavuz Karabulut'un tek torunuydu. Yani resmiyette.

 

Egemen'in üvey annesi Songül'den on sekiz yaşında bir kız kardeşi vardı. Aden Mila. Zeki bir kızdı ve hukuk okuyordu. Araları nasıldı bir bilgim yoktu. Ancak dedesi Aden'den pek haz etmiyordu.

 

Bu kadar gizli bir grubun bile bu kadar bilgisine erişebilmek neredeyse imkansızdı.

 

Ne yazıkki ben imkansızı ancak bu kadar zorlayabilmiştim. Tanrı aşkına bunlara ulaşabilmek için bile üç gündür sadece iki saat uyumuştum. Uyumalıydım. Başımı siyah masamının üzerine gömdüm. Sadece iki saat daha uyumalı ve gece için güç toplamalıydım. Bir şeylerin ters gideceğini hissetmekten kendimi alamıyordum.

 

Kapının açıldığını hissettim. Hemen kalkıp belimdeki silaha yöneleceğim sırada tanıdık parfümünün kokusu doldu odaya. Alp Kozdağ. Yardımcım ve dostum. Tehlike yok Kayla.

 

Ben de tekrar uykuya bıraktım kendimi. Üzerime ceketini bıraktığını hisseettiğimde sessizce mırıldandım."İki saate uyandır beni Alp." Beni iki saat sonra uyandıracağının bilincinde olarak uykuya teslim ettim kendimi.

 

---------------------⌛------------------

 

Zaten az uykuya alışıktı bünyem fakat bu iki günde içimizdeki haini bulmak için ekstra bir çalışma içine girmiş ve sandığımdan daha da çok yorulmuşum. Bunun getirisi olan gözlerimin yanmasını geçirmek için gözlerimi elimin tersiyle ovuşturarak uyandım. Alp Kozdağ ciddi yüz ifadesiyle sol çaprazımdaki siyah deri koltuğa oturmuş dirseklerini dizleriyle buluşturup karşısındaki duvara bakışlarını sabitlemişti. Düşünceliydi. Fazlasıyla. Bileğindeki saate kaydırdı bakışlarını sonra sakince bana döndüğünde beni onu izlerken görmüş oldu. Bir an aflallayıp geriye doğru çekti kendini.

 

"Manyak mısın kızım sen. İnsan ses verir. Ben de saat doldu kalk diyecektim. Ne zaman uyandın?"

 

Esneyerek geriye doğru yaslandım. "Yeni uyandım Kozdağ da sen hayırdır? Neyi taktın kafana bu kadar? Seni endişelendiren durum ne?" dedim samimiyetle.

 

Yüzünde alaycı bir tebessüm belirdiğinde cevapladı sorumu. "Sanki bilmiyorsun Kayla. Şu ana kadar zaten Sherlock Holmes gibi ceketimdeki lekeden tut da ayakkabımın markasına kadar inceleyip ne olduğunu çoktan çözmüşşündür. Bilmiyoruz sanki." dedi. Yarı alaycı yarı hayran bakışlarla.

 

Haklı olması haklı olduğu anlamına gelmiyordu.

 

"Saçmalama Alp. Tabiki de biliyorum. " dedim kahakaha atarak. Ancak şiddetli bir sancı başıma saplandığında sesim de kesilmişti bıçak gibi. Tanrım, başım çok fena ağrıyordu. Birden yüzümü ekşitmem onun da kahkasını bastırdığında hemen dibimde bitmişti.

 

"İyi misin Kayla??" dedi korkusunu gizlemeye çalışarak. Çekmeceyi işaret ettiğimde ancak konuşacak gücü kendimde bulmuştum. "Başım ağrıyor sadece. İlaçlar şu çekmecede. Verir misin?" dediğimde son kez gözleri yüzümü taramıştı. İyi olduğuma kanaat getirmiş olmalı ki çekmeceye doğru adımlamış ve sadece ikimizin bildiği şifreyi girmişti.

 

12.02.15

 

Yollarımızın birbiriyle kesiştiği tarih.

 

İçtiğim ilacın kimyasalları bünyemde narkoz etkisi yaratırken sakince düşüncelere dalan Alp'e döndüm.

 

"Hiçbir şeyi bilmiyorum ki Alp." dedim yorgunca. Bilmiyordum.

