Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm: Karışıklık

@gizem_aden

Yeni bölüm ile karşınızdayım.Umarım beğenirsiniz.

 

Benim için de yorucu bir bölümdü. Kayla gibi düşünmek bazen beni de yoruyor. Çok fazla şeyleri hesaba katıp onun gibi düşünmeye çalışıp yazıyorum.

 

Beğenerek okumanızı temenni ediyorum Beğenirseniz yorum yapmayı ve yıldıza basmayı unutmayın.

 

Keyifli okumalar.

 

..............................

 

2.Bölüm:Karışıklık

 

Önümdeki hasteneye ruhsuzca bakıyordum.

 

"Özel Edilgen Hastanesi"

 

Arabayı hırsla kullanıp on beş dakika gibi kısa bir sürede hastanenin otoparkına giriş yapmış ve kırk üç saniye sonra girişin oraya varmış olmama karşın yirmi dakikadır burada put gibi dikilmiş duruyordum. Doktorlar da deli bu galiba diye düşünüp birkaç tuhaf bakışın ardından beni kaliye dahi almayıp işlerine dönmüşlerdi.

 

Ben tam olarak neyden korkuyordum bilmiyordum ancak iki yıl sonra tekrar bir baba ile tanışma fikri beni dumura uğratmıştı. Bir de anne tabiki.

 

Hastanede olan ufak bir karışıklıktan ötürü buraya beyaz bir zarfla çağırılmıştım.

 

Ailemi ölü biliyorken gayet de rahattım ben oysa, neydi bu şimdi?

 

Ayrıca bu bilgiyi gizlemeliydim. Tehlikeye atamazdım ailem olup olmadığı bile belirsiz olan o insanları. Peşimde zaaflarımı öğrenmeye çalışan bir dünya insan vardı. Düşmanlarım dostlarımdan fazlaydı ve tek bir zaafım öğrenildiğinde tek bir dostumun dahi kalmayacaktı. Bunun gayet bilincindeydim.

 

Bir şeylerin bilincinde olmak kendimi iyi hissettirmiyordu.

 

Derin bir nefes alıp asansöre ilerlemiş ve daha önceden tanıdığım başhekimin katına basmıştım. Ne olacaksa olsundu. Kayla Zemheri hiçbir şeyden kaçmazdı. Korkaklık beni tanımlayan sıfatlar arasında hiçbir zaman yer edinmemişti.

Asansör kısa sürede durduğunda merdivenlerden koşarak gelen Alp'i kesinlikle beklemiyordum.

 

Endişelenmiş olmalıydı. Soluklanmak için tam önümde durmuş ve ellerini dizlerine dayayıp ciğerlerine oksijen doldurmaya çalışıyordu. Nefes nefeseydi.

 

Göz devirip elimdeki zarfı ona uzattım. Okuduğunda o da şaşkınca bir kağıda bir bana bakıyordu. Birkaç kez tekrar etti bunu. Bu hali beni istemsizce güldürmüştü.

Yüzümdeki tebessümü saklama gereği duymadan

"Yavuz ve Egemen Karabulut çıktı mı? Direkt çıkmak zorunda kaldım." dedim. Hala şaşkın olsa da görevi gereği cevapladı.

 

"Kayla Zemheri'nin kimseye hesap vermeyeğini nazikçe söyleyip yolladım." dedi. Kesinlikle nazikçedir(!) Alp.

 

"Kimse burada olduğumu bilmemeli Alp. Korumalar dahi neden burdayım bilmemeli. Onları bu bilinmezliğin içine sürükleyemem." dedim samimice. Öz olduklarından şüphe duysamda onları kimse öğrenmemeliydi.

 

Alp kendine gelmiş ve ciddiyetle cevap vermişti.

"Her şeyi ayarladım gelmeden. Sen bir de bunları düşünme. Sekiz koruma var en iyilerinden. Hastanede her yere dağıldılar ve siviller. Mete başlarında. Hataya yer yok endişelenme. Herkes senin baş ağrısı için geldiğini düşünüyor." dedi.

 

"Sağol Alp. " dedim yorgunca. Ruhum çekilmiş gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Yıllarca ailesizdim. Şimdi bir aile fikri korkunç geliyordu.

Üzerinde başhekimin adının yazılı olduğu beyaz kapının önünde durduk bir süre Alp'le.

 

Prof. Dr. Kıraç Edilgen.

 

Ciddi yaralanmalarda işe polisi katmadan bana yardım eden ve aynı zamanda BigBang masası üyelerinden Ekrem Edilgen'in oğlu ve tek varisi. Yakında babasının yerini alacağını duymuştum. Ne kadar doğru yakında görecektik. Bir sonraki masada açıklayacağını düşünüyordum zira bugün çok durgundu Ekrem Edilgen. Gerçi şoklardan şoklara girerken de bir durgunluk oluşmuş olabilirdi.

