@gizem_aden
|
Medya:Kayla Zemheri
Yeni bölüm ile karşınızdayım.
Lafı fazla uzatmadan sizi bölümün akışına bırakayım.
Beğenirseniz yıldıza basmayı ve bölüm ile ilgili yorumlar yazmayı unutmayın.
Seviliyorsunuz..
3.Bölüm:Doktor
Sol bileğine bakışlarım değdiğinde çarpıldığımı hissettim.
Bu bir anka dövmesiydi. Özel bir anka dövmesi. Babamın bana ölmeden bıraktığı mektupta yazdığı dövmeydi. Kendi eliyle yaptığı ve yalnızca dünyada bir kişide bulunan dövme.
Sadece Doktor'da olan dövme.
Gözlerimi kocaman açıp karşımdaki adamın gözlerine diktim. Gözleri hafif kısılmış ve neden ona bu şekilde baktığımı anlamaya çalışıyordu. Fakat ben dumura uğramıştım. Doktorun burada ne işi vardı? Başka birisinin onun doktor olduğunu bilmesine imkan yoktu. Doktoru gördüğünde Doktor olduğunu anlayacak tek kişi ile bugün dövüş yapacaktı. Bu bir şans olamazdı. Kim bunu ayarlamıştı? Sadece şans olabilir miydi?
Olası bir ihtimal?
Kafam karışmıştı.
Toparla kendini Kayla!
Maçın başladığını belirten zil sesi duyulduğunda kendimi toparladım ve dövüş pozisyonu aldım.
İlk hamle benden gelmişti. Sol elmacık kemiğine sert bir yumruk indirdiğimde bir adım geri atmıştı . Gözleri daha da kısıldığında sinirlendiğini anlamıştım. O da yumruğunu sol yanağıma savurduğunda kenara çekilmiş bir yumruk da karnına geçirmiştim. Yumruklarım sert ve hızlıydı. Adamı etkilemeliydim ki benimle tekrar konuşmak istesin. Fakat ölmesine de izin vermemeliydim.
Doktor dönerek dirseğini karın boşluğuma sert bir darbe indirdiğinde nefesim kesilmişti. Bunu fırsat bilen doktor bileğimden tutup ters çevirmiş ve sırtıma doğru kırıp arkadan beni kitlemişti. Bitirici darbesi az sonra gelirdi. Fakat bileğim feci ağrıyordu. Muhtemelen kırılmıştı. Bir kahkaha koyverdiğimde insanlar bana ucubeymişim gibi bakıyordu. Fakat canım acıdığında kahkahalarla gülme alışkanlığını çok erken yaşlarda edinmiştim. Kahkaham doktorun elini gevşetmesine neden olduğunda yandaki demirlikten destek alıp ters takla attım ve sağ ayağımla Doktor'un dizlerine vurduğumda diz çökmüştü. İkimiz de nefes nefeseydik.
Doktor kafasını öne çekip sertçe geriye attığında burnuma müthiş bir ağrı saplandı. Dudaklarıma doğru akan sıcaklıktan kanadığını anladığımda birkaç adım da geri atmak zorunda kalmıştım.
Doktor kendimi toparlamama izin vermeden izleyicilerden birinin sahanın içine attığı biber gazını aldı ve gözlerime boca etti. Gözlerimin içi fazlasıyla yanarken kendimi seslere odaklamaya çalıştım. Reflekslerim aşırı gelişmişti. Normalde dövüştüğümden daha iyi dövüşecektim hiç bir şey göremezken ve karşımdaki adam buna tamamen hazırlıksızdı. Yumruğu yüzüme gelmeden saniyeler önce sanki gözüm açıkmışcasına yumruğunu tutup ters çevirdim ve bana yaptığının aynısını yapıp bileğini kırdım. Yere düştüğünde sertçe karnına tekmeler savurdum. Sadece birkaç darbe vurmama rağmen nefesinin kesildiğini hissettim ve birden durup geri çekildim.
Yenmiştim. Her zamanki gibi .
Hala göremezken dışarıdan gelen coşkulu sesler ile galibiyetim ilan edildi. Bense gözlerim kapalı olmasına karşın dimdik ve sağlam adımlarla sahadan ayrıldım.
Kendi odama kadar kaç adım attığımı biliyordum. Bulmam kolay olacaktı. Fakat Doktor bugün bana yaptıkları için pişman olacaktı.
Tanrı aşkına biber gazını kim atmıştı sahaya?
Tamam dövüşte her şeyi serbest kıldık ama bu da neydi cidden?
Her neyse...
Doktor kendini anca akşama toparlar ve beni araştırmaya başlardı. Saat on bir gibi beni bulmasını sağlardım.
Gözlerimi soğuk suyla birkaç kez yıkadıktan sonra anca kendime gelebilmiştim ama gözlerim hala ağrıyordu.
Mekandan çıkışyaptığımda Alp beni araçta bekliyordu. Mete ve iki koruma daha ise arkadaki araçtaydı.
