Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm:İhanetten Geri Kalan

@gizem_aden

 

 

 

 

9.Bölüm: İhanetten Geri Kalan

 

 

Birçok kaybediş yaşamıştım bu ana değin. Birçok şeyi feda etmiş ve fakat ayağa kalkmanın ve devam etmenin bir yolunu bulmuştum. Hayat devam ediyordu ve korumam gereken insanlar vardı. Devam etmemin en büyük nedeni de buydu. Fakat şimdi net bir şekilde anlıyorum ki ihanet nedenleri siliyor.

 

Oysa ben anlamak değil artık anlaşılmak istiyorum.

 

Sevdiğim, değer verdiğim ve binlerce güzel ve acılı anımın olduğu bu adam bana ihanet etmişti ve ben nasıl devam edilir bilmiyordum.

 

Oysa ben artık devam etmek de istemiyorum.

 

 

 

🐻

 

 

 

 

 

 

 

24 Saat Önce-Aynı Gün

 

 

Sabah Alp'in ve diğerlerinin de videoyu izlemesiyle ayaklanmıştık. Gece çok az uyumuşum ve bu yüzden kulüp evinden çıktıktan sonra baş ağrım şiddetlenmişti. Artık ilaçlar da beni kesmemeye başlamıştı. En yakın zamanda Kıraç'ın yanına gitmem gerekecekti. Alp arkada düşünceli düşünceli gelirken arada kendi soğukkanlılığıma hayret etmeden edemiyordum.

 

Şirkete geçmem gerekiyordu ama şu an garip şekilde yanında olmayı istediğim kişiler vardı. Arabanın şoför koltuğuna atladım. Alp aksayan adımlarla arabaya yaklaşırken ona seslendim.

"Biraz daha hızlı ol lütfen Alp. Bir ölüm bu kadar etkilememeliydi seni." diyerek arabanın anahtarını çevirdim.

Diğerleri daha sonra ayrılacaktı kulüp evinden. Araba çalışmaya başlarken Alp hiçbir şey söylemeden yanımdaki koltuğa oturmayı başarmıştı.

 

Ailemin, yani biyolojik ailemin evine arabayı sürerken Alp nereye gittiğimizi anlamamış gibi duruyordu. Hâlâ derin düşüncelerde olduğunu belli eder şekilde anlındaki damarlar da belirginleşmişti.

"Silah ticareti yapmak için şirkete geçmen gerekmiyor muydu Kayla?" diye sordu gittiğimiz yabancı yolu dikkatle incelerken. Şirkete gitmemiz gerektiğini tamamen unutmuştum. Baş ağrım hafızama vuruyor olabilir miydi?

 

"Önce gitmem gereken bir yer var Alp. Seni şirketin önünde indireceğim. Giray'la da konuş ve diğer işleri hallet o sırada. Sezer Kolçak'ın mekanında buluşuruz sonra." dediğimde hızlıca itiraz etti.

 

"İmkanı yok Kayla. Koruma almadan nereye böyle? Ayrıca farkındaysan dün gece çıktık çatışmadan gitmeyelim sevkiyata. Zaten sevmiyorum Sezgin Kolçak'ı" dediğinde göz devirdim.

"Gideceğim yerde korumaya ihtiyacım yok Alp." dediğimde derin bir nefes verdi ve yine düşüncelerine gömüldü. Bu kadar düşünmese iyi ederdi. Zira düşünmek insana kafayı yedirtirdi. Sevkiyat yapımına karar verdiğimiz andan beri Sezgin Kolçak'a sallamayı da bırakmıyordu. Helin'e karşı da başta böyleydi ama bugün gerçekten ayaklarını sürüyerek götürüyordum kendisini.

 

Alp'i şirketin önünde indirdikten sonra Zemheri'lerin evine doğru yola koyuldum. Bugün izlediğim video bendeki eski bir hissi yeniden canlandırmıştı. Ölü bir hissi. Aile hissini. Ne kadarlık ömrüm vardı veya ailemin ne kadarlık ömrü kalmıştı bilmiyordum ama kalan ömrümde birazcık bile mutlu olabileceksem mutlu olmak için küçük bir bedel ödeyebilirdim. Kendimden taviz verebilirdim. Sonuçta ucunda ölüm yoktu.

 

Ailemin evinin önünde arabadan indikten sonra korumalar bana tek kelime laf etmeden tüm kapıları açmışlardı. Hızlıca kapıyı açtıktan sonra Ayaz'ın tüm evi dolduran sesi kulağıma ilk ulaşan şey olmuştu.