 

Bir süre dikildik kapının önünde. Alp bana hazır olmam için süre tanıyor olmalıydı. Oysa bir aile fikrine hiç bir zaman hazır olamazdım ki. Bunu bildiğimden olsa gerek iki kez kapıya vurup kapı kolunu kavradım ve derin bir nefes eşliğinde kapıyı açtım. İçeride kırklı yaşlarının sonunda bir adam ve eşi olduğunu tahmin ettiğim çok güzel bir kadın vardı. Siyah uzun dalgalı saçları benimkilerinin neredeyse kopyasıydı. Gözleri benim aksime yeşilin koyu bir tonuydu. Gerçekten çok güzeldi. Adamın ise hafif esmer bir teni vardı. Kadının beyaz teninin aksine. Saçları koyu bir kahveydi ve gözleri gözlerimin birer kopyası olan kızıla çalan bir kahve rengiydi ve benimkiler gibi hafif çekikti. Vücüt çalıştığı belli oluyordu. İkisi de gayet genç duruyor ve nemli gözleri ben gelmeden ağladıklarını fakat benim gelmeme yakın saklamak isteklerini ele veriyordu. Göz altlarında hafif halkalar yaklaşık iki gündür uyumadıklarının kanıtı niteliğindeydi. Ancak umursamaz bir hava vermeye çalışıyorlardı.

 

İçeriye girip umursamazca boş koltuğa yayıldım. Doğruca otuzlarındaki doktora baktım. Bana birçok iyiliği olan bu adamında gözlerindeki hüzün manidardı. Bana acımıyordu hayır. Benim gücümün farkındaydı. Lakin, henüz on yedisinde bir gece yarısı yanına gelip artık uyuyamadığını ve baş ağrısına katlanamadığını haykıran küçük kızın bir ailesinin olabileceği fikri kalbindeki annesizlik hissini tetiklemişti. İkimizinde o günde sıkışıp kaldığını hissettim.' An' a dönmeliydim. Şimdiye odaklan Kayla.

 

"Hayırdır küçük Edilgen? Beni çağırmışsınız." dedim alayla. Bu halime arkadaki adamla kadın titrek bir nefes almış Alp ise yanımdaki koltuğa yayılmış benim gibi rahat tavırlarla ikiliyi süzüyordu. O da benzerliğimizi farketmiş ancak gram umursamıyormuş gibi görünmeye çalışıyordu. Ben hangi kişiliğime bürünecektim Alp?

 

"Biliyorsun." dedi Kıraç ciddiyetle. Sonra sesinin net çıkması için boğazını temizleyip devam etti konuşmaya.

 

"Senin doğdun zamanlarda Serpil Zemheri yani annen bu hastenede doğum yapmak zorunda kalmış. İş için gelen Serpil erken doğumla hastaneye kaldırıldığında biri daha doğum yapıyordu. Serpil Zemheri yani öz olduğunu düşündüğümüz annen. Onun da adı soyadı aynı olduğundan hemşire bebekleri karıştırmış. Yani senin annen olduğunu düşündüğün kadın doğum esnasında öldüğünde bebeği de ölmüş aslında ama ne yazıkki seni onun bebeği zannettiklerinden seni yurda gönderip Serpil Hanım ve Andıç Bey'e ise bebeklerinin doğum esnasında öldüğü söylenmiş. Hastanemiz adına gerçekten üzgünüm. Şans eseri farkedildi bu durum ben de hemen size ulaştım." dedi Kıraç hafif korkuyla.

 

Benim tepkimin ne olacağını bilememek onu geriyordu. İstesem onu burada vurup odanın içinden elimi kolumu sallayarak çıkacağımı ve bir gün bile hapis yatmayacağımı gayet iyi biliyor ve bu onu ürkütüyordu. Korkmalıydı. Ancak bugün değil.

 

Bugün yılların yalnızlığı omuzlarıma binmişti. Bu yüzden olsa gerek bu gün katil olasım yoktu. Başımı salladım kabullenmişlikle. Kıraç şaşırsada titrek bir nefes almış ve kan alımı için yanıma gelip kolumu sıyırmıştı.

 

Tüplere dolan kan midemi bulandırdı bir süre. Ancak çabuk toparladım. Kendi kanımdan nefret etmiştim bu vakte kadar. Tek damlası bile midemi kaldırıyordu. Sonuçta beni tek bırakan annem ve babama aitti kan. Onların kanı bana can veriyor ama ruhumu öldürüyordu. Gerçi artık işin aslının öyle olmadığını öğrenmiştik. Ama yılların kabullenmişiliği hala böyle düşünmeme sebep oluyordu.

 

Kendimi, ailesi tarafında dışlanıp hayat kadını olan ve üç adamla birlikte yatıp kazayla hamile kalan Serpil Zemheri'nin gayrı meşru çocuğu zannettiğimden olsa gerek kendi kanımdan nefret ediyordum.