 

"Sadece insan davranışlarından çıkarımlar yapıyor ve ihtimalleri eleyerek en kuvvetli ihtimali insanlara söylüyorum ancak bana içimde cin varmış gibi dehşetle bakıyorlar. Sadece çevremdeki her şeyi birden algılayıp olanlar arasındaki bağ kurmam birkaç saniyemi alıyor. Yani sen anlatana kadar asla gerçekten ne olduğunu bilemeyeceğim. Sandığının aksine her seyi bilmiyorum. Bilhassa senden bile az şey biliyorum. Ancak senden daha fazla ihtimalleri bildiğim de bir gerçek. Ve..."dedim bana şefkatla bakan adama doğru. Kısa bir es verdiğimde devamını söyleyecek hakkı kendimde göremedim.

 

"Ve bana mucize gibi bakan az insandan biri de sensin." demek istedim. Ancak kelimler kursağımda bir yerlerde takılıp kalırken gözümden tek damla yaşın süzülmesine izin verdim. "Biliyorum Kayla." dedi. "En iyi ben biliyorum seni ve kendine haksızlık ettiğini de söylemekten geri durmayacağım. Sen ne kadar kendinde suç bulup kendini cezlandırsanda en masumu yine sensin olayların. Bir katil olman masum olduğun gerçeğini değiştirmez." dedi.

 

Buna inandığını biliyordum. Fakat asla dediğine katılmıyordum.

 

Bazı şeylerin nedenlerini önemsiz kılardı sonuçlar. Bu yüzden bir katil olduğum gerçeğinin bedelini beni katil yapanlar değil de ben ödüyordum.

 

Dokuz yaşımdan beri her gün.

 

Alp sıkıca bana sarıldığında bir abi sıcaklığıyla doldurdu içimi.

 

"Yalnız değilsin Zemheri." dedi zaten var olan bir gerçeği öylesine dile getir gibi. "Ben varım." dedi alelade bir şeyden bahseder gibi. "Gerisi boş gürültüden ibaret." dedi kendi de buna inanırcasına.

 

Ben mi? Zorlasam bile bunlara inanamayacak kadar gerçekçiydim. Dışarısı kaostu. Bense bu kaosun tam ortasında oturmuş ne yapacağımı düşünmekten kafayı yemek üzereydim. Çoktan yemiş olmam da muhtemeldi gerçi.

 

Aynı gün akşam saat 20.49

 

Siyah dar paça pantalon ve siyah boğazlı kazağımla uyumlu siyah pardösümü de elime aldığımda evimden çıktım. Postollarımla önümdeki çamur birikintisini ezerek geçtim. Bir dakika kadar sonra önümde lüks bir Range Rover durdu. Kapısı açılınca Alp görüş alanıma girdi.

 

Yüzümde silik bir tebessümün belirmesine engel olamadım. Bu arabayı almak istiyordum ancak bir türlü vakit bulamayınca bir gece Alp'e sahte bir sinirle isyan etmiştim.

 

"Çok param var ama bir Range Rover'ım yok be!"demiştim sanki zaruri bir ihtiyaçtan bahseder gibi.

 

O da alaycı bir gülüş takınmış ve bana inat bu araba dışındaki her arabadan aldırmıştı korumalara. Ses etmesem de sinirlenmiştim bu duruma ve içten içe Alp'in kahkalarla güldüğünün de pekala farkındaydım.

 

Bu günkü halim onun da tabularını yıkmış olmalıydı. Kendince bana moral veriyordu. Bu araç kesinlikle iyi bir motivasyon kaynağıydı.

 

Alp arabanın önünden dolanıp kapımı açtığında ben de araca binmiştim.

 

Kokusu bile başkaydı be bu arabanın. Alp yeniden yerine geçtiğinde tatlı bir tebessümle ona baktığımı görüp o da muzip bir tavırla dalga geçti benle. "Beni gördüğüne sevinmezdin kızım bu kadar. Alt tarafı araba." dedi teessüf edercesine.

 

Dehşetle ona bakıp hemen cevapladım.

 

"Sadece bir araba mı!Alp bu Range Rover. Hakeret sayarım bunu!" dedim hayretle. Şaşkınca bana baktığında ciddi olduğumu anlayıp kahkaha atmış ve BigBang masasına doğru son sürat aracı sürmeye başlamıştı.

