@gizemmgurbuzz
|
Ayana pencerenin önünden kalkıp vücudunu esnetti uyumadığı ikinci geceydi ve daha ne kadar dayanabileceğini merak ediyordu. Vampirlerin düzenli uykuya ihtiyaç duymadıklarını bilmesine rağmen endişeleniyordu. Artık öncekinden daha güçlü olsa bile hala yalnız uyumaktan korkan bir çocuktu. Ona saldırmak isteyen biri olmayacağından annesine sunabileceği bir bahanesi de yoktu. Yanaklarındaki havayı sertçe dışarı üfleyip etrafına bakındı. Zuvan ortalarda yoktu. Dişi kaplanının yanında oluşu dahi deliksiz bir uyku için yeterliydi. Genç kız zayıf noktasını göz ardı edip "Bu gün özel bir gün olacak!" diye şakıdı. İlk kez tek başına klandan ayrılacak ve şükranlarını sunmak için Nandi'ye gidecekti. Dahası kitaplar için yeni şef Onile'e de teşekkür etmesi gerekiyordu. Sonunda yeni kabile reisi ile tanışacağı için mutluydu. O adam Ayana'nın kurtarıcısıydı. Üstelik yalnızca onu değil babasını da kurtarmıştı. Genç kız sırıttı. İlk izleniminin güzel olması için fazladan çaba sarf etmesi gerekiyordu. Tam odadan çıkacakken içeri annesi girdi. Prenses Alia bu gün mavi elbisesiyle yine çok güzel görünüyordu. Ayana eğer onun gibi bir vücuda sahip olsaydı her gün elbise giyerdi. Düşüncelerinden kurtulmak için annesine sıkıca sarıldı. "Bacaklarını kasıtlı olarak mı bu kadar kırıyorsun?" Alia kızının, kocası kadar uzun olmasından şikâyetçiydi. "Kasıtlı olarak yapmıyorum." Ayana doğruldu. "Belki kafama bir şeylerle vurabilirsin." "Hepsi Gain'in suçu. Küçüklüğünden beri sana deli gibi antrenman yaptırıyor." "Bu kadın yine benim dedikodumu yapıyor. Ona aldırma ve antrenmanlarını aksatma Ayana sen bu klanın efendisisin." Gain kapıda dikiliyordu. Antrenmanlar hakkında her ne kadar Alia'ya katılıyor olsa da kızını Minore gibi yetiştirmemeye daha ilk günden yemin etmişti. Yutkundu ve gözerini ayak uçlarında sabitledi. Acısı hala ilk günkü kadar tazeydi. "Ben halimden memnunum anne. Senden daha güçlü olmam karşılığında güzel olma vasfını sana bırakıyorum." Ayana annesine göz kırptı. "Şimdi gitmem gerekiyor. Nandi beni bekliyordur." "Hera'nın yanında çok fazla duruyor değil mi?" Alia güldü. Kızı henüz ne kadar güzel olduğunun farkında değildi. Belki genç şef bu konuda ona yardımcı olabilirdi. "Onile 'i görmeyi unutma" diye mırıldandı. "Ve ona dikkat et vampirlerden nefret eder. Türünün en büyük düşmanı." Gain sıkıntılı bir iç çekişten sonra Ayana'nın bacağına bağladığı kemeri kontrol etti. Neyse ki kızı, hançeri konusunda annesi kadar savurgan değildi. Genç kız sırıttı, "Öyleyse daha dikkatli olacağım." dedikten sonra pelerinini başından geçirip odadan çıktı. Epeyce yol yürümüş olmasına rağmen hala nehre ulaşamamış olmak Ayana'nın canını sıkıyordu. Suyun kokusunu alıyordu çok uzakta olamazdı. Yine de yolunu bulamamaktan korkuyordu. Kaybolursa uzunca bir süre daha tek başına dışarı çıkmasına izin verilmezdi. Düşüncesi bile genç kızı sinirlendirmeye yetiyordu. Olduğu yerde durdu ve etrafında tırmanabileceği bir sarmaşık aradı. Yukarı çıkarsa nehri bulmak çok daha kolaylaşacaktı. Sonunda ileride bir maun ağacına sarmalanmış halde duran kalın sarmaşığı gördü. Ayana çoğu zaman ayrıntılara takılmazdı fakat yaklaştıkça ağacın güzelliğini fark etmesi uzun zamanını almadı. Maunun güzel gövdesi çok hoşuna gitmişti. Kabuğundan bir parça koparıp kemerine iliştirdikten sonra sarmaşığa tırmanıp etrafına bakmaya başladı. Görebildiği tek şey yeşildi. Ağaçların dalları görüşünü engelliyordu. Yine de nehre yakın olduğunu buradan daha iyi hissediyordu. Suyun