Aracın ön koltuğuna bedenimi bıraktığımda Alp de gözüyle bir hasar taraması yaptı. Hâlâ yaşadığıma kanaat getirince aracı sürmeye başladı. Radyoyu da açmayı ihmal etmedi. Saat on bire geliyordu. Öğle yemeği için Poranazköye gittik. Gece isimli bir restoranttı burası. Üç kardeşin idaresi altındaydı. Birkaç kez daha uğradığımdan güvenilir olduğuna kanaat getirmiştim. İçerisi siyah ve grininin beyazla muhteşem dizaynından oluşuyordu. Yemekleri de gerçekten güzeldi. Mekanın önünde ışık saçan bir ay sembolü vardı. İnsana umudun hep var olduğunu hatırlatıyordu. Ya da umudu başka şeylerde arayan bendim.
İsminin İrem olduğunu hatırladığım çalışanlardan birisi siparişlerimizi alıp gitmişti.
"Dün paketlediğimiz adamlar depoda. Konuşmuyorlar ama. Ne zaman gidip konuşturursun?" dedi Alp sessizce. "Yemeğimizi yiyip çıkarız. Oradan da şirkete uğramalıyım. Bağış gecesi mi ne yapılacakmış. Silah sevkiyatını da eş zamanlı yapabiliriz. Mehmet Giray ile konuşmam gerek. Yeni malları da görmeliyim." dedim. Mehmet tüm kirli işlerimizi gören kısımdı. Silahları gerçekten tasarım harikasıydı. Bu yüzden yaptığı birçok kötülüğe göz yumuyordum.
"Olur da..." deyip sustuğunda konuşup konuşmama arasında kaldığını anlamış ve tek kaşımı kaldırıp devam etmesi gerektiğini belli etmiştim."Kayla..."deyip sesli bir soluk verdi. "Biliyorsun İstanbul'a bir grup gönderildi. Hem de işinde en iyilerinin bulunduğu bir grup. Bir sürü insan senin peşinde ve ilk önce göz önündeki iş adamlarına dikkat kesileceklerini biliyorsun. Silah sevkiyatı için doğru zaman olduğuna emin misin?" dedi endişeyle.
"Muhtemelen doğru zaman değil. Ama en uygun zaman Alp. Başka uygun bir tarih yok. Ayrıca onun için de bir planım var. Yani mekana baskın da düzenlense o gün ben, alıcılar ve Mehmet Giray hariç hiçkimse sevkiyat yapıldığını bilmeyecek. Bilemezler. İmkanı bile yok bunun." dedim.
"Uzun zamadır aklımda bir şeyler vardı ve yapımı dün bitti. Yani o gün sen bile orada sevkiyat yapıldığını kanıtlayamazsın." dediğimde siparişlerimiz gelmişti.
Bana dikkatlice bakmış ve fakat beni anlamayı çok uzun zaman önce bıraktığından yemeğini yemeye başlamıştı. Söylediğimi yapacağımı bildiğinde şimdi daha rahattı.
Yemeklerimizi bitirip araçlara binmiş ve bizi bekleyen gemiye sürmüştük. Gümüşi harflerle Sarmaşık yazılı büyük beyaz gemiye giriş yaptığımızda babamla olan anlarım gözüme dolmuştu. Ne zaman bu hayattan yorulsak kaçıp burada onun özel gemisinde soluklanırdık.
13 Nisan 2018
Bir gün yine bir kaçamak yapmıştık 13 Nisan gecesiydi. Ertesi gün babamın doğum günü olduğundan bu tarihi unutamıyordum.
Unutmadığım tarihler kalbime saplanıyordu.
Babamla balık tutmuş ve saatlerce sessizliğe gömülmüştük. Eski bir radyo vardı o zamanlar gemide. Babam ölünce denize fırlatıp attığım. Radyoda eski bir şarkı çalıyordu. Cem Karaca'nın şarkısı.
Bugün sen çok gençsin, yavrum Hayat ümit, neşe dolu
Bir balık yakaladığımda kocaman gülümsemeyle babama bakmıştım. Denizi değil de beni seyrediyordu. Bu beni daha da gülümsetirken oltayı kenara sabitleyip babamın kollarının altına girmiştim. Bana ithafen konuşmaya başlamıştı. "Keşke seni bu işlere hiç sokmasaydım kızım. O kadar pişmanım ki."
Mutlu günler vadediyor Sana yıllar ömür boyu
"Ama bir yandan da seni bu kadar güçlü yetiştirdiğim için gözüm arkada kalmayacak. Yine de normal bir genç kız olmanı ve tek derdinin okul dersleri olmasını çok isterdim. Ya da sevgilinin günaydın mesajı atmamasının."
Ne yalnızlık ne de yalan Üzmesin seni Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son
"Bazen seni öldürüyormuş gibi hissediyorum. Son işlediğin cinayette neredeyse elin bile titremedi. Bu beni korkutuyor. Ya daha kötü biri olursan?"
Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son
Çok daha kötü biri olacağımı hissediyordum ama onu bozmamıştım. Hiç unutamayacağım koyu yeşil gözlerine tutunmuştum. Kollarımı daha da sıklaştırmıştım. İçime sokup tüm kaostan onu kutarmak istercesine sıkı sarmıştım kollarımı beline.
Bugün sen çok gençsin, yavrum Hayat ümit, neşe dolu Mutlu günler vadediyor Sana yıllar ömür boyu
"Sayısız kötülük yaptım bu yaşıma kadar. Seni yurttan alıp mirasçım olarak yetiştirmem de bunların başında geliyor. Ama ne var biliyor musun güzel kızım?" dedi.
