Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.Bölüm:muerte-2

@gizem_aden

Bir sonraki bölümde küçük bir kişi tanıtımı yapabilirim isterseniz.

 

Heyecanı bir bölüme hazır olun.

 

Biraz kan ve vahşet gelsin artık dedim ben de .

 

Düşmanları işin içine sokmak istiyorum sjsjsjs.

 

Hadi keyifli okumalar;)

 

5.Bölüm:Muerte-2

 

Ayaz Zemheri'nin; düzeltiyorum, peşinde olup öldürmeyi düşündüğüm namıdeğer Muerte'nin özbeöz abim olduğunu öğreneli kırk beş dakika kadar geçmişti. Hergün duyduğum bir şeyi duymuş gibi omuzlarımı dikleştirmiş ve tanıştığımıza memnun olduğumu söyleyip arkamdan seslenmelerini önemsemeden çekip gitmiştim. Şirketin deposundaydım şu an. Alp bana ne olduğunu bilmese de yüzümü güldüremeyince pes etmiş ve evine çekip gitmişti.

 

Saat epey geç olmuştu sonuçta. Başımda çocukmuşum gibi beklemesi saçma olurdu.

 

Şirketin önüne de Mete ve profesyonel ekibini dikip Mete'yi bir güzel tembihlemişti.

 

Gideli on dakika kadar oluyordu. Deponun dağınıklığına normalde saatlerce dil dökebilecek biri olarak umursamazca göz gezdirmiş ve tozlu parkenin üstünde bağdaş kurup önümdeki dağınık arşiv dosyaları ve kabul görmemiş bir çok proje çizimlerinin oluşturduğu kağıt yığınına bakıyordum.

 

Görüyor muydum? Orası meçhul.

 

Kardeş fikri çok uzun zamandır ben de bir şey ifade etmiyordu. Alp ve kardeşleri benim kardeşim gibiydi. Bu bana zaten yetiyordu. Şimdiki Kayla için zerre bir şey ifade etmese de yurtta kalan küçük kız için en büyük umuttu kardeş fikri. Onu o lanet yerden çekip çıkaracaktı.

 

Bir zamanlar ben de çocuktum işte. Fikirlerim de hayallerim de... Çocuktu...

 

Beş ya da altı yaşlarında olmalıyım. Yapayalnız olduğumu iliklerime kadar hissettiğim bir geceydi. Sabahında yaşadığım ufak bir kavgada haksız görülmem ve kendimi anlatamamam beni çok üzmüştü.

 

Yurtlar bazı çocuklar için cehennemdir.Hiç silinmeyecek izler bırakır.Yaşadıklarımız değil bizi bu denki yaralayan fakat hissetiklerimizden kurtulamıyorduk.

 

Oyuncağını kaybetmişti oda arkadaşarımdan biri olan Fidan. Üç kişi kalıyorduk yurt odamda. Fidan, Nergis ve ben. Çalınan oyuncağı için feryat figan ağlamıştı benimle yaşıt olan Fidan. Sonra benim aldığımı idda etmişti. Benden dört yaş büyük olan ablası Nergis'e de bunu anında yetiştirmekten geri durmamıştı tabikii.

 

Onu kıskandığımı ve çaldığımı söylemişti. Kıskandığım doğruydu. Ama çalan ben değil yan odamızdaki Aynur'du. Ne kadar uğraşsam da anlatmaya kimse inanmamıştı. Dolabımı ararlarken Aynur korkudan olsa gerek arkasına sakladığı oyuncağı yastığımın arkasına gizlemişti.

 

Korktuğunu anladığımdan sesimi çıkarmamıştım. Ona da kızsınlar istememiştim. Zaten beni sorumlu tutuyorlarken bozmamıştım. O da korkmamalıydı. Çünkü gerçekten kötü hissettiriyordu.

 

Sonra Nergis oyuncağı orada bulunca tokadı yapıştırmıştı yalancı ve kıskanç küçük kıza.

 

Canım yanmıştı belki ama hiç ağlamadığımı, bilhassa gülümseyip "Evet,ben çaldım. Kıskandım Fidan'ın ablası olmasını ve ona hediyeler almasını." dediğimde susup çıkmışlardı hepsi odadan. İlk cümlem yalandı lakin sonrakilerin gerçekliği benim bile tüylerimi diken diken etmişti.

 

Odada yalnız kalınca iki kardeşin birbirini her daim kolladığı anlar üşüşmüştü zihnime.

 

Bir kardeşim olmasını istediğim ilk an değildi fakat en çok istediğim an olduğu da su götürmez bir gerçekti.

 

Boğazımı sıkan anılar artık nefes almama bile mani olurken kardeşim olsun diye küçük yaşlardan beri kurduğum hayaller bir bir devrildi zihnimdeki legolardan.

 

Sanırım kırılma noktarımdan biriydi. Hatta o gün iyiki bir kardeşim yok demiştim. Annem zannettiğim kadının bir çocuğunun olması iğrençti. Ben bir çocuğun daha öyle iğrenç bir kana sahip olmasını istemedim hiç. Kanıma olan nefretim azımsanacak cinsten değildi.

 

Çocuktum ve yalnızdım. Bu iki zıt duygunun yaşattığı kaos benim içimden bir şeyler koparmıştı.

 

O günden sonra hep tetikte yaşadığımı hatırlıyorum. Çoğu gece uykusuz kalmam ve uyku problemleri çekmem yurdun bana bir armağanıydı.

 

Belki bir armağanı da hep tetikte kaldığımdan gece bile görüyor gibi her şeyi hissetmemdir. Peki ben neden bunları armağan olarak göremiyordum?

 

Bana o günleri anımsatan her şeyden nefret ediyorum.

 

Bir ailemin olması gerçeği içimdeki kimsesizlik ateşini körüklemişti.

Gözümden akan yaşlar ne vakittir akıyordu.

 

Göz yaşını sil ve güçlük kal Kayla!

 

Göz yaşımı sildim ve ayağa kalktım. Sağ tarafıma bıraktığım özel yapım silahımı belime yerleştirirken depodan dışarıya çıktım. Gece üçe geliyor olmalıydı. Serin rüzgar yüzüme çarpıp beni üşütürken yaşadığımı hissetmek istercesine rüzgarı içime çektim.

 

Mete yarı uykulu bir şekilde araçtayken her an tetikte duran korumalara bakıp uyumamaya gayret ediyordu. Çıktığım an herkes bana kısa bir göz atıp araçlarına ilerlediler. Mete ne olduğunu anlamak için bana dönünce benim iyi olduğumu görüp derin bir nefes çekti ve anahtarı kontağa yerleştirdi. Ben de binince sürmeye başladı. Zihnimin duygusal boşluğa çekilmesi daha iyi düşünmemi sağlamış olacak ki bir fikrim vardı.

 

Düşmanlarımın bana saldırmasını bekleyecek değildim. En güçlü savunma saldırıydı ve ben ölümü bekleyecek biri değildim. O bana gelmiyorsa ben ona giderdim.

 

"Ankara'ya gidiyoruz. Uçağı hazır etsinler. Alp'e haber ver Mehmet Girayı evinden alsın ve diğer jetle peşimizden gelsin." dediğimde Mete'nin yüzünde manidar bir gülümseme belirdi.