 

Şimdi gerçekleri öğrensem bile bu bende artık refleks gibi bir şey olmuştu. İğrenmekden kendimi alamıyordum.

 

Kan alımı için Andıç Zemheri'nin de kolu açılmıştı ve kan alınıyordu. Lakin benim dikkatimi kolundaki dövme çekmişti. Yuvarlak bir daire içinde üçgen simgesi vardı. Üçgenin içinde ise kurşun sembolu. Allah aşkına buda neydi! Bu dövmeyi biliyordum. Bigbang masasının eski kurucusuna aitti bu dövme ve yalnızca üç kişide vardı Türkiye'de. Biri bendim. Yıllar sonra ilk kez masa el değişrirince bana da yapılmıştı. Bakışlarımı oradan çektim.

 

Benim bir şeyle bildiğimi bilmesine gerek yoktu. Zaten eski bir kurucuydu sadece . Masadan ayrılmış olmalıydı. Onu tanımıyordum. Ama BigBang den ayrılmak da öyle kolay değildi. Neyi feda ettin Andıç Zemheri? Ya da hangi koz sana bu yolu açtı?

 

Kan alımı bitince ben de ayağa kalkıp Kıraç Edilgen'in masasının solundaki cama doğru ilerledim. Nefes almalıydım.

Bu duvar neredeyse ful camdı. Dışarıdaki manzarayı izlemeye başlarken Kıraç'a ithafen konuştum sert sesimle.

 

"Olabilecek en hızlı biçimde çıkar sonuçları Edilgen. İşlerim var yığınla. " dedim.

 

Andıç Zemheri'nin kaşları ukalaca çatıldı. Benim gibi bir kızın doktarla böyle konuşmasını şımarık olmama yoruyordu. Öyle düşünmeye devam edebilirdi.

 

"Bir saate çıkar sonuçlar Zemheri. İstersen bekle." dedi Kıraç. Başımı bana alayla bakan Andıç Zemheri'den çekip ona başımla onay verdim ve cebimdeki telefonu alıp Mete'yi aradım.

 

"Durum bildir." dedim stabil bir ses tonuyla. Ne sertti ne de yumuşak. Bence ruhsuzca konuşuyordum genelde.

 

"Her şey yolunda patron. Fakat yinede Alp abim yanından ayrılmasın. Dikkatli ol dışarıdan içeri düşman sokmam ama içeridekiler sizde." dedi her zamanki gibi korumacı tavrıyla.

 

"Tamamdır dikkatli olun. Bir buçuk saat sonra çıkarım buradan geçeriz mekana." dedim.

 

"Bugün gitmesek de olur biliyorsun. Geç oldu zaten eve geçelim direkt sabah hallederiz gerisini." dediğinde hafifçe güldüm alayla. Geç mi olmuştu cidden?

 

"Mete benim için geç saatler dört filan herhalde." dedim ukalaca. Derin bir nefes sesi doldu telefona.

"Pardon ya, senin vampir olduğunu unutuyorum hep. Sen en en fazla dört saat falan uyuyordun değil mi?" dedi alayla. Cidden hep unutuyordu.

 

"Dediğim gibi Mete. Eksik istemiyorum." dedim konuşmayı bitirmek için zira içeridekilerin hepsinin beni izlediğini hissediyordum.

 

Son kez derin bir nefes alıp onlara döndüğümde Serpil Zemheri gözlerini kaçırmıştı. Kıraç önündeki dosyalarla ilgileniyordu. Alp ve Andıç Bey ise bana dikkatle bakıyorlardı.

 

Sakince Alp'in yanına oturup ceketinin cebindeki telefonunu alıp birkaç denemeye kırdığım şifesini girdim ve şirketteki işlerin bazılarını halletmeye başladım. Şirketteki evrakları genelde Alp'e yollarlardı. Ben de oradan hallederdim ufak işleri. Şimdi de önümüzdeki ay için başlanan yeni bir bina yapısını inceliyordum. Bir kaç eksik görünce yazıp şirket mimarlarına bildirmelerini istedim.

 

Başım ağrıdığında kafamı kaldırıp telefonu adeta yabancı bir cisimmiş gibi Alp'e fırlattım. Anında yakalayıp bana kaşlarını çatarak baktı.

 

Reflekslerini ölçtük işte ne kızıyorsa manyak.

 

Biraz da gözlerimi kapatıp başımı geriye doğru yasladım. İçeriye birinin girmesiyle sertçe gözümü açtım elim refleksle belime gittiğinde Andıç Zemheri ile göz göze geldik. Klasik 'Sen hayırdır?' bakışımı ona göndermiştim ki o bunu göremeden bir hemşire aradan geçip elindeki mavi renkli dosyayı Kıraç'a uzattı ve izin isteyip çıktı.

 

Şimdi başlıyorduk işte.

 

Kıraç yine boğazını temizleyip bana baktı ve yutkunup dosyayı inceledi.

