@gizemmgurbuzz
|
Onile avluya bakan balkonun tırabzanlarına dayanmış yağan yağmuru izliyordu. Gece olmasına rağmen en ince damlayı dahi görebildiğine yemin edebilirdi. Aşağıdaki hareketliliği fark edince kim olduğunu görebilmek için daha da eğildi. Vampirler tuhaf yaratıklardı. Yağmurda dahi kılıç sallayabiliyorlardı. Aşağıdaki her kimse savaşmaktan çok dans eder gibiydi. Onile, daha dikkatli bakınca onun Ayana olduğunu fark etti. Kılıcı kıvrakça etrafında çeviriyor ve tehlikeli hareketler yapıyordu. Onile başını iki yana salladı. Bir an önce bu beladan kurtulmalıydı. Kalbi inkar ettikçe gözleri ondan yana bakmaktan vazgeçmiyor gibiydi. Şu kısacık süre zarfında fırtına gibi değişen ruh durumundan fena halde bunalmıştı. Yaşadıklarının elbette bir açıklaması vardı. Kabileye döndüğünde Nandi'nin tüm bunları kendisine açıklayabileceğini umuyordu. Aniden çakan şimşek genç adamı düşüncelerinden uzaklaştırdı. Bir anda maviye bürünen gökyüzünün tüm ışığı aşağıda dans eden kızın vücudundan akıp gitti. Onile az önce görmemesi gereken bir şey görmüşçesine geri çekildi. Arkasını dönüp koşar adım oradan uzaklaştı. Mümkünse penceresi olmayan bir yerde yalnız kalmak istiyordu. Baktığı her yerde onu görmek Onile'i kızdırıyordu. Kalbinin hızlı atmaktan vazgeçirmeye çalıştığı sırada ince uzun bir adam karşısına çıkıverdi. Onile onu tanıyor olabilir miydi? "Adım Dan. Efendi Gain toplantımıza katılmanı istiyor." Onile sorgulamadan Dan adındaki vampiri takip etti. Birlikte bir oda dolusu vampirin içine girdiler. Buradaki adamların hepsi parıldıyordu. Tenleri şamdandan yayılan loş mum ışığı altında tuhaf ışık oyunları yapıyordu. Dikdörtgen masanın etrafında oturan vampirlerden biri ona kendi yerini verdi. Onile teşekkür etme gereği duymadan Gain'in tam karşısındaki yerini aldı. "Beni çağırmışsın." "Bundan sonra toplantılarımıza katılmanı istiyorum Onile. Klanın durumunu ve kabile ile olan ilişkilerimizi burada konuşup kararlarımızı alırız." Genç adam homurdanmakla yetindi. "Parıldayan adamlar. Delirmek üzereyim!" Ayana toplantıya geç kaldığını fark ettiğinde kılıcı toprağa saplayıp yukarı koşmaya başladı. İlk toplantısına geç kalmak istememişti. "Hepsi o adamın yüzünden!" diye söylenip bir sonraki merdivenleri de tırmandıktan sonra soluk soluğa odaya girdi. Onile'in de içinde bulunduğu bir grup adam meraklı gözlerle ona doğru dönmüşlerdi. Gain elini setçe masaya vurup dikkatleri kendi üzerine çektikten sonra onu yanına çağırdı. Ayana yüzünü ovalayıp kapıyı kapattı. "Biraz antrenman yapmak istemiştim. Geç mi kaldım?" "Bu gün yeterince antrenman yaptın Ayana!" Aias göz kırptı. "Kesinlikle!" Ayana eğitmenine içtenlikle gülümsedi. Babasının kıyafetlerini işaret ettiğini görünce tamamen ıslak olduğunu hatırladı. Bodysinin üzerine yapışmasını önlemek için yavaşça üzerini düzeltmeye başladı. Neyse ki vampirlerden biri pelerinini ona vermişti. Peon'un ona uzattığı pelerini boynundan geçirdi. "Teşekkür ederim Peon!" Onile göz ucuyla Peon adlı vampire baktıktan sonra kollarını göğsünde kavuşturup önüne döndü. Adamdan hoşlanmamıştı. Kardan adam misali bembeyazdı saçları kaşları hatta kirpikleri dahi beyazdı. Buna karşın gözleri gece kadar siyahtı. Genç adam yeniden o tarafa bakmamak için kendisiyle savaş veriyordu. Ayana, Peon'un kendisine gösterdiği ilgiden ilk defa hoşnuttu. İola'yı taklit ederek vampirin kolunu sıvazladıktan sonra babasının yanındaki yerini aldı. Onile'nin tam karşısında oturuyor oluşu onu tedirgin etse de sırtını dikleştirdi ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Hepiniz bu kalenin