 

"Zemheri'nin sahalara dönme vakti geldi demek."

 

Kesinlikle gelmişti. Artık düşmalarımız düşünsündü. Zira Zemheri'nin silahı belinden çıkmıştı ve Zemheri'nin silahı çıkmışsa hedefi ölmeden yerine geri dönmezdi.

 

Sabah saat 05.00 Ankara

 

Ankara'ya gelmiştik. Gün henüz aydınlanmamış olsa da artık o kadar karanlık da değildi.

 

Alp Kozdağ ve Mehmet Giray karşımdaki sandalyelerde otururken Mete ve adamları sivil olarak başka masalarda muhabbet ediyor gibi durup tetikte bekliyorlardı.

 

Lüks bir restoranı erkenden açtırıp kahvaltı söylemiştik. Alp ve Mehmet hâlâ ayılmaya çalışırken ben önümdeki iki bilgisayardan kodlar yazıyor ve istihbaratın dosyalarına sızmaya çalışıyordum. Telefonuma bildirim gelince hızla ekranı kaydırıp açtım. Serpil ve Andıç Zemheri'nin mesaj ve aramlarını es geçtim. İki adet bilinmeyen numara vardı birinin onlarca kez aramasından Muerte olduğunu anlamıştım. Hemen diğer kişinin mesajına baktım.

 

Selam Patron:) Ben Black. Bensiz Ankara İstihbaratının dosyalarına erişmek isteyen ve IP adresi İspanya'yı gösteren biri var. Dedimki buna cesaret edebilecek tek kişiyi tanıyorum. Haksız mıyım?

 

Yüzümdeki alaycı gülüşle cevapladım.

 

Tam isabet Black. Yardımın gerek. Sana bir link gelecek. Birlikte halledelim şu işi. Önce ajanların kimliklerine erişelim ve grubu halledelim. Peşinden tam senlik ve çok tehlikeli bir işimiz var.

 

Mesajı attıktan sonra direkt bilgisayarımdan bilgisayarına link attım. O arada bir mesaj daha geldi telefonuma. Alp kimseyle bu kadar mesajlaşmadığımı bildiğinden ne yaptığımı sorgularken Mehmet Giray hayatı sorguluyordu.

 

Merakımı cezbediyorsunuz mafya hanım?!

 

Bu arada linke girmiş olmalı ki bilgisayarlardan biri önce karardı sonra ekran geri yerine geldi. Fakat bu kez ekranda yeşil harflerle 'Loading'

 

yazdı ve ekran ikiye ayrıldı.Kodlar sol tarafta akıyordu. Sağ tarafta siyah kapişonuyla oturmuş çok genç duran biri vardı fakat yüzünü gizlemişti. Bulunduğu yer tamamen karanlık olduğundan kimliği seçilmiyordu.

 

Ben kod yazmayı bırakınca Mehmet de dikkatle bana bakmaya başladı. O sırada ortamı mekanik bir ses doldurdu.

 

"Hadi başlayalım Patron."dedi mekanik sesiyle. "Sana gönderdiğim kodları yedinci satırın sonuna ekle ve her yedi satırda bir kopyala." dediğinde Alp mekanik sese doğru kafasını uzattı. Mehmet Giray ise yerinden kalkıp yanımdaki sandalyeye kuruldu. Ben Black'in dediklerini yaparken söze girdim.

 

"Giray bilgisayarını getir demiştim.Araçtan al gel. Küçük bir hackleme işimiz var." dediğimde Alp söze girdi "Ne yapıyoruz Kayla sabahın körü yada gecenin yarısı emin olamadığım bu zaman diliminde Ankara'nın ayazında."

 

Mümkünse bana ayaz demesin!

 

"İstihbarat dosyalarına sızacağız." dedim sol dudağım hafifçe yukarı kıvrılırken. Giray kahkaha atıp yerinden kalktı."İşte bu tam Zemherilik." diğinde aracına doğru gitti. Alp memnuniyetle gülümseyip sandalyesimi geriye itip yanıma kuruldu.

 

Çalışanların olmamasını sağladığımızdan Mete bana kahve getirip Alp'e de diğer elindeki kahveyi uzattı. Black ve ben gerekli kodları yazarken Mehmet'te diğer yanıma kurulup bilgisayarıma bağlandı.

 

Hâlâ yanımızda dikilen Mete'ye "Bana kahve getirmedin mi ?" dedi şaşkınlıkla. Bir yandan da kod yazıyordu. Yorulduğumdan biraz arkama doğru uzanıp esnedim. Kahvemden bir yudum aldım.

 

Başım ağrıyordu.

 

"Sana ne getireceğim ben be! Ben Kayla Zemheri'ye çalışıyorum Mehmet Giray ve sen daha birkaç gün önce onu kaçırtmak için ajan soktun aramıza." dedi adeta çemkiren Mete. Alp Mete'nin çemkirmesine alttan alta gülerken Giray alınmışçasına sağ elini kalbine götürdü.

 

"Alınıyorum ama. O da beni yakalatmak için ajan soktu içime. Hatta yakalattı ve üç gün aç bıraktı beni." dedi. "Ah! Ne acı günlerdi." diye de eklediğinde Black'in mekanik gülüşü doldurdu ortamı.

 

"Zemherinin haklı sebebi vardır." dedi hala kısık kısık gülerken Black. Biz bununla yeni tanışmıştık. Beni mi savunuyordu?

 

"Haklıydı tabi. Şirketine ölü adam kellesi göndermiş. Kimse görmeden zar zor aldık gömdük bahçeye. Çalışanlar her gün temiz hava diye kelle eziyor anasını satayım. Bilseler ne olur Allah bilir?" dedi Mete ve dehşetle kaşlarını kaldırıp yanımızdan ayrılırken "Allah aşkına onu ben gömmüştüm." diye hayıflanmayı da ihmal etmedi.

 

Bir süre daha uğraştığımızda ekran kırmızı alarm verdi. Bu işlerden pek anlamayan Alp "Neler oluyor Kayla?" dedi.

 

"Sızmaya çalıştığımızı anladı puştlar. Karşı saldırıya geçtiler." dedi Giray sıkıntıyla ve ellerindeki teri üzerine silip hızla kod yazmaya başladı. Karşı atağa geçip misilleme yapıyordu. Ben sakince kod yazmayı bırakıp arkama yaslanıp gülümsedim.

 

Black birden durdu ve kafasını hafif eğip gülmeye başladı. Giray da durmuş ve deliye bakar gibi Black'e bakmaya başaladı. "Niye durduk şimdi salak mısınız? Bilgisayara erişecekler." dedi Giray korkuyla.

 

Black'ın mekanik kahkası çevreye yayılırken benim de gülümsemem iyice büyüdü.

 

"Şaşırttın beni Zemheri." dediğinde mekanik gülümsemesi devam ediyordu.

 

"Daha erken anlarsın sanıyordum Black." dedim alayla. "Ben hâlâ anlamıyorum ki ama." dedi bu kez Giray.

