@gizemmgurbuzz
|
Ayana sivri dişlilerin “Kuzey Salonu” adını verdikleri toprak odaya girdi. Gizemli yer altı kalesinin her yeri ayrı bir özellik taşıyor olmalıydı. Kuzey salonunun sırrı tam üzerinde bulunan geniş gövdeli ağaçtı. Gövdesi ve dalları kuzeye doğru eğik olan ağacın kökleri odanın duvarlarını sarmalamış, kalenin en güvenli ve korunaklı yerini burada oluşturmuştu. Belki normalde baktığında gözüne bu denli anlamlı ve güzel gelmezdi her şey fakat dünden sonra üzerine yapışmış bir mutluluk vardı. Etraf tozpembemsi bir renge bürünmüş tüm sorunlar şeffaflaşmıştı güzel gözlerinde.
Salonda babası, Ina, Onile ve birkaç sivri dişli oturuyordu. Hararetle bir şeyler tartıştıkları belliydi. Ayana içeri girdiğinde Hepsi birden ona baktılar. Genç kız üzerindeki elbisenin eteklerini tutup çabucak savaşçıların yanındaki yerini aldı. “Elbise giyiyor olmam bu klanda söz hakkımın olmadığı anlamına gelmez değil mi?” dedi. Söylediklerine kendi kendine güldükten sonra Onile’in yanındaki yere oturdu. Bir anlık sessizlikten sonra adamlar hararetli tartışmalarına kaldıkları yerden devam etmeye başladılar.
“Efendim!” Ayana ve diğerleri sesin geldiği yönde duran iriyarı savaşçıya baktılar. Gerginliğinden önemli bir şeyler söyleyeceği belliydi. Gain “Evet.” Demekle yetindi. Savaşçı nefes nefese onların yanına yürüdü. Kaslı bacakları yürürken zemini titretiyor gibiydi. “Sivri dişlilerden biri ormanda ölü olarak bulundu. Başı gövdesinden ayrılmıştı.”
Sözleri üzerine Hepsi bir anda yerinden kalktı. Bu tehlike demekti. “Klanımızdan birimi bunu yapan?” Ayana merakla konuştu. Bir kavga sırasında yaşanmış olabilirdi. Fakat babası çok daha şüpheci davranarak konuştu.
“Savaşçıların hepsi nöbet yerlerini alsınlar! Ina yanında birkaç kişi ile gidip ormanı kontrol et. Ayana gidip bana Ryv’yi çağır.”
Ayana hızla baş onayı verip Onile’e soran gözlerle baktı fakat eşi onun sırtını sıvazlayıp endişelerini giderdikten sonra “Ben Ina ile gidiyorum!” dedi. İki adam birbirlerine baş onayı verip derhal dışarı çıktılar. …
Alia ağacın altında dikilmiş boşluğa bakıyordu. Farklı bir his vardı içinde. Başkaları, evet başkalarının varlığını hissediyordu. Kollarını göğüs hizasında birleştirip bakışları ile ağaçları süzmeye devam etti. Yine olayların ters yola saptığı bir döneme girmiş olmalıydılar. Alia onu bekleyen üzüntünün ne boyutta olduğunu düşündüğünde titredi. Etrafta kimse yoktu. Kocası aşağıda gergin bir vaziyetteydi. Ina ve Onile ise peşlerinde birkaç adam ile koşturarak çıkmışlardı. Alia bazen kaçıp gitmek istediğini kendine itiraf etti. Bedeni dinç olsa da ruhu pek çok şey görmüştü. Artık yirmi yaşındaki heyecanlı tutumu yoktu, onun yerine olgun bir kadın hâkimdi bedenine. Gain’in nasıl olup da bu denli genç ve dinç hissettiğini anlamıyordu. Belki de yeni bir döneme girmişti. Yaşının getirdiği bir bunalım mı demeliydi. Kendi kendine sırıttı.
Beklenen gariplikler sillesi çabuk gelmişti. Aldığı koku onu ormanın doğu kısmına bakmasına neden oldu. Az sonra onlarca vampir ağaçların ardından çıkageldi. Alia onların giyimlerine baktığında kaşlarını çattı. Bunlar dış dünyaya ait modern giyimlerdi. Alia birkaç adım öne çıktı. Onunla beraber kumral oldukça yakışıklı orta yaşlı bir diğeri de karşısındaydı.
“Kimsiniz siz?”
“Asıl sen kimsin güzelim yenilerden olduğun belli.”
“Kafanı koparıp koltuk altına tıkıştırmadan önce bana cevap ver!” Alia bağırdı. Adam ise hiç oralı olmamıştı yakışıklı yüzünü geride kalanlara çevirip sırıttı. Fakat yeniden Alia’nın yüzüne baktığında donup kaldı. Bir adım gerileyip bakışlarını ondan kaçırdı.
