@gizemmgurbuzz
|
"İlerliyor muyuz Yoksa Öyle Olduğunu mu sanıyoruz? Hayatımız nereye gidiyor? Herhalde bu soruyu her gün defalarca soruyoruz dur. Etrafınıza şöyle bir bakın "Uzay Çağı"nda en üst teknoloji ve hâkimiyete ulaşmak için yapılan Üçüncü Dünya Savaşı sonuçlarını çok yakınlarınızda belki de kendinizde göreceksiniz. "Aslen yok olmuş bir dünyada ilerlemeye çalışmak ya da ilerledikçe olduğumuz yerde saymak..." En azından ben böyle olduğunu düşünüyorum. Kaçımız normaliz? Büyük, büyük, büyük annem eskiden uzaylıların yeşil suratlı koca gözlü çirkin yaratıklar olduğunu anlatır dururmuş. Meğer geleceğin insanları uzaylıymış... Nükleer silahlar ve radyasyon yardımı ile ilerlediğimiz her noktada geleceğimizi biraz daha mahvetmiyor muyuz? Adımlarımız boşuna... Öyleyse, koşu bandındaki gözleri bağlı bir grup insandan başka neyiz? Azimle koşuyoruz fakat hep aynı yerdeyiz. Birileri her geçen gün hızlandırma tuşuna yeni rakamlar ekliyor ve karşımıza geçip kadehindeki zehri bir sonraki gün bize enjekte etmek için tatlı tatlı yudumluyor. Bu durumda gözü bağlı bizler olduğumuz yerde sayarak yalnızca kendimizi tüketmekle yetiniyoruz. Peki, -UZAY ÇAĞI- nedir? Ayda hayat bu kadar önemli mi? En küçük kızımın üç tane gözü varken hiçbiri önemli gelmiyor. Büyük, büyük, büyük "kocaman" annemin tabirinden yola çıkarak, Uzay çağına ayak uydurmaya çalışırken birer uzaylıya dönüşüyoruz, İnsanoğlunun hayvandan gelmediği doğru ancak şu bir gerçek ki hayvan olmaya doğru gidiyoruz..." Alia kahkaha atıp kolundaki mini bilgisayarın ekranını kapattı. Kalbi deli gibi çarpıyordu, küçücük bir deneme yazısı onu ne kadar da etkilemişti... Yazar öylesine doğru söylemişti ki heyecanlanmamak imkânsızdı. Refleks olarak ayaklarını gezi için getirdiği iki çantanın altına soktu. Oda radyasyon mağdurlarındandı. Zavallı ayakları perdeliydi üstelik birtanesinde yalnızca üç parmağı vardı ve normalde olması gerekenden daha küçüktü. Bu yüzden yaşıtlarından çok daha geç ayakta durabilmişti. Ailesi ördek ayaklı çocuklarını reddetmiş ve onu bir yetimhaneye vermişlerdi. Alia kendi kendine omuz silkti. Bu onun uydurduğu sebepti fakat kesinlikle gerçeklik payı yüksekti. Altı yaşında kendi başına yürümeyi başarabilmişti. Ergenlik dönemi boyunca protez parmak kullanmıştı. Eğer fazladan yürüyüş alıştırmaları yapmış olmasaydı hala paytak yürüyor olacaktı. Gülümsedi, kendini saldığında ya da başka şeylere odaklandığında hala paytak yürüyordu. Neyse ki artık özgüveni yerine gelmiş yirmi yaşında bir yetişkindi "ve hala yetimhane demirbaşlarından" diye düşündü. Ölene kadar orada kalamazdı fakat en azından okul bitene kadar dayanabilirdi. Yazarın son cümlesi aklına gelince dudaklarını büzdü "Hayvan olmaya doğru gidiyoruz..." Buz kesmiş ellerinden birini yanağına bastırdı ve üzerinde yolculuk ettikleri eski tahta aracın kasasına şöyle bir bakarak "Sahipsiz hayvanlar" diye mırıldandı. Hangi çağda olursa olsun kendilerini ait hissettikleri hiçbir yer yoktu ve yine hangi çağda olurlarsa olsunlar aileler çocuklarını daima terk ediyorlardı... Hüzünlü bir iç çekip başını tahta kasanın kenarına yasladı. "Eğer yazarın söylediği doğruysa Zooloji okumakla uzay çağının mesleğini seçmişim demektir" Kötü esprisini yüksek sesle düşünmemesi sağlığı açısından iyi olmasına rağmen bu düşünce yeniden neşelenmesine neden olmuştu. Hava bu gün her zamankinden daha güzel parlıyordu çünkü onlar doğanın içindeydiler. Ne yazık ki insanlar, hayır, "Gözü bağlı uzaylılar" her yeri gökdelenlerle donatmışlar ve tüm oksijen kaynaklarını bir bir yok etmişlerdi. İnsanlar yok etmekte gerçekten