 

"Dahiyane! Fakat nasıl?" dedi Black.

"Ama ben de varım." dedi Giray. "Bana da anlatın" diye de ekledi.

 

"Zaten sızıyoruz şuan istihbarata fakat onlar İspanya'dan bir grup bize teknolojik savaş açtı,sisteme girmeye çalışıyorlar sanıyor. Oysa an itibariyle sisteme sızdık onlar bizi yendiklerini düşündükleri an gereken bilgiler elimizde olcacak." dedi herkese açıklama yapmak için Black.

 

"Casus yazılım.Kimse anlayamaz çünkü kendimce modifiye ettim kodları." dedim Black'a ithafen.

 

Mehmet Giray şoku atlatıp konuştu bu kez. Bu arada Alp de sırıtarak bana bakıyordu.

 

"Ya o zaman bizi niye çağırdın halletmişsin işte. Ben kızıma hikaye anlatıyordum ya en son." dedi Giray hayıflanarak. Korkusu tamamen gitmiş sadece yorgunluğu kalmıştı.

 

Benim yerime Black cevapladı manidar bir gülüş sesiyle. "İspanya tek kişiyle saldıracak bir yer değil çünkü. Kodlamayı bir gurubun yaptığı anlaşılmalıydı. Hem de gerçekten işinde iyi bir grubun." dedi.

 

"Merak ettiğim şey neden İspanya?" dedi ve ekledi.

 

"Hem diğer görev ne ben asıl onu merak ediyorum." dedi mekanik ses.

 

Bu kez kısık bir gülüş benden yayıldı ortamda.

 

"Sipahilerin gizli üssüne sızacağız. Hem bilgisayarlarla hem ajanlarla." dediğimde etraf birden sessizleşti. Herkes şoka girmişti sanırım.

 

"Allahın manyağı. Senin ortan yok Zemheri. Valla yok.Delirdin mi?" dedi Giray şaşkınca.

 

Alp bana şok içinde bakıyorken Black girdi söze.

 

"Sen sandığımızdan da iyi çıktın patron. Ödemeyi falan boşver. Seninle çok eğleneceğiz." dediğinde 'biz' kim merak etmiştim fakat sorgulamadım.

 

Bana yamuk yaptığı an bitirirdim. Ayrıca tam kafa dengiydi ve bana gönderdiği kodlar gerçekten profesyonelceydi. Bu da birilerinin İspanya ya suç atıyor olma olasılığını elerdi.

 

"Neyse o sonranın konusu. Şimdi ülkenin Savunma Bakanlığınca özel olarak seçilmiş gurubu halletmeliyiz. Siz bilgisayarlardan kurtulun o arada benim küçük bir işim var. Mete ile bir yere gidip geleceğiz. Siz direkt uçağa geçin. İstanbul'a dönüyoruz." dediğimde ikiletmeden kalktılar.

 

Biz de Mete'yle araca bindik.

 

Yarım Saat Sonra/Ankara

 

Mete'ye yolu tarif ederken kaşları da iyice çatılmıştı.

 

"Burası neresi Kayla? Ormana daldık iyice. Kaybolmayalım." dedi bana dönerek sakin bir tonla. İyice yorulmuş olmalıydı. Uykusuz gecelere alışıktı elbet lakin son günlerde gündem fazla yoğundu.

 

"Az ileride terk edilmiş bir bina var Mete. Orada dur ve biraz uyu. İçeride bağlı zaten kadın. Burada bir tehlike gelemez. Her yer tuzaklarla çevrili. Ben tuzak olmayan yoldan getirdim bizi. Uyu ve dinlen. Bir saate biter işim. Giray'lara yazdım ben gecikeceğimizi." dediğimde gerçekten yorgun olacakki koltukta kaydı onaylayarak ve gözlerini yumdu. Ben de sakince arabadan çıktım. Bagajdaki küçük kutuyu aldım. Binaya yöneldim.

 

İçeriye adım attığım an kısık iniltiler son buldu. Önümde kızıl saçlı, mavi gözlü ve balık etli bir kadın vardı. Kolları bağlıydı. Ağzı bantlanmıştı. Ankara'dan tanıdığım bir guruba verdiğim emirle depoya kadar getirilip bırakılmıştı.

 

Alara Er. Ülkeye çok güçlü dozda ve ölümcül iki kamyon uyuşturucu sokmuş üstüne üstlük de Türk Silahlarının birçoğunu yapım aşamasında gizlice el altından teröristlere göndermişti.

 

Tamamen şans eseri hacklediğim bir karakolda özel dosyaların arasındaydı. Sadece BigBang'dekilerin deşifre olup olmadığına bakacaktım. Fakat Alara Er ile karşılaştım. Acil operasyonlar arasındaydı. Daha büyük operasyonlar da vardı ama hükümet sorunlarına çok fazla girmek istemedim.

 

Bir de, yakalanmayı göze alamazdım.

 

Bu yüzden de büyük operasyonlara girmeyip en azından onu yaklayıp küçük bir yardım edeyim dedim. Yerini bulalı üç gün kadar oluyordu fakat sanırım en çok bu gün adam öldüresim vardı.

 

Şahsen ben hiç öyle "Kadınlar kırmızı çizgim. Onlara dokunmam." diyen prensipli katillerden değildim. Önümdeki kişi kaç yaşında olursa olsun,kim olursa olsun eğer düşmanımsa işkencelerimin tadına bakardı. Cinsiyet,ırk,yaş farketmeksizin hem de. Adil bir insandım ben, lütfen ama (!).

 

Gözlerini kocaman açıp yardım dilenen Alara'ya baktım ve sırıttım canice. Hâlâ çırpınırken iki gündür aç olmasının etkisiyle çırpınışları güçsüzleşiyordu. Az önce Mete'nin arabasından aldığım küçük kutuyu elimde çevirirken Alara'nın yanına gidip ağzımdaki bandı tek elimle çıkardım.

 

"Lütfen bana yardım et. Beni kaçırdılar. Zarar verecekler. Yalvarırım." dedi ağlayarak. Arada sesi tamamen gidiyor arada hırıltılı çıkıyordu.

 

"Benden yardım dilenecek son kişisin Alara Er. Ya da Fatıma Eskiro." dediğimde gözleri mümkünmüşçesine daha da açıldı.

 

"Ben o değilim. Yeminle değilim. O kim tanımıyorum." dedi hızlı hızlı. Mükemmel oyuncu falan mı sanıyordu bu kendini?

 

"Kim olduğumu bilsen yaşamak için değil ölmek için bana yalvarıyor olurdun." dedim yüzümdeki tehlikeli gülümsemeyi hiç silmeden.

 

"Sen kimsin ki?" dedi oyunculuğu bırakıp adeta bağırarak.

 

"Kıs sesini başım ağrıyor." dedim kadını delirten bir sakinlikle ve ciddiyete büründüm.

 

"Karşında duran kişi sizin oralarda Sarmaşık kod adıyla tanınıyor." dediğimde korkusu gözle görülür şekilde artmıştı.

