Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.Bölüm: İstihbarat Ajanları

@gizem_aden

Öncelikle herkese uzun bir ardan sonra

merhaba:)


Kişi tanıtımını sonra yapamaya karar verdim ama en azından istihbarat ajanlarını bu bölümde tanıyalım ve biraz aksiyona doyalım istiyorum.


Öykü Mete ve Alp üçlüsünü de biraz yakından tanımaya ne dersin?


Keyifli okumalar;)



6.Bölüm:İstihbarat Ajanları


Gece saat 2.43'ü gösteriyordu. Uykusuzluğa zaten alışmış olan bünyem bunu yadırgamasa da vücudumun ağrıdığını hissediyordum. Tüm dosyaları okumam bir saatimi almıştı. Ezberleyip ayrıntıları öğrenmek için ise son bir saattir dosyalara gömülmüş durumdaydım elimdeki tablete. Düşündüğümüz gibi bir düzine değil sadece 6 kişi atamışlardı İstanbul'a. İki gün önce gizli bir helikopter yardımı ile sadece en üstlerin bilgisi dahilinde buraya iniş yapmışlardı. 4 erkek ve 2 kadından oluşuyordu grupları.


Erkeklerden en kıdemlisi Ege Karahanlı. Yirmi dokuz yaşındaydı. Sayısız gizli operasyona katılmıştı. Yüzün üstündeki operasyonlarından sadece ikisi olumsuz sonuçlanmış diğerleri başarıyla tamamlanmıştı. İyi bir eğitim almıştı. Ailesi sayılı zenginler arasındaydı fakat ailesiyle on dokuz yaşından beri konuşmadığı ve bir daha irtibat kurmadığını öğrenmiştim. Kalabalık bir ailesi yoktu ve tek çocuktu. Anne ve babası kendi hâlinde insanlardı. Anne emekli hemşire babası ise holding sahibiydi. Kayıtlara göre babası Karahanlı mirasından tek kuruş bile bırakmayı düşünmüyordu.



Sare Ay. Anne ve babasını terörist saldırısında kaybetmiş asker çocuğu. 25 yaşında. Kendisi işinde çok iyi bir polis. Aynı zamanda özel görevler için kullanılan bir ajan. İki yüzbaşı özel olarak eğitmiş. Tam bir silah uzmanı. Güçlü fakat ailesinden kalma tramvaları için uzun zaman tedavi görmüş.



Doğukan Sever. Annesi İtalyan, babası Türk. Keskin nişancı ve aynı zamanda ekibin doktoru. Tıp 4 ten terk. Nedeni bilinmiyor fakat yakında bulurum. Tıptan sonrada birkaç yıl tamamen dağınık yaşamış. Sonrasında askeriyeye girmiş. Şu an 32 yaşında ve grubun en yaşlı ikinci kişisi. Anne ve babası kendi hâlinde insanlar. Kardeşi Selçuk da şu an tıp okuyor. Selçuk'un ikizi ise Selin Sever. O da bilgisayar mühendisliği okuyor.



Melisa Gündoğdu. 25 yaşında. Dövüş sanatları uzmanı ve asker. Rütbe belirtilmemiş. Gizli tutuluyor. Anne ve babası kendi hâlinde insanlar. İki ablası da avukat. Fakat ablaları ile uzun zamandır görüşmediğini kısa bir araştırma sonucunda öğrenmiştim.



Selçuk Yılmaz. İstanbul doğumlu bilişim uzmanı. Ünlü şirketlerde uzunca bir süre çalışmış, ekibin en yaşlı üyesi. 48 yaşında. Kardeşi yok. Anne ve babası ölü. Biraz araştırma sonucu Emir Sarmaşık'ın eski şirketlerinden birinde bir süre staj yaptığı lakin sistemde gözükmediğini bulmuştum . Üzerinde tekrar durmam gereken bir konuydu. Lakin sonraya bırakıyordum.



Son ajanımız İlker Bağcı. 22 yaşında. En genç üye ve tam bir serseri. Adı birçok ünlü kadınla yanyana anılmış. Tam bir gece adamı. Zengin biri fakat aileden değil. Yine meşhur gecelerinden birinde yaşlı ve de zengin bir kadın nedeni belirsiz miras bırakıp yakın zamanda ölmüş. Bu en sevdiğim ajandı kesinlikle. Burada analizci olarak not düşülmüştü . Kadınları nasıl etkilediği anlaşılıyordu buradan. Yaşlılarla çıkmak gibi bir huyu yoktu aslında yani magazinlerde hep zengin ve genç kadınlarla anılıyordu. Neyse yakında çıkardı bunun da kokusu.