“Hırslı, güzel bir kadın… Ölümün tadına bakmaya pek hevesli… Senin gibi güzeller böyle tehditler savurmamalılar.”
Alia dişlerini sıktı. Adam ona doğru baktığında gözlerinin yeşili yerini kızıllığa bırakmıştı. İki adımda yanına ulaşıp çenesini kavradı. Tam ona haddini bildirecekti ki arkadan duyduğu ses ile ikisi de o yöne baktılar.
“Peki ya benim gibiler?” Onile yayına gerdiği kılıcı tam olarak adamın boynuna nişan almıştı. Bu adamlarda nereden çıkmıştı böyle. Buraya ait olmadıkları giyim tarzlarından hemen fark ediliyordu. Onile onlara bakınca dışarıdaki hayatını hiç özlemediğini fark etti. “Geri çekilmezsen prensesin dediğini bizzat uygularım!”
Ayana babasının peşinden koşturarak yukarı çıktı. Ryv’nin duydukları doğruydu. Etraf tuhaf giyimli vampirler ile doluydu. Onile yayına gerdiği kılıcı annesine oldukça yakın duran adama doğru tutuyordu. Babası olanları görüp elini beline yerleştirdiğinde Ayana Onile’e yayını indirmesi için işaret etti. Ateşin Efendisinin yüz ifadesi tehlikenin olmadığının habercisiydi.
“Karımdan uzak dur Vondre!” Gain sırıttı. Şaşkınlığını gizlemeye çalışsa da bu eski dost ile yıllar sonra yeniden karşılaşmak oldukça tuhaftı. Gain onun öldüğünü düşünmüştü.
“Bütün güzel kadınlar hep senin değil mi Gain!” Vondre yüzüne yayılan kocaman gülümseme ile Gain’e doğru ilerleyip tam karşısına dikildi ve ona sertçe vurmak için harekete geçti fakat bileğini yakan nazik bir el onu durdurmuştu. Vampir başını kaldırıp kendisine bakan güzel gözleri gördüğünde içini çekti. “Harem mi kurdun?”
Gain göğsünü kabartıp kızını yanına çekti. “O benim kızım Vondre.” “Tanrım, bir asır ortadan kayboluyorum sevgili dostum evleniyor, üstelik birde çocuğu oluyor. Gain yaşlanmışsın dostum.” Vondre kahkahasının ardından etrafına bakındı. “Minore nerede? Orionun kıçını tekmelemeliyim o herif hala aylak aylak ortalarda mı dolaşıyor?”
Gain bakışlarını yere indirdi. “Bir asır çok uzun bir zaman Vondre…”
Alia iyiden iyiye kalabalıklaşmaya başlayan avluya göz gezdirdikten sonra kaşlarını çattı. Kimdi bu vampirler? Minore ve Orion’dan bahsettiğine göre eskilerdendi. Peki o zaman ne için klandan ayrılmışlardı. Sorularının cevabını gerçekten merak ediyordu. “ Burada dikilmeye devam etmek yerine misafirlerimizi ana salona davet etmeliyiz.” dedi kocasına yaklaşıp onun elini tutarken.
Ayana kendisini sıkı sıkıya tutan Onile ile ailesini takip etti. Kuzey salonu bir anda yirmiye yakın vampir ile dolmuştu. Klan sakinleri ise meraktaydı. Genç kız garip hareketler yapan birbirleriyle konuşan şarkı söyleyen vampir cümbüşünün arasından geçip ailesinin yanına doğru yürürken bu tarz adamların arasında olmaktan hoşlanmayacağını düşündü. Kendilerine uygun bir yer bulup olan biteni dinlemeye koyuldular. Ayana Onile’in sahiplenici kolları arasında halinden oldukça memnundu.
“Önce klana uğrayacaktık fakat Orion ile görüşmem gereken mevzular var. Bu arada Van’ın leşlerinin burada ne işi var?”
Gain karısını sakinleştirmek için avuç içini okşamaya başladı. Boğazını temizledikten sonra sakince konuştu;
“Önce senden başlayalım Vondre hevesini kaçırmak istemem. Peşindeki vampir sürüsünün bir açıklaması olmalı. Sadece o değil ormanda öldürülen sivri dişlinin de!”
“Ne!” Alia yerinden kalktı. Fakat kocasının onu sertçe yanına çekmesiyle susmak zorunda kaldı.
“Çok hiddetli bir kadın seçmişsin Gain. Sadece leşleri temizleme politikasını uyguluyordum leydim!”
“Bir daha aynı şeyi söylerse leşini buradan kimse temizleyemeyecek!” Alia gözlerini irice açıp kocasını tehdit etti.