"Haklıymışız Kayla. Öz ailen Serpil ve Andıç Zemheri." dedi kısa ve net bir şekilde.

 

Hiçbir şey hissetmedim bir süre. Sanki birkaç dakika önceki Kayla ile aynı kişiydim.Lakin içimde bir şeyler eksilmiş ve bambaşka birine de dönüşmüştüm.Bu çok başka bir histi.

 

Onlarca işkenceye maruz kalmıştım ve binlerce psikolojik saldırılardan anlım ak çıkmıştı fakat en nihayetinde on dokuz yaşında kimsesiz bir kızdım.

 

Belki de ilk kez birileriyle de büyüyüp normal bir hayatım olabileceği gerçeğiyle yüzleştiğimden bu kadar kimsesiz hissetmiştim. Şu an önümde durup ölü gözlerle baktığım adam ve kadının yanında hiç olmadığım kadar kimsesiz hissetmiştim. Oysa ilk kez kendi kanımdan birileriyle yüzleşiyordum.

 

Çalışmadığım yerden çıkmıştı. Kimse beni buna hazırlamamıştı. Birkaç saat öncesine kadar ben....bendim işte!

 

Şimdi birileri vardı. Bu tuhaftı. Birileri hiç olmazdı ki benim hayatımda. Çıkarlar vardı, para vardı, zaaflar vardı, kozlar vardı...

 

Sahi zaaflar!

 

Kendine gel Kayla,açık verme!

 

İlk kez sesini duyduğum kadın bana ithafen "Kızım, şey biz tanışmayı çok isteriz. Bu biraz tuhaf oldu gerçi. Cidden cümleye bak! Neyse akşam yemeğe gelsen de tanışsak. Reşitsin zaten. Artık bir aileye ihtiyaç duymuyor gibisin ama bizim sana çok ihtiyacımız var. Hep bir kız evladım olsun isterdim. Sana hamileykenki zamanlarım en güzel aylardı." dedi sonlara doğru sesi kısılıp ağlayarak.

 

Onlara ihtiyaç duymuyordum.

 

İhtiyaç değil Kayla! İstek! Ailen olsun istiyorsun!

 

Ama onlar da ölürdü. Kimse ölmemeliydi. Bu yüzden mi Alp'e bakıyordum sorarcasına.

 

Alp usulca başını salladığında adama döndü gözlerim. Onunla aynı renk gözlerimiz çakıştı. Bir elektirik akımı ikimizin ruhuna değdi. İrkilsem de belli etmedim.

 

"Bu gece olmaz ama yarın gelebilirim sonuçta sizin de hakkınız beni tanımak."

 

Beni değil. Benim göstermek istediğim kişiliği.

Heyecanlı sesiyle Serpil Zemheri konuştu "Tamam kızım sen bize telefon numaranı ver biz konum atarız. Değil mi Andıç?"

 

Kızım?

 

"Tabiki kızım gelirsin konuşuruz." dedi Andıç Zemheri. Biraz şüpheyle bakıyordu. Analiz yapıyor ama ben de hiç bir şey bulamıyordu. Bu da onu sinir ediyordu. Fakat yüzünde mimik oynamıyordu. Çok iyi poker oynanırdı bu adamla. Bunu da bir ara yapmalıydım. Güçlü bir rakip olurdu. Ama ben varken şansına küssündü.

 

Onlara numaramı verip onların da numarasını aldıktan sonra onlar çıkmıştı hastaneden. Ben ise Kıraç'tan ağrı kesici istiyordum. Fakat bana zaten yüksek dozda ağrı kesiciler verdiğini kendimi strese sokmaz isem zaten ağrımayacağını söyleyip beni deli ediyordu.

 

"Ben stres yapmıyorum Kıraç. Çok fazla düşünüyor ve analiz ediyorum bu da baş ağrısı olarak dönüyor bana. Zaten verdiğin uyku ilaçları da işe yaramıyor. Sen doktor olduğundan emin misin yoksa yanlışlıkla mı oturdun buraya?" dedim son cümlemi alaya alarak. O da gülmüştü ama yapabileceği bir şeyin olmadığını söyledi. Uyumalıymışım. Sağolsun ya.

 

Andıç Zemheri'nin de elini sıkıp hastaneden çıkmıştım. Arbalarına binip gözden kaybolmadan evvel Mete'ye onları takip etmesini söylemiştim. Ben ise Beykoz'daki mekana doğru gidiyordum. Arabayı Alp kullanıyordu ben ise arka koltuğa kurulmuş ve şirket işlerini hallediyordum elimdeki tabletle.

 

Telefonuma gelen bildirim sesiyle elime aldım. Mete her şeyin yolunda olduğunu bildiren kısa bir mesaj çekmişti ve mekana geçeceğini bildirmişti.