 

"Yalvarırım işkence etme. Ben kimseye söylemem ve ülkeye bir daha girmem. Yalvarırım bırak beni. Ne istersen yaparım. Lütfen!" diyerek ağlamasını artırdı. Sarmaşık ben değildim. Beni evlatlık alan babam Emir Sarmaşık'ın lakabıydı.

 

Babamın tam terörist düşmanı olduğunu söylemiş miydim?

 

Ya onun ölümüne de bu takıntısının sebep olduğunu?

 

Arada intikam için birkaç teröriste işkence edip Sarmaşık'ın namını sürdürüyordum. Bu günkü şanslı kişi de Alara Er idi.

 

"Fatıma,canım aç bakayım ağzını." dedim çocukla konuşur gibi ve elimdeki kutuyu ağzına doğru uzattım. Fakat sıkıca ağzını kapattı ve içli içli ağlamaya başladı.

 

"Caniyim falan ama suçsuz bir can hiç almadım Fatıma , biliyor muydun?" dedim tane tane. Çocuğa anlatır gibi.

 

"Sen ve senin gibiler ise ne yazıkki halkı hedef alıyor." deyip derin bir nefes aldım. "Bölgesel katliam." dedim. "Can almak,öldürmek başka, katliam başka." dediğimde derin bir nefes alıp karşısında duran sandalyeye oturdum ve bacak bacak üzerine atıp kutuyla oynamaya devam ettim.

 

"Savaşlara her daim karşıyım ben . Fakat illa savaş olacaksa kötüler arasında olmalı.Elimden gelse ilk katledeceğim kişi de kendim olurdum muhtemelen. Siz ne hakla masum halkı hedef alırsınız?" dedim alayla ve devam ettim. "Gel gör ki bu ülkede herkes masum değil ama. Ben bir katilim ve hayatta gördüğün son yüz olacağım. Umarım bu sizin oralara iyi bir mesaj olur." dediğimde hızla çenesini tuttum ve elimdeki küçük kutuyu ağzına attım. Hemen peşinden elimle ağzını kapatıp yutturdum.

 

Bu kutu az sonra açılacak ve midesindeki her yeri delecek çiviler içinden çıkacaktı.

 

Öyle de oldu. Kadın saniyesinde kan kustu ve acıdan bayıldı. Köşedeki kovada bulunan suyu alıp ayılttım önce.

 

Kesik kesik nefesler alırken duvara asılı aletlerden döner bıçağını alıp önce parmaklarını kestim düzgünce.

 

İlk dakikada yine bayıldı ancak bir kez daha ayıltıp ayaklarını kestim. Acıdan ve kan kaybından bilincini kaybetti ve öldü on beş dakika sonra. Ben de bu arada kollarını tamamen kopardım iki darbede.

 

Vücüdü sakince ve dikkatlice iyice küçük parçalara ayırdım. Zamanımı her bir parçasını ince ince doğrayıp bir yandan şarkı mırıldanarak geçirdim. Bu bana müthiş iyi gelmişti. Kuş başı et olmuştu sonunda. Kapının yanına dizili koli yığınına gittim. Poşetler vardı içinde. Poşetlere gelişi güzel ayırdım etleri. Kurban eti gibi olmuştu. Payları eşit mi dağıtsaydım acaba?

 

Çoktan yirmi yedi dakika geçmişti içeri gireli. Bu yüzden hızlıca kolilere yerleştirip gideceği yerleri yazdım kolilere ve buradaki grubun başı olan Mustafa'ya mesaj attım gerekli yerlere postalaması için.

 

Fatıma'nın mensubu olduğu her yere gidecekti. Bir pay da onu arayanlara gidecekti. Bu yüzden eldiven takmayı ihmal etmemiştim. Askerlerin anlayacağı şekilde yaptıklarının kanıtını mavi dosyaya koyup gidecek kolinin içine attım.

 

İmzaya gerek yoktu. Öldürme biçimi tamamen Sarmaşık imzasıydı. Babam sağolsun öldürme biçimini bana şahsen öğretmişti.

 

On altınıcı yaş günümde hem de!

 

Adamın ağzına mum dikmeyi teklif etmişti.

 

Sonra ben manyak oluyordum.

 

Yarım saatin bitimiyle ben de dışarı çıkıp arabaya bindim. Mete gözlerini kırpıştırıp tamamen açtığıda üzerimi kısaca taradı gözleri.

 

"Her yerin yine kan olmuş." dedi yeni uyandığını belli eden kısık bir sesle. Sesi mırıltı gibi geliyordu

 

"Yıkarım, geçer." dedim ben de yorgunca. Başımı camdan dışarıya çıkarıp nefes aldım.

 

"Geçer değil mi?" dedi çocuk gibi. Uykusundan uyandığı zamanlarda hep böyle oluyordu. Sanırım bilinci tam açılmadığından aklına ilk geleni söylüyor, küçük bir çocuğa dönüyordu. Öykü'de de aynı özellik vardı ve bence bu onları çok tatlı yapıyordu.

 

"Geçer." dedim.

 

Üzerimdeki kan hep silinirdi lakin sadece üzerimdeki kan hep silinirdi.

 

Başını salladı usulca ve çalıştırdı arabayı. Yolculuk benim yol tarif etmem dışında sessiz geçmişti. Tahmin ettiğim gibi bir saat sonrasında yine buluşmuştuk Giray ve Alp'le.

 

Bir uçağa bindik hepimizde. Sadece iki güvenlik bizimle geliyordu. Diğer uçağa kalan korumaları bindirdip gönderdik.

 

Uçağa bindiğimizde herkes uykusuna dönerken ben yeni aydınlanmış günü izliyordum usulca.

 

Başım ağrıyordu.

 

Baş ve işaret parmağımla burun kemerimi sıkıp ağrıyı kesmeye çalıştım fakat iyice şiddetlendi. Ağrısıyla gözlerim hafif yaşarmıştı. Biraz beklesem de ağrı kesileceğine şiddetlendi. El mahkum ağrı kesici bulacaktım.

 

Derin bir nefes alıp Alp'in yanına gittim. Özel eğitimli olduğundan hemen gözlerini açmıştı ve eli silahına gitmişti. Beni görünce kaşları çatıldı. Sonra esneyerek bana döndü "İyi misin Kayla? Gözlerin kızarmış." dedi gözlerimi işaret ederek.

 

"Ağrı kesici aldın mı yanına Alp?" dedim yorgunca. Sesim kısık çıkıyordu.

 

Cidden bitik haldeydim.

 

"Aldım tabiki. Kaç gecedir uyumuyorsun sen kızım ya?" dedi sitemle.

 

Beni yanına çekip ilacı uzattı. Su şişesinin de kapağını açıp uzatınca ilacı ağzıma atıp birkaç yudum suyla yuttum.

 

Alp benim kanlı kıyafetlerimi önemsemeden ve hiçbir şey sormadan yanına çekti ve sarıldı. Kanlı kıyafetlerle gelince Giray da dahil kimse sormamış ve uçağa binmiştik. Bugün ayrı bir öfkemin olduğunun farkındaydılar bu yüzden de sonunun işkenceyle bitmesi şaşılası bir durum değildi. Fakat bu bile öfkemi dindirmemişti. Neye öfkeliydim onu bile bilmiyordum gerçi.

