@gizemmgurbuzz
|
Onile bir haftanın sonunda yeniden aynı kapıdan giriyor olmasına şaşırdı. Haber için herhangi birini yollayabilirdi. Bunca yolu "Yarın ki törene gelmeniz beni ve ailemi onurlandıracaktır." Demek için mi gelmişti? Elbette bu kadar kibar olmayacaktı. Vampirlerin törene gelecek olmasından onur duyacak tek kişi ablasıydı. Bir hafta burada olanları unutmasına fazlasıyla yetmişti. Cherika ile vakit geçirmek çok daha rahatlatıcıydı. Ondan hoşlandığını bile söyleyebilirdi. İç avluya girince etrafına bakındı. Gündüz olduğundan ortada kimse yoktu. Uyuyor olmalıydılar. Mesajı iletmesi için kapıdaki savaşçı ile konuşabilirdi. Yeniden arkasına baktı. Gerçekten de avluda kimse yoktu. Merdivenleri ağır ağır tırmanıp kapının önünde dikilen savaşçıya baktı. Kendini bildi bileli burada dikiliyor ve genelde konuşmuyordu. Ettikleri son kavganın ardındansa yerinden kımıldamayacağına kanaat getirip kaleye girdi. Gündüzleri buranın ölüm sessizliğine büründüğünü ne kadar çabuk unutmuştu. Ağır ağır büyük salondan içeri girdiğinde içeride Alia'dan başka kimse yoktu. Güzel kadın oldukça dalgın görünüyordu. Giydiği açık renkli elbisenin kollarını dişlemekle meşguldü. Onile boğazını temizleyerek kendini fark ettirmek istedi. Fakat işe yaramadı. "Alia?" "Ah, Onile... Seni görmedim." Alia oturduğu yerden kalkıp gülümsedi. "Uzun zaman oldu. Odanı hazırlamamı ister misin?" "Hayır, kalmaya gelmedim yarın yapılacak tören için Nandi sizi çağırmamı istedi." "Yarın tören yapmak için uygun bir gün değil, yoksa şef Tigana için bir tören mi?" "Sayılır, ablam babamın öldüğü gün kabile reisliğini devralmamın daha uygun olduğunu söyledi. Prenses İola ve Aias'ın da gelmesi onu mutlu edecek." Onile yeniden arkasına baktı. "Herkes uyuyor gibi." "Gain, Efendi Aneen'in yanında, bir önceki gün Cam tabutu çıkarmak için Ayana ile epeyce yoruldular. Kızımın girdiği suyun içinde yılanlar vardı. Ah tanrım aklımı oynatabilirdim." Alia elleriyle yüzünü ovuşturdu. "O halde ben gidiyorum." Onile surat astı. Buraya iki kelime için gelmiş olmak boşunaydı. Ayana'yı görmek istediğini kabullenememek ise saçmalıktan başka bir şey değildi. En azından uzaktan bakabilirdi. Aralarındaki bağ yüzünden fazla yıpranmış hissediyordu. Onu arada sırada görmek oldukça masumane bir olaydı. Ayana Onile'in varlığını fazlasıyla yakınında hissedince heyecanlanmadan edemedi. Yine de o yanına gelmediği sürece asla gitmeyecekti. Kalbini kırmakla kalmamış gideceğini dahi haber vermemişti. Düşünceleri ile baş başa kalmak o kadar zordu ki... Piyanonun üzerinde uyuyan papağanına ve pencere altında yatan Zuvan'a baktı. Onlar olmasaydı yalnızlığı katlanılmazdı. Ayana elini çırpınan kalbine sıkıca bastırıp sesini kontrol altına aldıktan sonra ısınmak için tuşlara bastı. Kendi melodisine başladığında ise izlendiğini biliyordu. "Sesini duyduğumda titriyorum, Kalbim kanat çırpıyor, Birbirimizi tamamlıyoruz, aynı ruhun içinde, Şimdi biliyorum bu aşk olmalı... Aynı ruhun içinde..." Onile bir kez daha Ayana'nın kendisini büyülemesine izin verirken ayakta durabilmek için kapıya dayandı. Kelimelerini ruhu ile duyuyor her birini ateşten harflerle kalbine yazıyordu. Ürperdi. Daha