altında daha önceden zindan olarak kullanılan labirentler olduğunu duymuşsunuzdur." Adamlar başlarını salladılar. "Bir süredir düşünüyorum ve geçen günlerde başıma gelen bir olay bana düşüncemin ne kadar yerinde olduğunu anımsattı. Bence labirentleri düzenleyip oraya yerleşebiliriz. İnsanlar bizi fark etmeden gizlenmeliyiz." Ayana Onile'nin gözlerinin içine baktı. "Kötülüğümüzü isteyenler olabilir." "Tüm kaleyi o labirentlerin içine taşımak imkânsız olacaktır." Aias kaşlarını çattı. "O halde labirentleri büyütürüz!" Şhia öne sunulan fikri beğenmişti. "Labirentler çökebilir. Kale eskisi gibi değil" Ayana savaşçıların yüzündeki olumsuz ifadeden hoşlanmamıştı. "Kontrol etmeden bilemeyiz!" dedi. "O labirentlerde atalarımız yaşıyorlar. Onları rahatsız etme fikri hiç hoşuma gitmiyor." Gain kızını kırmak istemese de düşüncelerini onaylamıyordu. "Orada sıkılmış olmalılar." Ayana sırıttı. "Gidip bakmak istiyorum." "Onunla giderim." Peon, prensesini selamladı. Gain ve Onile aynı anda ellerini masaya vurdular. "Ölülerimize saygı duymak zorundayız." Gain kaş çattı. "Açığa çıkarmayacağım!" Onile ise direk Ayana'nın gözlerine bakarak konuşmuştu. Ayana ayağa kalktı. "Bende ölülerimize saygılarımı sunmak için gidip bakacağım!" dedi. Onile'nin yersiz tepkisine bir anlam veremese de onun korktuğunu düşündü. Ses tonunu olabildiğince yumuşatarak konuşmaya özen gösterdi, "Orada neler olduğunu merak ediyorum ayrıca tamamen taşınmasak bile olası bir durumda sığınacak yerimiz olmalı." dedi. Vampirler bu kez onu onayladılar. Genç kız sırtını daha da dikleştirip elini Gain'inkinin üzerine koydu. "Atalarımız güvenliğimizi isterlerdi değil mi? Üstelik şimdiden bana eşlik edecek Peon var." "Size eşlik etmek benim için onur prensesim." Genç kız zorla gülümsedi. Kendisine prenses olarak hitap edilmesinden hoşlanmıyordu. Bu kalenin iki prensesi vardı. Bir annesi diğeri İola. Ayana iç geçirerek yerine oturdu. "Ve klanda temizlik yapmak için sizden izin istiyorum!" "Temizlik?" Dan kıkırdadı. Şhia kaşlarını çattı. Ayana'nın ne demek istediğini anlamıştı. Ona hak veriyordu fakat aynı durum prenses Alia için sıkıntı doğurabilirdi. "Darker ve diğer üçü..." Genç kız arkasına yaslandı. "ve onları savunan herkesi" "Ceza almanı istedikleri için böyle davranman hoşuma gitmedi Ayana." Gain çenesini sıvazladı. "Ceza almamı istediklerini umursamıyorum, tek başıma odama çıktığım zamanlarda şamdanları söndürdüklerini de, Antrenmanlarımda kullandığım tahta kılıcın kenarlarına takılan keskileri de. Eğer kendimi düşünseydim bunları çok daha önceden dile getirirdim. Ahırların arka kısmında yapılan gizli toplantılardan bahsediyorum ve her toplantının ardından çıkan karışıklıklardan! Ben senelerce yaşantınıza uzaktan baktım. Bu yüzden sizin görmediğiniz birçok şeyi rahatlıkla görebiliyorum. Göz ardı ettiklerinizi de." "Yine de..." "Ros!" Ayana ayağa fırladı. "Bu konuyu toplantıda dile getirdim çünkü birilerinin sebebini bilmesi gerekiyor. Kimse bahsi geçen vampirlere dokunmayacak! Onlara ne yapacağıma ben karar vereceğim." "Kadınların böyle konuları dile getirmeleri doğru değil." İri yarı savaşçı vampir elini hançerine atıp doğruldu. "Prenses İola'nın ve annemin toplantılara katılmama sebebini şimdi anlıyorum!" Ayana ellerini masaya dayadı. Gittikçe huysuzlaşıyordu. "Sağlıklı bir bitki yetiştirmek istiyorsak çürük yaprakları söküp atmak gerekir. Aksi takdirde diğer yapraklarda çürür." "Klanda huzursuzluk çıkacak. Sorumluluk alamayacak kadar ufak. Gain kızına etek giyip diğerleri gibi etrafta sessizce dolaşmasını söyle. Bu işlerle