 

"Biraz uyu Kayla. Sende insansın. Sınırlarını zorlama bu kadar." dedi naif bir sesle. O da yorulmuştu. Bana saldırı düzenleyenleri arıyordu sürekli. Kolumun ağrısı geçse de ağrıtanları bulmadan rahat etmezdi Alp Kozdağ.

 

Uçağın koltukları açılıp yatak olabiliyordu. Herkes de böylece uyumuştu zaten. Alp benim koltuğumu da yatak haline getirdi ve ceketiyle üzerimi örtüp sarılmaya devam etti. Uykusuzluğa daha fazla dayanamayan gözlerim kapanırken Mete'nin sesini duyar gibi oldum.

 

"Abi, o iyi olacak mı?" dedi.

 

Benim abim vardı. Mete gibi benim de bir abim vardı ve bu bana iyi hissettirmiyordu.

 

Aynı Gün Saat 11.00 İstanbul

 

Herkes evine dağılınca ben de Özel Edilgen Hastanesi'ne gitmiş ve Kıraç'ın odasına dalıp dikişleri yenilemsini rica etmiştim(!).

 

Öncesinde eve uğrayıp kandan arınmıştım tabi.

 

Dikişler devam ederken Kıraç'ın koluma dokunup bana bakmasını sağladım. Dikkatle işini yapan gözleri benimkilerle buluştu.

 

"Kıraç son iki gündür baş ağrım çok arttı. Dediğin gibi ilaçları azalttım fakat yine içmek zorunda kaldım." dedim stabil bir sesle. Kıraç işine dönerken cevapladı.

 

"Normaldir. Uzun zamandır ilaç kullanıyorsun. Aniden azalttın. Biraz dayan. İyi olacaksın Zemheri. " dedi.

 

Uzun zamandır ne kadar iyi olduğum tartışılırdı.

 

"Bir de burun kanamaları başladı." dediğimde kaşları çatıldı fakat bana dönmeden konuşmaya devam etti.

 

"Bunun birçok tıbbi nedeni olabilir fakat uykusuzluk en büyük etkenidir. Bir de yoğun iş hayatı eklenince vücüdun seni uyarıyor artık bittim sal beni diye."dedi gülerek.

 

"İş hayatı?" dedim alay ederek. İş hayatımdan kastı mafya işleriydi sanırım.O da güldü ve sargıyı bitirirken konuştu.

 

"Kayla Zemheri güçlü ve idealist bir iş kadını. " dedi alayla.

 

"Sadece Zemheri peki?" dediğimde ciddileşti.

 

"İşte ona yorum yapamaz kimse. Zira onu o bile tanımıyor. Kafası kızdığında yapabilecekleri ön görülemez." dedi.

 

Doğru söze ne denirdi?

 

Başımı sallayıp koluna iki kez vurdum.

 

"Hayırlı olsun Kıraç Edilgen. Artık resmen ve fiilen masa üyesisin." dedim ciddiyetle.

 

Kaşları şaşkınlıkla yukarı kaktığında beş yaşındaki çocuk gibiydi.

 

"Bu sabah baban bana geldi , durumu bildirip iznini aldı. Masadan ayrıldı ve sessizlik yeminini etti." dediğimde gözle görülür biçimde mutlu olmuştu.

 

"Çok şükür be!" dedi neşeyle bağırarak. Etraftaki doktorlar ve hemşireler şaşkınlıkla Kıraç'a bakmıştı.

 

Bu haline gülüp oradan ayrıldım. Cidden masa üyesi olmayı bu kadar istemesi tuhaftı. Fakat şaşırdığım söylenemezdi. Çünkü Edilgenler toptan garipti. Babasıyla olan maceralarımızdan sonra Kıraç normal kategorisine giriyordu.

 

Telefonumun çalmasıyla arka cebimdeki yelefonu aldım ve Alp'in aracının arka koltuğuna attım kendimi. Araba çalıştığımda bilinmeyen numarayı cevaplayıp kulağıma götürdüm.

 

"Nerdesin sen Kayla? Her yerde seni arıyoruz dünden beri. Bulamayınca kafayı yedik." dedi Muerte.

 

"Sakin ol Muerte." dedim alayla. Araba ani bir frenle durduğunda hafif öne sendeledim. Alp arkadına doğru dönmüş kocaman gözlerle bana bakıyordu.

 

"Muerte mi dedin sen?" dedi Alp dehşetle. Başımı ne var bunda dercesine sallarken arkadan Muerte konuşuyordu.

 

"Erkek sesi mi o?" dedi. "Kiminlesin sen?" dedi merakla.

 

"Özel korumam kendisi. Fakat sizi ne ilgilendirir Muerte?" dedim kaşlarımı çatarak.

 

"Oha ya! Şu an resmen Muerte ile konuşuyorsun. Çok havalı lan!" dedi bağırarark Alp. Şok içinde ona baktım.

"Senin karşında şu an Kayla Zemheri duruyor Alp!" dedim şaşkınlıkla ve ekledim. "Muerte halt etmiş yanında." dediğimde telefondan kısık gülüş sesi geliyordu.

"Abini mi kıskandın sen? Oy yerim kız seni." dedi. Birisi ona İspanya'da nam salmış bir mafya lideri olduğunu hatırlatmalıydı.

 

"Eve gel de çay içek." dedi Muerte hâlâ gülerken. Evet, evet 'içek' dedi.

 

"Annem ' Kızımı korkuttunız iki katil. Eve gelmiyor işte sizin yüzünüzden. Eğer kızım gelmezse ben giderim.' diye tutturdu." dedi sesini Serpil Hanım'a benzetip. Baya da benzetmişti ha.

 

"Kızının da katil olduğunu unutuyor." dedim göz devirerek.

 

Alp yola tekrar dönmüştü.

 

"Andıç Zemherinin evine sür Alp." dediğimde Muerte'nin yüzüne kapadım telefonu.

 

"Çay içek ailemle." dedim alayla.

 

Alp aynadan kısa bir an bana bakıp yola koyuldu.

 

"Muerte ne iş?" dedi bana.

"Andıç Zemheri'nin ilk çocuğu kendisi." dedim koltuğa yayılarak. Ani bir frenle araba tekrar durduğunda sinirle Alp'e baktım.

 

"İyi de biz Andıç Bey'i araştırınca tek çocuğu gözüküyordu. O da ölü olduğunu düşündükleri sendin." dedi Alp boynunu bana çevirerek.

 

"Andıç Zemheri eski BigBang masasını dağıtan o efsana suikastçi." dedim babamdan bahsetmiyormuş gibi. Kaşlarını çatıp anlamaya çalışır gibi bana baktı Alp.

 

"Kimse o masanın nasıl dağıtıldığını bilmiyor. Masa üyeleri kim bilmiyoruz net bir şekilde fakat mafya üyeleri bir bir ölmüştü o dönemde." dedi Alp önüne dönüp arabayı tekrar sürmeye başlarken.

 

"Bana sadece o masanın dağılması gerektiğini söyledi. Bence güçlü bir nedeni vardı. Kimse elindeki o denli güçü bir grubu paramparça etmez. Hem de tüm çetelerin peşine takılacağını bilmesine rağmen." dedim Alp'e.