Belgelere ek yeni bilgiler eklemek aslında yorucuydu çünkü bu kişiler neredeyse ölü gibiydi. Tüm bilgiler çok gizliydi fakat gerekli olduğu da bir gerçekti.


Yorgunluk da uzun zamadır bana yabancı bir kelime olarak varlığını sürdürdüğü için benlik bir sorun yoktu.


Böyle sıkı bir grup görmeyeli bayağı uzun zaman oluyordu. Birileri beni yakalamayı gerçekten de kafaya takmıştı anlaşılan. Gerçi uzun zamandır devlet işlerine de burnumu sokmuyordum. Sarmaşık imzalı birkaç terörist hariç tamamen elimi ayağımı çekmiştim zira sütten ağzım yanmıştı ve ben yoğurdu üfleyerek yemekte kararlıydım.


Böyle kozlara sahip biri dikkat çekerdi elbet lakin ben bilerek kozlarımın binde birini bile kullanmıyorken beni engellemek istemeleri şaşılasıydı. Bir şekilde güçlü olduğumu anlamış olmaları muhtemeldi. Fakat gücümün kaçta kaçını gördükleri de tartışılırdı.


Saat 5'e gelirken göz kapaklarımın yorgunluktan kapanmasıyla uykuya daldım. Telefonun titreşmesiyle aniden gözlerim açıldığında gözlerimi ovuşturup esnedim ve telefondan saate baktığımda iki saat kadar uyuduğumu fark ettim. Üzerime dün giydiklerimi tekrardan giydim ve telefona gelen bildirimi açtım. Black'ten gelen bildirimde Sipahilerle ilgili bir şeyler bulduğu fakat anlamlandıramadığı kadar tuhaf bir şekilde ilerleyemediği yazıyordu. Egosundan olsa gerek "Böyle bir şey söz konusu bile olamaz Kayla Hanım. Bir şeyler dönüyor olmalı." diye kendini de haklı çıkarmaya çalışan iki adet mesaja göz devirip "Önce bana ajanların üssünü bul. Sipahiler sonraki iş." diye hızlı bir mesaj attım. Bununla da sevgili gibi sürekli mesajlaşırken buluyordum kendimi. Hiç sevmezdim ama Black seviyor olmalı ki alışkanlık edinmişti. Mesajı yazdıktan sonra saçlarımı sıkıca topladım ve hızlıca hazırlandım.


Sipahiler gerçekten tuhaf bir gruptu. Kendilerinin izin verdiği ölçüde onlar hakkında bilgi sahibi olabilirdiniz ve inanın bana başkalarının onlar hakkında bir şey bilmesini istediklerini zannetmiyordum. Gizli bir örgüt olmaktan zevk aldıklarını bile düşünüyordum ama şu da bir gerçekti ki böyle acımasız bir grubun özünde bir o kadar acımasız bir geçmiş yatıyor olmalıydı. Amacı olmayan bir grup gösteriş sever ve gizlilikten çekinip oradan oraya savrulurdu. Bunun örneği birçok grup görmüştüm ve sonucundaki yıkım gerçek kaosun ta kendisiydi. Bu grup daha ötesiydi. Başka bir şey vardı. İdealleri olduğu düşüncesinde olsam da gerçekten öylesine işledikleri de birçok cinayetleri vardı. Yada öyle düşünülmesini istiyorlardı ki korkulan birileri olarak gizemini korusunlar. Ah, Allah aşkına ben hangisiyle uğraşacaktım?


Ajanları düşünecek olursak da onları seçerken her şeye dikkat etmeleri kuvvetle muhtemeldi. Hepsi hakkında koz bulmak da zaman alacaktı. Zamanla bir derdim yoktu fakat etrafımdaki insan sayısı artıyordu ve korumam gereken insan sayısı arttıkça da dikkatim dağılıyordu. Güvenilir insanlar bulmam gerekiyordu. Evden çıktım ve derin bir nefes aldım. Bir yandan da düşünüyordum. Kapıda Mete'nin aracı duruyordu.