ne kadar fark edilmeyi bekleyebilirdi? Başını ona doğru çevirip etrafında yankılanan sözcüklerin hoşnutluğuyla ritim tutmaya, mırıldanmaya başladı. Ayana tuşlara dokunmayı bırakıp şarkısına Onile'in mırıldanmalarını dinleyerek son verdikten sonra piyanoyu kapattı. Şarkı söylerken izlenilmenin onu mutlu edebileceğini bilmiyordu. "Gün batımına kadar orada bekleyecek misin?" diye sordu. "Bu senin hoş geldin deme tarzın mı?" Onile ayaklarını yere sağlam basabildiğinde piyanonun yanına gidip genç kızın gözlerinin içine baktı. Ah tanrım... Şimdi uzun geceler boyu neden kabile ateşinin önünde oturduğunu anlayabiliyordu. Ona yangın yerini anımsatan bu gözlere nasıl da özlem duymuştu... "Hoşça kal demeden giden birine ne için hoş geldin demeliyim?" Ayana ayağa kalkıp doğrudan erkeğe baktı. Saf toprak kokusunu yeniden duyduğunda onu ne kadar özlediğinin farkına vardı. "Hoşça kal dememin senin için bir önemi olmadığını düşündüm. Arkana baktığında beni görmek istemediğini söylemiştin." "İyi!" Ayana kaçamak cevaplar vereceği zaman takındığı tavrı sergilemekte gecikmedi. "Neden geldin?" "Yarın..." Onile duraksadı. Konuşmak değil izlemek istiyordu. Az sonra geri döneceğini düşünürse genç kızın yüzünü bir ömürlük beynine kazımak istedi. "Şef Tigana'nın ölüm yıl dönümü, klanın sivri dişli vampirlerle birleşimi, savaş, kan... Başka?" "Nandi babamın öldüğü gün kabile reisliğine geçme törenimin yapılmasını uygun görüyor ve Gain'i bilgilendirmemi istedi. Törende vampirlerde olacak. Ablam özellikle senin orada olmanı istedi." Onile elini ensesine götürüp piyanonun üzerinde başını sallayan güzel papağana baktı. "Şu ruh meselesi... Nandi fena halde takmış durumda." "Şu ruh meselesine takılan tek kişi Nandi olmalı" Ayana kelimeleri bastırarak söyledi. "Gelemezsem şimdiden Nandi'ye üzgün olduğumu iletebilirsin." "Alia seni fena hırpalamış olmalı." Genç adam Ayana'nın üzerindeki yırtık kıyafetlere bir anlam vermeye çalışıyordu. "Beni hırpalayan Hera oldu, Tüm kıyafetlerimi kesip parçaladı. Beni odasına almıyor." "Savaşçılara gönderilen eteklerin bir kısmı toplantı salonundaydı." "Tüm bunları sana Şhia'mı anlattı." Ayana kaşlarını çattı. "Tek bir solukta" "Sana başka neler anlattı?" "Bir çok şey... Ona senin ağzın açık uyuduğunu söylemeli miyim?" Onile genç kızın gülmesini sağlayabilmek için ne yapması gerektiğini bilmiyordu. "Ben ağzım açık uyumuyorum! Tanrı aşkına uyumuyorum bile!" "Yanında biri varken uyumaman iyi olur." "Genelde uyurken yanımda biri olur." Ayana kaşlarını kaldırdı. Onile'in gözleri kısıldı. Kıskançlığın tüm bedenini sardığını hissediyordu. "Sen bir haftadır kaç defa uyudun?" diye sormaktan kendini alamadı. Sanki hayatı bu soruya bağlıymış gibi hissediyordu. "Çok" Genç kız çenesini havaya kaldırdı. "Benimle dalga geçme!" Onile Ayana'nın çenesini sıkıp kaşlarını çattı. "Soruma cevap ver!" "Mecbur muyum?" "Hayır" Onile aklını kaçırmış gibi davranmaktan vazgeçip arkasını döndü. "Buraya gelmeye mecbur hissettiğim için aptalın tekiyim." diye mırıldandı ve hışımla dışarı çıktı. Gözleri yanıyor, nedenini bilmediği bir hüzün adım atmasını engelliyordu. Ayana yumruklarını sıktı. Bir kez daha böyle gitmesine