Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7.Bölüm:paris-Antikacı

@gizem_aden

7.Bölüm:Paris-Antikacı


Kaşlarım ne olduğunu anlamayarak çatıldığında Alp de hemen silahına kuşanmış ve karşımdaki adama namluyu doğrultmuştu. Arkamızdan gelen iki araçtan adamlarım da inerken herkes pür dikkat Doktor'un ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu, benim gibi.


Ne yaptığını yeni anlamış gibi eli kısa bir süre titreyen ve nefesi dizginlemeye çalışan Doktor silahı beline yerleştirip bana korkusunu gizlemeye çalışıp dikleşerek baktı.


Araçtan sakince indiğimde iki adım arkamdan da silahını indirmeyen Alp geliyordu.


Acelesiz bir tavırla omzumdan Alp'e baktım.


"Neden farklı yoldan gidiyorduk Kozdağ."dedim gayet sakin çıkan sesimle.

Kaşlarını çattığını hissediyordum.

"Bu yoldan gitmemizi söyledin Kayla. Artık daha dikkatli hareket etmemizi söyledin. Daha gizli hareket etmemiz gerekiyormuş." diyen şaşkın sesi beklemiyordum.


Unutmuş muydum?

Ben?

Unutmak?


Doktora baktım bu kez sertçe.


"Bana namluyu doğrultma cesaretini kimden alıyorsun?" dedim ardından ve adamları kafa işaretimle arabalara yönlendirdim. Sadece Alp kalmış ve silahı sabit bir şekilde Doktor'a yöneltmiş, gözlerini kırpmadan bakmayı sürdürüyordu. Doktor bunu zerre takmayıp sert ve umursamaz olan o sarsılmaz duruşuna geri dönerken de konuşmaya başladı.


"Üzgünüm Kayla farkında değilim ne yaptığımın." dediğinde sözünü Alp kesti.

''Sen bunu tanıyor musun Kayla?" dedi meraklı bir sesle Alp.

"Anlat Doktor." dedim bu kez. İkisi de şaşkınca birbirine baktı ve anlamaya çalıştılar ve fakat ben de anlamıyordum.

"Korkma Alp'e güvenim tam. Seni ifşalayacak birisi değil. Sabrım tükeniyor Doktor. Anlatacak mısın artık?."dedim sert bir şekilde.


"Size saldırı düzenlemeye çalışan bir grup vardı onları engelledim ama ajanlarla ilgili konuşuyorlardı. Ankara'dan gelmişler sanırım. Ellerinde BigBang ile ilgili belge varmış. Kayla bunu elde etmelerine imkan yok. Tehlikede olabiliriz. Seni uyarmaya geldim." dedi Alp'i umursamayarak ve birkaç adım daha attı bana doğru. Alp bu hareketle birlikte hemen yanıma gelip Doktorun ayağının hemen bitiminde ki çakıl taşlarına ateş etti.

''Hadi tek bir adım daha atmayı dene ve bana bir neden ver.''


Doktor şaşkınca Alp'e bakarken ben de Alp'e hayretle baktım. Bu kez Doktor da onu görmezden gelmeyerek "Ben Doktor'um farkındasın değil mi. Var oluş amacım karşımdaki kadını korumak. " dedi hayretle.


"Karşımdaki kişi ben bile olsam Kayla'nın güvenliği konusunda emin olmadan yaklaşmasına izin vermem Doktorcuk. " dedi alayla Alp ve tehlikeli bir gülüş takındı yüzüne.


"Sorun yok Doktor bilgileri ben verdim zaten." dedim ve topuğumun üzerinde 180 derece dönerek arabaya yöneldim. Doktor kaşlarını çatmış anlamaya çalışırken Alp sorgulamayı çoktan bıraktığıdan silahı beline yerleştirip alayla Doktorcuk'a baktı ve peşimden gelerek sürücü koltuğunda yerini aldı.