 

Önümdeki yıkık binada toplanacaktı bugünkü masa. Dışarıdan ne kadar yıkık dökük olsada içerisinin benim emrimle düzenlendiğinden emindim. İçeriye önden girdiğimde herkes ortadaki geniş alanda bulunan deri koltuklarda gelişi güzel toplanmıştı. Herkes yalnızca bir korumayla gelebilirdi bu toplantılara bu yüzden ekstra bir dikkat söz konusuydu herkeste.

 

Korumalar da koltukların arkasında dimdik bekliyor ve herkesi dikkatle takip ediyordu olası bir saldırı için. Benim mekanımda kimse buna kalkışamazdı. Kendilerine dikkat etseler yeterdi. Bunlar anca birbirine zarar verirdi. Buradaki herkesin en büyük düşmanı yine aramızdakilerden biriydi ne yazıkki.

 

Adım seslerim sessizliği buz gibi keserken herkesin gözleri hemen beni bulmuştu. Baş köşedeki tekli koltuğa doğru ilerledim belimdeki silahı masama buraktığımda herkes de tek tek önündeki masalara bıraktı. Bu bir tür saygı emaresiydi.

 

Benim korumam yoktu. Alp dışarıdaydı. Güvenliği sağlıyordu. Benim ihtiyacım da yoktu zaten.

 

Egemen dedesiyle gelmişti. Koruma olarak. Şaşırmışsa da belli etmemeye çalışıyordu. Masanın liderinin benim olduğunu görünce küçük çaplı bir şok geçirmiş olmalıydı. Dede bey de dikkatle süzüyordu. Bu hint dizilerini aratmayan bakışmayı Alp'in adım sesleri böldü. Hemen önüme geçti ve diğer korumalar gibi ''hazır ol'' da bekledi. Çatık kaşlarımla ona baktım.

 

Neden gelmişti ki şimdi. Ciddi bir mesele olmasa gelmezdi. Ceketinin iç cebinden beyaz bir zarfı bana uzatıp hafif baş selamıyla uzaklaştı. Zarfın üzerinde mavi kalemle yazılmış "Kayla Zemheri'ye" yazıyordu.

 

Benimle ilgiliyse toplantı sonrasına saklamalıydım. Onları alakadar etmezdi.

 

Çatık kaşlarımı düzeltip soğuk bakışlarımı beyaz saçlı ellili yaşlarındaki ihtiyara diktim. "Mehmet Giray..." dedim başını dikleştirip benden korkusunu saklamaya çalışan adama. "İçimize adam sokmak mı?" dedim tehlikeli bir alayla. "Cidden mi?" dedim inanmazcasına. "Anlamayacağımı mı düşündün?" dedim tek kaşımı kaldırmış ve hafif gülümserken.

"Beni kimse kandıramaz Giray." dedim.

"Buna cürret eden ise kanlı elleriyle azraille tokalaşmıştır." dedim artık ciddi halime dönerken.

 

Mehmet şimdi korkusunu gizlemeye bile çalışmıyordu. Korkuyla bana bakıyordu. Korksundu. Daha çok korkacaktı. "Ama bak sen Allah'ın işine ki bugün iyi günümdeyim. Yedi sülaleni kana bulamaktansa seninle bir anlaşma yapacağız Giray." dedim. Hemen başını yukarı aşağı salladı ve "Tamam." dedi. "Ne istiyorsan." dedi başka çaresinin kalmadığını bilen Mehmet. Arkama yaslanıp şakaklarımı ovdum. Başım ağrıyordu.

 

"Senden açık çek istiyorum Giray." dedim. Derin bir nefes alıp beni ciddiyetle dinleyen Mehmet'e baktım. "Senden yakın bir zamanda bir iyilik istemem gerekecek. Belki birkaç silah ya da ne bileyim..."dedim dudaklarımı büzüp omzumu düşürürken. " ...koruma." dedim emin olamayarak. Bana anlamaya çalışır gibi bakan tüm BigBang üyelerine baktım ve duruşumu dikleştirip devam etmek için derin bir nefes aldım. Hepsine teker teker bakıp devam ettim.

 

"Hepimiz tehlikedeyiz." dedim gözümü üyelerde gezdirirken. Herkes dikkatle bana bakıp bunca yıllık teşkilata kim bu kadar yaklaştı diye sorguluyor olmalıydı.

 

"Polislerden olduğunu zannetmiyorum." dedim.

