Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm:Ev

@gizem_aden

 

13.Bölüm: Ev

 

İğneye sinirle bakarken içindeki sarı sıvının son damlası da damarlarıma nüfuz etti. Konstantin ve adamlarının arkasından endişeyle bana bakan iki korumam da Konstantin tarafından zorla dışarı atılmıştı. Herkes oradan uzaklaştığında ise meşhur oyunumuz başlamıştı.

 

Önümde iri yapılı bir adam dövüş için beklerken tavana asılı hoparlörden Konstantin'in mekanik sesi boş mahzende yankı yaptı.

 

"Bayanlar ve baylar, Ölüm Saatleri oyunumuz resmen başlamıştır."

 

Oyuna başlamadan önce ölümün garantili olduğu bir oyun olduğunu duyduğumdan dolayı mı yoksa hoparlör sisteminin çok eski olmasından dolayı mı bilmiyorum ama Konstantin'in sesi korku filmlerinden fırlamış gibiydi sanki. Bozuk Türkçesiyle konuştuğundan da ayrı bir ambiyans oluşmuştu.

 

Kendimi hemen toparlayıp önümdeki adama ve labirentten farksız mahzene tüm dikkatimi verdim. Mahzen tamamen karanlık değildi fakat her yanı is ve kir doluydu.

 

Yukarıdan gelen birkaç ışık kaynağı dışında tamamen karanlıktı. Eski bir esir kampından kalmış sığınaklara benziyordu ve ortamı saran leş kokuları sığınaktan çok mezarlık olduğunu bana anlatmaya çalışıyordu adeta.

 

Önümdeki adama sert bir tekme atarak hızlıca işine bitirmeye çalıştım zira kalp atışım arttıkça kan akışım ve kan akışım arttıkça da zehrin vücuduma yayılması da orantı olarak hızlanacaktı. Kısacası en az hareketle kendimi bu lanet yerden çıkarmak zorundaydım.

 

Yani ne kadar hızlı olursam ölüme de o kadar uzak olurdum. Önümdeki iri yarı adamın işini hızlıca bitirerek koridorda ilerlemeye başladım. Önümdeki uzun koridorda sağa dönmek üzereyken karşıma bir adam daha çıktı. Adamın aniden önüme çıkmasıyla adama çarparak geriye savruldum. Hızlıca kendimi toparlayarak ayağa kalktım ve adamla dövüşmeye başladım.

 

Vücudum, henüz zehre dair herhangi bir tepki göstermezken yakında bunun son bulacağını bilerek hızlı düşünmeye ve kararlarımı kendime telkin etmeye çalışıyordum.

 

Her şeye rağmen bu oyunun içinden sağ çıkamamak gibi bir gerçek de vardı ve bunun için öncesinde önlem almıştım. Umarım benimle gelen iki koruma yapması gereken şeyi yapmıştır zira öbür türlü ölümümü kesinleştirmiş oluyorum.

 

Adamla dövüşüm beni nefes nefese bırakırken önündeki adamı da yere sermiş ve derin bir nefes almıştım. Parmak boğumlarıma biriken kana gelişigüzel bakarak burnumdan akan kanı elimin tersiyle sildim. Daha şimdiden bana gönderdikleri adamlar özel olarak eğitilmiş insanlardan seçilmişti. Dövüş yöntemlerinden anladığım kadarıyla uzun bir süredir dövüş eğitimi aldıkları aşikardı.

 

Konstantin ya gerçekten beni öldürmeye çalışıyordu ya da oyunlarını fazla ciddiye almaya başlamıştı. Gerçi söz konusu Konstantin ise ikisi birden de olabilirdi.

 

Labirentten hallice mahzenin içerisinde dolaşırken yönümü tamamen kaybettiğimi hissettim. Allah aşkına burası tamamen aynıydı ve her yolun sonu sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrılıyor ve her 300 metrede bir bu tekrar ediyordu. Boğulmaya başlamıştım zira kapalı alanlardan nefret ediyordum.

 

Ancak buna rağmen tepkisizliğimi koruyarak derin bir nefes aldım ve tekrardan sola saparak ilerlemeye başladım. Bu böyle devam ederken hala önüme hiç kimsenin çıkmamış olması ve lanet mahzende tek bir geniş alan bulamamış olmam beni deli ediyordu. Allah aşkına burası kaç tane yere ayrılıyordu?