"Gelmiyor musun Doktorcuk." demeyi de ihmal etmeyen Alp bana doğru eğildi ve kısık bir sesle ekledi.

"Oha ya! Cidden koskoca Doktor burada ve ben tanıyorum. İmzalı resim falan mı alsam. Büyük hayranıyım ben bunun var ya. belli etmeyeyim de bir yerleri kalkmasın şerefsizin. " dedi çenesiyle buraya adımlayan Doktor'u gösterirken.


Doktor homurdanarak arka koltuğa yayıldığında biz de yola devam etmiştik arkamızdaki iki araçla.

"Planın nedir?" dedi Doktor başını koltukların arasından çıkarıp ikimize de göz gezdirirken.


"Çocuk gibi bu ya. Çek kafanı oradan. Sahte Daktır." dedi homurdanarak Alp.


"Kayla bir şey demiyor sana ne oluyor Kozalak." dediğinde boşluğuma geldi ve gülmeye başladım. Kendimi durduramıyorken Alp bana ve Doktora öfkeyle bakmaya çalışıyordu. Asıl o çocukça davranıyordu şuan. Ağzıma fermuar çeker gibi yaparken hâlâ gülmemi kesemiyordum.


"Sen de mi Kayla ya?" diyen Alp mızmız çocuklar gibi trip atıp aracı kullanmaya devam etti.


Ben de sonunda duran gülüşümle derin bir nefes almıştım ki dikiz aynasında kıkırdayıp arka koltuğa yayılmış Doktor'u görünce aynı anda kahkaha atmaya başladık.

Alp sizden adam olmaz bakışını bize gönderip kafasını sağa sola sallarken aynı zamanda da gülüşünü saklamaya çalışıyordu.


''Konuşabileceğimiz bir yere gidelim ve adam akıllı tanışalım sonra geçeriz Öykü'nün yanına'' dedi Alp yoldan ayırdığı bakışlarını bana yönlendirirken. Bence de mantıklı olduğundan onayladım ve koltukta iyice yayıldım.


Araba yol ayrımından sağa doğru dönerken ben de Doktor ile ilgili konuları Alp'e aktarmaya başladım.


Ne kadar hayranlığını belli etmemeye çalışsa da gözlerindeki parıltı ve ses tonu kendini ele veriyordu ve bu da Doktorun çok hoşuna gitmiti. Yol ikisinin küçük atışmalarıyla sürerken benim de arada ikisini azarlamam gerekiyordu. Hoşuma gitmediğinden değil ama bu durum kesinlikle garip bir hal almıştı. İkisinin ileride çok iyi dostlar olacağına da emindim.


Araç sessiz bir restoranın önüne döndüğünde Doktor ve ben aynı anda duruşumuzu dikleştirip kapıları açtık ve sakince kapattık. Bu durum komiğime gitse de ciddiyetimi takınıp ilerlerken Doktor da benimle aynı anda adımlamaya başladı. Alp onaylamazsa kafasını iki yana sallayıp cıklarken sağ tarafıma da o geçmişti.


Nostaljik, kahve tonlarına bürünmüş geniş mekâna giriş yaptığımda ılık hava da tenime çarpmıştı. Garsonlar dan biri hemen yanımıza adımlayıp boş bir masa gösterdiğinde biz de masalara geçtik ve yemeklerimizi söyledik. Klasik bir müzik çalıyordu mekânda.


Bileğimdeki altın renkli ince saati bileğimden aldım.


"Kayla neden istihbarata bilgi verdin. Masayı ifşa edebilirler. Bu büyük bir kumar." dedi Doktor. Gözlerinin cevap beklercesine üzerimde dolandığını hissetsem de bileğimden aldığımı saati ters çevirdim ve pil olan kısmını önümdeki masada bulunan bıçakla açtım. İçinden çıkan küçük siyah çipi aldım ve Doktor'a uzatırken gözlerimi gözlerine kitledim.