Mete'nin aracına geçtiğimde araç çalıştı ve Mete ''Günaydın Kayla. Nereye sürüyorum?'' dedi. ''Şirkete gidelim ama öncesinde seninle şöyle bir dost düşman listesi hazırlasak ya ? '' dediğimde homurdanan Mete'ye kaydı bakışlarım bu kez.


"Daha ufkum açılmadı Kayla zihnim nasıl çalışsın ya ? '' dedi inanmazcasına.


''Şu an sen bile düşman olabilirsin çünkü tek gözüm görmüyor sanırım.'' dediğinde bende onunla birlikte kahkaha atmış ve radyoya uzanmıştım. Tamam, biraz kafamın içindeki tilkileri sessize alabilirdim.


Dayanamam Bu Son Gidişine çalmaya başladığında Mete ile göz göze geldik. Sahiden tek gözü hala hafif kapalıydı ve bu benim gözlerimi büyüterek daha da çok gülmeme sebep olurken ikimiz de şarkıya eşlik etmeye başlamıştık.


Mete tek eliyle kıvırtmaya çalışırken tek eliyle de direksiyon tutuyordu. Ben de ona eşlik ederek ellerimi gözlerimin hizasına çıkarıp sağa sola çevirerek dans ediyordum. Kahkaha atmaya başlayan Mete birden öksürmeye başlayınca bu haline dehşetle bakıp hemen su uzattım. Araba kısa bir süre sağ sol yapıp düzelmişti. Derin nefesler alırken şarkı da bitmiş yerine soft bir şarkı başlamıştı.


''Lan gülmekten ölüyordum Kayla. Hem de gerçek anlamda.'' dedi şok içinde Alp. Bu halime bir kahkaha daha patlattım ama hala şok içinde ona bakıyordum. Gerçekten çocuk gibiydi. Gerçekten.


"Ha unutmadan Kayla. Öykü seni akşam yemeğinde bekliyor. Yeni bir tarif denemiş. 'Siz anlamıyorsunuz dağ ayıları Kayla gelsin o da baksın tadına' dedi küçük cadı." dedi biraz sonra. Yüzünde oluşan huzurlu gülümseme benim de yüzümde yer edindi. Başımı aşağı yukarı olur anlamında sallarken önüme döndüm.


"Onun dersleri nasıl gidiyor. Zorlanıyor mu?" dedim.


Öykü'yü de özlemiştim. Çok olgun bir yanı olsa da çocuksu yanını hep koruyordu ve bu yanı içten içe onu kıskanmama yol açıyordu. Kötü anlamda değil fakat bazen onun yerinde olmayı gerçekten çok istiyordum. Fakat tüm bunlar onun adına mutlu olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.


"Gayet iyi. Bazen kafayı yediğini düşünüyorum derslerden dolayı ama üstesinden geliyor. Güçlü bir kız ne kadar bebek gibi davransa da dersleri konusunda çok hırslı. İçinden başka bir şey çıkıyor dersler söz konusu olduğunda." dedi Mete derin bir nefes alıp şirketin önünde arabayı sakince durdururken.


"Öykü çift kişilikli değil tam aksine karakteri oturmuş bir kız. Bir şeylere bağlanıyor sadece. Bence bu çok güzel bir şey. Bırak de hayatını nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşasın. Bizim öyle bir şansımız yoktu. Onun olmalı çünkü bunu hak ediyor." dedim ve araçtan indim. Kapıyı kapatmadan elimdeki siyah kaplı defteri ona uzattım.


"Sana birkaç isim veriyorum Mete. Baştaki adam dostumuz. Diğeri ikisi için de araştırma yaptım fakat dostumuz mu değil mi öğrenmemiz lazım. Derinlemesine bir araştırma istiyorum senden. İki günün var. Her şeyi öğren. Kozlarımız da buna dahil." dedim gözlerimi kısıp kendimden emin bir şekilde ona bakarken.


"Neden dost arayışındayız Kayla?" dedi sorgularcasına Mete. Etrafı hızlıca kolaçan edip gözlerimi tekrardan Mete'nin yüzünü çevirdim ve ciddi bir şekilde ona baktım.


"Çünkü Mete, düşmanımız sadece bizim değil dostlarımızın da düşmanı ve birkaç müttefik en azından birkaç düşmanı başımdan çeker de diğerleri için daha güçlü elle oyuna gireriz." dedim kararlı bir sesle.


