Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm: Ölüm Saatleri

@gizem_aden

 

 

 

 

11.Bölüm: Ölüm Saatleri

 

Hayat denilen bu tuhaf yolda yolun hangi çıkmaza ulaşacağını bilemiyordu insan. Tüm dünya öngörülemez bir sisle kaplıydı ve öyle ki bazen yanımızdakini bile göremiyorduk. Bana yapılan ihanetler ve işkencelerin hiçbiri canımı bu kadar acıtmamıştı. Hiç kimseye canım acıtma hakkı vermemiştim zira. Oysa şimdi her şey değişmişti.

 

Uzun zamandır hayal kurmuyordum. Hayallere inanmadığımdan ya da geleceğe dair planlarım olmadığından değildi bu. Artık umut etmekten yorulduğumdan dolayıydı.

 

Hayatımın çok büyük bir bölümü varla yok arasındaki o ince çizgide geçmişti. Belki o yüzdendi umutlarımın da varlığıyla yokluğunun bir olması.

 

Babam Emir Sarmaşık'ın çok sevdiğim bir sözü vardı. Varlığını bilmediğin şeyin yokluğu hüsrana uğratmaz, derdi.

 

Çocukluğumun bir kısmı var olan o karmaşanın varlığında kendimi suçlu görmekle geçmişti, geri kalan kısmı ise savaş teknikleri öğrenerek hayatta kalmak ve adam öldürmek üzerine idi. Zaten kabullendiğim için çocukluğumdan acı duymuyordum ama özellikle son zamanlarda ailenin ne demek olduğunu ve bir ailemin olabileceği ve bu işlere hiç bulaşmadan da yaşayabileceğim bir hayatın var olabileceği gerçeğini görmek beni hazırlıklı olmadığım bir noktadan vurmuş ve bu yüzden de epeyce sarsmıştı.

Eskiden başka bir seçeneğim olmadığının arkasına gizlenip hiç hüzün duymamıştım geçmişe. Şimdi geçmişle birlikte tüm duygular da üzerime boca ediyordu adeta. Belki de tüm bunlar Alp Kozdağ ile ilgili değildi. Aslında tüm bunlar benimle ilgiliydi değil mi?

 

Kimliğime yabancılaşıyordum.

 

Böyle biri hiç olmamıştım aslında. Kendimi kodladığım doğrularım ve yanlışlarım vardı. Kendi doğrularımın ve yanlışlarımın önüne ne birisini koyuyordum ne de kendi duygularımı. İdeallerimle bütünleşmiş doğrularım ve yanlışlarım vardı daha doğrusu.

 

Ancak son zamanlarda kendimi kaybetmiş hissetmekten de kendimi alamıyordum. Dedim ya bir şeylere yabancılaşmış hissediyordum ama ne olduğunu sorsalar söyleyebilecek durumda da değildim.

 

Toparlanmak sorun değildi devam edebilirdim. Gerçekten zor olan neydi bilmiyorum ama artık hiçbir şey yapmak da istemiyorum.

 

Söyledim ya varla yok arasında ki o çizgide o kadar uzun zamandır takılıp kalmıştım ki var ve yok artık seçilmiyordu. Şöyle düşünün. Sadece siyah ve beyazdan oluşan bir dünya var ve sen grisin. Ne siyahsın ne beyaz ama ikisinin de içinde barındırıyorsun. Ama ne siyah kabul ediyor seni kendi içine ne de beyaz. Ve sen gitgide siyahı ve beyazı unutup gri ile bütünleşiyorsun.

 

Hiç büyük kurallarım ve yapmam dediğim net davranışlarım olmadı. Zira inandığım tek net doğru gerekli koşullar sağlandığında herkesin her şeyi yapabileceği yönündeydi.

 

Alp Kozdağ...

 

Kendi seçiminin bana uğrattığı yıkım beklemediğimden değil sadece hazırlıklı olmadığındandı.

 

Hayat çok farklı bir yolculuk deneyimi. Filmler kitaplar anılar ve daha nicesi değil ne yazıkki. Çok başka bir hikaye ve çok başka bir karmaşa. Belki de bu yüzden bazen duygularımızı anlatmaya kelimelerin yetmeyişi. Hiçbir dilin var olan hisleri dile getiremeyişi...