iyiydiler. Alia yeşilin binlerce tonuna hayranlıkla baktı. XD boyutlu filmlerde binlerce defa izlediği ve hep içinde olmak istediği o yerler gibiydi. Belki biraz daha bakımsız ve ürkütücüydü fakat doğal kelimesine tıpatıp benzediği su katılmamış bir gerçekti. Kendi yaşadığı yer göz önüne gelince "Hayatımız nereye gidiyor?" diye düşünmeden edemedi. Bu gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir konuydu. Osmein'in sesine irkildi. Her zamanki gibi bir şeyler anlatmaya hazırlanıyordu. Alia onun hep bir dahi olduğunu düşünürdü. Orta boylu esmer bir çocuktu. Zamanının büyük kısmını eski arşivleri dolaşarak geçirir ve tarihi araştırırdı "Anadolu" adında bir yerden bahsedip dururdu. Alia onu dinlemekten her zaman zevk almıştı ve bu kez de aynını yapacaktı. Bu yer öylesine ilgi çekiciydi ki her köşesini bilmek istiyordu. Osmein boğazını temizledi ve derin bir nefes alarak konuşmasına başladı "Hey millet buraya bakın! Burası eski tarih atlaslarına göre Afrika diğer bir adıyla "Karanlık Kıta" denilen bölge Karanlık Kıta adındaki bu yerin büyük kesimi yağmur ormanlarıyla kaplı ayrıca flora ve faunası milyonlarca çeşitli türü içinde barındırıyor. Tabi birçok türün neslinin tükendiğini söyleyebilirim... Şu an bulunduğumuz yer ise karanlık kıtanın daha da karanlık olan kısmı. 'Yağmur ormanları'" Osmein durdu. Alia'ya doğru uzandı ve gözlerini genç kızınkilere dikip "Terk edilmiş... İnsan eli değmeyen." diye mırıldandı. Genç kızın meraklı bakışlarına karşılık sırıttıktan sonra etrafına korkutucu bakışlar atarak bilgilendirmesine kaldığı yerden devam etmeye başladı. "Yeni Dünya'nın nadir oksijen kaynaklarından biri eskiden anormal derecede sıcak olan bu bölge iklim değişikliğine uğramış ve şimdilerde ılıman bir yapıya sahip. Yağmurun yağmaktan usanmadığı bu ormanda önceleri yerli kabileler yaşamaktaydı. Onlar doğaya saygı gösteren insanlardı. Bizler değiliz... Her neyse millet, bulunduğunuz ortamın tadını çıkarmaya..." Alia heyecanla Osmein'i dinlerken baş tarafta oturan ikizlerden biri elindeki aynayı ona fırlatarak konuşmasını yarıda kesti. Kız alabildiğine cırtlak sesiyle "Kapa çeneni Osmein" diye bağırıp kardeşiyle yarım kalan muhabbetine geri döndü. Osmein'in iri kahverengi gözleri sinirden kısılmış ve yanakları pembeleşmişti. Kendince bir şeyler homurdanarak yerine oturdu. Alia başını iki yana salladı, arkasına yaslanıp gözlerini kapattı ve misk gibi toprak kokusunu içine çekti. Uçaktan indiğinden beri hiç bu kadar temiz ve ferah bir hava solumamıştı. "Karanlık Kıta" diye söylenip sırıttı. Burası kesinlikle kuzeyden daha havadar bir yerdi. Belki de okul için gerekli örnekleri toplar, bölümün havalı kızı olmayı başarabilirdi. Kaç kişi çok boyutlu sinemalar haricinde böyle bir yere gelme şansını elde edebilirdi ki? Alia yeniden etrafına bakındı. Müdür Earn'ın bu yolculuğa nasıl karar verdiğine dair hiçbir fikri yoktu. Sadece bir çeşit sponsor bulduğundan bahsetmişti. Bu nasıl bonkör biriydi ki bunca gencin uçak biletlerinden tutunda yaptıkları kilometrelerce yolculuğu karşılıyordu. Geldikleri andan itibaren her şey tam tıkırında ilerliyordu. Kimseye soru sormak zorunda kalmamışlardı bile. Son olarak kasabadan onları almaya gelen bu tahta araba ise onun için şüphe uyandırıcı olmuştu. Siyahi insanları tanırdı büyüleyici ten renklerinden ve güzel kemik yapılarından her daim etkilenmişti. Lakin bu iki adam biraz garipti. Yaşları çok ileri olmamasına rağmen garip bir aksanları vardı. üstelik kasabalılardan farklı olarak hayvan derisine benzeyen tuhaf pantolonlar giyiyorlardı. Genç kız paranoyalarını