"Zira düşmanlarımız dört yandan saldıracak bu kez ve arkamda sağlam adamlara ihtiyacım var." dedim kısık bir sesle.


"Sence birden bu kadar düşmanın ortaya çıkması ve devletin de yıllar sonra bu işlere el atmasının altında başka bir şeyler olabilir mi Kayla? Daha büyük bir şeyler. Belki daha tehlikeli bir şeyi örtüyor olabilir mi?" dedi ciddiyetle Mete. O da korkuyordu. Bir şeyler döndüğünü o da hissediyordu. Tüm bunların arkasında gizlenen başka bir şey.


"Büyük bir oyunun içindeyiz Mete. Çok uzun zamandır öyleyiz çünkü bu işlere girmek demek strateji savaşlarında geçirilecek bir ömür demek. Poz kesmek demek. Defalarca. Üzüldüğünü belli etmemek demek. Mutluluk için bir şey demiyorum bile zira bu oyunların girişinde bıraktığımız ilk duygu bu olur. Sonrası silikleşir ve duyguların karmaşıklaşmaya başlar. Oyunlarına sen bile inanmaya başlarsın. Biz bir oyunun içindeyiz. Bu yüzden evet , bu da mümkün ama aynı oranda mümkün de değil. Sen de bunu hiç ön görmemiş gibi poz kesip hayatına devam edeceksin ama el altından sanki bu yüzde yüz doğru bir bilgiymiş gibi araştırmaları yürüteceksin ve bu yüzden de güvenilir adamlara ihtiyacım var Mete. Bu mecrada ne kadar mümkünse o kadar çok dost lazım. Yani çıkar ilişkileri kuracağız. Çok fazla hem de." dedim kısık sesimle devam ederek.


"Tamam hallederiz. Şirketten çıkarken haber verirsin." dedi Mete düşünceli bir şekilde. Kafasında binlerce tilki kol geziyordu. Buna emindim. Başımla küçük bir onay verip aracın kapısını kapattım.


Mete önümden hızla geçerken sakince arkamı dönüp şirkete ilerledim. Girişte birkaç çalışanla günaydın faslı bitirdikten sonra asansöre bindim ve katı tuşladım. Başımı asansörün duvarına yaslayıp derin bir nefes aldım.


Son zamanlarda her şey üst üste geliyordu sanki. Artık savaşmak istemediğim zamanlar oluyordu ama savaş alanındayken isteklerin pek de bir önemi kalmıyordu.


Savaş alanında birileri kaybetmeden savaş kazanılmazdı.


Odama çıktığımda direkt olarak önümdeki dosyalara gömüldüm. Uzun zamandır tam olarak ilgilenemediğimden biriken şirket işleri gözümde büyüse de uzun zaman sonra işlerle tam verimli ilgilenmek bana da iyi gelecekti.


İşleri bitirdiğimde omzumdaki ağrıyı dindirmek için sandalyeme iyice yaslandım. Önümde dört adet bitmiş kahve kupasına bakıp ofladım. O arada gözüm bir duvarı tamamen kaplayan kurşun geçirmez camın hemen önünde duran beyaz karanfillere takıldı. Derin bir nefes alıp iyice esnedim ve masanın sol köşesinde duran su şişesini alıp pencerenin önüne adımladım. Sürekli bulunduğum her yerde mutlaka bir yerlerde ekili karanfillerim olurdu. Beyaz karanfiler. O kadar güzeldi ki. Sakince sularken bir an, kısa bir an sekiz yaşıma gittim sanki. Siyah elbisesi ile annesi zannettiği kadının mezarına giden ve onu öldürdüğü için ondan özür dileyen küçük kızı gördüm sanki. Elinde tuttuğu beyaz karanfili toprağın üzerine bırakıp uzaklaştı oradan Kayla Zemheri. O vakitler annesini masum biliyordu. Kırgın ya da kızgın değildi. Annesi zannettiği kadın sadece annesiydi o zamanlar ve Kayla Zemheri yapayalnızdı. Mezardaki birinden özür dileyerek yanında olmasını isteyecek kadar hem de.


Uzun zaman geçmişti üzerinden ve bazı şeyler küçükken ne kadar üzücü olursa büyüyünce de öyle derin izler bırakıyordu.