 

"Bence askerlerin işi. Ankara'da harektlilik var. Dün gece bana bir bilgi geldi. Doktordan." dediğimde herkes dumura uğradı. Sağ çaprazda oturan sekiz teşkilat üyesinden en genci atıldı hemen.

 

"Şu gizemli doktor mu?"dedi şaşkınca.

 

"Ama işe o da karışmışsa gerçekten BigBang masası tehlikede demektir. En son baban öldüğünde bize yardım etmişti. Durdurmaya çalışmıştı. Gerçekten ciddi olmadıkça işe karışmaz gizlice korur bizi Doktor. Kimse kim olduğunu bile bilmiyorken sen nasıl ulaştın ona Zemheri?" dedi bir şeyleri anlamaya çalışarak.

 

Herkes ciddiyetin farkındaydı. "Farkındayım Furkan." dedim. Soy ismi resmiyetini kaldırarak.

 

"Bakın biliyorum. Hepimiz birbirinin ardından kuyumuzu kazacak kadar adi insanlarız ama BigBang masası ifşa olursa biz değil sevdiklerimiz hedef haline gelecek.Biz ne kadar boş tehditlerle ailemizden vurmaya çalışsakta kavgamız kendi aramızda. Aileleri, sevdiklerimizi hiçbir zaman bu meselelere dahil etmedik. Etmem, ettirmem. Ama bu kez işler ciddi. Birlik olmak zorundayız." dedim.

 

"Emir Sarmaşık'tan sonra tamamen dağıldık farkındayım."dedim. Babamın adının geçmesi kısa bir es vermemi gerektirdi.

 

"Ben babam değilim. Öyle 'Biz iyiyiz aslında da hayat bizi kötü kıldı.' zırvalıklarına da inamıyorum Sarmaşık'ın aksine. Kötüyüz oğlum biz. Saf kötülük akıyor damarlarımızda. Canavarız. Ama insanız da en nihayetinde." dediğimde ilk kez bu kadar uzun konuştuğumdan şaşıran ve bana hak veren sekiz üyeye baktım.

 

Lider olmak sorumluluğu da peşi sıra getirmişti işte.

 

"Sevdiklerimiz ve zaaflarımız var. Biz ne kadar zaaflara oynamasak da bunu yapacak birçok insan var dışarıda. Yapacaklar. Öldürdükçe kendi şeytanlarımızı yarattık ve artık o şeytanlar kapıya dayandı. Ankara'da birkaç kişiyle görüştüm gelmeden. En iyi ajanlardan bir düzine kadar insan buraya İstanbul'a gönderilmiş. İçinde çok iyi bir hacker var. Ben de bir hacker buldum hemen. Adı, daha doğrusu lakabı Black. İşinde çok iyi. Onu bu iş için görevlendirdim. Ancak içimize ajanlar yollayacaklardır. İçinize yeni adam almayın bir süre." dediğimde saçma bir minnetle bana baktıklarını gördüğümde göz devirdim.

 

Bu genç halimle bile fikirlerime saygı duymaları hoşuma gidiyordu ama.

 

Egemen'in dedesine baktım sonra."Yavuz Karabulut." dedim elimle ihtiyarı işaret ederken

"Namıdeğer Kuzgun." dediğimde herkes bu kez yaşlı adama baktı.

 

Herkes birkez daha şaşırmıştı. Bu kadar gizli bir çetenin liderleri şu an karşılarındaydı. Valla ne yalan söyleyeyim benim de bir şaşırasım geldi. Bu kadar yaşlı olmasına rağmen o da zekayla lanetlenenlerdendi. Yazıktı. Çok yazık.

"Vaov!" dedi Furkan. "Oha!" diye de ekleyince dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı tepkilerine.

"Evet,evet." dedim. Şaşkınlıklarının çabuk bitmesi ve asıl olaya odaklanmak için soğuk sesimle.

"Hiçkimsenin asla bulamayacağı ve yüzünü görenlerin öldüğü Kuzgun ve..." dedim dalga geçerek ve Egemen'e döndürdüm bakışlarımı. "..yavrusu." değimde Egemen'in kaşları çatılır gibi olsa da o da eğleniyordu. Yavuz ise torunu olduğunu nasıl anladığımı sorguluyordu. O devam ededursun ben söze başlamalıydım.