"Siz Sayın Andıç Bey, yaptığınız şeyler hiç hoş değil. Nasıl bana haber vermeden Muerte öldü iddiaları ortaya atarsınız. Hiç etik değil!" diye tabiri caizse böğürüyordu.

 

"Allah Allah nasıl yapmışım ben o işi ya? Dur tahmin edeyim, oğlum hayatta kalsın diye olabilir mi acaba?" dedi aynı şiddetle Andıç Zemheri.

 

"Koskoca Muerte'den bahsediyoruz yalnız baba. Kim öldürebilir beni?" dediğinde Andıç Bey kocaman bir kahkaha atmıştı böbürlenen oğluna.

 

"Koskoca mı? Koskoca dediğin sen hâlâ oyuncak ayın Bay Dersi ile uyuyor!" dediğinde Serpil Hanım'la ben koskoca bir kahkaha atmıştık.

 

İçeridekilerin bakışları bana dönerken ben doğrudan Ayaz'a bakıyordum. "Bay Dersi ha!" diyerek bir kez daha güldüğümde herkes şok içindeydi. Sanırım beni bu denli gülerken ilk görmeleri olduğundan öyleydi. Birkaç koruma daha kıkırdarken Ayaz beni kolumdan hızlıca tutarak içeriye soktu. "Bundan birine bile söz ettiğinizi duyarsam hepinizin sonu olur." diye korumaları tehdit ederek kapıyı kapattı. Ben gülüşümü durdurmaya çalışırken Andıç Zemheri "Hoşgeldin kızım." diyerek bana sarılmıştı bile. Ona hızlıca karşılık verdikten sonra şaşkınlığı katlanmıştı. Az önce onu yetiştiren adamın ölümünü izleyen birine göre bu neşenin kaynağını ben de merak ediyordum.

 

Serpil Hanım'a da sarıldıktan sonra Ayaz'a döndüm. "Merak ediyorum neden Dersi?" diye sordum. Ayaz göz devirirken ben de koltuğa oturmuştum.

 

"Ben de tam kurabiye yapmıştım. Geçen sabah bizden erkenden ayrıldığın için bu sefer erken gitmemen için seni kurabiye ile şişirme kararı aldım. Eğer yeterince yersen yerinden kalkamazsın!" diyerek ellerini beline koydu Serpil Hanım. Çok da ciddi duruyordu.

​​​​​​

 

"Harika plan anneciğim, hayran kaldım." diyen Ayaz'a pis pis baktım. "En azından bir şey düşünmüş ben evde kalayım diye." dediğimde hemen geri çemkirdi.

 

"Ben de düşündüm bir kere tamam mı?" dediğinde "Hı hı!" diyerek babama döndüm. İçimden ne kadar onlara anne baba dersem o kadar erken onlara alışamam gibi geliyordu. Onlara alışmak istiyordum çünkü artık savaşmak istemiyordum. Ben onlara alışmak istiyordum. Gerçekten.

 

"Gerçekten düşündüm, bak şimdi!" dediğinde babam lafını kesmişti. "Sen sus Ayaz!" Ayaz bir anda sesini keserken buna şaşırmadan edememiştim. Bu adam Muerte'ydi değil mi?

 

Annem mutfakta kurabiyeleri hazır ederken ona yardım etmeye gitmiştim ve şimdi birlikte çay içiyorduk. Arada dönen ufak muhabbetler de kesilince söze girdim.

"Bir karar aldım ve bu sizi de ilgilendiriyor. Birazdan çıkmam gerek o yüzden hızlıca söyleyeceğim." dediğimde babam çay bardağını masaya koyarak "Hayırdır inşallah kızım." dedi. Herkes pür dikkat beni dinlerken devam ettim.

 

"Sizinle daha çok vakit geçirmek ve sizi daha iyi tanımak isterim ancak bazı sıkıntılar var." dediğimde Ayaz'ın, Andıç'ın ve Serpil Zemheri'nin yüzünde kocaman bir gülümseme belirmişti. "Ne istersen?" dedi babam.

 

"Sizin güvenliğinize odaklanırsam daha açık hedef haline gelirsiniz o yüzden sizin güvenliğinizle şu anda ilgilenemem. Varlığımı bilenlerin sizinle uğraşacağı kesin bu yüzden de Muerte korumanızı sağlamalı. İkinci olarak BigBang masası benim, yıkmaya veya içeriye bir müdahale istemiyorum. Sonuncusu ve en önemlisi de beni abimden daha fazla seveceksiniz!" dediğimde Ayaz hızlıca ikinci kez çemkirdi.