Ne yalnızlık ne de yalan Üzmesin seni Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son
"Seninle tanışmak ve seni tanımak bu hayattan yaptığım tek iyi şeyd.." Cümlesini bitiremeden sol omzunun üç santim altına iki mermi yemişti peş peşe ve konuşamamıştı. Gözleri bana anlatamadıklarını haykırırken bir damla yaş süzülmüştü yanağımdan.
Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son
Her yer kana bulanıyordu. Babamın kanına.
Ne yalnızlık ne de yalan Üzmesin seni
Geceydi.
Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son
Saat 12 olmuş ve yeni güne girmiştik.
Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son
Babamın doğum günüydü ve babam kanlar içinde yerde yatıyordu. Zeminde kandan göl oluşmuştu.
Şimdi
Babam o gün ölmedi ama keşke o gün ölseydi dediğim bir ölüm onu çok sonradan yakalamıştı.
Baba ve kız gibi geçirdiğimiz günler çok fazlaydı bu gemide. Acı dolu o gün hariç çok güzel günler günlerimiz de olmuştu.
O zamanlar ruhum da ölmemişti hem. Henüz can çekişiyordu. Bu yüzden olsa gerek bu küçük kaçamaklar bana yaşadığımı ve her şeyin yolunda olduğunu hissettiriyordu. Kendimi kandırmam daha kolaydı o günlerde.
Oysa hiçbir şey yolunda değildi. Çok uzun zamadır.
~
Gemi ile Beşiktaş'a geçmiştik. Burada bizi Mete ve üç koruma karşılamıştı. Meteler biz yemek yerken çoktan buraya geçmişlerdi.
Araçlara atlayıp son hız mekana sürdüler. Burası geniş ve oldukça eski bir depoydu. Ayrıca buraya en yakın bina iki kilometre ötedeki yaşlı bir adama aitti. Yani kısaca işkencelerim için birebirdi.
İki adamda önümdeki tahta sandalyelere bağlıydı. İkisinin de ağzını beyaz bezlerle kapatmışlardı. İçeride sadece Alp ve Mete vardı. Diğer korumalar deponun etrafına konumlanmıştı. Hemen kenarda duran beyaz kovayı kıvırcık saçlı olanının önüne koyduğumda korkuyla bana baktı. Ne yapacağımı bilememek onu geriyordu. Muhtemelen iki sıkıştırmaya bülbül gibi öterdi. Sol bileğini açıp boynumdaki kolye görünümlü özel ipi çıkardığımda bileğine ipi bağladım ve sertçe çekmeye başladım.
İleri geri hareket ettirerek ayağını kopardığımda elimdeki parçayı iğrenerek kovanın içine attım adam bayıldı bayılacaktı. Ayağından akan kanın da kovaya dolmasını sağladığımda onun arkadaşı olan sarışın ve yirmilerinin sonundaki adam şokla bana bakıyordu. Umarım dilini yutmazdı.
Sarışın olanın ağzını açtığımda ses bile çıkaramıyordu. "Konuş!" dedim sakin ve buyurgan bir sesle. Adam kekeleyerek hemen cevapladı. "Neyi bilmek istiyorsunuz?" dedi. "Sipahiler ile ilgili bilgiye nasıl ulaştınız?" dedim sert sesimle. "Bize bir mektup geldi. Beyaz bir mektup. Mavi renkle benim ismim yazılıydı. Cebimde. Bakabilirsiniz. " dedi korku içinde.
Kova kan ile dolmak üzereydi. Diğer adam çoktan bayılmıştı.
Cebindeki mektubu alıp baktığımda dışının bana gönderilen mektupla aynı olduğunu kavramam saniyelerimi almıştı. Öz aileme kavuşmamı sağlayan mektup. Mektupu açıp okumaya başladım.
"Sipahileler BigBang Masasının peşinde. Patrona ulaştırın mektubu."
Kim bana yardım ediyordu?
Ayrıca bu salaklar bana ulaştırmak için Furkan'a vermemişti mektubu ki sırf bu yüzden bile öldürecektim onları. Diğeri henüz ölmemişse tabi.
Yüzümdeki tehlikeli gülümseme kaybolmazken Alp'ten su istedim. Sarışın ne olduğunu anlamaya çalışırken su gelmişti. Ben de suyu bayılan kıvırcığın kafasına boca ettiğimde ayılmıştı. Zor nefes alıyordu. Elimle ağzının iki tarfını tutup hafif ağzını araladım ve sertçe çektiğimde kafası ikiye ayrılmıştı.
Ölmüştü.
Alp ve Mete'nin öğürme sesleri gelirken ben şaheserime bakıyordum. Sarışın ise bağıra bağıra ağlıyor ve kendisini bırakmam için yalvarıyordu. Ban ihanet etmemin bedelini anlatmıştım değil mi?
Azrail ile anlaşmasını o mektup bana ulaşmadığında imzalamıştı zaten.
Diğer adamın yanına gitmeden kan dolu kovayı aldım ve telefonumdan güzel bir müzik açıp arka cebime sıkıştırdım. Tanıdık müzik beni gülümsetti.Kovayı sarışının önüne koyduğumda söze girdim.