 

Ah!! Farkındalıklar beni yoruyordu artık. Şu an fark ettiğim gerçek ise kendimi artık insan muamelesi bile yapmıyor oluşumdu. Kendimi tamamen bir şeylere kodlamış bilgisayardan bir farkım yoktu. Birilerini yaşatmak, babamın mirasını hayatta tutmak için elimden geleni yapıyorken kendimi ne hale getirmiştim böyle?

 

Kayla Zemheri kimdi?

 

Yıllarca cevap aradıkları bu soruyu artık benim de yabancı kalışım normal miydi?

 

Ama dediğim gibi varoluşsal sancılara bile ayıracak vaktim yoktu. En azından şuan değil, hayır.

 

Bu yüzden Zemheri malikanesine geldikten sonra güzel bir muhabbet etmiş, karnımızı doyurmuş ve odama geçmiştim. Tabii ki de Bay Dersi'yi de almıştım ve yatağıma genişçe kurulmuştum.

 

Odamı tamamen bir teknoloji üstüne çevirdiğim için bilgisayarları birbirine bağlayıp derin bir araştırmaya koyulmuştum. Emir Sarmaşık'ın videosunu birkaç defa izlemiş ve ayrıntılara ne kadar dikkat edersem edeyim herhangi bir şey bulamamıştım. Babama işkenceden kadının ise kim olduğu hakkında bir fikrim yoktu. İyi gizlenmiş olmalıydı ancak yakında onu da bulurdum.

 

Rusya'dan aldığım bir mesajla yüzümde bir gülüş belirdi ve arkama daha da yaslanarak rahat bir pozisyon aldım.

 

Mesaj Rus kartellerinden biri olan Konstantin Azarov'dandı ve birkaç kelimelik mesaj beni gerçekten mutlu etmişti.

 

Кажется, вы в опасности, мэм. Жду тебя завтра на площадке.

(Tehlikede görünüyorsunuz hanımefendi. Yarın sizi mekânda bekliyor olacağım.)

 

Gülümsemem devam ederken cevabımı yazdım ve saat epey geç olduğundan ışığı kapatıp güzel bir uykuya daldım.

 

Увидимся завтра, Константин.

(Yarın görüşürüz Konstantin.)

 

 

 

 

 

Ertesi Gün Saat: 11.40

 

Tüm işleri halletmiş ve özel jetlerden birine atlayarak Rusya'ya doğru yola çıkmıştık.

Yanımda Ergüvenler ve Sezgin Evin vardı.

 

Özel eğitimli beş koruma da tabiki bizimle geliyordu fakat artık başları olmadığından hâlâ Sezgin'in emirlerine uymak konusunda oldukça rahatsızlardı. Bunu göstermekten geri durmuyorlar lakin saygıda da kusur etmemeye gayret ediyorlardı.

 

Sezgin Evin ciddiyeti asla olmayan ve her şeyi dalgaya vurarak yapan eski bir askerdi. Korumaların işi de bu yüzden bir hayli zordu.

 

Sezgin Evin...

 

Çok öncesinde esir kampına düşmüş ve sağ kolundaki ciddi hasardan dolayı askerliğe devam edememişti ve o günden beri onu tanımama rağmen hep gülen ve çevresini de sinir eden bir kişiliği vardı.

Ayrıca tam bir küfürbazdı. Yirmi dokuzuncu yaşına birkaç hafta önce girmiş olmalıydı. Kumral, uzun boylu ve yapılı bir adamdı ve giyimine fazlasıyla özenen biriydi.

 

Ailesi askere başlamadan bir yıl önce teröristler tarafından ele geçirilip canice öldürülmüştü. O anlara bizzat tanık olmasa da tam ergenlik zamanlarına denk gelen bu acı olay onu darmadağın etmiş ve tamamen hayatı dalgaya vuran biri olup çıkmıştı. En sevdiği askerlik mesleği babasından mirastı ve bu mesleği bırakmak ondan bir şeyleri koparmıştı.