 

Mesajı okuyup koltuğun kenarına koyduktan beş dakika on sekiz saniye sonra araba durmuştu. Ben de elimdeki tableti kapatıp arabadan sakince indim. Burası gizli bir kumarhaneydi. Seçkin insanlar bilirdi yalnızca. Fakat son zamanlarda adı dilden dile dolanmış ve işlek bir yer olmuştu. Yakında polisler damlardı. O vakte kadar birkaç bilgi daha edinir ve kozlarımı artırırdım. Gerisi umrumda da değildi.

 

Alp arkamdan dikkatlice geliyordu. Görevi gereği etrafı kolaçan ediyor lakin dik duruşundan ödün vermiyordu.

 

Beni bir kez kaybetmekle yüz yüze geldiği 17 Mart gecesinden beri bir daha asla hata yapmamaya ant içmişti adeta. Lakin o gece de ondan sonra yaşayıp yaşamadığımın meçhul olduğu sekiz günde onun hatası değildi. Benim seçimimin olası bir sonucuydu sadece. Pişman değildim ve benim için konu kilitti. Fakat onun içinde hep bir pişmanlık kalacaktı. Alp de böyleydi işte. Mahcup hissetmekten kendini alamıyordu.

 

Dışarıdan normal bir lokanta gibi duran binaya arka kapıdan giriş yapıp asansöre bindik. Boynumdaki kolye görünümlü flaşbelleği asansörün tuşlarının olduğu kısımdaki çıknıtıya yerleştirdiğimde asansör iki saniye kadar durup normalden daha hızlı bir şekilde aslında olmayan daha doğrusu var olan tuşlarda gözükmeyen eksi üçüncü kata indi.

 

Asansör açılıp yeniden yukarı çıkarken ben de kırmızı loş ışığın hakim olduğu mekana hızlı bir giriş yapıp boş bir masaya kuruldum. Birkaç dakika sonra Mete'de mekana giriş yapmış ve rahat sandalyelerden birine adeta kendini fırlatmıştı. Yorgun olmalıydı. Kuzgun'ları deşifre etmek için uyumadığım gecelerde birlikteydik. Alp başka sorunları hallederken ona da fazlaca yüklendiğimden olsa gerekti bu yorgunluğu.

 

Alp elinde su şişeleriyle dönmüş ve bana uzatmıştı. Ben de birkaç yudum alıp diğer şişeyi Mete'ye uzatmıştım. O da zemzem suyunu bulmuşçasına diklemişti suyu.

 

"Lan bazen kardeşim misin değil misin emin olamıyorum. Ne içtin öküz gibi gerizekalı."dedi şok içinde. Valla ben de arada emin olamıyorum. Ancak bu kadar zıt karakterde olabilirlerdi çünkü.

 

"Aman abi ya. Susadık napim yani. Kayla sanki yabancı. Sen de fazla centilmensin. Öykü'nün yanıda bile öküzleşmiyor bu manyak Kayla ya!İnsan kardeşine de mi öküzleşmez anlamadım ki. Az bana çekseydin keşke. Öykü de ben de birbirimizin kopyasıyız,birbirimize çekmişiz. Sen gitmiş halamın kopyası olmuşsun." dediğinde gülmüştüm. Öykü üç numaraydı. Alp en büyükleri Mete ortancaları Öykü ise en küçükleriydi. 16 yaşına yeni girmişti. Abarttığı bariz ortada olsa da komik gelmişti.

 

Ya da gülmeye ihtiyacım vardı.

 

"Halama çekmemin nesi yanlış geri zekalı kardeşim? Kıskanma beni bu kadar ya . Büyü senin de olur." dedi ciddiyetle. Ciddi olmasından ötürü Mete kahakaha atmıştı onun yüz şekline. Ben de gülümsemiştim. O sırada aynı zamanda yan masayı da dinlediğimden gülümsemem yüzümde dondu.

 

"Sipahiler BigBang masasının peşinde diye duydum." dedi esmer olan sesini zor duyduğum adam. Bunu duymalarına imkan yoktu. Tabi eğer.... yok artık!

 

Sipahiler bilerek duyurmuş ve bunu onların gizlice öğrendiğini düşünmelerini sağlayıp manipüle etmişti.

 

Bilerek yapıyorlardı.

 

"Bu imkansız kardeşim. BigBang masasını neden ortadan kaldırmak istesinler ki. Aralarımda bir husümet yok bildiğim kadarıyla."dedi yanındaki adam umursamazca.

 

"Sipahileri bilmiyoruz sanki. Sırf yapabileceklerini kanıtlamak için bile katledebilir tüm üyeleri. Dua edelim de Karlıları katletsin önce. Biz de mallarına konarız ne güzel. Zaten bunu beklemiyor muyduk yıllarca. Bir çocuğu geçirdiler başa üye diye. Başlarındaki artık hangi pezevenkse ne söylerse yapıyor. Tamam söyledikleri ve yaptıkları makul şeyler ama canını istese verecek gibi. Hayır başlarındaki adam kim onu da söylemiyor ki kaldıralım ortadan geçelim masanın başını sonra da biz hükmedelim tüm yer altına."