 

Sinirlerim iyice bozulurken önümdeki yoldan tekrardan sola saptım. Ne kadar vakit geçtiğinin farkında değildim. Normalde zihnimde saat algısı vardı yani yanımda saat olmasa bile ne kadar geçti az buçuk tahmin edebilirdim fakat bana verilen ilaç bir şekilde zaman algımı bozuyordu ve bunu ilk andan beri hissediyordum. Karşıma çıkan koruma kaçıncıydı bilmiyorum fakat onunla dövüşürken hemen arkasındaki hoparlörün üzerinde bir kum saati gördüm ve kum saati bitmek üzereydi.

 

Hafiften gözüm karardığında hoparlörden tekrardan bir ses duyuldu.

 

"Bu arada Zemheri bu oyunda daha önce sağ çıkan olmadığını sana hatırlatmak isterim. " diyen ses Konstantin'e aitti fakat onun neşeli sesinin aksine buz gibi bir gerçek barındırıyordu.

 

Kafam bulanmaya başlamıştı ve bu beni korkutuyordu. Sürekli sola saparak bu mahzenden kurtulabileceğini düşünmüştüm fakat yapılan mimari öyle bir şekilde tasarlanmıştı ki kendi etrafımda dönüp durmaktan ileri gidemiyordum. Hemen çıkışa gidebileceğim bir yol bulmalıydım zira kafam neredeyse tamamen durmak üzereydi. Algılarım yeterince iyi değildi ve odak problemi yaşamaya başlamıştım.

 

O sırada gözüm hoparlör sistemine kaydı. Kaçak hat çekilmişti ve kablolar duvar içine gömülü değildi. Dışarıya sarkmış durumdaydı. Hoparlörlerin diziliş şekillerine ve kablolarına göz gezdirdim. Kabloların geldiği yerler bazı noktalarda tek delikten geçiyordu. Hızlıca göz gezdirip en başından beri geçtiğim yerleri zihnimde canlandırmaya çalıştım ve yüzümde sinsi bir gülüş meydana geldi. Bulmuştum.

 

Önümdeki adamı da hızlıca devirmeye çalıştığımda aslında bunun yeterince hızlı olmadığını fark ettim. Artık kollarım hareket ettirirken bile hareketlerim yavaşlamıştı. Kalan son gücümü de toparlayarak önümdeki adamı devirdim ve hızlıca sağa saptım. Son kum saatini de gördüğümde zaman algımın tamamen kaybolduğunu hissettim. Bu son kum saati olmalıydı. Dakikalarım kalmış olmalıydı.

 

Biraz daha ilerleyip sağ yaptığımda önüme panzehir çıkacaktı bunu anlayabilecek kadar zihnim yerindeydi fakat vücudum artık hareket etmiyordu. Nefeslerim iyice kesikleştiğinde hızlıca bir iki adım attım ancak dizlerimin üzerine sertçe düştüm. Yerdeki toz bulutu havaya karışırken ellerinmle yerlere tutunmak zorunda kaldım.

 

Başım fazlasıyla dönerken elim yakalarıma gitti ve nefes almaya çalıştım. Gözlerimi açık tutamıyordum. Son bir kaç adım daha atmam kalmıştı fakat kılımı kıpırdatacak gücüm kalmamıştı. Kesik nefesler eşliğinde kollarımın üzerinde sürünmeye çalıştım. 50 metre kadar ilerlediğimde artık hiç gücüm kalmamıştı. Sadece birkaç metre kadar daha ilerleyebilsem panzehri alabilir ve kendimi kurtarabilirdim fakat gücümün son demine çoktan gelmiştim.

 

Bu şekilde mi ölecektim yani. Her yer leş gibi kokarken bu leş kokusundan birkaç saat daha içime çekebilmek için dünyaları verebilecek durumdaydım. Şuan ölemezdim, hayır.

 

Mahzendeki hoparlörden bazı sesler geliyordu fakat algılayamıyordum. Sanki derin bir mağaranın ardından kulaklarıma ulaşan uğuldamalardan ibaretti her şey.

 

Birkaç ışığın yanıp tekrardan söndüğünü görüyordum. Gücüm artık tamamen bittiğinde gözümü kırpıştırdım ve derin bir nefes daha içime çektim. Hayır bu şekilde ölemezdim.

 

Son kez gücümü toparlayıp kalkmaya çalışacağım vakit birisinin eli dirseğimden tutarak beni ayağa kaldırdı.

 

"Bizim oyuncusu olduğumuz bir oyunda kaybeden biz olmayız Kayla, unuttun mu?" dedi Alp.

 

Alp Kozdağ.

 

Zamanımın son otuz saniyesine girmişken kulaklarıma dolan ses ağlama isteğimi tetikliyordu. Siyah tişört ve kot pantalonuyla kan ter içinde kalmıştı ve nefes nefese karşımda duruyordu. Sağ elinin baş ve işaret parmağında sıkıca tuttuğu iğne birazdan beni öldürecek olan zehrin panzehriydi.