 

"Çok merak ettim nedenini doğrusu." dediğinde onu onayladım başımla ve yola çevirdim bakışlarımı.

 

"Muerte'nin namını çok duydum. Tek adam kendisi. İspanya'daki her mekana girebildiğini duydum. Düşmanları bile mekanlarını ona açmak zorundaymış." dedi Alp.

 

"Biliyorum. Babam öldükten sonra başka ülkelerin mafya gruplarına sardım bir süre. Kozlarımı büyütmek için her birini araştırdım, içlerine ajanlar soktum. Fakat Muerte'nin zekası onun hakkında edindiğim bilgileri fazlasıyla kısıtladı." dedim ben de ona dönerken ve ekledim.

 

"Fakat birgün başardım." dediğimde Alp ile gözlerimiz kesişti dikiz aynasında.

 

"Sonra ne oldu peki?" dedi Alp merakla.

"Bir gece ölüm emrini verecekken saçma bir şekilde resmini istedim ajandan. Neden istediğimden pek emin değildim fakat yüzünü merak etmiştim bu genç mafyanın. Merak uyandıran bir aurası vardı. Belki ondandır. Belki de namını kıskandım. Sonuçta kısa sürede adından bahsettirdi. Ben de kim bu diye resim istedim galiba. Bana bir fotoğraf geldi. Bir çay bahçesinde elinde kahve fincanıyla oturmuş karşısındaki adamla konuşuyordu." dedim ve derin bir nefes çektim içime.

"Gözleri koyu yeşildi Alp." dedim.

"Kıyamazdım." dedim yutkunurken.

Alp derin bir nefes çekti içine ve arabayı hızlandırdı.

 

Zemheri malikanesine giriş yapmıştım. Alp dışarıdaydı. Güvenliğimden emin olamadığı için Mete'nin de bir gurupla buraya gelmesini emretmişti.

 

Zili çaldığımda hemen açılan kapıyla Serpil Zemheri resmen üzerime atlamış ve bana sıkıca sarılmıştı. Ben de kısaca elimi sırtına koyup hemen çekmiştim. İnsanların bana sarılması pek alıştığım durum değildi.

 

İçeriye girdiğimizde Andıç Bey hemen koltuktan kalkmış ve bana sıkıca sarılmıştı. Hemen arkasından ayaklanan Ayaz Zemheri hafif tebessümle baş selamı verip mutfağa yönelmişti.

 

"Kızım hoşgeldin. Kusura bakma söyleyemedik sana hemen. Çünkü kimse bilmiyor bir çocuğumuz daha olduğunu." dedi hemen arkamdaki Serpil Hanım çekingence.

 

"Gerçekten sorun değil Serpil Hanım. Bir an garip geldi sadece." dedim üzmemek için. Onlar da ailesini koruyordu sonuçta. Saklamaları mantıklıydı bile.

 

"Biliyorsunki ailelerimizü korumak bu işlerde çok zor. Bem de korumaktansa gizlemeyi seçtim kızım. Umarım anlarsın bizi. " dedi üzgünce Andıç Bey.

 

"Sizin yerinizde olsam ben de aynı kararı verirdim Andıç Bey. Size bir suç bulmuyorum emin olun. " dediğimde ikisi de rahatlamıştı. Bu kez eski haline dönen Andıç Bey bana takılmayı da ihmal etmeyerek mutfağa yöneldi.

"Ayrıca Bey ve Hanımı bırakıp anne babaya geçiş yapıyorsun. Bozuşuruz yoksa."

 

Kafamı hafif tebessümle iki yana sallayıp ben de peşinden ilerledim. O arada Serpil Hanım da mutfağa girdi ve çayları doldurmaya başladı. Ayaz Zemheri'nin hemen yanına oturduğumda tek boş kalan yere de Serpil Hanım oturmuştu. Bu görüntü huzur vermiş gibi içini çekti Andıç Bey. Onların gözünde aileleri tamamlanmıştı. Tam on dokuz yıl sonra dört sandalye de doluydu. Lakin ben burada olsam bile kızlarına asla kavuşamayacaklardı.

 

Bana o kadar çok geç kalınmıştı ki artık gelmeleri beni buldukları anlamına gelmezdi.

 

Bozmayacaktım. Ailesini tam şu an tamamlandı olarak görüyorsa, görsündü. En azından varlığım birkaç kişiyi mutlu ederdi.

 

Önümdeki çayı yudumlarken Andıç ve Serpil Zemheri kendi aralarında gülüşüp sohbet ediyordu. Benim yüzümde mimik oynamazken Ayaz Zemheri elindeki tabletle işlerini hallediyor olmalıydı. Onun da yüzünde mimik oynamıyordu.

 

Birden kaşları hafif çatılır gibi oldu. Telefonunu alıp birinine mesaj attı. Ben çayımın son yudumunu da alırken Ayaz Zemheri'nin gözleri benim üzerimde durdu. Kaşaları hâlâ çatıktı ve bir şeyleri anlamaya çalışır gibi bana bakıyırdu.

 

"Dün neredeydin Kayla?" dedi sakin bir tonla.

 

"Ankara'ya gittim." dedim tek kaşımı kaldırarak.

 

O sırada Serpil Hanım ve andıç Bey de bize dönmüştü. Ayaz'aın yüzünde serseri bir gülümseme meydana geldiğinde Andıç Bey konuştu.

 

"Bir sorun mu var oğlum?" dedi tehditvari bir şekilde.Ayaz kendini tutamıyor gibi kahkaha attığında ciddi ortam da dağılmıştı. Sanırım tek ciddi taraf bendim. Zira yüzümde tek bir mimik bile hareket etmiyorken Ayaz'a dik dik bakıyordum.

 

Gülmekten gözü yaşaran Ayaz gözündeki yaşları silip sol elinin işaret parmağıyla beni gösterdi. Solaktı galiba.

 

"Senin kızın tamamen sana çekmiş baba." dedi nefesi düzene girerken. Ne alakaydı?

 

"Dün İspanya'nın çetelerinden biri Türk İstihbaratına erişim sağlamak için kodlar gönderip hacklemeye çalışmış. Çok zor olsa da durdurmayı başarmışlar. Bizim çetelerden biri yaptığı düşünüldüğünden her yer aranıyormuş özel bir ekiple. İki ülke arasında teknolojik bir yarış başlayacak muhtemelen yakında. Siber suç için soruşturma başlatmışlar." dedi Ayaz.

 

Andıç Bey kaşlarını çatıp sordu "Seni etkilemiyor değil mi? Ayrıca kızım ne alaka lan?" dediğinde kafasını onaylayarak salladı.

 

"İspanya yok olsa da Muerte sağ kalır. Kimse hesap soramaz." dedi hâlâ gülümserken ve bana çevirdi bakışlarını.

 

"Güvendiğim adamlardan biri saldırının ya gerçekten İspanya'dan yapıldığını ya da bir manyağın Ankara'ya gidip oradan saldırıp suçu ülkeye attığını söyledi ki İspanya'da öyle bir saldırı olsa benim haberim kesin olurdu." dedi.