Artık atlatmıştım hatta nefret ettiğim bir kadından başkası değildi annem olduğunu düşündüğüm kadın zira Serpil Zemheri zorunda kalarak girmemişti bu yollara. Bunu tam aksine bu çukurdan çıkarmaya çalışan insanların olduğunu biliyordum. Bir vakitler nedenlerinin olmasını ve zorunda kalarak bu yola girmesini çok istemiştim. Çünkü o vakit suçlayacak kişi annem değil başkaları olurdu. Ya da hayata lanetler okuyan ama annesini seven bir kadın olurdum şimdilerde. Lakin bazı şeylerin nedeni olmuyordu. Bazen gerçekten sadece öyleydi işte. Aksi yanı suçlayacak kimse kalmayınca omuzlarına binen o ağırlıktı.


Aslında çok fazla çiçek seven birisi değildim. Doğaya aşık biri hiç olmamıştım ve tam bir teknoloji aşığıydım ama gel gör ki beyaz karanfiller çok uzun zamandır hep bir yerlerdeydi ve beni geçmişten birkaç güzel anıya gönderiyordu.


Kapının tıklatılmasıyla gel komutunu verdim ve masama yöneldim. Gelen Karabulut'tu. Üzerine siyah bir takım elbise giymiş içine beyaz gömlek ve siyah kravatla tamamlamıştı. Kravatı hafif gevşek duruyordu.


Uykusuz değildi fakat sabahın erken saatlerinde kalkmış olmalıydı ki yorgun sayılırdı. Elindeki dosyaları bırakırken ekledi "Günaydın Kayla Hanım. Önümüzdeki ihaleler için şirketler hakkındaki son ayların raporunu istemiştiniz. Onları getirdim." dedi dosyası masaya bırakırken. O arada ben de rahat sandalyeme oturdum ve dosyalara şöyle bir göz attım. "Kavimler İşletme'nin detaylı dosyası için mail istemiştim. Onu gönderdin mi peki?"dedim diğer şirketleri önemsemeden. Piyasada hızlı büyüyen şirketlerden biriydi ve bana takmış durumdaydı. İhalelerde bana ters köşe yapmasını engellemem lazımdı. Diğerleri yıllardır bildiğim ve tanıdığım şirketler olsa da Kavimler birinin maşası olabilirdi ve buna hazırlıklı olmalıydık.


"Evet Kayla Hanım. Yarım saat önce elinize ulaşmış olmalı."dedi ve odayı gezmeye başladı. Kaşları ciddiyetle çatılmıştı ve kravatını biraz daha genişletip bir düğmesini de açmıştı. Kaşlarım hayretle kalktığında bir yandan da maili açıp okumaya başladım ve alayvari sesimle konuşmaya başladım.

"Kayla Zemheri'nin odasındasın Egemen. Camlar kurşun geçirmez,duvarlar ses geçirmez ve canlı hiç kimse de odama kayıt cihazı bırakıp yaşamaya devam edemez. Kayıt cihazı için özel geliştirilmiş bir sistem var ve konulan her türlü sistemi odaya girdiğinde bozar. Arama boşuna." dedim.

Derin bir oh çeken Egemen Karabulut önümdeki siyah deri koltuklardan birini çenesiyle işaret ederken ekledi.

"Müsade var mı Kayla Hanım?"

dediğinde başımı ağır ağır sallayıp onayladım.


"Zemheri, dedem dediğin işleri halletti." dedi ve derin bir nefes aldı. Sorunu bu olmayacak kadar ciddiydi. Ciddiyetimi takınıp maili ardından bilgisayarı kapattım ve ayağa kalkıp tam karşısındaki siyah deri koltuğa oturdum. Ellerimi birbirine kenetledim ve dirseklerimi dizlerime yaslayıp çenemin altına koydum ve zorlansam da gözlerimi gözlerine kenetledim. Gözleri hipnoz olmuşçasına gözlerimde oyalandı ve derin bir nefes daha aldı.


"Dinliyorum Karabulut. Sorun nedir?" dediğimde konuşan Zemheri idi.

"Zemheri sana çalışma prensiplerimizden birini açıklamak zorundayım fakat hem sizin hem bizim güvenliğimiz için bu prensiplerin bilinmemesi gerekli."

"Zemheri sözü." dedim kimsenin haberi olmayacağını ve aramızda kalacağını kesin bir söze bağlayarak. Derin bir nefes daha alıp hafifçe bana doğru eğildi.