biz ilgileniriz!" Ayana babasına baktı. Susuyordu. Aias da öyle. Kendini kanıtlamasını istiyorlardı. Genç kız kim olduğunu kabul ettirmek zorundaydı. Bacağındaki kemere taktığı hançeri çıkarıp savaşçının iki parmağı arasındaki boşluğa fırlattı. "Eğer yenilirsen etek giyip etrafta sen dolaşırsın!" "Ayana!" Aias kahkaha atmaya başladı. "Onunla dövüşmeyeceksin değil mi İna! Kemiklerinin yerini değişmesini ister misin? Bana kalırsa çeneni kapalı tutsan iyi edersin!" "Size katılıyorum." Peon sırıttı. "Sen her şeye katılmak zorunda mısın?" Onile öfkesini içinde tutmaya çalışıyordu. Neye kızdığını dahi bilmemesine rağmen midesine giren kramplara engel olamıyordu. Tırnağıyla masada koca bir çukur açmak üzere olduğunu fark edince duraksadı. Buradan gitmeliydi. Onu öfkelendiren şey hala klanda oluşu olabilir miydi? "Yeni doğan gün ile birlikte kabileye geri döneceğim!" "Anlayamadım?" Gain kaşlarını çattı. Genç adam bu kez kendi dilinde konuşmaya karar verdi. "Kabileye geri döneceğim!" Gain boğazını temizledi ve etrafına bakındı. Onile'i durduracak bir şeyler bulması gerekiyordu. Kabilede kalamazdı. Kendisine hâkim olamayacak kadar yeniydi. "Bu günlük bu kadar yeterli..." diye söylenip eliyle diğerlerine gitmelerini işaret etti. Onile ayağa kalkmadı. Ciddi olduğunu onlara göstermek istiyordu. Sandalyeye iyice yayılıp kollarını göğsünde kavuşturdu. "Kabilemin bana ihtiyacı var." "Onile anlamıyorsun!" "Asıl sen anlamıyorsun Gain! Burada bir saat daha durmak beni öldürecek." "Bu gürültünün sebebi nedir?" İola kapıdan girdiğinde Gain çıldırmak üzereydi. Prenses kendinden emin adımlarla Onile'e doğru yürüyüp elini onun omzuna yerleştirdi. "Bir sorun mu var Şef Onile?" diye sordu. Genç adamın fazlasıyla sıkıntı çektiği ortadaydı. İola kendisine bakan Onile'e gülümsedi. Sinirlenmek yerine ılımlı davranmak sorunları çözmenin en iyi yolu olmasına rağmen Gain, ateşli tutumunu asla elinden bırakmıyordu. "Sence bir sorun yok mu?" "Seni anlıyorum fakat en azından susuzluğunu dizginleyebilene kadar bizimle kalmalısın. Kabilendeki kimseye zarar vermek istemezsin öyle değil mi?" "Onlara asla zarar vermeyeceğim!" "Onlara asla zarar vermeyeceğim..." Ayana genç adamı taklit ettikten sonra odadan ayrılmaya karar verdi. Bu iş gittikçe canını sıkmaya başlamıştı. İola'yı selamladı, sessizce odadan ayrıldı. Bir anda kafasında binlerce düşünce belirivermişti. "Açığa çıkarmayacak mısın?" Genç kız kaşlarını kaldırdı. Onile elbette kendi çıkarını koruyacaktı. Türünün varlığını ortaya çıkarmak en başta onun sonu olurdu. Merdivenleri ikişer ikişer inip köşeyi döndü ve bir anda karşısında Peon'u görünce yerinde sıçradı. "Sizi bekliyordum prensesim." "B-beni mi? Neden?" "Tüneller hakkında konuşmamız gerekir diye düşünmüştüm." Peon gülümsedi. "Bu gün benim için zor bir gündü. Yarın bu konu hakkında uzun uzun konuşabiliriz." Ayana mantıklı düşünemeyecek kadar karışık hissediyordu. Üstelik son derece uykusuzdu. Yaklaşık dört gündür uyumuyordu. Daha fazlasına tahammül edemeyecekti. Koridorun sonundaki balkonda biraz kestirebilirdi. Açık hava korkusunun yatışmasına yardımcı oluyordu. Tanrım! Ayana tek başına kalmaktan korkuyordu. Yağmurun ıslatmadığı bir köşeye oturup sırtını soğuk kale duvarına yasladı. İna haklı olabilirdi. Klan karışacak annesi aklını kaybedecekti. Sivri dişlilere çok değer veriyordu. Belki de biraz daha beklemesi gerekiyordu. Tanrım, bu gün düşünmesi gereken ne kadarda çok şey vardı. Kendisine yapılacaklar listesi çıkarması gerekiyordu. Ayana listenin en başına Onile sorununu ekledi. Elini boynuna götürüp