 

Emir Sarmaşık teröristler ile uğraştığı zamanlarında onu bulmuş ve esir kampından kurtulmasında dolaylı yoldan etkili olmuştu ve o günden beri gizli görevler için Sarmaşıkların gizli silahıydı. Bu arada gerçekten silahlar konusunda zekası paha biçilemezdi. Silahları kullanması ise benden bile iyiydi. Silah tamiri ve hızlı silah çekme konusunda kimse eline su dökemezdi.

 

 

Rus çetesi lideri Konstantin'in yanına doğru yola koyulmuşken her şey istediğim gibi ilerliyordu ve bu da en azından kafamın yorucu şeylerle meşgul olmasını engelliyor ve baş ağrımı hafifletiyordu.

 

Konstantin Rusya'daki en ezeli çetelerden birisinin lideriydi. Oyunları ile nam salmıştı. Kendince kurduğu oyunlarda insanları kobay faresi gibi kullanmaktan geri durmayan Konstantin'in ise en sevdiği kobay faresi ise tabiki de bendim.

 

Kısacası Konstantin'den bir iyilik isterseniz istediği oyunlara da göz yummak zorunda kalırsınız. İşin kötü kısmı Konstantin'in oyunları çok tehlikeli boyutlara varabiliyordu ve oyunlardaki zarardan sorumlu tutulamıyordu. Yani ölseniz bile sorumluluk sadece size aitti. Tabii, bu konudaki tek istisnası bendim. Bana bir şey olursa intikam alma yetkisi Emir Sarmaşık'a aitti. Yani ölene kadar. O öldüğünde o istisna da kalkmıştı ve en çok da bu yüzden kendi irademle oyununu oynamamı istiyordu.

 

"Kendi kalene gol atmış gibisin minik Sarmaş." diyen hemen sol tarafımdaki geniş koltuğa kurulmuş elindeki çakmakla oynayan Sezgin Evin'den başkası değildi.

 

Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi beklenmedik soruyla.

 

"Uzun zaman oldu Evin. Yalnızca kendi kalemi korumayı öğrenmekle kalmadım, gol atmadan maçı bitirmemeyi de geyet iyi kavradım." dedim anılarımla geçmişin tozlu sayfalarını aralarken.

 

"Uzun zaman oldu gerçekten de. Fakat maç konusunda kendini geliştireceğinden emin değilim. Kendi kalene gol atmakta üstüne yoktu küçükken." dedi.

 

Eskiden fazlasıyla maç oynadığımız bir zaman dilimi vardı. Onu yenemediğimde hırs yapar 'Amaç gol atmak değil mi?' deyip kendi kaleme gol atmaya başlardım. Sonucunda, Sezgin Evin iki kaleyi de korumak zorunda kalırdı. Tek eğlencemin o yıllarda o günlerden ibaret olması da ayrı bir ironiydi.

 

"Aklında nasıl bir plan var Kayla?" diyen, ciddiyetle oturmuş ve kolundaki gümüşi saatten saatini kontrol eden Kuzey Ergüven'di. Satten bakışlarını ayırıp gözlerini benim ve Sezgin'in üzerinde gezdirdi. Sezgin'den hoşlanmadıkları gayet manidardı.

 

"Plan yok ya." dedim rahatça arkama yaslanıp gözlerimi kolumla kapatıp uyku pozisyonu alırken.

 

"O ne demek ya şimdi?" diye şaşkınca konuşan Helin'di. Sezgin Evin'den kıkırtılar gelirken diğerlerinin şaşkınca birbirine baktığına emindim.

 

"Formundan hiçbir şey kaybetmemişsin he ufaklık." deyip gülmeye başlayan Sezgin Evin ile ben de kolumu gözlerimden çektim ve inişe geçen uçakla yerimden doğruldum.

 

Birkaç dakikaya tamamen piste indik. Jetin merdivenlerinden aşağı inerken gözümüze gelen ışığı da bir yandan elimizle siper ediyorduk. Rusya'nın havasını içime çekerek derin bir nefes almam ve planları aklımda tekrardan kurmam gerekmişti. Tamamen piste adımlayıp jeti arkamızda bırakırken bizi bekleyen araçlarla duraksadık.