"İstihbarat henüz bilgiye ulaşmadı. Bilgiye ulaşacak bir yol açtım. Ancak ulaşamayacaklar. Birkaç hatalı belge edinecekler sadece. Hata yapmalarını istiyorum Doktor. Hata yapsınlar ki aralarında tartışmalar başlasın. İstihbaratla bir derdim yok ama bana bulaşırlarsa istihbaratın tek derdi ben olurum." dedim gözlerimi kısıp Doktora eğilmişken, ardından çenemi hafif eğerek elimdeki çipi gösterdim.


"Vücuduna bir yere taktır bunu. Kanınla aktif olacak bir çip. Uğraştırdı ama hallettim. Sende kalsın." dediğimde konuşmanın ve son söylediklerimin etkisiyle başını salladı ve eline aldı. Baş ve işaret parmağıyla siyah küçük kare çipi çevirip ne olduğunu anlamaya çalıştı.


"Nedir bu?" diye soran bu kez de Alp olmuştu.


"Ne olduğunun önemi yok. Bana güvenmek zorunda. İyiliği için." dedim rahatça arkama yaslanırken ve ağrıyan omzuma sağ elimle hafifçe masaj yaptım.


Doktor'a masayla ilgili bilgileri bilmesi gerektiği kadar anlatan Alp ile ben de yemeğimi bitirdim.


Birkaç saat kadar sonra Doktoru yolda bir yere bırakmış ve güvenlikle ilgili birkaç planı da ona aktarmıştık. Hemen ardından biz de Öykü'nün yanına gitmek için yola koyulmuştuk. Alplerin evi neredeyse benim evim kadar güvenlikle doluydu. Geniş bir bahçesi vardı.


Öykünün özel hobilerinden biri de çiçeklerdi ve bahçe rengarenkti. Arabanın açıp camından buram buram gelen çiçek kokusunu içime çektim.


"Çiçekleri sevmem ama Öykü sevdirecek kadar güzel bir bahçe yapmış burayı. Baharı evinize sığdırmış küçük cadı." dedim gülümseyerek.


Yüzündeki yorgun ama samimi gülüşle onayladı beni ve arabayı durdurdu geniş bahçenin ilerisindeki evlerinin hemen önünde.


''Bazen gerçekliğini sorguluyorum Öykü'nün. Hayatlarımız bu kadar kana bulanmışken git gide o hayatı benimsiyoruz ama böyle de bir hayat var. Ölüm kalım savaşı olmadan bahçende çiçek yetiştirebileceğin. Bambaşka bir hayat daha mevcut Kayla. Öykü bilmiyor yaptığımız bir çok işi. Ona göre ihale yarışlarında karşımıza çıkabilecek saldırılar için adamlar var bahçede. Ona göre işkence çekmeden araba kazasında öldü annem ve babam. Keşke bazı şeyleri bilmesek biz de.''


''Yorulduğunun farkındayım Alp. Yılları geri de alamam ama ölmemek için öldürdüğümüz her canla artan düşmanlarımızı öldürmeliyiz. Hem de öyle çok ve canice yapacağız ki bunu bir yenileri eklenemeyecek intikam için. Pes edemeyiz.'' dedim.


Artık pes etmek diye bir ihtimal yoktu. İkinci bir ihtimali vardı Alp'in yıllar öncesinde. Anne ve babasının katilini hiç araştırmayıp hayatına devam etseydi bu işlere hiç karışmazdı ama intikam duygusu öngörülemez derece de korkutucuydu en nihayetinde. Yapmam dediğimiz bin türlü şeyi yapmıştık Alp ile birlikte.


Son zamanlarda başka bir çaresizliklik vardı ama Alp'te. Pişmandı sanki bu işlere girdiğinden. Artık aldığı intikamın hazzı da bu pişmanlığı silmiyordu sanki. Oysa bu işlere girmemesi için de her şeyi yapmıştım bir zamanlar. Lakin gel gör ki yalnız kalmak istemeyen bencil bir kısmım da vardı ve bu işlere girmesine gerçekten sevinmişti o kısmım.