 

"Şimdiden daha çok seviyorlar zaten ve bu nasıl şart lan." dediğinde ayrıntıyı yeni fark ederek suskunlukla yutkundu. "Dur ne!"

 

"Duydunuz!" dedim normal halimden bile keskin bir emir tonuyla. "Ben kıskanç biriyimdir. Annemi de babamı da bir başka çocukla paylaşmak bana göre değil. En sevilen çocuk olmak istiyorum. Tabi Bay Dersi de benim olacak!" dediğinde annem şaşkınlıkla babama baktı. "Ben doğru mu duyuyorum Andıç?"

 

O arada Ayaz yine söze girmişti. "Bay Dersi ne alaka be? Hem, Dur ne!" Mala döndü koskoca adam!

 

İçimden kahkahalar atarak devam ettim. "Eğer bir şey olmazsa akşam ayıcığım Dersi ile uyumaya gelirim." diyerek ayağa kalktığımda babam Ayaz'a döndü. "Oğlum ben galiba mala döndüm." dediğinde Ayaz da anneme dönmüştü.

 

"Anne galiba Zemheri erkeklerinde genetik bir şey çünkü ben de mala döndüm." dediğinde kocaman bir kahkaha daha atmıştım.

 

Hızlıca kapıya yönelirken kimse masadan kalkamamıştı. Sadece ben konuşuyordum ve diğerleri mala dönmüştü. Gitmeden hemen önce Ayaz'ın sesini duymuştum.

 

"Bay Dersi'ye mi abi dedi o?"

 

🐻

 

Kapıdan çıktığım gibi vakit kaybetmeden arabaya bindim ve şirkete yetişmek için gaza bastım. Hızlıca şirkete ulaşmam yarım saatimi ancak almıştı. Neyse ki yetişmiştim. Beklemeyi de bekletmeyi de sevmezdim. Dakiklik bizim işimizde şarttı(!).

 

Alp daha girişte haberimi almış olacak ki beni bekliyordu. "Kayla!" dedi panik halinde. "Her şeyi hallettik ama bilmen gereken bir şey var!" dediğinde kendi ofisime doğru ilerlemeye devam ediyordum. "Nedir Alp?" dediğimde ofisimin kapısını açarak odaya girdim. "Saldırı olabilir Kayla. Güvenlik konusunda çok ciddi endişelerim var. Ertelesen, gitmesen olmaz mı? Benim için!" dediğinde masadaki kilitli rafı açarak dosyaları elime aldım.

 

"Hayırdır Alp? Sen genelde bu kadar endişe etmezsin." dediğimde güldü. "Biz varken sana bir şey olmaz orası kesin de, biz işimizi bana bırakmayalım. Sonra senin Daktır ile falan uğraşamam ben." dediğinde gülümsedim.

 

"Sorun yok Alp. Bana zarar veremezler. Hele de Sezer Kolçak asla veremez." dediğimde gülümsemesi silindi. "Haklısın."

 

"Helinler yolda mı yoksa çoktan vardılar mı?" diye sorduğumda dalgınca bana baktı. "Alp sana diyorum."

 

"Çoktan gittiler patron." dedi eliyle asker selamı yaparken. "O zaman biz neyi bekliyoruz Alp, adamları hallet. Mete'yi de al. Arabaları hazırlayın. Silahlar çoktan hallolmuş olmalı. Hisseleri de hallettiğini varsayıyorum. Giray'a son kez imzalı belgeleri söyle. Kopyalarının kaybolmaması lazım." diyerek asansöre doğru ilerledim.

 

Asansöre bindiğimizde devam ettim. "Silahlar arkadan çift katlı korumaya sahip tırla getirilecek ve silah dolu olan tır dört araçla çevrili hareket edeceğiz. Tırın içinde iki özel eğitimli ajanım olacak ve ısıya duyarlı silahlar için iki adet çipi tırın ön ve arkasına yerleştireceğiz. Her şeyi hallettikten sonra peşimden geleceksiniz. Ben önden giderek Sezer'i halledeceğim. Anlaştık mı?" diye sordum.

 

İsteksizce kafasını salladı. Kafasında bir şeyleri halletmiş olmalı ki "Tamamdır ,gidelim ve bitsin artık şu iş." dedi.

Yüzümde tebessüm oluşurken dostça kolunu sıktım.

"Bizim bitiremeyeceğimiz iş yok Alp. Hallederiz." dedim ve söylediğim işler için herkesin çalışmasını izledim usulca. Hemen ardından da araçlara bindik. Bir saat kadar sonra boş arazilerin birine gelmiştik. Ben öndeki araçta Mete ile giderken diğeri de arkadan tırları takip ediyordu.