 

Furkan Karlı'ya bunu söyledikleri için pişman olacaklardı. Onun düşmanlarının içlerine sızdığından haberim vardı ama bu kadar nankör olmalarını ben bile beklemiyordum.

 

Ayrıca zaten adımı veremezdi. Beni tarif edemezlerdi kimseye. Masanın kuralları vardı çünkü. Bunu bilmeyecek kadar aptal olamazlardı.

 

Gerçi kuralları olsa bile o masada kimse beni satmazdı. Kozlarım vardı. Kimse buna cesaret edemezdi. Düşmalıklarımız da birbirimizeydi ayrıca. Başka düşmalara satmazdı kimse birbirini. Zaten bu yüzden birlikte hareket etme kararını vermiştim Sipahiler'e karşı.

 

Alp ile Mete başka bir konuda birbirlerine takılıp kahkaha atarken ben sol elimi masaya koyup ikisine de baktığımda bana dönmüşlerdi. Gözlerimle elimi işaret ettiğimde ikisi de elime bakıyordu. Mors alfabesiyle olanları kısaca anlatıp adamları depoya götürmelerini emrettim. Mete eski ciddi tavrına dönüp dediğim kişilerinin masasına ilerledi. Muhtemelen ikisini de dışarı konuşmaya çağırıp orada paket yaptıracaktı. Ben ise biraz daha Alp ile burada kalıp boş boğazlık eden adamları dinleyecektim.

 

Biraz sonra bir garson gelip bir şeyler isteyip istemediğimizi sormuştu. Alkolsüz bir şeyler isteyip yollamıştık. İçeceklerimiz geldiğinde mekanda oluşan sessizlik dikkatimi çekti. Ben de etrafa bakma gereği duydum. Kapıdan giren Egemen ile sessizleştiklerini anladığımda umursamazca içeceğime döndüm.

 

Arkalara doğru gidip o da bir masaya oturdu. Bakmasamda ayak seslerine odaklanmıştım. Birini bekliyor gibiydi. Muhtemelen biriyle buluşacaktı. Beni fark edip ufak bir baş selamı verdiğinde ona baktığımı yeni fark etmiştim. Ben de baş selamı verip Alp'e döndüm. "Kalkalım mı? Yarın hallederim adamları. Bugün çok yorucuydu." dedim. İkimizde fiziksel yorgunluktan bahsetmediğimi biliyorduk. Çokça antrenmanında yanımdaydı ve fiziksel olarak ne kadar güçlü olduğumu biliyordu. Ama bugün ruhumu ezen bir şeyler vardı. İnsanlar zeki insanların daha az duyguya sahip olduğunu düşünüyordu fakat ben duyguları daha derinden hissediyordum. Ve bugün ailem olabileceği ve çok başka bir hayata sahip olabileceğim fikri beni derinden etkilemişti.

 

Sadece çok iyi bir oyuncuydum işte. Öyle ki bazen ben bile iyi olduğuma, her şeyin yolunda olduğuna inanıyordum. Fakat hiçbir şey yolunda değildi. Çok uzun zamandır hem de.

"Olur Kayla. Seni eve bırakayım. Korumaları da ayarlayıp son kontrolleri yaptıktan sonra ben de eve geçerim. " dedi. O da yorgundu. Her gün ayrı bir ölüm kalım savaşı veriyorduk ve bu hepimizi ayrı yoruyordu.

 

"Zaten yarın kafes dövüşün var. Aylardır peşindeyiz adamın. Dövüşte hiç kaybetmediğini biliyorsun. Dikkatini çekmek için onu yenmen gerek." dediğinde ona gözlerimi büyüterek baktım.

"Ben hangi dövüşü kaybettim bu zamana kadar Alp!" dedim şoklara girerken.

 

"Benimle dövüşüp de kazanacak bir kişi bile yok yeryüzünde. Bunu bir hakaret olarak algılarım." dediğimde o da gülmüştü. Şaka falan yapmıyordum!!

 

"Hiç kimse seni yenemez zaten. Bunun altında imzamı bile atarım orası ayrı. Ama kaç gündür uyumuyorsun. Vücudunun dinlenmesi gerek kızım be! Öldürüyorsun kendini." dedi.

 

Yapma der gibi.

 

Ben alışıkındım. Fakat Alp bir türlü alışamamıştı benim hayatımın ezici yorgunluğuna. "Gidelim o hâlde. İlaç alırım uyumak için. Kazayla doktor olmuş Kıraç yazmıştı bir şeyler." dedim eski reçeteleri kastederek.