''Çoktan kaybetmişiz gibi konuşuyorsun Alp.'' dedim neşeden uzak bir gülüşle.


''Bakışları anında bana dönmüştü incelediği bahçeden ve kaşları da beni azarlarcasına çatılmıştı.


Arabanın koltuğunda kayıp iyice bana döndürdü bakışlarını ve ciddi miyim diye beni sorgulamaya başladı fakat ciddi olduğumu anlayınca yalancı gülüşüme daha da sinir olduğunu belli eden bir bakış atmaktan geri durmadı.


''Bizim oyuncusu olduğumuz bir oyunda kaybeden biz olmayız Kayla. Öyle düşünüyorlarsa henüz oyuna girmemişizdir.''


''Öyleyse seni korkutan ne Alp,sorun ne?''


''Öykü ve Mete benim her şeyim ama Öykünün yeri çok başka biliyorsun. Ona bir şey olmaması için her şeyi yaparım Kayla. O benim masum kalan tarafım. Çok masum,çok savunmasız. Ona bir şey olursa ne yaparım ben bilmiyorum. Yaşayamam gibi geliyor. Çok seviyorum onu ve bu bende kendimin bile korktuğu bir koruma iç güdüsüne sebep oluyor. Hata yapmaktan korkuyorum Kayla.'' dediğinde önümüzdeki iki katlı evin kapısı açıldı ve sarı upuzun saçları beline dökülmüş pembe pijamalarıyla Öykü koşarak arabaya yöneldi. Yüzündeki çocuksu gülümseme ve yerinde duramayan çocuklar gibi hoplayarak gelmesi beni de gülümsetirken son kez Alp'e baktım.


"Elim sağlam Alp. Sevdiklerimi koruyabilecek kadar sağlam en azından. Benim korktuğum Öykü ya da ailelerimiz değil. Ben bizi korumaya çalışıyorum. Kötüler daha da kötü. Biz de melek sayılmayız ama artık şeytana işini biz öğretecek kadar stratejik düşünmeliyiz. Halledilmeyecek meseleler değil. Sen sakinliğini koru. Bana sağ lazımsın."dedim tebessümü eksik etmeden. Onlara bir şey olmasına izin vermezdim.


Öykü tam arabanın kapısının önünde durup yerinde zıplamaya başladığında kahkaha atıp arabanın kolunu kavradım ve açtığım gibi de Öykü'ye sımsıkı sarıldım.


"Kayla çok özledim seni. Hoşgeldiniz."


"Bakıyorum da pabucum dama atıldı hemen."


"Ya abi olur mu öyle şey. Ben ikinize de yeterim." deyip bu kez de sımsıkı abisine sarılan Öykü'yle içeriye doğru adımlamaya başladık.


Sürekli konuşarak gelmediğim günleri telafi etmek istercesine her gün neler yaptığını anlatırken ben de arada ufak tepkiler vererek onu dinliyordum.


Burası gerçekten aile gibi hissettiren yerlerden biriydi benim için. Lüksden ziyade daha minimalist ve soft bir evdi. Koltukların birine kendimi arttığımda bir süre daha sohbet etmiştik ve Öykü'nün zorla ağzıma tatlı sokması ve Alpin bizi ayırma çabaları Mete'nin zili çalmasıyla kesilmişti.


Hep birlikte film izlemiş, havadan sudan konuşmuştuk. Öykü'nün çok aksiyonlu diye aktardığı okul maceralarını dinlerken hepimizin aksiyon kavramına bakışının değiştiğine emindim ve bu içten içe bana da komik geliyordu.


Öykü en sonunda koltukta uyuya kalmıştı. Beni daha uzun süre görmek için direndiğini biliyordum. Gece üçe geliyorduki ancak uyuyakalmıştı. İşler iyice karıştırığından onu da çok ihmal etmiştim ama bir süre daha böyle devam etmeliydik.