 

Helin, Mehmet ve ikizler Alp ile arkadan takip ederken ben de hareketli bir şeyler açmıştım ve Mete ile eşlik ederek ilerliyordum. Kısa bir süre dikiz aynasında arkaya baktığımda bir tırın sağ sol yaptığını farkettim ve kaşlarımı çattım.

 

"Mete bir şey oluyor " dediğim anda büyük bir patlama oldu. Tam arkamdaki tır şiddetle patlayıp parçalara ayrılırken arkasındaki diğer sevkiyat tırı da ona çarpmış ve boş orman yolunda ikisi birbirine girmişti. Her yerden alevler yükselirken ben de ani bir frenle arabayı durdurmuştum. En arkada sadece Alp'in aracı varken tırların hemen kenarından arabayı benim arabamın yanında durdurdu. Diğerleri yoktu. Araçlarının nerede olduğunu bilmiyordum. Ama yeni ayrılmış olmalıydılar bizden. Tırlar nasıl patlamıştı? Mete ile birlikte arabadan hızlıca indik. Arkadaki Alplerin aracına tüm gücümle koştum.

 

Alp'e ne olduğunu sorarcasına baktığımda beni şaşırtan bir şey oldu. Alp şoför koltuğundaydı ve yanındaki yolcu koltuğunda oturan yabancı birisi değildi. Oturan kişi Sezer Kolçak'tı. Şu sevkiyat yapacağımız güvenilmez adam yani.

 

Ben daha ne olduğunu anlayamazken araçtan indiler ve Alp'in belindeki silah bana doğrultuldu. Bu doğrultmayı yapan kişi ise Sezer Kolçak değil Alp Kozdağ'dan başkası değildi.

 

"Alp ne oluyor burada?" diye sordu Mete zira ben hala ne olduğunu anlayamayarak Alp'in gözlerini kitlenmiştim.

 

Alp'in gözlerinden birkaç damla süzülürken elleri titreyerek silahı bana doğrultmaya devam etti.

 

"Kozdağ?" dedim. Sesim şaşkınlığımı gizliyordu. Ama hayatım boyunca bu kadar şaşırdığım bir an hatırlamıyordum. Alp'in gözleri daha da dolarken ne söyleyeceğini bilemeyerek bana baktı. Gözlerindeki kırgınlık ve çaresizlik o kadar belliydi ki Sezer Kolçak'ı kandırarak bana yardım etmesi ve ve Kolcak'ım arasına sızan bir ajan olduğu için bana silah doğrultmuş gibi yapıyor olması ihtimali bile mümkün değildi. Hemen şu an analiz yapmayı bırakmalıydım. Analizimin sonucu kalbimi paramparça ediyordu.

 

"Özür dilerim Kayla. Öykü için." dediğinde anlamak istemeyerek kafamı iki yana sallamıştım. Duymak istemiyordum.

Alp Kozdağ kardeşi için düşmanımla bir olmuş ve bana silah çekmişti. Aman Allahım bu gerçek olamayacak kadar içimi yakıyordu. Yanan turların alevini göğsümün üzerinde hissediyordum sanki patlama tırlarda değil de göğüs kafesimin içerisinde gerçekleşmişti.

​​​

Ben konuşamazken sert çıkışan kişi Mete oldu. Anında beni abisinin karşısından çekerek önüme geçti ve beni güvenli bölgesine aldı ancak onunda da kafası allak bullak olmuştu çünkü ilk kez onun da elleri titriyordu ve sık nefesleri konuşmasını iki kez bölmüştü.

​​​​​​

​​​​​​

 

"Ne saçmalıyorsun abi sen. İndir hemen silahını. Kayla bu lan. Kendine gel. Bunun şakası bile olmaz salak."

 

Mete bunu şaka zannediyordu ben şaka olmadığına emindim ve fakat ikimiz de silahlara davranmamıştık. Birimiz buna inanamadığından diğerimiz bunu kendine yediremediğinden.

 

"Benim işim burada bitti galiba. Sonsuza kadar hoşçakal Zemheri." dedi alayvari ses tonu ile Sezer. Korkunç soğuklukta bir gülüş eşliğinde arabaya bindi ve oradan uzaklaştı hemen ardından. Arabanın tiz sesi kulaklarımızda çınladı. Başka bir araç daha o sırada tiz bir ses çıkartarak ani bir manevrayla alana giriş yaptı.