 

Dört lüks araç peş peşe dizilmişti ve dikkat çekiyordu. Yedi takım elbiseli adam araçların çevresinde duruyordu ve en öndeki siyah takım elbiseli adam hiç de yabancı değildi. Konstantin klâsik siyah takım elbisesini giymiş, esmer yüzüne yakışan siyah gür saçlarını gelişi güzel dağıtmış ve gümüş yüzüklerle sol elinin kemikli parmaklarını doldurmuştu. Yüzündeki gülümsemeyle oluşan sol yanağındaki gamzesiyle gayet masum fakat bir o kadarda tehlikeli duruyordu.

 

İki elini de yanlara doğru açarak bana doğru yürürken bir yandan da akıcı Rusçasıyla konuşuyordu.

 

"Evine hoşgeldin Kayla." Sıcacık gülümsemesiyle bana adımlarken eş zamanlı olarak ben de ona doğru adımladım ve kollarımı bedenine sardığımda kulağına fısıldadım.

 

"Küçük kıyametimizi başlatma zamanı gelmedi mi sence de Konstantin?"

 

"Geç bile kaldık Kayla." diye o da kulağıma fısıldadı ve daha geniş gülümsemeyle benden ayrıldı. Ardından diğerleriyle sadece el sıkışıp araçları binmemiz için kapıları açtırdı.

 

İkizler ve Sezgin Evin bir araçla giderken Helin Konstantin'in aracına yöneldi ve ön koltuğa kuruldu. Biz de arka koltuğa Konstantin'le oturduğumuzda araçlar Moskova şehrinin sokaklarına doğru ilerledi. Buranın bina yapısı Türkiye'den çok farklıydı ve ne kadar gelirsem geleyim hâlâ alışamamıştım.

 

"Kimi yer yüzünden silmek istiyorsun söyle bana." diyen tabiki de Konstantin idi. Helin Rusça biliyor olmalı ki şaşırarak hafifçe başını arkaya çevirip bize doğru baktı.

 

"İnsanlığı. Toptan." dedim bu kez dalga geçerek. Bu hem Helin'in hem de Konstantin'in komiğine gitmiş ve gülmüşlerdi.

 

Şaka yapmıyordum.

 

"Para kazanmak için insanlar bize lazım ne yazıkki Kayla." dedi eğlenen sesiyle Konstantin.

 

"Bir askeri grup." dedim ben de ufak bir gülümseme eşliğinde.

 

"Başkentten geldiler. Yolumda fazla dolanıyorlar. Öldürmek de hiç içimden gelmiyor be Konstantin, inanki." dedim tüm alaycı ifdemle ve biraz ciddileşerek ekledim.

 

"Dolanmasınlar ayağıma. İlk yapacağın bu." dedim ve koltukta tamamen ona doğru dönerek ekledim.

 

Tamamen bana odaklanmış ve gülümseyerek beni dinlemeye devam ediyordu.

 

"İkincisi ise bir video. Elimde bir video var. Videodaki birini bulacaksın bana fakat kalitesi kötü bu yüzden de konuştur öve öve bitiremediğin o teknolojini bakalım." dedim ona meydan okuyan bakışlarımla.

 

Kaşları alayla yukarıya kalkarken o da tamamen bana döndü.

 

"Ve karşılığında..." dedi son kelimeyi uzatarak.

 

"Oyunlarından birini oynayacağız Konstantin." dedim bıkkınlıkla ve gözlerimi devirerek koltukta düz oturmaya başladım.

 

Camdan dışarıya odaklanmaya çalışırken sinirden de kaşlarımı çatmıştım. Benim aksime gayet eğlenen Konstantin neşeyle derin bir nefes almıştı ve gülerek konuşmayı sürdürmüştü.

 

"İlk kez kendi isteğinle gireceksin oyuna Kayla. En iyi oyunu seçeceğimden şüphen olmasın." diyen sesi mutluluğunun en büyük kanıtıydı.