 

"Karabulut sen yeni katıldın teşkilatq. Tüm bu meselelerden muzdaripsin. Lakin senin başında daha büyük tehdit var bu teşkilatı da alakadar eden, Sipahiler." dediğimde Furkan şoklardan şoklara girerek bir " Oha?!" daha patlatmıştı. Ben de duyduğumda şaşırmak isterdim ama tahmin etmiştim.

 

"Sipahiler şu efsanevi cellat takımları değil mi?" dedi şaşkınca. Daha ne kadar şok olup duracaksın Furkan?

 

"Onlar bizi çiğ çiğ yer be. Onlar parayla başbakanı bile öldürdüler bir ara. Hem nasıl ulaşmışlar Zemheri onlara. Onlara ulaşmak bile neredeyse imkansız." dedi şaşkınca bana bakarak.

 

"Bilmiyorum Furkan ama bence Ankara'daki ajanlar tuttu onları 'Yakalayamazsak ölsün itler.' demiş olmaları da en güçlü ihtimal şu an. Bu yüzden iş sana düşüyor Karabulut." dedim başımı ihtiyara çevirip.

 

"O benim bile zor geçtiğim güvenlik önlemlerini BigBang masasındakilerin aileleri için yapacaksın. Biz yakalansak da onların sanki bizimle hiçbir alakası ve bağı yokmuş gibi olacak. Ailelerimiz de bizim kötülüğümüzde boğulmayacak." dediğimde bana yine salakça bir minnetle bakıyorlardı.

 

Başını sallayıp "Tamamdır Zemheri. Olmuş bil kızım." dediğinde masadakiler hem ilk kez sesini duymuş oldu hem de beni lider kabul ederek soyismimle hitap ettiğinde herkes daha rahat bir nefes aldı.

 

Sonuçta mevzu bahis Kuzgun'du ve kesinlikle artık aileleri güvendeydi.

 

Masanın dağılma vakti gelmişti. Bu yüzden masadaki silahı belime koydum. Herkes bittiğini bu şekilde anladığında ayaklandılar.

 

Bir bir çıkarlarken Dede Karabulut oturunca tek kaşımı kaldırdım. "Ne vardı?" dercesine.

 

"Bizi nasıl buldun evlat? Daha doğrusu torunumu? Ben sadece beni bulman için ufak bir açık bıraktım." dediğinde şaşırmamı bekliyorsa yanılıyordu. Ben zaten onun bilerek açık verdiğini bildiğimden yerimde rahatça yayıldım ve bacak bacak üstüne attım.

 

"Eh, o da bana kalsın Kuzgun." dedim muzipçe. Çok samimi bir kahkaha atığında torununa karşı koltuğu işaret ederek "Otur bakalım oğlum. Konuşalım biraz küçük hanımla." dediğinde genişçe gülümsedim.

 

Babam da öyle seslenirdi.

 

"Sen liderlik için fazla küçük değil misin kızım?" dediğinde aşağılamaktan çok , saf merak vardı gözünde. Samimice gülümsedim.

 

"Öyle." dedim. Bazı şeyler için yaşım küçüktü ama hayatın pek umrunda olduğu da söylenemezdi.

 

En nihayetinde yaşımızda birer sayıdan ibaretti. Yaşanmışlıksa sayılardan da ötesi idi.

 

"On dokuz yaşındayım ben." dediğimde şaşkınca bana bakmıştı ikisi de.

 

Sanırım düşündüklerinden bile küçüktüm. Dış görünüşümle yaşım orantılıydı aslında ama başta yaşımdan küçük gösterdiğimi düşünmüş olmalıydılar.

 

"Buralarda ne işin var kızım senin o vakit. Torunumdan bile küçüksün daha." demişti şefkatle.

 

"Öyle gerektiren şeyler oldu. Ucu çıkmaza çıktı işte. Bazen kötü olamayı seçersin bazense tek seçeneğin kötü olmaktır. Haya tözenle diğer ihtimali sildi hayatımdan. Gerçi halimden memnunum ben. İnan yaşıma bakmıyor buradakiler. Saygıları da korkuları kadar gerçekdir." dedim sekiz üyeye itafen. Artık dokuz olmuştu gerçi.