geçiştirmek istercesine yüzünü yelledi. Kollarını havaya kaldırıp temiz hava eşliğinde kendini iyice esnetirken arkadan Agus'un koyu kahkahasını duydu. "Vampirler mi? Hadi ama yine başlama Akkie" diyordu. Alia olduğu yerde dönüp önünde duran çanta yığınına sarıldı. Agus uzun boylu kumral, zayıf ama oldukça alımlı bir çocuktu. Alia'yla oldukça ilgilendiği bir gerçekti ve Alia ara sıra sıkılsa da haddini aşmadığı sürece onun ilgisinden hoşlanıyordu. Agus açık kahverengi gözlerini Alia'ya çevirip gülümsedi ve uzanıp Alia'nın kızıl buklelerinden birini parmağına doladı. "Bu çocuk vampirlerden bahsediyor bebeğim. Ne demek istediğimi anladın mı?" diye sordu ve abartılı bir şekilde dişlerini öne çıkarıp tısladı. Alia kendini geri çekip yüzünü buruşturdu. Agus kendi yaptığı çirkin gösteriye gülerek "Onlar burada olabilirmiş." diye devam etti. Çekik gözlü çocuk sağ gözünün önüne doğru açık bıraktığı saçlarını bir toka yardımıyla yukarı topladı ve Agus'un arkasına sıkı bir şaplak atıp "Bu gece arkanı kollasan iyi edersin Agus! Çünkü onlar bu tip arazilerde yaşayan gece yaratıklarıdır" dedi. Alia bu defa kıkırdadı çünkü Agus korkmuş görünüyordu. Bu sırada orada bulunan herkesin dikkati en arkada çanta yığınının içine gömülü, işi gücü vampirler hakkında konuşmak olan Akkie adındaki çocuğa çekilmişti. Akkie'nin sol gözü görmüyordu daha doğrusu sol gözünde retina ve göz bebeği yoktu ve bu yüzden daima saçlarıyla gözünü kapatırdı ayrıca oldukça beyaz tenli ve minyon bir tipti. Onun korkunç olduğunu düşünen yetimhane halkı ona "zombi" lakabını vermiş ve zavallı Akkie lakabı gereğince fantastik dünyayla fazladan bağlantı kurmuştu. Derin bir uğultu olunca geziye öncülük eden yetimhane müdürü yanındaki adamın koluna sıkıca tutunarak arkasını döndü, "Böyle saçma konular hakkında konuşmayın!" Hiç kimse bu yorumdan tatmin olmuş görünmüyordu. Alia, Akkie'nin çantaların arasına girdiğini ve eline aldığı "Vampir Teorisi" adlı kitabına gömüldüğünü fark edince yetimhane sorumlusu Earn'a baktı. Adam derhal üzerine alınmış olacaktı ki "Vampir ya da her neyse, o yaratıkların böyle bir yerde ne işi var? Olsa olsa terk edilmiş yerlerde yaşıyorlardır." dedi. Alia bu saçma yorum karşısında yerine oturup surat astı. Burası zaten terk edilmiş değil miydi? Son yorum herkesin olduğu yerde sinmesine neden olmuştu. "İşte uyumak için mükemmel an" diye düşünüp aceleyle gözlerini yumdu. Birinin onu dürtmesiyle uyandı. Gözlerini ovuşturup hiçbir açıklama yapmadan onu uyandıran Akkie'ye bir süre baktı. Herkes aşağı inmiş ve dışarıda müdür Earn'ın arkasında yarım daire oluşturmuştu. Alia alacakaranlık sebebiyle pek iyi göremiyor olsa da müdürün yaşlı siyahî bir adamla tartıştığını fark etti. Oturduğu yerden büyük çabalar sonunda kalkıp belden aşağısını yokladı. Evet, bir mucize eseri hala oradaydı fakat Alia hissetme duygusunu yitirmişti. Kalçasının dümdüz olduğundan endişe ederek kollarını ve bacaklarını çeşitli yönlerde esnetti. Belden aşağısı bu kez korkunç bir karıncalanma hissiyle geri dönmüştü. Alia yüzünü buruşturup ayaklarını yere vurarak karıncalanmayı geçiştirmeye çalıştı ve tahta kasadan aşağı atladı. Dikkatini ilk çeken yaşlı adamın sırtındaki kılıç oldu. Üstelik üzerinde ilkel siyah bir pelerin vardı. Pelerininin kukuletasını gözlerine kadar indirmişti yarısı beyaz ve diğer yarısı gri olan yaklaşık üç parmak kalınlığındaki sakalını sıvazlıyor ve ortada deli gibi dolanıyordu. Alia biraz daha yaklaşınca onun bir şeyler homurdandığını duydu. Adam aksi aksi, "Burası yasak bölge. Burada kamp yapamazsınız!" deyip duruyor diğer