"Sadece Furkan'a ihanet etmiş olsaydınız birinizi sağ bırakacaktım." dedim. "Muhtemelen de sen olurdun bu çünkü gözlerin çok sevdiğim bir adamı hatırlatıyordu bana." dedim soğukkanlılıkla. Müzik başlamıştı.
Bugün sen çok gençsin, yavrum Hayat ümit, neşe dolu
"Yeşilin bu tonuna sahip çok az insan var. Koyu yeşil." dedim gözlerine odaklanıp.
Babamın da öyleydi.
Emir Sarmaşık.
O hâlâ ağlayıp kurtulmaya çalışıyordu. Buradan çıkış yoktu. Köprüden önceki son duraktı.
Mutlu günler vadediyor Sana yıllar ömür boyu
"Fakat sen bana ihanet etme gafletinde bulundun."dedim teessüf edercesine. Sesli bir soluk verdim."Ben Kayla."dedim normal bir tanışmadaymışçasına. Hatta elimi bile uzatmıştım.
Ne yalnızlık ne de yalan Üzmesin seni
"Ah!Pardon ellerin bağlıydı. Zaten benim de ellerimde arkadaşının kanı bulaştı. Boşver."
Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son
"Ne diyordum. Ha! Ben Kayla. Kayla Zemheri. Şu meşhur BigBang Masası'nın, senin deyiminle, pezevenk patronu." dediğimde artık bağırmayı bırakmıştı.
Şoktaydı. Bunu beklemiyordu. Ölmeden bilmesinde sakınca yoktu. Kan dolu kovayı önüne ittiğim gibi kafasını kana gömdüm. Arkadaşının kanında boğularak can vermeye layıktı.
Çırpınıyordu...çırpınsındı.
Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son
Epeyce uğraşsa da iki dakika otuz saniye sonra çırpınışları durdu ve kafası kan dolu kovanın içinde kaldı. Ben ise elimi emsesinden çektim ve ıslık çalarak arkamı döndüm ve kapıdan çıkıp arabaya bindim.
Şarkı bitmişti. Babamı özlüyordum. Doktorla konuşmalıydım. Öz ailem ile tanışmalıydım. Mehmet Giray ile sevkiyat hakkında konuşmalıydım. Sipahileri bulmalıydım. Beni yakalamaya gelen bir düzine kadar işinin ehli ajanların yönünü şaşırtmalı ve haftaya olacak ihale için hazırlanmalıydım.
Alp yüzünü ekşiterek yanıma oturduğunda aracı çalıştırdı. İki korumayı depoda bırakmıştık temizlik için. Alp muhtemelen neden işkence ederken beni izlememesi gerektiğini bugün kendine hatırlatmıştı.
Elimde kan vardı. Yine.
Çıkmadan evvel çektiğim leşlerin resmini özel telefondan Furkan'a yolladım ve kısa bir mesaj çektim.
"Borcun olsun Furkan :)"
Diğer telefondan mesaj gelince özel telefonu kapattım. Bu telefonların özelliği dinlenme ihtimalinin sıfır olmasıydı. Mehmet Giray teknoloji ve silah konusunda bir dahiydi. Bu onunla tasarladığımız özel bir teknolojiydi. Sadece masa üyelerinde vardı. Bir de benim özel iznimle Öykü'de. Alp ve Mete'nin kardeşlerinde yani. Ona bir şey olursa direkt bana sinyal gelecek şekilde tasarlamıştım. Silah sesine duyarlıydı. Telofanuma mesaj gelmişti. Andıç Zemheri'den bir konum gelmişti. Karşıya geçince onlara da uğrardım. Tedirgin hissetmem normal miydi?
Alp iyi olup olmadığımı kontrol ettikten sonra tam gaz gemiye doğru sürmüştü. Normalden kısa bir zamanda gemiye binmiştik. Geminin alt kısmında bana ait bir oda vardı. Orada soğuk bir duş alıp vücudumu istila eden ve ruhuma değen kandan arındım.
Yedek olarak bulunan kıyafetlerimden giyindim. Siyah pantalon ve siyah bol bir sweatshirt. Saçlarımı da kurutup üsten sıkıca bağladığımda komodinin üzerindeki silahı belime yerleştirdim. Birkaç dakikaya vardığımızda sandığımdan daha uzun süre duşta kaldığımı anladım.
Duşa girmeden önce bir korumadan motorumu istemiştim. Nereye gittiğimi kimsenin bilmemesi gerektiğinden gizlice Andıç Zemheri'nin evine geçecektim. Bu da ancak motorla mümkündü. Alp'i zor ikna etsem de sonunda kabul etmişti. Gemiden inmeden saçlarımı açıp yüzümü tamamen kapattım. Bana benzeyen bir kız benim bineceğim araca binerken ben de gizlice motoruma atladım ve son gaz Andıç ve Serpil Zemheri'nin evlerine sürdüm.
Gazamız mübarek olsun Kayla.
Motor mavi lüks bir villanın önünde durdu. Zenginlerdi. Bayağı. Geniş bir bahçesi vardı. Bahçesinde çok güzel bir hamak vardı.
Ev neden huzur kokuyordu?