 

Hiç beklemeden tam şah damarıma iğneyi sapladığında mücadele etmekten bitap düşen bedenim kollarının arasından kaymadan beni sıkıca tuttu ve kucağına almadan hemen önce gördüğüm son şey , son tanesi akan kum saatiydi. Ölüm saatleri oyunundan sağ çıkan ilk kişi miydim ben şimdi?

🌸

Gözlerimi zar zor birbirinden ayırdığımda kasvetli bir odada yalnızdım. Küçük bir pencere dışında odaya hayat veren herhangi bir şey yoktu zira odaya renk veren tek şey de üzerinde yattığım beyaz çarşaflardı.

 

Dışarıdan gelen tartışma sesleriyle yüzümü buruştururken zorla yataktan doğruldum. Günlerce işkence görmüşüm gibi her yanım ağrıyordu.

 

Dikkatle ayağa kalktım ve kapıya kadar küçük adımlarla hareket ettim. Dışarıdan kavga sesleri geliyordu. Tartışma sesleri arasına ikizlerden Güney ve Kuzey'in sesleri baya şiddetliydi. Kapıyı açtığımda istemsizce kaşlarımı çatmıştım zira Alp Konstantin'in yakasına yapışmış burnundan solurken ikizler Konstantin'in korumalarıyla burun burunaydı ve Helin duvara yaslanmış sakince manzarayı izliyordu. Helin ile gözlerimiz kesiştiğinde yanıma doğru hareketlenerek vücudunu duvardan ayırdı ve tartışmanın ortasından rahat hareketlerle yanıma geldi. O sırada herkes Helin'e odaklandığından beni de görmüş oldu ve sesler tamamen kesildi.

 

"Ne bu gürültü, neden bağırıyorsunuz?" diye sorarken kaslarımı esnetiyordum.

 

"Şaka mısın Kayla?" diye sordu Alp.

 

"Bu adam seni öldürüyordu. Ya saniyeler ile şu an karşımdasın sen. Oyun bile olsa kimse bunu Kayla Zemheri'ye yapamaz. Hesap vermek zorundalar." dedi öfkeli bir tonda.

 

Başımı hafif aşağıya indirirken gülmeme engel olamamıştım. İnsanlar bana delirmişim gibi bakarken başımı tekrar dikleştirerek Alp'e döndüm ve yüzümdeki tüm duyguları sildim.

 

"Sen de beni öldürmeye kalkmıştın Alp. Unuttun herhalde. Ben de kendi hafızamdan şüphe ediyordum."

 

Birkaç adım atarak Alp'e yaklaştım.

 

"Ama şu an beni kurtarmak için buradasın, yanılıyor muyum? Aynı şekilde birazdan Konstantin'in de amacının o olacağı gibi."

 

 

🌿

 

 

Birkaç saat içinde tamamen toparlanmış ve İstanbul'a doğru yola çıkmış ve hızlıca işlere koyulmuştuk. Konstantin araştırmalara başlamış ve ilk iş bir düzine adamla mekan basmaya gitmişti ve onlar da öğrendikleri birkaç gerçekle Ankara'ya doğru yola çıkmışlardı.

 

 

Birkaç Saat Sonra

 

"Eskiden BigBang Masası ülkeler arasındaydı. Birçok ülkeden 100 kadar kişi masada as üyeyken sömürge ülkelerinden olanlar da yedek tutulmaktaydı. Zorunlu olarak masada olduklarıdan kendilerinin koltuk hakkı yoktu ancak sömürgesi çok olan ülkeler masada daha fazla söz hakkına sahipti. Özellikle I. Dünya Savaşı başlarında ülkeleri yöneten bir konumdaydı masa. Ancak savaştan sonra masa çok el değiştirdi tahmin edersin ki. İtalya'nın taraf değişikliği sonrası masa da büyük bir kargaşa çıktı ve masa tamamen dağıldı. O sıralar Türkiye'yi temsil eden biri vardı. Dövme muhabbeti o zamanlara kadar uzanıyor aslında. Sende de olan dövme yani. Kurucular için değildi o dövme. Kuran kişide vardı ve bu güç göstergesi oldu neticede." diyerek kıyafetimde görünmeyen ancak orada olduğundan emin olduğu dövmeme dokundu Sezgin. Elini geri çekerken oturduğu deri koltuğa geri yerleşti. Uçaktan inmiş onun eski mekanında oturmuştuk. Bende kahve kupası varken kendisi büyük bir bira almıştı ve arada yudumlayarak öğrendiği bilgileri bana aktarmaya devam ediyordu.