​​​

 

Biz ise donmuş gibiydik. Algılarımız kapanmıştı adeta.

 

Alp tam silahı ateşleyecekken Doktor çıkageldi Alp'in tam arkasından. Alp'in elindeki silahı aldığı gibi bileğini ters çevirdi. Alp'in bileklerine kelepçe takarken kendi arabasına âdeta fırlattı onu.

 

Olayların tamamını algılayamıyordum zira Alp tetiği çekmişti. Silahtan bir mermi çıkmıştı. Doktor tam zamanında müdahale etmiş oasaydı bana isabet edecekti.Gerçekten beni öldürmek istemişti. Öykü içindi evet ama istemişti işte.

 

Doktorun tam zamanında gelmesiyle silah omzumun üzerinden boşa giderken kalbime saplanan mermi fiziksel değildi ama en çok da o acıtmıştı.

 

Doktorun ve Mete'nin ardımdan seslenmesine aldırmadan arabama doğru usulca ilerledim ve Mete arabaya binmeden hemen bindim ve tam gaz yüklenerek oradan uzaklaştım. Tüm sesler silikleşti.

Son sürat arabayı sürmeye başladığımda arabanın dikiz aynasından yanan tırlara ve olayın şokunu hala atlatamamış Doktor ve Mete ve Alp'e baktım. Beni takip eden bir araç çarptı gözüme. Arkadan abimin arabasını seçebiliyordum. Ayaz'ındı araç. Onun nereden haberi olmuştu emin değilim ama artık umrumda da değildi. Buradan hemen uzaklaşmalı ve derhal nasıl nefes alındığını hatırlamalıydım.

 

Yarım saat kadar sonra, kafa dinlemek için sürekli geldiğim yere arabayı hızla park ettim. Dengesiz adımlarla taşlı yola oturdum. Burası uçurum kenarında taşlı bir araziydi ancak altı ful denizden oluşuyordu. Şehre uzaktı, dalgaların sesiyle yarışan tek ses kafamın içindeki gürültüydü.

​​​​​​

 

Birçok kaybediş yaşamıştım bu ana değin. Birçok şeyi feda etmiş ve fakat ayağa kalkmanın ve devam etmenin bir yolunu bulmuştum. Hayat devam ediyordu ve korumam gereken insanlar vardı. Devam etmemin en büyük nedeni de buydu. Fakat şimdi anlıyorum ki ihanet nedenleri siliyor.

 

Oysa ben anlamak değil artık anlaşılmak istiyorum.

 

Sevdiğim, değer verdiğim ve binlerce güzel ve acılı anımın olduğu bu adam bana ihanet etmişti ve ben nasıl devam edilir bilmiyordum.

 

Oysa ben artık devam etmek de istemiyorum.

 

Yollarımızın birbiriyle kesiştiği tarihten yani 12 Şubat 2015'ten tam 8 yıl sonra 12 Şubat 2023'te yollarımız birbirinden ayrılmıştı. Bu da kaderin bana bir şakası olmalıydı ki yine o geceki gibi bir hüzün kalbimde vuku bulmuştu. Aynı o günkü gibi bir zemheri soğuğu vardı ve o günün aksine bu gün kar yağmuyor gözyaşlarımla yarışır yağmurlar gökyüzünden intihar ediyordu. Yüzüme değen her damla ile yaşadığımı hissetsem de akıp giden damlalar ile birlikte ruhum da toprağa karışıyordu sanki.

 

Nasıl yaşandığını unutmuş olmam normal miydi?

 

Nasıl nefes alınıyordu?

 

Oysa ben daha dün babamı defnetmiştim ruhumda. Kalbimdeki mezarlık sayısı her geçen gün artarken yaşamak denilen eylem neydi karıştırıyordum.

 

Yağmur damlaları vücudumun her zerresinden gezinip sanki beni sarıp sarmalıyor ve ruhumun kirini akıtmaya çalışıyordu.

Yollarımızın birbiriyle kesiştiği tarih bana ilk kez acı veriyor nefes almamı zorlaştırıyordu. Yollarımızın kesiştiği tarih kalbime düğümler atarken kalp atışlarımı yavaşladığını nefes alışlarımın ise gitgide hızlandığını hissediyordum.

 

Öyle hıçkıra hıçkıra ağladığım bir an hiç olmamıştı. Ben genelde dolu dolu ağlar fakat sesimi hiç çıkarmazdım. Alışkanlık mı acılarımı gizleme şeklim mi bilmiyorum. Belki ikisidir. Ya da hiçbiri.