 

Başını anladığını belirtircesine salladığında Alp içeriye elinde tepsiyle giriş yaptı. Dört kupa vardı. İçeriye dolan kahve kokusuyla gülümsemeden edemedim. İlk bana uzattı sessizce sonra Kuzgun ve yavrusuna. En son kendininkini alıp tepsiyi ortadaki masaya bırakıp yanımdaki boş koltuğa attı kendini.

 

Epey yorulmuş gibiydi.

 

Başımın zonklamasıyla başımı geriye atıp işaret ve baş parmağımla burun kemerimi sıktım. Ufak bir "Ah!" kaçmıştı dudaklarımdan. Alp hemen başını bana çevirdiğinde diğerleri de ne olduğunu sorgularcasına bana bakıyordu.

 

Elimi mühim bir şeyin olmadığını belirtircesine gelişi güzel salladım. "İyiyim.Sorun yok." dediğimde Alp onaylamazca başını sağa sola sallayıp ceketinin iç cebinden ilaç çıkarıp masadan kaydırarak önüme yolladı. "Sağol Kozdağ." dedim resmiyetle.

 

Kimseye sevdiklerimi belli edemezdim. Düşamanımın kim çıkacağı belirsizdi. İlacı ağzıma atıp kahveyle yuttuğumda geriye yaslanmış ve beni izleyen küçük Kuzgun'la göz göze geldim.

 

Beni anlıyormuş gibi bakıyordu. Belki onun da başı çok ağrımıştı bir zamanlar. Ya da ben basit ihtimallerin birine bir şans veriyor da olabilirdim. Büyük Kuzgun'a baktım ve konuşmaya başladım.

 

"Bunları sana söylüyorum Karabulut fakat en nihayetinde seni özgür bırakıyorum. Diğerlerinin aksine bir mecburiyetin yok. Ama yapmanı özellikle rice etmek istiyorum. Karşılığında açık çek veriyorum sana. Zemheri açık çeki." dedim.

 

Kayla Zemheri'nin açık çekinden bahsediyorduk. Bunun için can alacak çok insan tanımıştım. Gerçi o vakitler Defne olduğumu düşünerek anlatmışlardı gerizekalılar. Kaşları çatılan iki adet Karabulut bana teessüf edercesine baktığında Egemen söze girdi.

 

"Ne açık çeki Kayla. Tabi yardım edeceğiz. Biz de artık masadanız." dedi ciddiyetle. Buna gerçekten şaşırmıştım.

 

Sipahileri öğrenince daha az şaşırdığıma emindim hatta.

 

Yavuz Karabulut da onaylarcasına başını sallayıp "Ben de bulabilirim tabi ama yine de sorayım. Üyelerin ailelerinin bilgileri var mı sen de kızım?Daha hızlı koruma altına alabilir ve gizleyebilirim böylece." dediğinde başımı onaylarcasına sallayıp Alp'e diktim gözlerimi.

 

Bezmişçe ayağa kalkıp duvara gizlenmiş bölgeyi açtığında dosyayı alıp bana uzattı ve hemen oturduğu yere geri dönüp başını geriye atıp gözlerini kapadı.

 

Bu rahat tavırlarına kıkırdayıp belgeleri Yavuz Karabulut'a uzattım. O da gülümsedi bu halime ve aldı dosyayı. Sevdiğim biri olduğunu anlamıştı. Zeki adamdı.

 

Alp birden kafasını kaldırıp bana baktı.Kimseyi umursamadan "Mektup." dedi. "Açsana. Merak ettim Kayla. Kimden geldiği belli değil. Belki önemlidir." dediğinde mektupu koyduğum yerden alıp açtım.

 

O sırada telefonuma bildirim sesi düştü. Kıraç Edilgen beni çağırıyordu. Mektuba döndü bakışlarım.

 

Hastaneden gelmişti mektup. Doğduğum hastaneden. Tuhaf bir mektupta. Dur! Ne yazıyordu?

 

Bu bir şaka falan mıydı?

 

Herkesin bana açıklama yapmam için baktığına emindim ama ben şok içinde Alp'e baktım ve arabanın anahtarını isteyip herkesi orada bırakıp gittim.

 

Ortada ufak bir karışıklık vardı çünkü.

 

~

 

Umarım hepiniz de severek okursunuz Kayla Zemheri'nin hikayesini. Yeni bölümde görüşene kadar yorumlarınızı bekliyor olacağım.

Sevgilerimle...

.

 

Loading...
0%