Birçok çiçek dikilmişti bahçeye. Serpil Zemheri'nin ellerindeki hafif nasırlaşmanın nedeni de ortaya çıkmıştı. Sekiz koruma vardı ön bahçede. Muhtemelen üç dört koruma da bahçenin arkasındaydı. Güvenlik önlemleri gerçekten fazlaydı. Andıç Zemheri gittikçe dikkatimi çekiyordu.
Kapıdaki korumaya ismimi söylediğimde önünü ilikleyip hemen kapıyı açmış ve yolu göstermişti. Özel eğitimli değillerdi. Eğer tehlikedelerse ya Andıç Zemheri kendine güveniyordu ya da tehlike de değillerdi sadece gereksiz bir takıntısı vardı ve önlem alıyordu. Gerçi eski BigBang kurucularındı. Peşinde adamlar olabilirdi. Hâlâ masadan nasıl ayrıldığı meçhuldü.
İçeriye girdiğimde beni geniş bir hol karşıladı. Genelde krem rengi ağırlıktaydı eşyalar. Hızlı bir tarama yaptı gözlerim. Olası kaçış yerlerini belirledim. Tam o sırada bel boşluğumda bir soğukluk hissettiğimde elim refleksle oraya gitti ve arkamdaki kişinin bileğini ters çevirip kapıya sertçe yasladığımda gürültülü bir ses duyuldu. Bense kendime küfretmekle meşguldüm çünkü karşımdaki Andıç Zemheri'ydi. Öz babam. Ve bana sırıtarak bakıyordu.
Şah ve Mat Kayla.
Yakalandın.
Yakalanmıştım. Bilerek yapmıştı. Benim kim olduğumu bilmese de artık dövüştüğümden emindi. Hemen kedimi geri çeltiğimde Serpil Hanım içeriye nefes nefese gelmişti. "Ay Andıç ne oldu?"dedi korku içinde.
Andıç Bey hâlâ sırıtıyordu. Sinirlerim bozulmuştu.
"Yok bir şey hayatım. Şemsiyeyi düşürdüm sadece. Kızımız da gelmiş" dedi. Yerde gerçekten şemsiye vardı. Belime onu mu koymuştu? Şerefsiz işini iyi biliyordu. Beni oyuna getirmişti. Ev taraması yaparken kısa bir boşluk oluşacağını, dikkatimi birkaç saniye kaybedeceğimi bildiğinden beni karşılamamıştı.
"Bir şey oldu sandım hayatım ya. Hoşgeldin güzel kızım." dedi son cümlede bana dönüp eski neşeli haline geri dönerken.
"Hoşbuldum efendim." dediğimde biraz resmi dursada bozuntuya vermemiş ve beni oturma odasına kadar çekiştirmişti. Evet, evet çekiştirmişti. Beni. Kayla Zemheri'yi.
Andıç Bey koltuklardan birine kurulduğunda Serpil Hanım konuşmaya başlamıştı. "Nasıl buldun evi kızım? Biraz büyük ama seviyorum burayı. Babanın çocukluğu da burada geçmiş. Dedenle babaannen biz evlendikten kısa süre sonra vefat edince buraya taşınmayı uygun gördük." dedi. Benimle konuşurken gözlerini bir an bile kaçırmıyordu. Beni kaybetmekten korkuyordu. Sonuçta bir anneydi ve 19 yıl evladından ayrı kalmıştı. Hâlâ bulamadığını ve asla da bulamayacağını bilseydi de böyle şefkatli bakar mıydı?
Sevgizsizlik hissi bir annenin kaç bakışıyla biterdi?
Şefkat artık benim için birr şey ifade etmiyordu. Onlara olan kırgınlığımla ilgili de değildi bu. Hatta onlara hiç kırgın da değildim. Fakat bana çok geç kalmışlardı. Benim için çok geçti.
"Sevdim." dedim. Evlerini değildi sevmem. Eskiden bir şeyleri ben de severdimdi yorumu cümlemin. Artık bir şeyleri sevmeyi bırakmıştım. Hayatta kalıyor ve hayatta tutuyordum. Hayatım bu beş kelimeden ibaretti.
Serpil Hanım sanki hissetmiş gibi gözleri buğulanmış ve başını usul usul sallamıştı.
Daha söyleyecek ve anlatacak bensiz 19 yılı varmış gibi yoğun bir duyguyla baktı bana. Ve fakat dudaklarını sıkıca yumdu ve söyleyeceklerini yutup acı bir tebessüm yerleştirdi dudakalrına. Bunu anlayan tek analizci ben değildim. Andıç Bey'i ilk kez acı çeker gibi eşine bakarken görüyordum. Onun acısı da eşinin sustuklarıydı. Oysa Serpil Zemheri dolu dolu konuşurken yüzünde saklamaya çalıştığı bir gülümseme hep olurdu.
"Sofraya geçelim mi kızım? Açsındır. Sofrada da konuşurduk." dedi tatlı bir şekilde. Bu kadına hayır demek içimden gelmiyordu. Başımı sallayıp Serpil Hanımı takip ettim. Dört kişilik bir masa vardı. Andıç Bey'in gözleri dolmuştu fakat hemen toparlamıştı kendini. Sanırım ilk kez bu masayı üç kişi göreceklerdi. Sofraya oturduğumuzda yaşlı bir teyze çorbaları doldurdu. Gerçekten acıkmıştım.