 

"Kızım,tamam benden hoşlanmadın. Eyvallah. Da niye iki ülkeyi birbirine kanlı bıçaklı yapıyorsun?" dedi alayla ve çayından kocaman bir yudum aldı.

 

Adamdaki rahatlığa bak!

 

Andıç Bey bir bana bir oğluna bakıp şaşkınca anlamaya çalışıyordu olanları. Serpil Hanım'sa bunlara alışmış olsa gerek çaydanlığı alıp çay doldurmaya başlamıştı.

 

"Canım sıkkındı Muerte. Kişisel algılama." dedim gözlerine bakamazken. Dibime girerek gözlerimi gözlerime kitledi. Gözlerini hemen benden uzaklaştırmalıydı.

 

Anılar doluyordu zihnime. Anılar can yakardı. "An"a dönmeliydim.

 

Kendine gel Kayla.

 

"Bırak artık herkese adıyla ya da hiç sevmediği lakaplarıyla konuşmayı. Abinim ben senin Kayla." dedi teessüf edercesine. İçimden bir şeyler kıpırdanmıştı sanki.

 

"Abinim ben senin ve sen benim kız kardeşimsin Kayla. Bu... bu mucize gibi bir şey. Artık mezarına bakarak değil gözlerinin içine bakarak anlatabilirim sana her şeyi." dedi gözlerimin en derinine bakarken onun gözleri bana hiç yardımcı olmuyordu. Anılar gözlerimin önüne hücüm ediyordu.

 

"İlk adımını,ilk kelimeni, ilk koştuğun zamanı görememiş olmak sen hayattayken daha fazla acı veriyormuş." dedi gözlerinden olmayan anılarımızın düşmesine izin vererek. Benim zihnimdeyse bir anı açılmıştı. Acı veren bir anı.

 

Babam beni eğitmek için bir kış vakti dağ evlerinden birine götürmüştü. Buz gibi bir hava vardı. Eksi yirmi dereceyi görmüştü hava. Bir gölü vardı dağ evinin. İçine on üç kova buz boşaltılmıştı çalışanlar yardımıyla. Kollarım ve ayaklarım sıkıca bağlanmıştı. Kollarımın sızldığını şu vakit bile hatırlıyordum. Bu yüzden olsa gerek elim bileğime gitti korumak istercesine. Üzerimde bir tişört ve siyah bir şort vardı. Çıplak ayaklarımı karın soğuğu adeta kesiyordu.Babam bana direktiflerini sıralarken omzumu sertçe itmiş ve göle düşmemi sağlamıştı. On yaşındaydım. Henüz beni kızı olarak görmüyordu. Kendisine veliaht yetiştiriyordu. Buz gibi suda onun koyu yeşil gözlerine bakıyordum. Nefesimi tutmak zorlaşırken koyu yeşil gözleri benden asla ayrılmıyordu. Ayazın da gözleri tam o tona sahipti. Annesinin de gözleri yeşildi ama tam bu ton değildi. Ayazın gözleri koyu yeşildi. Babamı hatırlatıyordu. Onu hatırlamak bana iyi gelmiyordu.

 

"Kayla iyi misin? Burnun kanıyor." dedi Ayaz endişeyle.

 

Toparla kedini Kayla. Zayıf noktanı görmelerine izin verme?!

 

Masadaki peçetlerden biriyle burnumu tutup kanamasını kestim. Bana korkuyla bakan aile üylerine gilümsedim. İyiydim. Niye endişe ediyorlar anlamıyordum.

 

"İsmimi ne koymak istemiştiniz doğmadan önce." dedim bu kez zorla da olsa gülümseyerek.

 

Konu onları mutlu etmiş olsa da hâlâ biraz endişeliydiler. Doktora gittiğimi ve bir süre burun kanamalarım olabileceğinden bahsettikten sonra biraz daha içleri rahatladı.

 

Serpil Hanım gülümsedi bu kez ve kıkırtı döküldü dudaklarından. Bu kıkırtı mutfaktaki iki erkeğin de gülümsemesini genişletti. Buradaki iki erkeğin de tek zaafı bu kadın olmalıydı.

 

"Abin ismini koymayı çok istediğinden ona sormuştuk babanla. Bayağı araştırma yapıp her yerde isimler araştırır olmuştu." dedi Serpil Hanım.

 

"Hatta bir defteri vardı. İçinde onlarca isim vardı." dedi alay ederek Andıç Bey. Ayaz homurdanırken Serpil Hanım devam etti.

 

"Son kararı Kayla olmuştu. Nasıl denk geldi bilmiyorum ama annen zannettiğin kadın da aynı ismi koymuş sana." dedi buruk bir tebessümle Serpil Hanım.

 

Bunun üzerine Ayaz'a baktım. Bana bakıyordu sadece. Çözmeye çalışıyordu beni tıpkı Andıç Bey gibi. Beni çözmezlerdi. Ben istesem onaları ruhuna kadar analiz edebilirdim fakat onlar beni analiz edemezdi. Bunun eğitimini yıllarca almıştım ben. Eğitimden önce ben kendimi insanlardan korumak için çok küçük yaşlardan beri tepkilerimi ve kişiliğimi saklamayı öğrenmiştim. Bin farklı insana dönüşebilirdim. Kimse de anlamazdı ben olduğumu.

 

"İsmimi söylediğimde sevinmiş gibiydin. Bu yüzden sanırım." dedim Ayaz'a bakarak.

 

Başını kabul ettiğini belirtircesine salladı.

 

Çaylar geldiği için çaylarımızı içtik ve oturma odasına geçtik. Ben de kanlı peçeteyi çöpe atıp yüzümü yıkadım o arada ve koltuğa attım kendimi. Ayaz annesinin kucağına başını koymuş ve beni izliyordu. Annesi saçlarıyla oynarken belli etmese de çok huzurluydu.

 

Andıç Bey şefkatle onları izlerken ben de hafifçe gülümsedim. "Önceki hayatın nasıldı kızım?" dedi Serpil Hanım merakla. Diğerlerinin de bana dikkatle bakmasını sağlamıştı bu durum.

 

"Annem sandığım kişi bir hayat kadınıymış. Babamı aramak istemedim bu yüzden hiç. Annem yani eski annem ölünce beni yurda vermişler. Orada dokuz yaşıma kadar kaldım. Sonra Emir Sarmaşık adında ünlü bir iş adamı evlatlık aldı beni. Fakat o da iki yıl önce vefat etti. İş hayatı biraz karışıktı." dedim. Yüzeysel olarak durum buydu.

 

"Ne okuyorsun peki?" dedi Ayaz.

 

"Yazılım okuyorum hâlâ. " dedim. En azından bir gün gitmiştim. Bu da sıyılırdı. Zaten hepsini özel hocalarla çok küçük yaşlardan beri birçok alanda ustalaşmıştım.

 

"Resmiyette bir okul okusam da çok küçük yaşlardan beri eğitim aldım. Mühendis kadar bilgiye sahibim aynı zamanda. Teknik çizimler yapabiliyorum. " dedim.