“Pekâlâ, hepiniz susun! Sen başla Vondre!” Gain ne yapacağını bilemez şekilde Ayana’ya baktı. Kendi şaşkınlığını ve merakını üzerinden atamamıştı henüz.
Vampir doğruldu. Ardındakilere dönüp “Gidip biraz etrafa bakın. Gün doğumunda burada buluşalım.” dedi. Yeni vampirler odadan bir bir çıkarken Gain ve yanındaki güzel kadına döndü.
“Savaş Gain! Hatırlıyor musun? Her yer kandı sayımız neredeyse yarıya düşmüş efendimiz öldürülmüştü. Ne yapacağımı bilemediğim dönemlerdi. Komutamdaki vampirler… Hepsi öldü. Bu duruma daha fazla dayanamazdım. Klandaki leşleri temizleyip geri püskürttüğünde kalbim rahattı. Gitmeyi tercih ettim. O kadar ölünün arasında yokluğum fark edilmeyecekti nasıl olsa.” Vondre başını önüne eğdi.
“Konuştuklarına kendini inandırdıysan eğer yazık!” Gain kaşlarını çattı. “Her yerde aradım seni lanet olası!” Sesini yükseltmişti. Kalkıp Vondrenin çenesinden tuttu. “O kadar sorunun içinde bırakıp gitmek…”
Alia kocasını sakinleştirmek için doğrulup onu kolundan tuttu. Neyse ki Gain adamın çenesini kopartmadan yerine oturmuştu. Alia uzun zaman önce Van ile yapılan bir başka savaş olduğunu biliyordu fakat o savaştan İola dahil bahseden yoktu. Merakla vampirin söyleyeceklerini dinlemeye devam etti.
“Yorulmuştum Gain. Tüm sevdiklerini kaybetmenin ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?” Vondre ayağa kalkıp iri yarı bronz tenli adamın yanında duran güzel kıza baktı. “Bir aile kuramamış olsam da yalnız yaşayamazdım. Sonra onlarda yalnız yaşayamadı.” Sırıtarak Gain’e geri döndü. “Dışarıdaki yaşam beni yumuşatmış olsa da hala Orion’un kıçını tekmeleyebilirim! Söylesene nerede o herif?”
Gain dişlerini sıkıp gevşetirken ona oturması için işaret etti. “Orion, öldü Vondre.” dedi. Vondre’nin yüzündeki ifade Ateşin Efendisini susturmaya yetti. Derin bir nefes alıp eşinin elini tuttu. Ondan aldığı güç ile bunca zamandır yaşayabilmişti.
“Nasıl olur? Tüm bunlar şaka mı?”
“Hayır dostum. Uzun bir zamandır yoktun. Çok fazla şey değişti. Van’ın eziyetlerine dayanamayan bir grup klanımıza sığındı. Karım onları himayesi altına aldı. Ardından savaş başladı. Van ateşin gücünün karımda olduğunu öğrendiğinde elinden geleni ardına koymadı. Minore ve Orion’u kaybettik.”
“O lanet olası pislik nerede onu kendi ellerimle öldüreceğim!”
“Van da öldü. İki klan birleştirildi.” Alia kocasının elini sıvazlayarak konuştu. “Van’ın ölümünü şef Onile’e borçluyuz. O olmasaydı geri döndüğünüzde karşılaşacağınız manzara çok daha kötüsü olacaktı.”
Vondre göz ucu ile Onile denilen adama baktıktan sonra eliyle burun kemiğini sıvazladı. Sakin olmaya çalışıyordu. Yıllar sonra evine dönmenin verdiği sevinç uçup gitmişti. Korkarak “Aias, İola?” diye sordu.
“Onlar iyiler seni zavallı!” Ina kaşlarını alabildiğince çatarak içeri girdi. Vondre’yi görmek onu oldukça şaşırtmıştı üzmüştüde. Etrafta Ryv’yi aramaktaydı fakat bulamayınca buraya gelmişti. Eşinin burada oluşu onu rahatlatmıştı. Vampirin yanına gidip onu yakasından tuttu ve yumrukladı. “Bacaklarını koparttıktan sonra bir daha kaçabilecek misin bakalım!”
Gain etrafındaki kadınlara bakıp dışarı çıkmaları için işaret etti. Burası epey karışacak gibi görünüyordu ve Vondre’nin de adam akıllı bir dayağa ihtiyacı olduğu kesindi.