berraklığı gözünde canlanınca gülümsedi. Maundan birkaç yeşil dal koparıp aşağı inmek için basacağı uygun yeri aramaya koyuldu. Fakat bir anda bir şeyler onu ağacın tepesinde kalmaya zorladı. Genç kızın vücudu kaskatı kesilmişti. Aynı zamanda gırtlağı yanmaya başladığında acıyla inledi. Kabileden birileri ona doğru geliyor olmalıydı. Onile peşinde iki savaşçısı ile maun ağacının dibinde durdu. "Burada bekleyeceğiz. Canavarın kabileye tek başına girmesine izin veremeyiz." "Ya Gain ve Alia da gelirse. Tehlikeli şeyler yapıyorsun Onile!" "Onlar annemi ve babamı acımadan öldürdüler ve bende onlardan kurtulacağım." "Anneni ve babanı öldüren Gain değildi değil mi onları Van öldürdü?" Siyahi genç, şefini sakinleştirmeye çalışıyordu ama pek başarılı olamamıştı. Üstelik onu daha da kızdırdığı genç reisin parlak bal rengi gözlerinden belli oluyordu. "Kimin yanındasın sen? Yoksa üç beş kan emiciden korkuyor musun? Ah, onların varlığını açığa çıkartmak için sabırsızlanıyorum. Bakalım o zaman ne yapacaklar?" Ayana dişlerini gıcırdattı ve ağaçtan aşağı atladı. Öfkesinden aklını yitirmek üzereydi. öyleki vücüdu az sonra alev alacakmışçasına ısınmaya başlamıştı. Boğazından gelen hırıltıları bastırmak yerine daha şiddetli çıkmalarını sağlıyordu. Gözlerini ortada duran daha açık renkli adama sabitledi. "Şimdi söylediklerini geri al ya da özür dile!" diye haykırdı. Onile kılıfından iki ok çekip yayına gerdi. Karşısında duran kadın kuduz bir köpekten farksızdı. Yanındakiler derhal özürlerini dile getirmeye başladılar. Onile pes etmeyecekti. "Özür mü? Senden özür dilemektense dilimi keserim!" Ayana nefesini düzene sokmayı başardıktan sonra babasının sözleri aklına geldi. Sakin olmalıydı. Saldırmak son seçeneği olacaktı fakat biraz güç gösterisinin bu densiz adama haddini bildireceğinden emindi. Gözlerini oklara sabitleyip odaklandı. İlk kez denemiş olmasına rağmen onun için çok zor olmamıştı. Onile ikiye bölünen ve aniden alev alan okları hızla yere attıktan sonra yayını omzuna taktı ve aynı anda başka bir ok alıp vampire fırlattı. Bu defa olmuştu. Onu kolundan yaralamayı başardığı için kendisiyle gurur duyuyordu. Diğer yandan savaşçılarına baktığında ikisi de ortadan kaybolmuşlardı. Ne yazık ki Onile tek başına sevinmek zorunda kalacaktı. Vampir bağırıp çağırmak yerine gözlerini kapattı. Dimdik duruyor ve tepki vermiyordu. Genç adam kurtulduğunu varsayarak ona doğru birkaç adım attı ve tam karşısın da durdu. Ayana sırıttı. Savaş dahi olsa hile yapmaktan hoşlanmazdı. Okun ucundan tutup bir kerede çekti ve gözlerini açmadan acısının dinmesini bekledi. Değil ağlamak gözlerinin yaşarmasından dahi hoşlanmıyordu. Şu dakikadan itibaren karşısında duran adamı hiçbir şekilde umursamayacaktı. Kendine geldiğinde gözlerini açıp Onile'e baktı. "Evine gelen misafirlere böylemi davranırsın?" Onile vampirin duman rengi gözlerine bakmaktan vazgeçene kadar cevap vermedi. Bakışları hatırladığı kırmızı yanaklarında ve pembe dudaklarında dolaştıktan sonra en ufak bir mimikte dahi yanağında beliren gamzesinde sabitlendi. "Sadece merhaba demek istemiştim." Ayana kaşlarını çattı ve elindeki oku ikiye bölerek fırlattı, "Güzel, selamlamanı ve ailem hakkındaki iyi düşüncelerini geri döndüğümde onlara ileteceğim. Şimdilik selamına karşılık vermek istemiyorum zavallı insan ama bir kez daha yoluma çıkarsan pişman olacaksın." dedikten sonra işaret parmağıyla çenesine bastırarak Onile'i kendisine bakmaya zorladı "ve ben annem ile babama benzemem." dedi. Genç kız küçük tehdidinin