"Bizim güvenlik bariyerlerimiz birçok katmandan oluşur. Geçilmez duvarlara eklenen sarsılmaz bariyerlerden söz ediyoruz. Ancak bu bariyerlerin ardına sırlar gömmeden önce yeryüzündeki her bir izini sileriz. Sanki var olmamış gibi. Her bir işlemi, yürüdüğü yolları, okuduğu okulları, aklına gelebilecek her şeyi birbir sileriz. İzi bile kalmaz." dedi kendinden emin bir şekilde. Tüm sırlara değinmiyor , hiçbir şey de gizlemiyordu.

"Zemheri herkesin izini silerken onun tüm izlerini de görmüş oluyoruz. İster istemez. Sen zaten silik bir hayat yaşadın. Zira Emir Sarmaşık senin izlerini bizzat silen kişi. Bu beklendik bir şeydi fakat seninle ilgili bir şeyler var. Bir şey bulduk. Bir video. Daha doğrusu bir tür depo kaydı. İçeriğine değinmek istemiyorum Zemheri. Seninle mi ilgili emin değiliz. Görüntü kalitesi çok iyi değil. Fakat görmen gerekli. Gece yarısına kadar görüntü kalitesini artırmaya çalışacağız. Sana gönderirim. Ama hazırlıklı ol. Emir Sarmaşık ile ilgili. " dediğinde başımı ağır ağır sallayıp onayladım.

Babamı bir videodan görecek olsam da onu özlemiştim ve beni etkilemesi yalnızca özlem duygusunun kalbimde vuku bulması olurdu ve bu benim için sorun değildi hem de hiç.


"Kayla..."sesi titreşmişti. Devam etmedi. Zoraki bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına ve ayağa kalktı. Gerilmiştim. Kravatını düğmesini iliklediği gömleğine doğru çekip düzeltti ve izin isteyip dışarı yöneldi. Kapının kapanma sesi odada yankı yaparken titrek bir nefes bıraktım soğuk odanın içine. Bir ürperti kalbimi sarıp sarmalarken ben de ihale için gerekli belgeleri imzaladım ve dosyaları düzenli bir şekilde masama dizip odadan çıktım. Telefonu elime aldım ve bir yandan mesaj yazarken bir yandanda asansörü es geçip merdivenlere yöneldim.


İzlemek zorunda bırakıldıklarım epeyce fazlaydı ve dehşete düşüren cinsdendi. Bu nedenle izleyeceklerim izlediklerimi geçemezdi.


Mete'ye haber veren mesajı gönderdiğimde dış kapıya kadar gelmiştim. Dışarıya tamamen çıktığımda yağmur çiseliyordu. Oldum olası güneşi daha çok seven biri olarak bu yüzümü buruştursa da soğuk damlalar daha iyi hissetmeme sebep olmuştu. Kapıda bir süre daha beklemek zorunda kalmıştım. O sırada da Alp arabasıyla önümde durmuştu. Ben de arabaya bindiğimde Alpin arabasının ısısıyla dışarının ne kadar soğuk olduğu gerçeği daha da anlaşılıyordu. Yakında kar yağışı başlardı. Bugün de kar beklendiğine dair bir şeyler görmüştüm telefonda. Arabada bıraktığım iki silahtan birini belimdeki gümüş renkli silahın çaprazına taktım ve rahat koltuklara iyice yerleştim.


"Kayla akşam bize geliyormuşsun." dedi Alp hafif gülümsemeyle.

"Öykü hanım istemişse boynumuz kıldan ince Alp biliyorsun." dedim omuzlarımı gayri ihtiyari indirip kaldırırken.


Araba ani frenle dururken ben de öne sendeledim. Korkuyla Alp'e bakarken o da önüne korkuyla bakıyordu. Hemen önümüze baktığımda ıssız bir yola saptığımızı farkettim. Alp'e odaklandığımdan yola dikkat etmemiştim. Farklı bir yoldaydık.


İşin tuhaf tarafıysa yol değil karşımızda namluyu bana doğrultmuş ve nefes nefese bize bakan adamdı. Doktor buradaydı ve namlunun ucu bana dönüktü.


Bir sonraki bölümde biraz kaosa kapılmaya ve aklınızın karışmasına ne dersiniz.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere..


Seviliyorsunuz...


.


Loading...
0%