 

Çıkmak için ayaklandığımızda içeri genç bir adam giriş yaptı. Vedat Öz. Bana saygıyla selam verip Egemen'in yanında gitti. Vedat iyi bir ajan idi. Ancak tam bir paragözdü. Kim para verirse ona çalışan biriydi. Ama kendince prensipleri de vardı. Herkesle çalışmazdı. Gerçi işinde gayet iyiydi. Çok kez tanık olmuştum. Hatta birkaç kez ben de kullanmıştım kendisini.

 

Muhtemelen Sipahiler'e ulaşmak için kullanacaktı Karabulut onu. Zor olsa da bulabilirlerdi. İşe yarayabilirdi. Bunu neden ben düşünememiştim??

 

Alp ile mekandan çıkış yapıp eve geçtik. Onunla da vedalaşıp yatağa attım kendimi. Korumaları son kez kontrol edip o da çıkardı yakında evden. Hastalıklı bir koruma içgüdüsü vardı Alp'in. Anne ve babasının ölümü en çok onu etkilemişti. Birebir şahit olmuştu ölümlerine.

 

Yollarımızın kesiştiği gece ölümden kaçıyordu. Benim aksime.

 

Zordu o günler ama geçmişti işte. Sonra ayağa kalkıp ölüme kafa tutacak kadar güçlü birine dönüşmüştü. Ama o gece onda bir iz bırakmıştı. Hem kardeşlerinin hem de kardeşi yerinde koyduğu benim hayatta kalmam için can verir, can alırdı.

 

Mevzu bahis hayatımızsa Alp'i ben bile tanıyamazdım. Dönüştüğü kişilik bazen beni bile korkutuyordu.

 

Anne ve babasının onun gözlerinin önünde katledilmesinden çok sonra ailesine bunu yapanları bulup soğukkanlılıkla öldürmüştüm. Başta işkencelerimi izleyip keyif almışsa da henüz acıdan bayılmamış adamın gözlerini yuvalarından söküp zorla ona yedirişimden sonra dayanamayıp çıkmıştı depodan. Ölümü, öldürdüğü canların hepsinden daha vahşice olmuştu. Tam da istediğim gibi.

 

O günden sonra da bana saygısı asla değişmedi Alp'in. Ne ilk kez beni birine işkence ederken gördüğü için benden nefret etti ne de korkup beni tek başıma bıraktı. Sadece ve her zaman saygı duydu bana.

 

Hislerimde yanıldığım çok az zaman vardı. Hislerim benim için içgüdü gibiydi ve son zamanlarda kötü şeylerin yakında başımdan eksik olmayacağını hissediyordum. Kan kokusu doluyordu sanki burnuma. 'Çok fazla kan akacak' der gibi

 

Zor günler bitmişti. Sırada daha zor günler vardı. Ve yakında en iyi haber bu olacakmış gibime geliyordu.

 

Ertesi gün saat 5.45

 

Erkenden kalkmış ve üç saat uyumuş olmama karşın koşuya gitmiştim. Bir saat koştuktan sonra evimin alt katındaki spor salonuna girmiş ve biraz da spor yapmıştım. O sırada çalışanım Esra içeriye girmiş ve kahvaltının hazır olduğunu ve Mete ve Alp'in de geldiğini bildirmişti.

 

Esra güvenilir bir çalışandı. Otuzlarının sonunda olmalıydı. Lakin çok genç duruyordu.Yemekleriyse gerçekten lezzetliydi.Çok yemek aşığı biri sayılmazdım. Fakat Alp ve Mete'nin en büyük ortak noktası yemek aşkıydı ve genelde bende yiyorlardı. Bu da Esra'nın burada kalması için yeterliydi.

 

Kısa bir duş alıp salona girdiğimde su yeşili koltulara yayılmış ve Gumball'u dikkatle izleyen iki kişiyi kesinlikle beklemiyordum.

 

"Şu Richard favorim ya. Sabahtan akşama kadar koltukta. Karısı çalışıyor o yiyor. Acaba ben de mi çalışan bir kadınla evlensemde sabahtan akşama kadar yatsam?" dedi ciddi bir tavırla Mete.

 

Alp elindeki küçük tenis topunu Mete'nin kafasına sertçe fırlattı. O topu nereden bulmuştu hiçbir fikrim yoktu.

 

"Salak mısın Mete? Bak ciddi ciddi soruyorum. Kadın mal mı da çalışıp sana yedirsin. Bence zengin kadın bulup evlenelim. O da çalışmasın ben de. Oh!En rahatı." dedi bilmişçe.

 

Ben bir kahkaha koyverip içeri girdiğimde Mete elindeki kumandayla televizyonu kapatıp oturuşunu düzeltti. Alp de gözlerini kısarak bana bakıp oturuşunu düzelttiğinde annesine yakalanan iki küçük çocuğu andıyorlardı. Kahakahamı durduramazken bana kötü kötü bakmaya çalışıyorlardı. Bu daha da gülmeme sebep oluyordu. Sonunda kendimi durdurup göz yaşlarımı sildiğimde onları yemek masasına çekiştirdim. Hâlâ arada kıkırdıyordum.