 

"Bunlar yasal olanlar. Masada neler yapıyorsun peki. Patronları kim?" dedi Ayaz. Bu Andıç Bey'i gülümsetti.

 

"Kendisi üye değil ki oğlum. Bizzat kurucusu." dediğinde hemen yerinden doğruldu Ayaz.

 

"Ciddi misiniz siz? Ben dalga geçiyorsunuz sanmıştım." dedi.

 

Söylemiştim Alp'e. Benim otoritem daha fazlaydı işte!

 

Ülkeye değil dünyaya hükmeden bir masadan bahsediyoruz. Dünya üzerinde benim ünümü yıkacak bir güç tanımıyordum. BigBang masasını öyle bir noktaya taşımıştım bu güce akıl sır ermezdi.

 

"Mümkün değil." dedi Ayaz. Olmamasını umduğu fakat artık gerçekleri de kabullendiği belliydi. Namımı duymuş olmalıydı. O da bu işlerdeydi sonuçta.

 

Andıç Bey'in zamanından çok daha kötüydü artık işler. İnsanlar daha acımasızdı. Çok daha fazla kan vardı avuçlarımızda. Bunu bilen iki lider olarak Ayaz ile bakışlarımız kesişti. Benim işkencelerimle olan namımı biliyordu. Benim de onun öldürdüklerini bildiğim gibi. İkimiz de saygı duyduk birbirimize ve bizi bu noktaya getiren hayattan başkasına öfkemizi kusmadık. Odadaki diğer analizciye renk vermeden çektik gözlermizi birbirinden.

 

"Bu gece burada kal Kayla. Oda hazırlattık sana. Korumaların da gelmiş zaten. Bizim evde bir şey olmaz ama biz de artırdık yine korumaları. " dedi Ayaz derin bir nefes eşliğinde. Boğazına oturmuş düşüncelerinin olduğunu görebiliyordum. Bana anlatmak istediği ve benimle ilgili öğrenmek istediği tonlarca şey vardı ve fakat o sadece sustu. Saygı duydu yaşananlara.

 

Başımı salladım usulca. "Geç oldu zaten. İyi olur. Ama erkenden çıkmam gerek. Şimdiden söyleyeyim. Yine gelirim ama. Endişe etmeyin." dedim. Hiçbirini üzmek istemiyordum.

 

Tuhaftı ama onlar benim ailemdi. Annem vardı. Babam ve bir abim vardı. Annemle babamın kanı damarlarımda akıyordu ve artık kanımdan nefret etmeme gerek yoktu. Çok güzellerdi. Büsbütün her şeyiyle. Çok güzellerdi.

 

Keşkelerin ardına saklanan biri değildim artık ama bir keşke dolanıyordu kalbimde. Keşke karışmasaydı çocuklar. Bu ailenin bir parçası olabilirdim belki. Gerçi bunun da peşini bırakmayacaktım. Nasıl çocuk karışabilirdi Allah aşkına? Dizi mi çekiyorduk?

 

Odama gittim iyi geceler faslından sonra. Ne kadar uyuyamayacağımı bilsem de yatağa attım kendimi. Oda beyaz ve toz pembe tonlarında çok güzel bir olaydı. Silahımı yastığına altına koyup giysi dolabına yöneldim. Fakat boştu. Tahmin ettiğim gibi bedenimi bilmediklerinden alışveriş yapmamıştı Serpil Zemheri .

 

Yan oda Ayaz'ındı. Odaya direkt daldığımda boğazıma bir kol dayandı. Boşluğuma gelmişti. Lanet olsun!

 

Nefesim tam kesilecekken kol birden çekildi ve ışıklar yandı. En azından nefessizlikten karanlık görmüyormuşum.

 

"Kayla çok üzgünüm. İyi misin?" dedi Ayaz endişeli gözlerle. Tahmin ettiğim gibi Ayaz'dı. Bu yüzden karşılık vermemiştim.

 

"İyiyim. Tişört alacaktım senden uyumak için." dediğimde endişeli gözlerinin yerine ufak ışıltılar almıştı. Nedenini anlamasam da umursamadım. Odası beyaz ve gri ağırlıklıydı fakat renkler dışındaki benimkinin kopyasıydı.

 

"Kayla,bize alış olur mu? Biz seni çok uzun zamandır bekliyoruz. İfadesiz dursan da bize hâlâ alışamadığını ve bunun için de uğraşmadığını hissediyorum." dediğinde kesinlikle haklıydı.

 

"Bazen bazı şeyler için çok geçtir Ayaz." dediğimde tişörtü bana uzatıp anlamaya çalışırcasına bana baktı.

 

"Bir aile olmak için asla çok geç değidir Kayla. Yeterince kana bulanmış hayatımız zaten. Bırak biraz mutlu olalım. Akışa kapılalım." dedi.

 

Mutluluk bana çok uzak bir kavramdı. Bunu anlayabilmesi için benim hayatımı en başından yaşamalıydı.

 

"Kapılalım bakalım Ayaz Zemheri." dedim tebessümle. Onlarla bir derdim yoktu. Bir suçları da yoktu. Hatta en masumu onlardı. Onlar yıllarca Kayla'yı aramıştı. Bulduklarını düşünüyorlardı. Küçük Kayla yıllarca her gün anbean ölmüştü. Onu istesler de bulamazlardı.

 

Ayaz birden sarıldı bana sıkıca ve burnunu saçlarıma dayayıp derince kokladı.

 

"Çok fazla düşünüyor gibisin gözlerin çok hızlı tarıyor etrafı. Başını ağrıtır bu. En azından ailen yanındayken mola ver kendine." dedi sakin ve yumuşak bir tonla ve derin bir nefes daha alıp ayrıldı benden. Mayışmış gibiydi.

 

"Evine hoşgeldin Kayla. İyiki geldin güzel kardeşim. Ailene iyiki geldin. " dedi gözlerini gözlerime kitleyip derin nefesler alırken.

 

Yarım olan ne varsa şu anda tamamlanmış da asıl şimdi yaşama nedenini bulmuş gibi bakıyordu. Gözlerindeki buram buram özlem tamamen gerçekti. Hiç gelmemiş biri nasıl özlenirse o kadar özlemiş gibiydi.

 

Oysa işin garip yanı hiç beklememiş olmama rağmen her anımda onu beklemiş gibiydim. Ruhumda huzur bulan bir parçamı inkar edemezdim.

 

Başımı eğdim ne yapacağımı bilemeyerekve odadan çıktım hızlıca. Kısık bir gülüş duyar gibi oldum arkadan.

 

Odama girip tişörtü üzerime geçirdim ve yatağa attım kendimi. Özel yapım telefonu alıp istihbarattan çaldığım belgelere girdim.

 

Bu gece bunları halledecktim. Bakalım istihbarat kimleri seçmişti beni yakalatmak için?

 

Gece uzundu ve yakalamam gereken ajanlar vardı.

....................

İstihbarattakiler kaç kişi olacak sizce?

 

Ya da görevleri neler olacak?

 

Ya sipahiler?

 

Abisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Fikirlerinizi paylaşın lütfen:)

 

Vote ve yorumlarınızı bekliyorum kuzularımmm.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere:)

 

Loading...
0%