ardından parmağını bu kez erkeğin çıplak göğsüne bastırıp onu ittirdi ve yürümeye başladı. Tanrım, şef dedikleri ve günlerdir tanışmak için hayalini kurduğu adam bu muydu? Genç adam şaşkındı. Yıllar sonra Ayana'yı yeniden görmek onu afallatmıştı. Aslında onu afallatan kızı görmek değil onun hiç değişmemiş olduğunu görmekti. Yaşı gereği yuvarlak hatları daha keskinleşmişti ve boyunun da epeyce uzadığı kesindi. Binlerce insanın içinde dahi onu tanıyabilirdi. Kaşlarını çatıp "Öncekinden daha çekilmez!" diye söylendi. Onile silkelenip yerde duran kırık oka baktı. Bir an olsun eskiyi anımsamış ve değişmemiş olduğunu düşünmüştü. Elbette yanılıyordu. Geçmiş çoktan silinip gitmişti. Kanıtı ise vampirin gözlerinde parıldayan kızıl çemberdi. Genç adam ayağını toprağa vurdu. Buraya dönerken onu bir canavar olmaktan kurtaracağını hayal etmişti. Ayana'yı klandan ayırıp intikamını alacaktı. Gözü vampirin kanından kıpkırmızı olan oka kaydığında yumruğunu sıktı. Ayana yaralı kolunu pelerininin içinde saklayarak Nandi'nin çadırına girdi. Kadın gülümseyerek ona bakıyordu. Yüzündeki boyaların bir kısmı yediği yemekten dolayı yanağına bulaşmıştı. Genç kız gözünü derin kabın içindeki tuhaf görünümlü yiyecekten ayırıp Nandi'nin karşısına oturdu. Boğazı fena halde yandığı için kısılmaya yüz tutmuş bir sesle "Sawubona" dedi. Nandi hemen yanında duran ağaç kavuğundan yapılma bardağı Ayana'yı uzattı. Genç kızın gözlerinin altında mor halkalar belirmişti ve güzel sesi bir tuhaf çıkıyordu. Nandi onun bardağı sesini çıkartmadan alıp kafasına dikişini izledi. Ayana yeniden siyahi kadına baktığında onunda yemeğinden bir parça aldığını gördü. Tanrım yediği şey bir kuş değil miydi? Ve onunda içtiği kan aynı kuşa aitti. Yüzünü buruşturup bardağı masaya koydu. "Artık yemeğine ortak olmayacağım için mutlu musun?" "Doğanın bize bahşettiği nimetlerden farklı şekilde yararlanmak ne kadarda güzel" "Tanrım! Sen beni de yer sonra doğa bana bahşetti dersin! Eğer biraz daha kilo alırsan bu çadıra sığmayacaksın!" Ayana sırıttı. Nandi ile uğraşmayı seviyordu. Elleriyle onun genişliğini gösterdikten sonra kaşlarını kaldırdı. "Onile ile tanışmışa benziyorsun." "Bana 'Sawubona' dedi." Genç kız kolunu pelerininin içine soktu. Fakat ona daha fazlasını açıklamak zorunda olduğunu biliyordu. "Üzgünüm Nandi. Kardeşinden hoşlanmayacağım ve görünüşe bakılırsa o da benden nefret ediyor. Sorun değil, bu defalık ona dokunmadım. Eğer ailemle ilgili görüşlerini bir kez daha yüksek sesle söylerse o zaman dilini koparıp Zuvan'a akşam yemeği olarak sunacağım." "Ona aldırma Ayana, hep böyleydi. Annesinin ölümünü asla atlatamadı. Babam Tigana'nın savaşta sizin tarafınızda olmasını da hazmedemedi. Sana bir daha dokunursa gereğini ben yapacağım!" "Tigana'ya şükranlarımı sunmak için buradayım. Lütfen kabul et. Yaşadığım sürece kabilenizi koruyacağım." Ayana başını önüne eğerek Nandi'yi selamladı. Kelimeleri içtenlikle söylemişti. "Onile?" "Onu korumayacağım." Ayana bir anda konuşmuştu, şefin kızı kahkahalara boğulduğunda utanarak başını kaldırdı. Onile sabit bakışlarını nihayet oktan ayırdı. Ne kadar zamandır dikildiğini bilmiyordu ayakları fena halde ağrımıştı. Gözlerini ovalayıp etrafına baktı. Uzun süredir burada olmalıydı. Düşüncelerinde boğulmuş gibi hissediyor ve güçlükle nefes alıyordu. Ayağının üzerine çıkan yılanı fark ettiğinde ise iyiden iyiye nefes alamaz oldu. Elini yavaşça geriye atıp oklardan birini daha aldı ve hızla fırlattı. Tanrı onu korusun bu gün en belalı günüydü. |
0% |