…
Ryv odada yayılan loş ışığın duvarlarda yaptığı gölgeleri izlemekle meşguldü. Dahası merak içindeydi. Ina bir süredir yoktu ve bu güzel kadını endişelendiriyordu. Kavga etmiş sinirli bir adam ile odasını paylaşmaktan hoşlanmazdı. Klein onun yanında asla sesini yükseltmemişti. Ina ise alçak sesli konuşma konusunda sabırlı bir adam gibi görünmüyordu. Yastığının üzerindeki yaprağı görünce ister istemez gülümsedi. Tam uzanıp yaprağı alacaktı ki koridorun başından gelen ayak sesleri ile yerinde doğruldu ne yapacağını bilemez bir tavırda etrafına bakındı. Onu bekliyormuş gibi görünmek istemiyordu. Şifonyerin önündeki kütüğe oturup eline aldığı tarak ile saçlarını taramaya başladı. İşine odaklanmış gibi görünmek için büyük çaba sarf ediyordu.
Ina üzerine çeki düzen vermeye çalışmış olmasına rağmen toz toprak içinde odanın kapısını açtı. Vondre eski gücünden pek ödün vermemişti. Sıkı bir kapışma olduğunu düşündü. Karşısında Ryv’nin güzelliğini gördüğünde ise salladığı sıkı yumrukların ödülünün karşısında olduğunu. Geçirdiği son iki gün Gain’i sorgulamış olsa da şimdi ona teşekkür etmesi gerektiğini düşünüyordu. Üzerini silkip ona doğru yaklaştı.
“Tüm bunlara gerek olmayacak kadar güzelsin.”
Ryv saçları ile uğraşmayı bırakıp erkeğin aynadaki yansımasına baktı. Söyledikleri onu utandırmıştı. Konuyu değiştirebilmek için sessizce konuştu; “Birbirinizi yumruklayarak hangi sonuca ulaştığınızı merak ettim.”
Ina sırıttı. Eşinin kulağına doğru eğilip; “Sizin konuşarak halledemeyeceğiniz sonuçlar… Kesin ve net!” dedi.
Sivri dişli İnanın kulağına fısıldaması ile yerinde sıçrayarak ayağa kalktı ve kulağını tuttu. “Tanrım! Beni öldürecek misin? O dediklerini bir üst kattan söylesen dahi duyabilirim bu kadar yaklaşmak zorunda mısın?” diye söylendi.
Ina güldü. Bir an kulakları hassas bir kadına sahip olduğunu unutmuştu. Ryv’nin sinirli tutumu ise onu daha çok güldürmeye yetti. Yanına gidip kendisini duymaması için kulaklarını tıkadı ve sessizce “Öyleyse bundan böyle güzel kadınlarla muhabbet etmeden önce iki kere düşüneyim.” dedi. Ellerini onun yüzüne kaydırıp kendisine bir kez daha “Çok kolay olacak” diye hatırlattı. Kadının cevabı ise gecikmemişti.
“Bol bol düşün çünkü o dakikadan sonra düşünecek bir kafan olmayacak!”
Güzel kadın gözlerini devirip onun yanından ayrıldı. “Üzerindeki toz yığınıyla bu yatağa girmeyeceksin savaşçı!”
Ina gömleğini bir çırpıda çıkarıp Kütüğün üzerine bıraktı ardından üzerindeki demir yığınını da şifonyere koymak üzere harekete geçti. Bir yandan da aynadan kadını izliyordu. Kendisine dudaklarını dişleyerek bakan güzel yüz fena halde sinirli görünüyordu. Ina ona aldırış etmedi. Gerinerek yatağa yürüdü ve botlarını çıkarıp kendini sert döşeğe bıraktı. Günün yorgunluğunu paylaşacak birilerinin olması mutluluk vericiydi.
“Bugün zor bir gün oldu. Vondre’nin dönüşünün beni hırpaladığını itiraf etmeliyim.”
“Ne için?” Ryv yatağın yanına yaklaşıp yatağın ona ait köşesine oturdu.
“O adam en yakın dostumdu. Bir anda ortadan kayboldu. Öldüğünü düşündüm. Benim için çok zordu. Savaş… Savaşı hatırlıyor musun Ryv?”
“Ben savaşın ardından klana katıldım. Fakat birini kaybetmenin verdiği acıyı anlayabilirim.”
Ina yerinde doğrulup eliyle kadının yanağını okşadı; “Üzüntünü benimle paylaşabilirsin. Fakat sıkıntı içinde olman beni kızdırır.”
“Sen saygıyı hak eden bir savaşçısın İna. Bir başkası olsaydı kalbim bu denli rahat olmazdı.” Ryv düşünmeden konuşmuştu. Pişman değildi. Ina şefkatli gülümsemesini ona bahşedip aralarındaki mesafeyi kapattığında sesini çıkartmadı.
“ve sende sevilmeyi hak ediyorsun güzelim. Bense artık bunu hevesle yapacak bir adam olduğum için şanslıyım!” Savaşçı onu ürkütmeden dudaklarını kadınınkiler ile birleştirdi kısa bir an. Gözleri yeniden birleştiğinde ikisi de gülümsüyordu.
|
0% |