Mete ve Alp ile de BigBang dedikodusu yapmıştık biz bize kalınca. Gerçekten. Dedikodu.


"Bana verdiğin isimleri hallettim. Bir tanesi tuhaf ama. Sadece bir adrese ulaştık onunla ilgili. Paris. Ülke ismi resmen şuna bak."dedi Alp yüzünü ekşitirken ve peşinden de müdürlerini sıraladı.


"Asıl hakkında bir şeyler bulamadığımız insanlara karşı temkinli olmalıyız Mete. Nereden bulduk bu dost-düşman listemizi?"


- Ben verdim Alp. Eski BigBang masası arşivlerine ulaştığımı biliyorsunuz. Masayı kurmadan çok önce henüz adamları bile seçmeden yani. Resmen yer altına gömülü bir yer, daha doğrusu sığınak buldum ve içinde eski masa üyelerinin kuralları ve kozlar vardı. Bir çoğunun yanıp gittiğine eminim ama sanki orası unutulmuş gibiydi. BigBang'in de öncesine ait gibiydi ama BigBang üyeleri ve yer altındaki nüfuslu insanlara ait bilgiler vardı. En önemlisi de bazı insanlar masaya karşı borçluydu ve masa var olduğu sürece borcunu ödemeliydi.


-Nasıl yani? Yer altından birileri şu an sen öl desen ölecek kadar nasıl borçlanmış bir örgüte?


- Mete BigBang mafyaların yemek toplantısından çok daha fazlası. Ben tekrar kurduğumda masayı, dünyada ki tüm örgütler, çeteler, kaçakçılar ve daha bilmediğimiz onca teşkilatlanma bir anda ayaklandı biliyorsunuz. Ne olduğunu kavrayamadık bir süre.


- Evet Kayla. Hatta Emir amca olmasaydı ve biz de ilk günden beri her gruba bizzat yetiştirdiğimiz adamları yerleştirmesydik açık hedeftik. Ancak yaptıkların onları bile kendine hayran bıraktırdı ve korkuttu da.


- Doğru Alp. Ama daha fazlası var. Babamın zaten bir imparatorluğu ve birçok adamı kendine bağlayabilecek belgeleri vardı. İstese evlenip bir çocuk yapıp kendine veliaht yapamaz mıydı?


-O ne demek şimdi Kayla? Emir Sarmaşık yani baban daha büyük bir şey mi planlıyordu?


-Babam bilerek başkasını istedi bence Alp. Kendi kanından, canından birine bu kanlı mirası bırakmak istemedi. Kendi mirasını, kendi imparatorluğunu belki bir noktaya kadar ama onun bile midesinin kaldıramadığı ama elde etmek istediği başka bir şey vardı. Ve bence bu BigBang masanın ilk kurucusu ile ilgiliydi. Arşiv dediğim gibi çok eski. Bence Andıç Zemheri bile bilmiyordu olan biteni. Ondan da eski olduğunu düşünüyorum. Bir nokta da masanın gizli bir özelliği kaybolup gitmiş ve hangi noktada inan bilmiyorum.


-Bu gücü istiyorsa eğer Emir amca, ardındaki o gizli şeyleri de biliyor olmalıydı, öyle değil mi abi?


Konuşan Mete idi ve sesi anlamaya çalışırcasına kısılmıştı.


- Öyle olmalı Mete. Kayla'yı kızı gibi görmesi uzun zamanını aldı Emir Sarmaşık'ın. Kızı olarak kabul ettiğinde de masanız karanlık kısmından vazgeçip Kayla'nın istediği kadar karanlığa batırmasını istediği kadar iyi kalmasını istemiş olmalı. Değil mi Kayla?


Kızı gibi görmesi uzun zamanını almıştı.