izin vermeyecekti. "Uyumadım. Gözümü bile kırpmadım, yemin ederim. Dışarı çıkma yasağım bitmedi. B-ben antrenmanlara bile katılmadım. Aias'ı hatta Şhia'yı bile görmedim yemin ederim." Genç adam Ayana'nın arkasından söylediklerini işitince durdu. Onun samimiyetle arkasından seslendiğini duymak kalp atışlarını hızlandırmıştı. Boğazına düğümlenen yumruyu güçlükle yuttu. Aklı geri dönmek ve ona dokunabilmek için deli gibi çalışıyordu. Ayana iç geçirip piyanoya dayandı. Üzüntüden ölebilirdi. Ondan ayrı başka bir haftaya dayanabilecek miydi? Hayır, gidip özür dilemek, en azından yanında durabilmek için yalvarmak istiyordu. Korktuğu başına gelmiş kalbinin hâkimiyetini bir başkasının ellerine vermişti. Tanrı onu korusun şimdi ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. İleri doğru attığı adımla birlikte kendini erkeğin kolları arasında bulması bir oldu. Dahası Onile onu öpüyordu. Ayana gözlerinin yuvalarından fırlayacağını sandı. Telaşla geri çekilmek için onu ittirmeye çabaladı. Fakat Onile onun ellerini sıkıca tutup arkasında çaprazladı. Ayana kıpırdayamıyordu. Kafasını çevirmeye çalıştı. Onile inatçı davranıyordu. Ayana'nın parmaklarını kendininkilere kenetledikten sonra tek eliyle boynunun yanından tuttu. Israrcı olmanın çirkin olduğunu bilse bile ipler kopmuştu bir kere. Geri dönüşü yoktu. En kötü alışkanlıkların "Bir kere" diyerek başladığını bilmesine rağmen kendini tutamamıştı. Düşününce ona dokunmuyordu çirkin hareketlerde bulunmuyordu. Tek yaptığı dudaklarının buluşmasına izin vermekti. "Aynı ruhun içinde..." diye düşündü. "Aynı ruhun içinde..." Ayana çırpınmayı bıraktı. Kelimeler hafızasında yankılanırken aklından geçenlere anlam veremiyordu. Sanki aklı ve bedeni ayrıydı. Tek bir ruh olduklarını kabul eden kalbi inkâr etmeye çalışan ise aklıydı. Genç kız pes etti. Boşta kalan elini erkeğin yanağına kayan elinin üzerine koyup gözlerini sımsıkı kapattı. Aynı anda atan kalpleri dışında hiçbir şey duymuyordu. Hissettikleri ise onunla olmanın dışındaydı. Farklı bir enerjiydi. Saç diplerinden ayakuçlarına kadar ürperdi. Az sonra ılık bir rüzgârın tenine çarpıp içine girdiğini ve orada fırtınaların kopmasına neden olduğunu hissetti. Damarlarını yakan enerji yavaşça sol eline doğru kaydı ve orada tatlı bir sıcaklığa neden oldu. Onile durdu. Etrafında hissettiği güç, yanan parmakları daha fazlasına izin vermiyordu. Tükenmişti. Alnını genç kızınkine dayayıp gözlerini açtı. Şimdi açıklamada bulunma zamanıydı. Şaşkınlığının geçmesini ve kalbinin durulmasını beklemeye başladı. Ona neler olmuştu? Güçlükle yutkunup hissettiklerini kafasında toparlamaya çalıştı. Yalnızca dudaklarına dokunmuş daha fazla ileri gitmemişti. Onun masumiyetinden faydalanacağına ölmeyi tercih ederdi. Faydalanmak aklının ucundan dahi geçmemişti. Hissettiği şey bambaşkaydı. Sanki bedeninde gizlenmiş milyonlarca kalbi vardı da hepsi aynı anda atmaya başlamıştı. Nefes nefese "Hedefini üçüncü seferde tutturamadığını hatırlıyorsun değil mi?" dedi. Aklına gelen tek bahane buydu. Başparmağıyla yanağını okşadı. Ayana başını salladığında ise gözlerini görebilmek için geri çekildi. Kırmızının en can alıcı tonundaki gözleri ona