 

Bilmek acı veriyor ve ben artık bilmek istemiyorum.

 

Arkamda birinin olduğunu hissediyordum. Yaklaşık iki dakikadır orada beni izliyor ve tepki vermemi bekliyor olmalı fakat bugün ölüm hiç de korkunç gözükmüyordu.

 

Beni kardeşlerine tercih etmemesini anlıyordum. Fakat o da benim kardeşimdi. Bu yüzden anlamak istemiyordum. Kalbim ihanetin ateşiyle kavrulurken ben bu gece kimseyi anlamak istemiyordum.

 

"İyi misin Kayla?" dediğinde yumuşak bir ses ürperip refleksle elim belimdeki silaha gitti fakat silahım orada değildi. Silahımı bile yanıma almadan uçurum kenarında bir başıma oturduğumu yeni idrak ediyordum. Kim bilir kaç saattir buradaydım ki normalde soğuğa aşırı dayanıklı bünyem bile zorlanmış ellerim buz kesmişti.

 

"Benim Kayla. Sakin ol güvenliğin için seni takip ettim fakat sekiz saattir aynı yere bakıyorsun. İyi misin?" dedi endişeyle Ayaz. Ayaz Zemheri. Muerte. Abim.

 

"Çok uzun zamandır iyi değilim ben fakat artık iyi gözükmek için bile fazla yorgunum." dedim acıyla. Fiziksel yorgunluğu kastetmiyordum. Ruhumdaki yaralar öyle çok kanıyordu ki artık dışarıdan da bunların seçilebildiğine emindim.

 

"O sadece kardeşini korumak istedi. Bunu anlamalısın. Çünkü en yakın arkadaşımla senin aranda bir seçime zorlansam söz konusu sensen silerim herkesi." dedi Ayaz kararlılıkla.

 

O da yıkılmıştı sanki. Tüm bunlar yaşanırken yanı başımda durması onun hatasıydı. Yanımdaki herkes , yanında olduğum herkes acı çekiyordu ve ben bunu elimdeki onca koza rağmen önleyemiyordum.

 

Çaresizlik ruhumuzdaki kaç cesede bedeldi?

 

"Ben onu anlıyorum ama kimse beni anlamıyor, abi." dedim ilk kez sesli bir hıçkırık koparken boğazımdan. Geldiğimden beri ağlamıyor aksine yağmurun altında fütursuzca oturuyordum. Önüm uçurumdu. Ayaklarımın birkaç adım ilerisinde, aşağıda uçsuz bucaksız denizin dalgaları kulaklarımda çınlıyordu. Tam karşımda, gürültüsü susmuş şehrin renkli ışıklarla kaplı manzarası bana eşlik ediyordu.

 

 

 

Gözümden akan yaşla birlikte Ayaz Zemheri'nin gözünden de birkaç damla yaş peş peşe döküldü yanaklarına. Boynundaki damarlar belirginleşmiş gözlerini içi kızarmıştı.

 

Gözünden ilk kez yaşlar akarken görüyordum Ayaz'ı. Dumura uğramıştı. Bu kadar acı çekmem onun da beklediği bir şey değildi. Açıkçası benim de beklediğim bir şey olduğu söylenemezdi.

Fakat Alp'den bahsediyorduk. O benim tüm geçmişimdi. Çocukluğum, hayallerim, neşem ve hüznümdü. Ondan vazgeçmem demek insan kalan yanımı terk etmem demekti.

 

Şimdi onun beni ikinci plana itmesi hiç kimsenin önceliği olmadığım gerçeğini yüzüme vuruyordu.

 

İstanbul yağmurlarla karışık beyaza bürünürken içim ihanetin zehriyle kararıyordu. Kar da başlamıştı. O günkü gibi.

 

Alp ile kar benim için özdeşleşmiş iki kelimeydi ve ihaneti ile birlikte İstanbul'da beyazlara bürünmeye başlamıştı. Artık her şey ihanet için yeteri kadar yerindeydi değil mi? Gerçekten çok şiirseldi. Benimle ilk karşılaştığı tarihte karla kaplı bir İstanbul'daydık ve yıllar sonra yine karlarla kaplı bir İstanbul'da ayrılıyordu yollarımız.

 

Hayat sizce de fazla acımasız değil miydi çünkü ben bununla nasıl baş edilir bilmiyorum.

 

Bir ihanet insanı kaç kez öldürürdü? Oysa ben yaşamadığımı düşünüyordum şu ana kadar. Yaşadığımı öldüğümü hissettiğim o anda kavramam da kaderin bir oyunu olmalıydı.