"Kesinlikle Alp. Bu Paris denen adam da işte bizi bu masanın gizli geçmişine götürecek adam. Almanya'da ki kartellerden biri çok eski bir belgeye ulaşmış. En yaşlı kartellerden biriydi bu. İlk kurulan silah tüccarlarındandı ve BigBang o zaman da var olmalı ki belgeyi BigBang ile imzalamış. Tek bir imza yetmiş alışveriş için. Tehdit yok, cayma şartları ve sonuçları yok, sadece alınan silahlar ve verilen paraların listesinden ibaret. Belge çok eski ve yıpranmış olsa da 1913 yılına aitmiş ve özel olarak korunmasına rağmen yıprandığı için emin olamamışlar bu yüzden geç bildirdiler bana."


"Şimdi eminler mi peki BigBang ile ilgili olduğuna?" konuşan Mete olmuştu hayretle.


"Eminler Mete. BigBang'in kurucusu imzalamış ve üzerinde tek bir isim varmış. O da Paris."


"Nasıl yani Kayla? Bu kadar yaşlı biri ölmüştür. Ölü birini mi arıyoruz?"


" Hayır Mete. Sandığımız gibi o mu kurdu emin değilim. Ama adamın adı Paris değil. Lakabı Paris sadece. Benim Sarmaşık soy adını kullanarak operasyonlar ve katliamlar yaptığım gibi düşünün. Paris bir lakap. O lakabı çok nadir bazı bölgelerdeki belgelerde gördüm. Çok ciddiye almamıştım başta. Yani sizin de dediğiniz gibi Paris ne Allah aşkına? Ama derin bir araştırma yaptım ve karşıma özellikle silah ticaretiyle ilgilenen çetelerin arasında antikacı diye anılan biri çıktı. Yani Paris lakaplı aile. Aile diyorum çünkü sürekli bilgiler ve güç babadan oğullarına geçmiş ve aileden tek kişi bu lakabı kullanarak işlem yapabilmiş. Yapılan bu işlemlerin geneli silah ticaretiyle ilgili ama başka bir ticaret daha var. Almanya'nın altını üstüne getirttim ve bazı şeyler buldum. Başka bir ticaret daha dönüyor. Belki kimyasal silah belki füze, ya da bombalar bilinmiyor. Sadece alınan para miktarlarlarının olduğu ve Paris'in imzası olan iki belgeye ulaştım." dedim hikâye anlatır gibi ve uykusuzluktan esnedim.


"Neyse işte. Şu adrese yarın bakarız. Ben yatmaya gidiyorum." dediğimde ikisinin de bu konuya kafa yoracağını bildiğimden onları kendi hâline bıraktım ve buradaki odama yöneldim.


Ardımdan iyi geceler dediklerinde ben de onlara dilemiş ve odama çıkıp kendini yatağa atmıştım. Biraz uyumalıydım çünkü başım çatlıyordu.







 

Sabah 7.30


Başımdaki alışkın olduğum ağrıyla gözlerimi açtım ve elimle anlımı ovuşturup ayağa kalktım.


Bugün burada takılmayı planladığımdan dolayı mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya koyuldum.


"Kolay gelsin Kayla, dur ben de yardım edeyim abimler kalkarken birazdan."


Öykü uyku mahmuru hâliyle bana yardım etmeye koyuldu. Dün geceki uykusuzluğu nedeniyle hala tek gözü kapalıyken yumurtaları kıran Öykü'ye alttan alttan gülüp devam ettim ben de kahvaltı hazırlamaya. Yarım saat içinde her şeyi halletmiştik. O arada da Alp ve Mete takım elbiseleri içinde içeri giriş yapmışlar ve sofraya kurulmuşlardı.


"Tekrar gel Kayla ya. Abimler herkesle konuşmamı istemiyorlar. Tehlikeli olabilirmiş. O yüzden çok arkadaşım yok. Zaten bir kız geldi yeni okula. Benden yüksek aldı bir dersten. Sinirlerim bozuldu. İki gündür o derse çalışıyorum."