İnsan öldürmek acıktırıyordu.
Çorbamı içerken kolumu kenara çarptığımdan üzerime boca edilmişti kaynar su. Çay suyuydu galiba. Acı hissetmeyecek kadar çok işkenceye maruz kalmıştım. Fakat onlar bunu bilmediğinden hemen ayaklanıp yanıma gelmişlerdi. Andıç Zemheri'nin bile gözlerinde saf korku vardı.
Elini kolunu nereye koyacağını bilemezsen böyle olur Kayla!
"Hihh! Kızım çıkar çabuk üzerindekini. Yandınn!" dedi Serpil Zemheri korkuyla. Bir taraftan da sweatshirtün ucundan tutmuştu. Ben tekpi bile veremezken üzerimdekini çıkardı. Altta sporcu atletim vardı Allah'tan. İkisi de donakaldığında sol omzuma baktıklarını anladım.
Kahretsin.Dövmem! Dünyada sadece üç kişide olan dövmem bu dövmeye sahip adam tarafından iki saniye önce fark edilmişti.
Ancak kurucu olmamı beklemediğinden dumura uğramıştı. Ayrıca bu dövme BigBang masası ikinci kez kurulduğunda bana babam Emir Sarmaşık tarafından yapılmıştı ve beni başa geçirmişti benim emeğim olduğu için. Bunu bilemeyecek kadar ayrıydı Andıç Zemheri olaylardan ve muhtemelen onun zorla kapattığı teşkilatı öz kızının sıfırdan yarattığı gerçeği adamı şoka uğratmıştı. Serpil Zemheri de olaylardan haberdar gibi dövmeye kitlenmişti.
Asıl şimdi şah ve mat Kayla!
Hemen kendimi toparladım ve soğukkanlılıkla sandalyeme oturup tek kaşımı kaldırdım. İlk kendine gelen Andıç Zemheri benimle aynı hareketi yapmış ve soğukkanlılıkla sandalyesine oturmuş ve sağ elinin parmaklarını masaya sırayla vurarak ritim tutuyordu. Zaten sessiz olan odada ses yankı yaparken Serpil Zemheri bizim soğukkanlı hareketlerimizle iyice delirmenin eşiğine gelmişti. Ayaklarında derman bulamayınca o da sandalyeye oturdu. Tek ses Andıç Bey'in parmaklarımdan çıkan seslerdi.
"Anlat bakalım küçük hanım." dedi Andıç Zemheri. "Asıl siz anlatın Andıç Bey. Siz daha eskisiniz buralarda." dedim alayla. Kaşlarını hafif çatıp cevapladı. "Andıç Bey ne be!" dedi resmen çemkiriyordu. Yok artık!
"İsmimden nefret ettim hatun ya." dedi Serpil Hanım'a dönüp. "Babanım kız ben senin. Bak ne güzel bir kelime. Ba-ba." dedi heceleyerek. "Tabi sen babacığım,canım babam,babişkom.." dediğinde gözlerini hızlıca açıp bana döndü." Yok babişko olmaz. Çok absürt duruyor iki mafyaya göre. Onu evde söylersin ama diğerleri kabulüm." dediğinde ağzımın beş karış açık kalmaması için iç savaş halindeydim. Adamın içinden ne çıkmıştı be öyle?
Serpil Hanım'da bu gergin hava dağılınca sanki hergün çocuğu BigBang masası kurucusu çıkıyormuş gibi gülmüş ve bana tişört getirmek için odasına gitmişti.
"Cidden Kayla..." dedi eşinin gitmesini fırsat bilip ciddiyete bürünen Andıç Zemheri. "Benim zorla kapatmayı başardığım ve uğruna bedeller ödediğim masanın kuruculuk dövmesinin omzunda ne işi var. Sen daha 19 yaşındasın. 19 ya!" dedi şaşkınca. "Seni biri falan mı soktu masaya? Masayı kurup sonra seni kendi isteğiyle mi kurucu yaptı? Gerçi öyle bir kural yazmamıştım sanırım. Lütfen masayı sen toplamış olma." dedi umutla. "Bakın baba bey." dedim şakaya vurup az önceki konuşmaya ithafen. "O masayı bizzat ben kurdum." dediğimde gözlerini sıkıca yumdu. Söyleyeceklerimi duymak istemiyordu fakat dinlemek zorundaydı. Kendisi sormuştu. Cevabı da dinlemeliydi.
Göremediklerimiz de gerçekti ve sırf biz göremiyoruz diye artık sahte olmuyordu. Keşke öyle olsaydı ama çok kez bunun kanıtı an yaşamıştım hayatta. Mesela dokuz yaşında önümde bir ceset boylu boyunca yatıyorken hayatımda ilk kez ceset gördüğümden dolayı gözlerimi sıkıca kapatmış ve onun gerçek olmamamsını istemiştim. Fakat gözlerimi kapatmak oradan cesedi yok etmedi. Gözlerimi açtığımda odadaydı ve kendi ellerimle gömmek zorunda kalmıştım.