"Sonrasında birçok ülkede tekrardan masa oluşturulmaya çalışıldı. Ancak güvenleri bir kez kırılmıştı ve Osmanlı topraklarını paylaşma konusundaki rekabetleri buna hep engel teşkil etti. Biz de ise işler değişti ve kartlar yeniden dağıtıldı Anadoluda. O zamanlarda masadan ayrılan kişinin adı Tahsin'di. Kasırgaydı lakabı. Kasırga Tahsin derlermiş. Tahsin tüm bu savaşlar sürerken el altından silah kaçakçılığına başlamış. Bir şekilde Türklere silah dağıtımını başarmış da. Hatta Atatürk ile mektuplar BigBang kasasında saklıydı. O zamanlar ABD deydi tabi masanın ana üssü. Tahsin oradan ayrılırken kasa da ne var ne yok getiriyor buraya sonrasında bulunamıyor nereye sakladığı. Ancak mektupları gören birkaç kişi olduğu söylentisi dolanıyor ülkede. Ne kadar doğru bilemiyorum artık. Sonra burada BigBang'i kuruyor hem de sadece Türk çetelerinden. Ayyaş ayyaş gezen mekancılardan ziyade büyük devlet adamları da dahil olmak üzere iş insanlarının çoğunlukta olduğu bir masa oluyor bu. Birçok ülkeye istihbaratçı sokup bir şekilde birçok ülkede sözünü geçiren BigBang bu şekilde kuruluyor işte. Biliyorsun Tahsin benim büyük büyük büyük dedem oluyor. Babamın anlattığına göre yani." diyerek kalan birasının da son yudumunu içti.

 

"Biraz değindi aslında Sarmaşık bana. Ama uzun zamandır hikayesini dinlememiştim. Emir Sarmaşık nasıl düşündü de tekradan faaliyete geçirmek istedi masayı ? Biliyor musun Sezgin?" dedim bu kez. Derin bir iç çekerek bana baktı Sezgin.

 

"Hâlâ baba diyemiyorsun başkası varken Kayla." Sözleri hareketlerimi duraklattı . Bana anlamaya çalışarak bakmıyor sadece üzgün duruyordu.

 

"Ve ne yazık ki haksızsın diyemeyecek kadar babanı tanıyorum."

 

"Sezgin." dedim yapma der gibi.

 

"Biliyorum Kayla ve inan çok samimi bir şekilde söyleyebilirim ki anlıyorum da seni. Ama ne bileyim. " dedi ve gözlerini yere eğerek mavilerini gizledi benden.

 

 

"Kimsesiz büyüsen çok daha iyiydi diyorum bazen. Bambaşka bir çocukluk geçirebilridin be Kayla. Sen neden buradasın mesela? Hadi biz babalarımızın kanlı mirasının ortaklarıyız. Sen kimin günahının bedelini ödedin? Ödüyorsun? Bazen sorguluyorum işte." diye ekledi ve toparlanarak bana yöneltti bakışlarını tekrardan. Odada ikimiz dışında bir koruma vardı fakat ikimizi de duymayacak uzaklıktaydı. Ona çıkması için başımla işaret ettim ve mekanın cam balkonuna doğru yöneldim. 12. Katta bir yerdeydik ve ev gibi bir yer olsa da alt katlarda gizlenmiş işkence odalarının varlığından haberdardım. Manzarayı arkama alıp peşimden gelen Sezgin'e baktım ve kalçamı balkona yaslayarak konuşmaya başladım.

 

"Sezgin, biliyorsun Emir Sarmaşık beni hiç sevmedi başta. Sevmek de değildi ki mevzu hiçbir zaman. O asker yetiştirmek istedi. Görünmez bir asker. Bir kadın idealdi. Şirketi olan genç bir yazılımcı gayet idealdi. Beni sevmek, kızı olarak görmek bana lütuf olduğu kadar ona yıkımdı. Tüm ömrünü adadığı planı bozmak istedi babam. Hem de yurttan aldığı alelade bir kız çocuğu için." dedim. Anlaması için.

 

"Gözlerimin önünde, bir kış gecesi , seni buz doldurduğu bir gölün içine demirlerle bağladı Kayla. Allah aşkına kaç yaşındaydın daha?" dedi saçmaladığımı kast ederek.

 

"Demir değildi kumaştı." dedim önemli bir ayrıntıymış gibi. Bu Sezgin'in sinirli bir kahkahasına neden olmuştu.