"İstediğinde herkesten iyi olabileceğini biliyorum Öykü. Kendine yüklenme. En iyisi olmak zorunda değilsin. Hata yapmak da iyidir bazen."


" Haklısın. Yine de başkası benden daha yüksek alınca kendime engel olamıyorum. Hayır kız zeki biri de değilki. Anlamıyorum yani."


"Pis egoist cadı." deyip Öykü'nün saçlarını sağ eliyle karıştıran Mete'ydi.


Öykü Mete'nin elinden kurtulup sinirlice Mete'ye bakarken Alp de Mete'nin ensesine sertçe vurdu. Bu Öykü ve beni güldürürken bu kez de Mete alttan alttan sinirle Alp'e bakıyordu.


"Rahat bırak lan kardeşimi." diye eklemişti gülmemeye çalışırken.


Atışmalarla geçen kahvaltının ardından Öykü'ye sımsıkı sarılıp tekrar gelme sözü vermiş ve araçlara binmiştik. Günün planını yaparken de şirkete varmıştık.


Bugünkü ihale için hazırladığım raporları şirketten aldım ve ihalenin gerçekleşeceği şirkete gittim. Yanımda Egemen ve Alp vardı ve yol boyu yapılacak AVM ile ilgili fikirlerimizi ve ihale de vereceğimiz miktar üzerine konuştuk.


İhalede yeni büyümeye başlayan şu şirket de olacağından biraz fazla hazırlanmıştım buna zira genelde bu işleri Egemen ve ekibine yıkadım.


Ancak beklediğimin aksine her şey yolunda gitmiş ve ihaleyi alarak oradan ayrılmıştık.


Egemen şirkete geçerken biz de yemeklerimizi yemiş sahil kenarında bir kafede oturuyorduk. Mete ve Alp karşımdaydı.


İkinci telefondan Helin Ergüven bana bir mesaj atmış ve bu gece konuşması gerken bir konu olduğunu kendisinin eski depolarından birinde de buluşan öleceğimizi yazmıştı. Nedenini tahmin edebiliyor olsam da ona onaylayan bir cevap yazmıştım.


"Şu antikacıya ait adrese baktık Kayla. Sadece siyah bir zarf vardı. Yıkık dökük bir bina. İyice araştırdık ama inşaat halindeyken terk edilmiş ve yapımı tamamlanmamış bir binadan ibaretti. İçinde bir koltuk ve masa vardı sadece. Bir de masanın üzerinde küllük. Söndürülmüş sigaralar doluydu ama küflenmişti. Epey uzun zamandır kullanılmadığı kesin.


Küllüğün altında da eskimiş siyah bir zarf işte. İçinde bir şey yoktu ama kimsenin öyle bir yerde zarf bırakmayacağına eminim. Ya mektup açıldı çoktan ya da farklı bir şey var. Yine de sana getirdik." dedi Alp ceketinin iç cepinden siyah orta boydaki zarfı çıkarıp bana uzatırken.


Bunun altındaki şeyi de bulurduk elbet.


"Helin Ergüven'in şehir dışındaki deposuna gitmeliyiz." dedim.


"Bir sorun mu var?"dedi Alp sorgularcasına.


"Hayır, beni çağırdı sadece. Muhtemelen masaya görebilmek adına bir şeyler zıvalayıp duracak. Gitmesem de silah sevkiyatlarını aksatarak trip atıyor. Biliyorsunuz." Dedim.


"Of, sorma son reddetişinde iki kamyon silahımızı havaya uçurmuş ve yanlışlıkla ateş ettiğini söylemişti." dedi Mete o anı hatırlayıp yüzünü buruşturarak.