 

"Ne oyunu Kayla?" diye Türkçe seslendi önden Helin. Gözlerimiz dikiz aynasında kesiştiğinde yerimde rahatsızca kıpırdandım ve sesli bir şekilde nefesimi dışarıya verirken cevapladım.

 

"Siz sadece Rusya'nın keyfini çıkarın ve tetikte olmayı unutmayın Helin. Ben halledeceğim." diyerek gözlerimi dikiz aynasından çekip tekarardan yola çevirdim.

 

Sanırım bu oyundan sadece Konstantin keyif alacaktı.

 

 

Osmanlı zamanını andıran, altın varaklarla bezenmiş geniş bir eve varmıştık. Yolculuk kısa sürmüştü. On dakika kadar bir sürede geniş bir araziye varmış ve Konstantin 'in evine ulaşmıştık. Evin yapısını beğenmediğimizden hepimizin yüzümüzü ekşitmesi gerekmişti.

 

Sezgin Evin'in de verdiği tepki çok manidardı. Zira evin girişindeki bahçe kapısının önünde bile iki aslan heykeli ve geniş savaş arenaları vardı. Holde bizi karşılayan ilk şey ise kırmızı halının en ucuna konulmuş altın işlemeli taht olmuştu ve artık dayanamayan Sezgin kısık sesli küfürlerle tüm yaratıcılığını konuşturmaktan geri durmamıştı.

Konstantin karşılaştığım en garip insanlardan biriydi. Geldiğimiz ev de bunu onaylayan cinstendi. Rusya'ya indiğimde genelde Konstantin'in evine gitmez direkt mekanına geçer ve işlerimi öyle hallederdim. Bu yüzden de evine ilk kez geliyordum. Ev fazlasıyla geniş, üç katlı ve altın işlemelerle bezeli yalı tarzı bir mekandı. Şehirden biraz uzakta geniş bir alanda bulunmaktaydı. Buraya en yakın ev iki kilometre kadar gerimizde kalmıştı.

 

Evin her tarafında korumalar kol geziyordu. Ön tarafında 20 kadar koruma sayabilmiştim fakat arka tarafında da bir o kadar olduğu barizdi. Evin girişindeki geniş holde ilerlemeye başladığımızdan beri çıt çıkmıyordu.

 

"Sanırım evime ilk kez geliyorsun Kayla." diye sessizliği bozan Konstantin ilerideki asansöre doğru bizi ilerletti ve asansörün kapısını açtı. Eksi birinci kata basarken ben de sorusunu cevapladım.

 

"İyi ki ilk kez geliyorum Konstantin." dedim alay vari bir şekilde. Rusça bilen tek kişi Helin olmalıydı ki yalnızca o ve Konstantin gülmüştü.

 

Asansör eksi birinci katta durduğunda biz de asansörden yavaşça inmeye başladık. Evin geneline hakim olan altın işlemelerin aksine burası tamamen gri tonlarına bürünmüştü. Gri renk duvarların arasına renk katan tek şey tam karşımızdaki duvarın yarısını kaplayan bir tabloydu. Tablo Leonardo da Vinci'nin şaheserlerinden biri olan Son Akşam yemeği tablosuydu.

Odanın geri kalanı deri koltuklar ve cam sehpalarla çevrilmişti. Odanın tam ortasında ise ahşap bir masa bulunmaktaydı. Masanın üzerine son teknoloji silahlarla çevrili olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

 

Geniş odada tek bir cam bile bulunmazken duvarların dört bir tarafındaki ledler odaya loş Bir ışık sağlamaktaydı. Odanın içine doğru ilerlediğimizde deri koltuklara yönelerek oturmuştuk.

 

Gözümüz odadaki tek renk kaynağı olan tabloda olduğundan Konstantin açıklama gereği duyarak konuşmaya başladı.