yükselen alevleri hatırlatmıştı. Genç kız bakışlarını Onile'in ateş kızılına bürünmüş gözlerinden koparırcasına ayırıp yere indirdi. "S-salon, büyük, hayır o-odama çıkmalıyım." Dedikten sonra kapıya doğru yöneldi. Onile kımıldamadı birbirlerine kenetlenen elleri henüz ayrılmalarına müsaade etmeyecekti. Gözünü karartıp genç kızı bir kez daha kendine çekti. Bu kez dokunuşu daha ısrarcı dudakları ise masum değildi. Dahası genç kızın ona sımsıkı sarılıyor oluşu mantığıyla hareket etmesine izin vermiyordu. Ellerini sayamadığı dakikalar boyunca bebeksi saçlarında omuzlarında, incecik belinde gezdirdi fakat daha fazlasını istediğini anladığı vakit yavaşça ondan uzaklaştı. Ayana ayakta durabilmek için piyanoya tutunup Onile'in gidişinin ardından kalan toprak kokusunu içine çekti. Deli gibi inip kalkan göğsü onu öldürmek üzereydi. "Tanrım yarın nasıl olacak?" diye mırıldanırken Hera içeri girdi. "Ayana iyi misin? Ne oldu? O ışık neydi?" Hera genç kızın gözlerindeki alevi görünce geri çekildi. Bluzunun altından dahi teninin ışıltısı belli oluyordu. Dolunayın en parlak halinden daha güzeldi. "Işık?" Genç kız arkasını döndü. Alnında "Biri beni öptü." Yazıyormuş gibi hissediyordu. Elinin tersini dudaklarına bastırdı. "Tüm koridorun aydınlandığını gördüm. Onile koşarak çıktı. S-siz ne yapıyordunuz?" Hera'nın sesi gittikçe kısıldı. Ayana'nın gözleri ona Alia'yı anımsatmıştı. Dudaklarını dişleyip genç kızın arkasına okkalı bir şaplak vurdu. "H-hiç" Ayana yüzünü buruşturdu. Kekelemekten nefret ediyordu. "Seni öptü! Tanrım... Tanrım ... Ayrıntıları bilmek istiyorum hemen!" Hera yerinde zıpladı. "Alnımda mı yazıyor?" Genç kız yüzünü ovaladı. Arkasına dönüp Hera'nın ağzını kapattı. "Sus artık!" "Ah, Alia duyunca sevinçten aklını kaçırabilir." "Biri beni mi çağırdı?" Alia neşeyle odaya girdi. "Yarın kabileye gideceği-mi-zi s... Ayana?" Ayana odadan kaçtı. Bazen yalnız kalmak o kadar zorlaşıyordu ki. Kaçacak tek yer şimdilik Prenses İola ve akıl hocası Aias'ın yanıydı. En azından rahatsız edilmeme isteğini anlarlardı. Odanın kapısını çalarken kendi kalbinin de dışarıdan aynı sesi çıkarmıyor olması için dua etti. Yaklaşık bir dakikalık beklemenin sonunda kapıyı uykulu gözlerle Aias açtı. "Ayana?" "Uyuyor muydun? Üzgünüm Aias gidip devam et." Genç kız ayakuçlarına baktı. Aias da kendisi gibi çok nadir uyuyordu. Hatta bazen gözünü dahi kırpmadan saatlerce toplantılara katlıyor, prensesi ile ilgileniyor ve ardından Ayana ile antrenman yapıyordu. İçeriden İola'nın nazik sesi geldiğinde ikisi de dikkatini ona yöneltti. "İçeri girmesine izin ver tatlım." "Tatlı Aias, içeri girmeme izin verecek misin?" Ayana kıkırdadı. Yine de bir ölüm makinesinin yüz ifadesinin tek bir güzel sözle nasıl yumuşadığını hayranlıkla izlemeden edemedi. Geçmesi için ona işaret eden savaşçıya gülümsedi ve ona fena halde cafcaflı gelen odaya girdi. Büyük bir özenle toparlanmış oda çiçek kokuları ile donatılmıştı. Beyaz mermer döşeli duvarlar parıldıyordu. Peri masallarını andıran renkler, beyaz mobilyalar her şey bir vampir için fazla abartılı değil miydi? Üstelik her seferinde oda daha da renkleniyordu. Ayana açık pembe sabahlığıyla yatak odasından