gözlerini yağan yağmura dikti. O adam tarafından öpülmek tüylerini diken diken etmişti. "Ah, hayır. Tamamen kazaydı." Ayana elinde olmadan gülümsedi. Onile ona şimdiden tutulmuş olabilir miydi? İçini kaplayan heyecan ile birlikte ayağa kalkacak oldu fakat hemen yerine oturup kaşlarını çatmaya başladı. Tüm gün kavga edip durmuşlardı. "Ne sinir bozucu biri!" Genç kız bu defa kendisiyle çeliştiği için gülümsedi. Onile'i tanımlayamıyordu. Onile ayağa kalkıp İola'nın gözlerinin içine baktı. "Aklını kaçırdın öyle değil mi? Bana o şeytan ile ruhen bağlandığımı mı söylemeye çalışıyorsun!" Prensesin baş onayı genç adamı çileden çıkarmaya yetmişti. "Bu kadarı fazla!" diye bağırıp odadan çıktı. Buradaki herkes aklını kaçırmış olmalıydı. Onile balkona yöneldi. Oraya ne için gittiğini bilmemesine rağmen açık havanın rutubetli koridora yaydığı bal kokusunun sinirlerini yatıştırabileceğini düşünüyordu. Koşar adımlarla balkona çıkıp ellerini sertçe tırabzana vurdu. "Ruh muş hah! Buradan gitmeliyim! Hemen şimdi!" Ayana avuç içini ve kollarını kokladı. Kokusu fark edilmeyecek kadar belirsiz miydi? Oysa o, Onile'nin Vücudundan yayılan toprak kokusunu koridorun başından aldığına yemin edebilirdi. Hışımla ayağa kalkıp Onile'i kendine çevirdi. "Mahremiyet anlayışın yok mu senin? Dinlenmeye çalıştığımı görmüyor musun?" "Burada olduğunu bilmiyordum bile!" Onile dudaklarını birbirine bastırdı. "Hiç mi önsezin yok! En azından kokuları ayırt edebilmen gerekir!" "Betonun kokusunu dahi seninkinden daha iyi alıyorum!" "İyi! Artık gidebilirsin." Ayana az önceki yerini aldıktan sonra pelerinini kukuletasını başına geçirip gözlerini kapattı. Umursamayacaktı. "Bana ne yapacağımı söyleyemezsin!" "Çeneni kapat!" Onile mırıldanmaya başladı. Gerekirse bildiği bütün şarkıları söyleyecek ama yine de buradan gitmeyecekti. Prensesin aptalca konuşması başını ağrıtmıştı. Bağlılıkta neyin nesiydi. Üstelik Ayana onu ısırırken aklından geçirdiği son şeyin yerde yatan bu pasaklı kadın olması gayet doğaldı. ondan etkilendiğinden değil onu parçalara ayırmayı düşünmüştü. Kendine geldiğinden beri duygularını kontrol edemediği bir gerçekti evet ama başka birinin ruhundan bir parça taşıma olayı tamamen saçmalıktı. Eve döndüğünde Nandi'nin ona açıklayabileceğini umuyordu. Aklını kaçırmadan önce mantıklı bir açıklamaya ihtiyacı vardı. Tırabzanı parçalarcasına tutmaktan vazgeçip gevşedi. Bir sonraki şarkısına başlamadan önce göğsünü bal kokulu havayla doldurdu ve duraksadı. Bal da nereden çıkmıştı? Gözlerini kıstı ve bir kez daha havayı kokladı. Gerçekten bal gibi kokuyordu. Onile bu kokuyu kalenin içinde de duymuş olabilir miydi? Öfkesinden etrafına dikkat edecek vakit bulamamıştı. Elini ensesine götürüp arkasına baktı sonra önüne döndü ve bir kez daha arkasına baktı. O kadar hızlı dönmüştü ki düşebilirdi. Ayana yerde kıvrılmış yatıyordu. Pelerini omzunun arkasına düşmüş omzunu açıkta bırakmıştı. Onile kaşlarını çattı. Bir kadın nasıl olurda her istediği yerde rahatça yatabilirdi? Düşüncesi karşısında sırıttı. Bu şekilde uzandığı zaman onu kadın olarak değerlendirmek mümkündü. Yanına yaklaşıp ayağıyla sırtından ittirdi. Derin uykuda gibi görünüyordu. Eğilip Ayana'yı omzundan dürttü. Kızın uyanmaya niyeti yoktu. Aksine içini çekip genç adama doğru döndü. Onile etrafta duyduğu tatlı kokunun nedenini sonunda anlayabilmişti. Huzursuzca kıpırdanıp ayağa kalktı. Onu odasına taşıma dürtüsünü bastırabilmek için arkasına bakmadan oradan ayrılması gerektiğini biliyordu ve öylede yaptı. Hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. |
0% |