 

"Leonardo Da Vinci'ye olan hayranlığım aileden geliyor. Da Vinci'nin ünlü "Son Akşam Yemeği" tablosu Milano'daki Santa Maria delle Grazie Kilise ve Manastırı içerisinde yer alıyor ne yazık ki. Bu yüzden sadece bir benzerini buraya yaptırabildim. Evin diğer odaları diğer tüm tabloları ile çevrili. Fakat orijinallerini bulmak biraz sıkıntı. Çağının çok üzerinde bir dahiymiş Da Vinci. Takdir edersiniz ki tek dahi için bu ev fazla büyüktü." diye ciddiyetle konuştuğunda yüzümde sahte bir gülümseme oluştu.

 

"O yüzden de beni çağırdın galiba Konstantin? " dedim ve hemen ardından ekledim.

 

"Da Vinci yalnız kalmasın neticede." dediğimde bu kez gülümseyen taraf ben olmuştum.

 

 

Bir süre muhabbet ettikten sonra Ergüven kardeşleri Rusya'yı gezmek üzere birkaç koruma ile göndermiştim. Helin Ergüven gereksiz bir koruma içgüdüsüyle gitmek istemese de Kuzey'e kaş göz işareti ile götürmesini emretmiştim. Beni anlayışla karşılayarak Helin ve Güney'i alıp uzaklaşmıştı.

 

Sezgin Kolçak ne kadar umursamaz ve dalgaya vuran bir adam olsa da beni asla yalnız bırakmayacağını dile getirerek yanımdaki koltuğa kurulmuştu.

 

Az önceki samimi muhabbetin yerini keskin bir ciddiyet almıştı.

 

Konstantin yine masum görünen gülümsemesi ile bana bakarken dirseklerini dizlerine dayayarak öne doğru eğilmiş ve gözlerini üzerimde gezdirirken ciddi bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı. Konuşurken bir yandan elindeki iskambil kağıtlarını karıştırıyordu.

 

"Oyunların nasıl oynandığını hatırlıyorsundur Kayla." kağıtları keserek ikiye ayırdı ve tam önüne koydu.

 

Olan biteni anlamak için uğraşan Sezgin Evin de ciddiyete bürünmüş ve dikkatle hareketlerimizi izlemeye başlamıştı.

 

"Kim sayıyor?" dedim ciddileşerek.

 

"Sen seç." dedi umursamazca.

 

"Sen say Konstantin." dedim bıkmışlıkla. Şu oyunu oynayıp gitmek istiyordum artık.

 

"Başladım." dedi.

 

Gözlerinin içine bakarak birkaç saniye bekledim ve "Dur." dedim sakince.

"17." dedi ve önündeki iki desteyi birleştirerek karıştırmam için bana doğru uzattı.

 

 

 

Ben de elimdeki desteyi Sezgin Evin'e uzatarak Türkçe olarak, karıştırmasını söyledim.

Sezgin Evin desteyi bir taraftan karıştırırken bir taraftan da burada neler döndüğünü bana soruyordu.

 

"Desteleri karıştırmaya devam et sen ben de açıklayayım bari Sezgin. Madem bu kadar merakını cezbediyor. Kısaca şöyle ki on yedinci sırada çıkacak kağıtta yazan oyunu oynayacağız. Ben dur diyene kadar içinden sayı saydı ve ben dur dediğimde kaçıncı kartı oynayacağımızı seçtik." dedim kısaca açıklarken oyunu.

 

Sezgin Evin'in elindeki iskambil kağıtları normal iskambil kağıtlarından farklıydı. Arka kısmı iskambil kağıtları ile neredeyse aynı olsa da ön kısımdaki çizimlerin her biri bir oyunu temsil ediyordu.

Sezgin Evin'in kartları karıştırması bittiğinde kaşlarını çatarak kartları masada Konstantin'in önüne doğru kaydırdı. Bu işten hiç hoşlanmadığı ve olanları sorguladığı aşikardı.

 

Desteyi alan Konstantin kartları ters çevirerek birden başlayarak saymaya başladı ve 'on yedi' dediğinde önümüzde açık duran karttaki çizim, bir kum saatine aitti.

 

Az öncekine oranla daha da mutlu olan Konstantin arkasına doğru yaslanırken oyunu bize açıklamaya başladı. Daha doğrusu bana.