"Kendi ellerimle seçtim her üyeyi. En iyilerinden dokuz kişi. Ve sizin ödediğiniz bedellerden çok daha fazlasını ödediğime yemin edebilirim. Ne bedel ödediğinizi bilmememe karşın hemde. Asıl siz nasıl çıktınız o masadan. O masanın ilk kurucularındansınız belli. Lakin masadaki herkes öldü diye biliyordum." dedim ruhsuzca. Gözlerini zorla açtığını hissetmiştim. Ödediği bedeller boynuna dolanıyor ve nefesini kesiyordu. Ödediği bedellerin bir hiç uğruna olduğu gerçeğiyle öz kızı sayesinde kavuşmuştu.
Herkes için hayal kırıklığıydım.
Serpil Zemheri içeri elinde siyah bir tişörle gelip başımdan geçirdiğinde bizim de konuşmamız bölünmüştü. Fakat ben umursamadan Andıç Bey'in gözlerin içine bakarak sordum. "Siz o masadan ayrılmayı nasıl başardınız? Daha da önemlisi nasıl hayatta kaldınız?" dediğimde yüzünde acı bir tebessüm belirmişti. Serpil Hanım Andıç Bey'in kollarını altına girip ona destek verdiğinde bu sahne istemsizce gülümsetti beni. Onlara ilk kez gülümsediğimden olsa gerek ikisi de sıcacık bir gülümseme sundu bana.
"O da bana kalsın kızım. Ancak sakın o masayı yeniden kurdun diye sana öfkeli olduğumu düşünme. O zaman o masayı dağıtmalıydım. Koşullar bunu gerektirmişti. Eğer şartlar farklı olsaydı ben masayı hiç dağıtmazdım." dediğinde içimden bir yük kalkmıştı. Bunu dert edindiğimin bile yeni farkına varıyordum.
"Bir şey sorsam?" dedim haylaz bir kız çocuğu gibi. Bu halime ben de şaşkındım. O yüzden onların şaşırması beklenmedik değildi. Kan çekiyordu galiba.
Zemheri kanı.
"Sor bakalım prensesim." dediğinde Serpil hanım çok tuhaf hissetmiştim. Bu duyguyu adlandıramazdım zira ilk kez yaşıyordum.
Yabancıydı.
"Üçüncü dövme kimde?" dedim. Dünyadaki tüm yer altına hükmetmeni sağlayabilecek dövmenin ikisi şu an bu odadaydı. Hiçkimsenin kolay kolay tanıyamayacağı ve karşılaşması imkansıza yakın iki dövmeli aynı masada oturuyordu ve kimse üstünlük için diğerini öldürmeye çalışmıyordu. Bu benim için de ilkti. Ama üçüncüsünü deli gibi merak ediyordum ve Andıç Bey'in tanıdığına emindim. Öldüremeyecek kadar önemli olmalıydı onun için. Üçüncüsünün de yaşadığını fakat Türkiye de olmadığını biliyordum. Sorumla ikisi de bir kahkaha attığında ne olduğunu sorgularcasına ikisine de bakıyordum. Komik bir şey söylememiştim.
Hâlâ Andıç Zemheri'yi öldürebiliyor muydum?
"O da bana kalsın kızım. Sende onu öldürecek potansiyel var." dedi Andıç Bey. "Öyle olsun bakalım." dedim deli gibi merak etsem de. "Ben kalkayım artık. Yine gelirim buraya." dediğimde ikisinin de gözlerinin içi parladı.
Andıç Bey beni öldürmezdi. Analiz yeteneğime güveniyordum. Bu yüzden ben de onun yaşamasına izin veriyordum. Bir de galiba ucundan, azıcık eğleniyordum onunla muhabbet ederken. Poker oynamadan ölmesine izin vermemeye karar vermiştim.
Kapıya kadar eşlik edip bana sarılmışlardı. Başta kasılsamda belli etmemiştim. Motora atladığımda onlar da içeri girip kapıyı peşlerinden kapatmışlardı. O sırada telefonum çaldığından motoru çalıştırmadan telefonu kulağıma götürdüm. Arayan Alp'ti.
"Kayla, Doktor sana ulaştı. Operasyon tamam. Konum atıyorum. Seni orada bulacak. Dikkat et tek buluşacaksın biz güvenlik çemberi kuracağız fakat kendini yine de koru." dediğinde onaylayıp telefonu kapattım ve motoru çalıştırıp sahil kenarındaki VIP Bar'a sürdüm. İçkinin her türlüsünden nefret ediyor ve ağzıma bile sürmüyordum fakat mesleğim (!) gereği çok iç içeydik.
Barın neon ışıkları gözlerimi kısmama sebep olsa da içerideki bar taburelerinden birine oturdum. Burası leş gibi kokuyordu. Gerçi leşlerin kokusuna biraz da metalik bir koku siniyordu.
Burada fazla sade kalsam da zaten açık giyinmeyi hiç sevmediğimden ve hazırlansam da aynı şeyleri giyeceğimi bildiğimden h umursamadan tabureye yayıldım.
Ve yanımdaki tabure çekildi. Doktor gelmişti.
"Buldum seni Zemheri." dediğinde. Dudağım ukalaca iki yana kıvrıldı. "Ben seni buldum Doktor."dedim. "Sadece senin beni bulduğunu düşünmeni sağladım." dediğimde onun da dudakları yukarıya kıvrıldı.