oturma odasına açılan kapıda İola'yı görünce onun vampir olmaktan ne kadar da uzak olduğunu düşündü. İola çok güzel bir kadındı. Gerçek yaşını hiçbir zaman öğrenememiş olmasına rağmen sekiz ya da yedi yüz yıl kadar olduğunu tahmin ediyordu. Kendisine has zarifliği ile yürüyerek fuşya örtü ile kaplı beyaz arkalıklı kanepeye oturduktan sonra elini yanındaki boşluğa hafifçe vurdu. "Yanıma gel kızım. Tatlım sen uykuna devam et. Sessiz olacağız." Ayana çabucak İola'nın yanına oturdu ve gözlerini onun kızıl gözlerine dikti. "Ben kendimi çok tuhaf hissediyorum." diye fısıldarken kızarıyor olduğunun farkındaydı. İola eşinin esneyerek diğer odaya geçmesini bekledikten sonra Ayana da gördüğü değişikliğe tepki gösterdi. Gözlerinin iri iri açıp fazla alçak sesiyle "Sana ne oldu böyle?" diye sordu. Dakikalar önce etrafını saran tuhaf enerjiyi hissetmişti. "Utanç verici..." Genç kız tüm cesaretini toplayıp elini prensese uzattı. Az önce yaşadıklarını iki kelimeyle izah edemezdi. Konu öpülmek değildi. Vücudunda dalgalanan gücü tanımlayamıyordu. İola elini tutup transa geçmeden önce birbirlerine merakla baktılar. Güzel kadın nefes nefese olanları algılarken Ayana onu bu kadar heyecanlandıran şeyin ne olduğunu bilmek istiyordu. "Tüylerim diken diken oldu." İola geri çekilip Ayana'nın sol eline baktı. Dördüncü parmağında ateşten bir halka alev alev parlıyordu. "Bir açıklama bekliyorum." Genç kız prensesin baktığı yere bakınca yerinde sıçrayıp parmağını silkeledi. "O da ne?" "Birbirini yalnızca iki haftadır tanıyan ve zamanlarının yarısını bağrışarak geçiren iki çocuğun sahip olamayacağı bir şey!" İola nefes almak için durdu. "İnanılmaz..." Ayana parmağında fırıldak gibi dönen iç içe geçmiş iki halkaya dokunmak istedi fakat elle tutulabilir değildi. Ellerini ovuşturup kurtulmaya çalıştı. "Bir anlamı var mı?" "Bedenleriyle değil ruhları ile birbirine dokunan iki kişiyi temsil ediyor. Somut ya da soyut hiçbir şeyin etkisi olmadan aynı anda edilen iki yemin. Yeryüzündeki en büyük bağlılık yeminlerinden biri." "Tanrım sen beni koru!" Ayana başını hayır manasında salladı. "Ben yemin etmedim. İola bundan kurtulmanın bir yolu olmalı. Var öyle değil mi? Bir yanlışlık olmalı." Genç kız çığlık atmak istiyordu. Başını geriye yaslayıp şamdanların aydınlattığı beyaz mermerlere baktı. "Aynı ruhun içinde..." Kelimeler hafızasında bir kez daha yankılanınca gözlerini kapattı. Pekala, yarı çıplak bir adamı sevdiği gerçeğini kabul edebilirdi. Fakat aynı adam ondan pek hoşlanmıyordu. Onile'in kabul ettiği tek şey aralarındaki bağlantıydı. "Kalbinden kurtulmanın bir yolu var mı?" İola kaşlarını kaldırdı. "Dikkat et Ayana, ne kadar mükemmel görünüyorsa o kadar kötü olabilir. Eğer kendini kontrol edemezsen kör biri olmaktan farksız olursun. Katlanman gereken şeyler, sessiz kalman gereken yerler olduğunda, hayatında yalnızca onun olmadığını unutma. Sorumlu olduğun bir ailen var Tıpkı Onile'in bakması gereken onlarca insan olduğu gibi." "Söz konusu ailemse kalbimden kurtulmanın bir yolunu bulurum!" Ayana doğruldu. "Kişisel problemlerimi asla sorun haline getirmeyeceğime söz veriyorum." dedikten sonra ayağa kalkıp prensesi selamladı.
|
0% |