 

Artık kaybedecek kimsem yoktu. Ailem olduğunu düşünen kişilerin bile beni aslında hiç düşünmüyor olması beni çok yaralıyordu. Çünkü yıllarımı emanet ettiğim adam bana ihanet etmişti. Alp benim çocukluğum, geçmişim, yaralarım, hüznüm ve mutluluğumdu ben bunlara nasıl veda edilir bilmiyordum.

 

Ayaz, abim. Bana sıkıca sarılırken ellerinin titrediğini hissediyorum.

 

"Ben seni korurum Kayla'm. Acını yaşamak için kendine izin ver." dedi Ayaz. Vücudumun ısındığını hissediyordum. Sahi bu kadar üşümüşmüydüm?

 

"Özür dilerim." dedi aşinası olduğum bir başka ses. Mete, Mete Kozdağ. Bana yapılan ihanetin iki nedeninden biri. Sesi suçluluk duygusuyla kısık ve çaresiz geliyordu. Ne zaman buraya geldiğini kestiremesem de yorgun ve hüzünlü olduğumda buraya geldiğimi bildiğinden buraya gelmiş olmalıydı. Aracı arkasındaydı. Sesini duymamıştım.

 

Lakabı ölüm olan fakat her sarılışımda yaşadığımı hissettiren adamdan ayrılıp yıkılmış halimle Mete'ye baktım. Beni ilk kez bu kadar yıkık dökük gördüğünden şaşırdı önce. Konuşamadı bir süre. Üzerinde onunla bütünleşmiş siyah takımı vardı. Gözleri kızarmış ve saçları dağılmıştı. Ben de ilk kez onu bu kadar yıkık görüyordum.

 

"Kayla bilmiyordum. Yemin ederim Alp'in böyle bir şey yaptığını bilmiyordum. Bilsem engellerdim. Yemin ederim. Özür dilerim. Ben seni korurdum. Seni seçerdim. Sana söylerdim. Birlikte engellerdik, birlikte korurduk Öykü'yü. Ben çok özür dilerim Kayla. Sen benim kardeşimsin. Ablamsın. Beni korurken defalarca ölümden döndüğünü biliyorum. Alp için yaptıklarından bahsetmiyorum bile." dedi hıçkırıklar içinde kalırken son sözlerini de zorla bitirmişti. Gerçekten pişmandı. Alp'in ihaneti boynunu büküyor müthiş bir ızdırapla affedilmeyi diliyordu.

 

"Sorun bu ya Kozdağ." dedim ismini dahi söyleme gereği duymazken. Bu hıçkırıklarını daha da arttırdı.

 

Ben bir şeyler yaptım. Sizi korumak için, hatta en başından sizi bu olaylardan uzak tutmak için. Belki bencillikti yalnız olmak istemem , sizi yanıma almamak için üstelememem. Emir Sarmaşık'ın canice eğitimlerinde bana kimseyi önemsememi ve herkesin ihanet edeceğine dair uyguladığı manipülasyonları dahi es geçip sizi korudum. Size kardeşim dedim ben ya." dedim inanamayarak. Sesim durgun fakat sitemkâr çıkmıştı. Canım öyle çok acıyordu ki boğazıma batan hayal kırıklıkları sesimi inceltiyor konuşmam aciz bir kadının konuşmasından öteye gitmiyordu.

 

"Ben sizin hayatınız için bir çok şey yaptım, kendi hayatım pahasına. Sen farkında değilsin belki ama bana kendini borçlu hissediyorsun ve bu yüzden suçlu buluyorsun kendini. Evet suçlusun fakat borçlu değilsin." dediğimde derin bir nefes doldurdum içime ve yıkılmaz halimi aldım saniyeler içinde.

 

Bitmişti. Bana kimse ihanet edemezdi.

 

Acı çekmeye zamanım yoktu.

 

"Sen borçlu hissettiğin için beni seviyorsun çünkü kendini buna mecbur hissediyorsun. Oysa benim bir çıkarım yoktu ya da benim için bir şeyler yaptığınızdan değildi sevgim. Öylesineydi. Siz olduğunuz içindi. Bu yüzden bitti Mete. Sizi koruyacak korumaları ayarlarım. Fakat benimle olan ilişkinizi an itibariyle kestim. Yaptığımız işlerden dolayı ölmeyeceğinizi temin ederim." dedim.

 

Saçlarımı sol yanıma toplayıp ıslaklığını almak için sıktım. Cebimdeki telefonu aldım ve üç sene önce belki lazım olur diye gönderdiğim ajanı aradım. İkinci çalışta açılan telefonda derin bir nefes alış sesi geldi.