"Hayır! Keskin nişancı olmasa ve elindeki keskin nişancı tüfeği olmasa inanırdım da. Öyle bir anlatıyor ki sen ona teselli verirken buluyorsun kendini." dediğinde Alp , bu kez ikimiz de gülerek Alp'e bakmıştık.


"Kayla hatırlıyor musun Alp de Helin'e teselli vermeye gidecekti zor tutmuştuk." dedi hâlâ gülerek Alp'e bakarken ve bu Alp'in homurdanmasına sebep olmuştu.


"En azından hasarı karşılıyor." dedi bu kez Alp takdir edercesine.


Konuşma bittiğinde biz de ayaklandık ve arabalara binerek yola koyulduk. İki araç daha peşimizden geliyordu.


Bakalım bunun altından ne çıkacaktı.


Depoya şehrin bayağı dışında bir yerdeydi. Gitmesi uzun sürmüştü ve karanlık kısalı epey olmuştu.


Deponun içine doğru adımladık. Ben, Alp, Mete ve on dört kadar adam silahlara kuşanmış şekilde dikkatli bir şekilde içeriye girdik. Girmeden önce de Helin'e çok güvenmediğimden araçları orman girişine saklayıp özel yapım silahımı da belime takmıştım.


Helin ve ikizler deponun ortasındaki deri koltuğa yayılmış otururken görünce adamlar dışarı tekrardan konumlanmış ve Alp ve Mete ile ben kalmıştım.


Orta da demir bir teneke kutu vardı ve ateş yakmışlardı.


Koltuğun yanındaki küçük masa da Helin'e ait olduğunu düşündüğüm sarmaşık amblemli gümüş silah ve sigara paketleri duruyordu. Hepsi berbat haldeydi.


Helin'in ellerinde kurumuş kan lekeleri vardı. Kuzey'in parmak boğumları soyulmuş, üzerindeki siyah gömlek ve kumaş pantolonu kavgadan çıktığın belli edercesine dağılmıştı. Hep ütülü giydiği gömleğinin eteklerini pantalonunun içine sıkıştırmamıştı bile.


Güney diğerlerine göre daha temiz olsa da kan ter içinde kalmıştı o da. Lacivert takım elbisesinin ceketi oturdukları koltuğun sağ tarafına alalade fırlatılmış derin düşünceler içindeydi.


Helin başını eğen ikizlerle göz gezdirip yorgunca ayağa kalktı. Ayakta zor duruyordu.


"Zemheri birileri peşimizde. Yardımın gerek. Bu kez üstesinden gelemem."


Helin ilk kez benden yardım istiyordu ve bitik hâldeydi. Helin'i uzun zamandır tanırdım. Her işini kendi halleden güçlü bir kadındı. Egosu ve gururu onu o yapan ilkelerken gerçekten bana bununla gelmesi beni afallatmıştı.


Hemen arkasındaki ikizlere göz gezdirdim.

Ellerini sıkmış ve ablalarının yardım dilemesinden nefret edercesine başlarını daha da öne eğmişlerdi.


Ergüvenler egosuyla nam salmış bir aileydi ve düştükleri durum onları kahrediyor olmalıydı. Bu kez arkamı dönerek Mete ve Alp'e baktım. İkisi de ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar fakat çıkmazda kalıyorlardı.


O sırada silah sesleri sardı dört tarafı ve deponun kalın ve rutubetli duvarının üzerindeki tek cam tuzla buz oldu.


Herkese yeniden selamlar.


Nasılsınız? Nasıl gidiyor?


Bölümü nasıl buldunuz?


Paris hakkında düşünceleriniz nedir?


Gelenler kimlerdi sizce?


Helin'in peşine kim düşmüş olabilir?


Masanın ardındaki o gerçek ne olabilir?


Birçok soru olabilir aklınızda ama işler daha da karışık bir hâle gelecek gibi duruyor. Umarım severek okumuşsundur sevgili okur. Vote ve yorumlarını bekliyorum.


Seviliyorsunuz.


Loading...
0%