 

"Bak işte bu oyunu bayağıdır kimse oynamamıştı. Vücuduna, tüm sinir sistemini uyuşturan ve tepki vermeni geciktiren bir zehir enjekte edeceğiz. Bu zehir ilk bir saatte hiçbir etki göstermese de 2 saate girdiğinde artık dayanılamaz bir ağrı olarak sana dönecek ve yalnızca 3 saatin bitiminde seni tamamen öldürecek. Yani panzehiri bulamazsan." dedi gülümsemesi daha da genişlerken.

 

"Oyunun amacı panzehri bulman" diye de ekledi neşeyle.

 

"Yeraltı mahzenlerindeki oyun alanında oynanacak bu oyun. Panzehiri bulabilmen için sana gizli şifreler verilecek ve şifreleri çözdükçe panzehire daha da yaklaşacaksın. Seni durdurmaya çalışacak olan birkaç adamın mahzenin dört bir tarafında dizilmiş olacak. Zehir vücuduna yayılmadan bu adamları halletmelisin. Herhangi bir kayıt alınamayacak lakin kayıt alınmayan kameralarla tabii ki de seni izlemeye başlayacağım. İşin eğlencesi bu tabi. Çünkü ölürsen gerçekten öleceksin Kayla ve nihayet bunun sorumluluğu benim üzerime yıkılamayacak. Hadi biraz eğlenelim." dedi Konstantin keyifle.

 

"Her şekilde yeneceğim biliyorsun değil mi Konstantin?" dedim. Biraz ürkmüş olsam da dik duruşumdan ödün vermiyordum.

 

Konstantin az öncekinin aksine ciddileşerek tekrardan bana doğru eğildi ve ekledi.

 

"İnan bana kazanmanı kaybetmenden daha çok istiyorum çünkü bu kazanılamayan bir oyun Kayla Zemheri."

 

 

Bir saat kadar sonra Sezgin Evin'i de orada bırakarak yalnız başımıza yeraltı mahzenlerine giriş yapmıştık. Yanımızda Konstantin ve adamları bulunurken kendi korumalarımdan yalnızca en iyi iki tanesini almıştım. Sezgin Evin konuşmalarımızdan hiç bir şey anlamadığından onu kandırmak kolay olmuştu tabiki.

 

Mahzenin tanıtımını bitiren Konstantin elindeki şırıngayı sol kolumdan enjekte ederken ilk bir saat boyunca akacak olan kum saatini de ters çevirdi.

Saatten haberim olmaması içindi bu. Oyunun içinde iki kum saati daha vardı . Birer saatlik olan o iki kum saati de biri bittiğinde diğeri devreye girecek şekilde otomatik olarak ters dönüp akmaya başlıyordu ve kalan saatimi bu şekilde öğrenebilecektim. Zehir zaman algısını da komple bozacak türdendi.

 

 

İğneye sinirle bakarken içindeki sarı sıvının son damlası da damarlarıma nüfuz etti. Konstantin ve adamlarının arkasından endişeyle bana bakan iki korumam da Konstantin tarafından zorla dışarı atılmıştı. Herkes oradan uzaklaştığında ise meşhur oyunumuz sonunda başlamıştı.

 

Önümde iri yapılı bir adam dövüş için beklerken tavana asılı hoparlörden Konstantin'in mekanik sesi boş mahzende yankı yaptı.

 

"Bayanlar ve baylar, Ölüm Saatleri oyunumuz resmen başlamıştır."

 

 

 

 

Herkese selamlarr?

 

 

 

Görüşmeyeli nasılsınız?

 

 

 

Sizce Kayla bu oyundan kurtulacak mı?

 

 

 

Konstantin hakkındaki fikirleriniz neler?

 

 

 

Konstantin sizce sözünde duracak mı?

 

 

 

Sezgin Evin karakterini sevdiniz mi? Sizce Alp Kozdağ'ın yerini dolduracak mı?

 

 

 

Yeni bölümde görüşmek üzere:)

 

 

 

Sevgiliyorsunuz...

 

 

 

Gizem Aden.

 

Loading...
0%