 

"Kayla sen hâlâ yazları bile kalın kalın giyiniyorsun. Bana hiç kimse 9 -10 yaşındaki bir kızın kışın ortasında bir gece yarısı uyandırılıp da tam 3 saat buzlu suda kitli kalmasının haklı bir gerekçesinin var olduğunu söyleyemez." dedi keskin ama sakin bir dille.

 

O günün bende bıraktığı travmaları bu denli net görmesi tüylerimi diken diken etmişti.

 

"Sezgin Emir Sarmaşık bir mafyaydı. Tıpkı onun babasının ona gül bahçeleri vaad etmediği gibi o da bana gül bahçeleri vaad edemezdi. O hiç baba sevgisi tatmadı. Bana baba olması ancak mucize olurdu ki oldu da sonrasında yaşadığı şeyleri sen biliyorsun. Babam önümde diz çöktü benim. Koskoca Emir Sarmaşık ya Sezgin. Birinin önünde diz çökmektense kendini vurup öldürmekten geri durmazdı. Adam kendi babasına diz çökmemek için babasının mirasını reddetme rattesine geldi. Yaşama nedeni o mirasken hem de. Emir Sarmaşık geldi ve onca adamının önünde diz çökerek benden af diledi. Kızım, dedi herkesin içinde. Bağışlanmak için yalvarırdı da eminim. Gözlerinde gördüm çünkü pişmanlığı. İnsan gerçekten pişman olduğunda affedilmek için özür dilemez çünkü Sezgin. Emir Sarmaşık affedilmek için değil yaşayabilmek için özür diledi. O kadar pişmandı ki yaptıklarından nefes alış verişi kendine yük oluyordu." dedim.

 

"Yine de hiç mi kızmadın Kayla babana. Baban o senin ya ! Öz ya da değil. Onunla büyüdün sen." dedi. Beni anlayamıyordu.

 

"Çok kızdım Sezgin. Sen de bir kaç öfke patlamama şahit oldun hatta." dedim ve devam ettim.

 

"Ben Emir Sarmaşık'a çok kızdım. Şirketlerini yaktım, arabasını patlattım, hatta sevgilisi olduğu zaman da kadını bulup tehdit ettim ve yurt dışına kaçmasını sağlayıp ülkeye girişini yasaklayan emir çıkmasını sağladım." dedim. Bunları hatırlatmak yüzünde acı bir tebessüm yarattı zira birçoğunda gizli destekçim kendisiydi.

 

"Ama babama tek bir saniye bile kızmadım." dedim. İkisi de çok farklı iki insandı ve aynı vücudu paylaşıyor olmaları bir şeyi değiştirmezdi.

 

"Başka hiç kimsen olmadığında yanıdakinin seni sevme şeklini sorgulamıyorsun. Çünkü seviyor olması ve yalnız olmadığını bilmen yetiyor." dedim. Sezgin uzunca bir süre bana baktı sözümün ardından ve gözünden birkaç damlanın süzülmesine izin verdi. İki damla göz yaşı yanaklarından süzülürken canını yakan bir şeylerin varlığıyla yüzleşti sanki. Bense tepkisinin getirisiyle yıllar sonra aileden birini görme hissinin içimi kıpır kıpır ettiğini hissettim. Birkaç adımda tam önünde durarak ona sıkıca sarıldım. Duygularımı anlıyordu. Benim de onun tepkilerini anladığım gibi.

 

"Babam sana öz evladı gibi davranırken bana sürekli eğitim uygulaması, aynı evde iki farklı hayata sahip olmamız... Hiçbiri senin suçun değildi. Babamın suçu bile değilken senin suçun zaten olamazdı benim gözümde. Ben bunlar için hiçbir zaman seni suçlamadım aynı şekilde babamı da. Sen de suçlama yalvarırım. Baban babamla kardeş gibiydi o da emanetine sahip çıktı. Bense halimden gayet memnundum,hep. Olduğum kişi olmam için yaşanması gerekenler yaşandı ve olduğum kişiden de gayet memnunum. BigBang bizim de evimiz ve ben evimizi korudum." dedim ve ekledim.

 

"İyiki geldin Sezgin, evin seni özlemişti."

 

Ben seni özlemiştim.

 

BigBang ilk kurulduğundan bu yana yöneticileri için neyi ifade ediyordu bilmiyorum ama yeni BigBang için masa aileydi ve ben ailemizi koruyacaktım. Zira emanetine sahip çıkma sırası bendeydi. Babamdan öğrendiğim ilk şey ise, emanete ihanet kendine ihanetti.

 

 

 

 

 

🌸

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni değil,yeniden.

 

Film asıl şimdi başlıyor...

 

Gizem Aden.

 

 

Loading...
0%