"Beni aramanı sağladım. Sonrasında senin beni bulmak için benim seni bulduğumu düşündüreceğini biliyordum." dediğinde yüzümdeki gülümseme dondu. Beni benim oyunumda mı yenmişti?
"Ama o dövüşte benim doktor olduğumu nasıl anladın hâlâ bilmiyorum." dedi düşünceli bir şekilde. Mavi gözlerine bir şeyleri çözmek istercesine baktığımda o benim soramadığım soruyu cevapladı.
"Seni uzun zamandır tanıyorum Kayla Zemheri. Hem de çok uzun zamandır. Ben seni uzaktan korumak için eğitildim. Sarmaşık tarafından. Ve yine onun emriyle masadaki herkesin korumasından sorumluydum. Yani BigBang'deki herkesi kendilerinden bile iyi biliyorum." dedi.
"Dövemeni sadece babam biliyor zannediyorsun fakat babamın bana güveni senin düşündüğünden de fazlaydı Doktor. Ölmeden önce bıraktığı mektupta dövmenin resmi vardı. Doktoru görüp de tanıyabilecek tek insanın yanındasın şuan." dedim. Kaybetmeyi reddediyordum.
"Barlas Soydere" dediğimde dumura uğrama sırası ondaydı. Çünkü kimsenin Doktora ulaşamayacağını ulaşsa da gerçek kimliğine erişemeyeceğini düşünüyordu.
"Seni , babamın mektubu elime ulaştıktan üç saat sonra zaten bulmuştum." dediğimde artık o da gülmüyordu hatta şuan ölesiye korktuğuna emindim. Sadece gurur yapıyor ve dik durmaya çalışıyordu.
"Beni o gece bulduysan ki bu imkansız bir şey. Neden ifşa etmedin?" dedi. Sesi kaybedişini onaylıyordu.
"Seni tüm yer altında arananlar arasına sokmak masayı da tehlikeye sokardı. " dedim. Masayı korumak için aldığı o kadar can vardı ki sırf intikam isteyenler bile onun bir saniye bile fazladan nefes almasına izin vermezlerdi.
"Elimdeki kozların büyüklüğünü bazen ben bile bilmiyorum Doktor ve inan o kozlar ölü babamı bile topraktan geri çıkartabilir. Seni bulmak çok büyük bir mesele değildi. İsmine ulaşsam da yüzünü ancak bugün görebildim. Zorlasam seni de bulurdum fakat senin gizline saygım vardı. Fakat sen de biliyorsun ki artık beni gizliden koruyamayacağın kadar çok düşmanım var ve hepsi birden üzerime çullanmak üzere. Sana canlı ihtiyacım var. Ölün bir işime yaramaz." dediğimde başını onaylarcasına salladı.
"Sana değer veriyorum Kayla. Öyle güçlüsünki. Yaşadıklarının birçoğuna şahit oldum ve ben bunlara bile dayanamazken sen dimdik ayaktasın ve bu beni her seferinde daha da şaşırttı. Yirmi sekiz yaşındayım. Sayısız eğitimden geçtim. Çok kez işkence gördüm. Onlarca piskolojik eğitim aldım. Fakat ben bile senin yaşadıkların karşısında çok kez dumura uğradım. Sen ise ayağa daha güçlü kalktın her seferinde." dedi mavileri bana kitlenirken bir kolunu da masaya dayayıp çenesinin altına yerleştirmişti.
"Dinlenmeye vaktim olmadı Doktor ve artık dinlenmeye hiç vaktim yok. Düşmanlarım her öldürdüğüm insanla katlanıyor ve ben hayatta kalmak için daha da fazlasını katlediyorum." dedim. Derin bir nefes alıp gözlerine kitlendim.
"Benimle misin?" dedim.
Güldü.
"Seninleyim Kayla. Tüm düşmanlar önümüzde diz çökünceye dek durmak yok." dedi ciddi haline dönerken.
"Yaşamak ve yaşatmak için." dedim sadece ikimizin duyacağı şekilde. O da sessizce sözümü tekrar etti gözleri hâlâ benim gözlermime kitliyken. Sözleri bir yemini dile getirir gibi net ve keskindi. "Yaşatmak ve yaşaman için." dedi.
Biraz sonra Doktor sanki burada konuşma olmamış gibi neşe içinde dışarı çıktı ve gözden kayboldu.
Ben de mekandan çıkmak için biraz bekledim. Aynı anda çıkmamalıydık.
Tam mekandan çıkarken iki el silah seli duyduğumda ben de siper aldım. Az sonra burada kaos çıkacaktı. Umarım Doktor çok uzaklaşmamıştur zşra ölüme en müsait olmayan yerdeydim. Bar köşelerinde ölmek istemiyordum.
Cidden bir rahat vermiyorlardı.
~
Bölümü nasıl buldunuz?
Yeni bölüm tam bir kaos olacak şimdiden hazır olun derim.
Fakat yeni bölüm gelene kadar yıldıza basıp yorum y aparsanız ben de düşüncelerinizi öğrenmiş olurum.
Seviliyorsunuz.
Yeni bölüme kadar hoşçakalın;)
|
0% |