 

Erken büyümek zorunda kalan herkesin içinde küçük bir çocuk yattığı gerçeği yüzüme vurulmuştu bir kez daha.

 

Kahvaltımızı yaptıktan sonra şirkete uğrayıp işlerimi halletmiştim. Buradan da kafes dövüşüne gidecektim. Masa üyelerinden Furkan Karlı'nın dokuz dövüş merkezinden en iyisi olan "Çelik" isimli mekanda yapılacaktı dövüş.

 

Benim dövüşeceğim zamanlarda ekstra güvenlik önlemleri aldırıyordu. Dövüşmeme karışmasa da asla bunu takdir de etmiyordu. Hatta ilk kez dün gece bir dövüşüme karışmış ve bu rakibimin çok güçlü olduğunu ve dövüşmemem gerektiğini, her şeyi ayarlayabileceğini söyleyen uzun bir mesaj çekmişti.

 

Şuana kadarki rakiplerim çok güçlü değillerdi. Bu yüzden de net gücümü kimse bilmiyordu. Bu yüzden yenemeyeceğimi düşünüyodu. Fakat beni kimse yenemezdi. Egoyla ilgili de değildi bu. Ben rasyonel bakarım her şeye ve beni kimse yenemez. Yenmesi çok düşük bir ihtimal. Çünkü doğuştan gelen bir yeteneğim var. Reflekslerim normal bir insandan çok daha gelişmiş. Kıraç bilimsel bir şekilde uzun uzun açıklamıştı. Ben de suratına ucube gibi bakerken anlamadığımı anlamış ve kısaca "Zifiri karanlıkta bile bir adamı görüp alt edebilecek reflekslerin var." demişti.

 

Ben de usulca başımı sallamıştım. Küçük yaşlarımdan beri bu özelliğimi geliştirmiştim. Kıraç bile bu kadarını beklemiyordu. Fakat uyuyamadığım gecelerden birinde tüm korumalarını atlatıp yatak odasına girmiş ve yatağına zıplamıştım. Korkuyla gözlerini açıp yastığının altındaki silahı anlıma dayamıştı. Saliseler içinde silahı ona döndürdüğümde telefonunun ekranı aydınlanmış ve benim yüzümü görmüştü.

 

Derin bir nefes alıp bildiği tüm küfürleri bana sırlamıştı. Doktar olduğundan az uyuyormuş zaten. Ben hiç uyuyamıyordum. O da uyumasındı. Dövüş özelliklerimin çoğunu gösterdiğimde gözleri büyümüşçesine beni izlemişti. Küçük çaplı şoklar geçirirken bir yandan da beni alkışlıyordu.

 

Ondan başka kimse gerçek gücümü görmemişti. Neden sadece ona gösterdiğimi ben bile bilmiyordum. Kıraç Edilgenle ilişkimiz çok acayip bir boyuttaydı. Dost sayılmazdık fakat birbirimize karşı saygımız çok üst boyuttaydı.

 

Furkanın yerine giriş yaptım. Sekiz dakika sonra bana ait odaya girdim ve siyah bir tayt üstüne geniş beyaz bir tişört giydim. Ellerime sargıları saraken içeri Alp girdi. Beni kontrol etti gözleriyle. Göz devirdiğimde kızgınca bana baktı. İki dakika yalnız bırakmıyorduki.

 

Demirlerle çevrili dövüş alanına giriş yaptığımda uğultular yükseldi.

 

Bir dakika sonra esmer 1.90 boyunda bir adam giriş yaptı. Hemen ardından sesler de artmıştı. Maskesi vardı. Ben de maske takmıştım. Kimsenin tanımaması için bir nevi kuraldı bu. Furkan'ın kuralları işte. Lakin mantıklıydı. Beni de kimse tanımıyordu sayesinde. Adamın maskesinden bile belli olan mavi renkli gözleri vardı. Bana sanki beni tanıyormuş gibi bakıyordu. Benimkiyle aynı giyinmişti. Beyaz bir tişört ve siyah pantalon. Yapılıydı. Çokça dövüşmüş olmalıydı zira bazı yerlerinde morluk vardı.

 

Sol bileğine bakışlarım değdiğinde çarpıldığımı hissettim.

 

Bu bir anka dövmesiydi. Özel bir anka dövmesi. Babamın bana ölmeden bıraktığı mektupta yazdığı dövmeydi. Kendi eliyle yaptığı ve yalnızca dünyada bir kişide bulunan dövme.

 

Sadece Doktor'da olan dövme.

 

~

 

Hislerimde ben de yanılmam ve kesinlikle daha kötü şeyler olacak : /

 

Yorumlarınızı ve fikirlerinizi bekliyorum.

 

Yeni bölümde görüşürüz canlar:)

 

Loading...
0%