"Sarmaşık? Hayırdır?" dedi. Sezgin Evin. En iyi adamlarımdan biriydi. Kimsenin haberi yoktu ondan.

 

Bu sayede bana ihanet edeceği muhtemel insanların yanına sızması çok kolaydı. Zira ben bile unutmuştum.

 

"Sezer Kolçak'ın suikastini gerçekleştir ve yeni işin için yanıma gel Sezgin. Yakın korumam olarak işe başlıyorsun." dediğimde kolayca bu denli güçlü birini nasıl oluyorda bir telefonla öldürdüğümü anlamaya çalışıyorlardı. Her ikisi de.

 

Sezer Kolçak Türkiye'nin ve Almanya'nın en güçlü silah kaçakçısıydı ve Mehmet Giray bile kendisinden korkardı. Zekamı hafife alıyorlardı.

 

"Sonunda Kayla Hanım. Artık saha görevi istiyorum. Fakat Alp Bey'e ne oldu?" dediğinde istemsiz kıkırdadım.

 

Canım acırken gülerdim ben, evet. Kayla Zemheri geri dönmüştü.

 

"Öldü Sezgin. Alp Kozdağ, kardeşim. Onunla olan kardeşliğimizden tam sekiz yıl sonra yine aynı gün içimdeki her şeyle birlikte öldü." dediğimde Mete diz çöktü yere ve ellerini yüzüne siper edip ağlamaya başladı. Telefonu kapattım cevap beklemeden.

 

Bu kadar basitti düşmanımı öldürmek. Alp'in korkup bana ihanet ettiği adamın ölümü iki dudağım arasındaydı ama işin espirisi beni öldürmeyi başaran ilk düşmanım da o olmuştu. Artık cehennemde kendini tebrik ederdi.

 

"Gidelim mi Ayaz? Başım çok ağrıyor. Hem annemin bitki çayı çok iyi geliyordu." dedim tamamen normal halime dönerken.

 

Ben bir günde büyümemiştim. Acılarımı saklamak benim aşinası olduğum bir durumdu. Sorun yoktu. Yine saklardım.

 

"Gidelim Kayla. İyi olacak mısın?" dedi arabasına doğru adımlarken beni de belimden tutup ilerletiyordu. Mete Kozdağ hüngür hüngür ağlarken bunca yıllık dostluğumuzun bittiğine kendine inandırmaya çalışıyordu.

 

"Bilmem." dedim. Mete orada kalıp ağlarken ben abime sokuldum.

 

"İyi gibi görünmüyor muyum?" dedim şaşkınca.

 

"İyi görünüyorsun Kayla. Ama sen ne zaman iyi görünsen en kötü yaraları almış oluyorsun bence." dedi. Derin bir nefes doldurdu içine. Yağan kar siyah takım elbisesinde yavaşça eriyerek kayboluyordu.

 

"Hani ilk karşılaştığımız günün gecesi bana bazı şeyler için çok geçtir, demiştin. Ben anlamadım o zaman ama birçok şeye geç kaldığımı şimdi anlıyorum. Sana söz veriyorum Kayla acılarını unutacaksın." dedi bir yemini dile getirircesine. Beden dilinde yalana dair tek bir emare yokken ben onun da bir gün ihanet edebileceğini ve inanmamam gerektiğini kalbime anlatıyordum. Belki o gece bana geç kalındığını düşünüyordum lakin asıl şimdi çok geçti. Artık kimseye güvenmeyecektim. Ama birine güvenmiyor oluşum onu çok sevdiğim gerçeğini değiştirmemeliydi.

Aileme güvenmesem de sevmeyi çok istiyordum.

 

 

🐻

 

 

 

 

 

 

Herkese tekrardan selamlarr;)

 

 

 

 

 

Yeni bölümü nasıl buldunuz?

 

 

 

 

 

Alp'in ihanetini bekliyor muydunuz?

 

 

 

 

 

Mete'nin bunu hak ettiğini düşünüyor musunuz?

 

 

 

 

 

Yeni gelecek koruma hakkındaki fikirleriniz nelerdir?

 

 

 

 

 

Kayla Alp'i affedilecek mi sizce?

 

 

 

 

 

Zemheri ailesini nasıl buldunuz??

 

 

 

 

 

Umarım keyif almışsınızdır.

 

 

 

 

 

Haftaya Cumartesi görüşürüz.

 

 

 

 

 

Seviliyorsunuzz💗🌺

 

Loading...
0%