yandan bugün Agus'un yaptığı gibi tıslamaya çalışıyordu. Bu duruma canı sıkılan Earn, "Yürüyün çocuklar! Yasak bölgeymiş hah... Yasaksa senin ne işin var yarasa kılıklı!" diye söylendi, kendi şişme çadırını koltuğunun altına sıkıştırıp diğer eşyalarını yüklendi ve ormana giden patikaya doğru yöneldi. Alia çadırını ve sırt çantasını kabaca yere atan yarı çıplak adama sertçe teşekkür edip arabanın ineklerin seremonisi eşliğinde gıcırdayarak gidişini izledi. İnekler ve tahta arabalar mı? Osmein haklıydı burası kesinlikle el değmemişti. Diğer yandan ilerledikleri toprak yol bir araba için oldukça engebeliydi. Alia geldikleri yeri sorgulamayacaktı. Fazla sarsıntılı yolculukları bittiğinden bu yana geride bıraktıklarının önünde aşılmaz duvarlar vardı sanki... "Bambaşka bir dünya." diye düşündü. Keşfettiği İki ayrı dünya arasındaki dengesizlik şimdiden hoşuna gitmişti.Çantalarını toparlarken yaşlı yarasa bu kez onun yanında belirmişti. Genç kız ufak bir çığlık atıp elindekileri düşürdü. Adam ona çantayı verirken burun kanatları genişledi ve tekrar söndü. Bu haliyle hepten çirkin görünüyordu. "Kokunu alacaktır. Tehlikeli ve vahşi..." diye mırıldandı. Alia yutkundu. Siyahî adamın yüzündeki korkunç ifade tüylerini diken diken ediyordu. "O halde sizinde burada olmamanız iyi olur bayım" diye söylenip gülümsedi ve nefes nefese oradan uzaklaştı. İhtiyarın niçin bu kadar telaşlı olduğuna bir anlam verememişti. Burası elbette tehlikeli bir yerdi nede olsa bir ormandı, belki ormandan daha fazlasıydı, ya da her neyse... Sonuç olarak doğal yaşam alanıydı, kimsenin el süremediği harika bir yerdi. İnsanlar bu tip yerlerle artık ilgilenmiyorlardı bile. Osmein'e yetişip "Karanlık Kıtanın terk edilmiş olduğunu söylemiştin." dedi. O adamın nereden çıktığına bir anlam verememişti. Osmein elini ağzına siper edip Alia'ya doğru eğildi. "Terk edilmiş olan kıta değil Alia, yağmur ormanları. İnsanların buraya da el attıklarını düşünsene? Başkanın yaptığı en mantıklı şey ormanlara girişi yasaklamak" dedi. Alia sırıttı "Söylemeye çalıştığın buraya izinsiz giriyor olmamız mı? Tanrım! Osmein bu tehlikeli." Osmein "Fazla içeri girmediğimiz sürece sorun olmayacaktır." dedi ve onun sırtını sıvazladı. Alia arkasına baktığında ağaçlar, bodur bitkiler ve tuhaf böcek seslerinden başka bir şey yoktu. Ormanın sesi kulaklarını tırmalıyordu. Terleyen avuçlarını pantolonuna sildikten sonra büyük bir özenle karşısında duran metrelerce yükseklikteki dikenli tellerin altında normal boyutlardaki bir insanın geçebileceği açıklıktan geçerek peşlerinden yürümeye devam etti. Burası inanılmazdı. Birbirine geçmiş yosunlu dallar önlerindeki patikayı yürünmesi zor hale getirse de sihirli bir görüntü oluşturuyorlardı. İçeri girdikçe böceklerin cızırtıları, uzaktan gelen tuhaf uğultular ve kuşların şarkıları genç kızın ilgisini çekiyordu. Alia tuhaf bir şekilde artık korkmadığını fark etti. Korkmaktan ziyade inceliyordu. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için yavaş yavaş ilerliyor ve geçtiği her ağaca hayranlıkla bakmadan edemiyordu. Etrafındaki ağaçlar yüzyıllardır burada olmalıydılar. Burası yazarın bahsettiği çirkin karamsar dünyadan soyutlanmış bir cennetti. Toprağın kokusunu tüm güzelliğiyle hissedebiliyordu. Sonunda kamp yapacakları düzlüğü bulduklarında güneş tamamen batmış ve herkes birbirine sokulmuştu. Tek sıra halinde önlerindeki düzlüğe bakıyorlardı. Müdür Earn alanın ortasına kadar yürüyüp çantalarını yere bıraktı. "İşte burası tam aradığım yer." diye şakıdı. Ağzı kulaklarında, çocukları gibi gördüğü gençlere bakıyordu. Diğerleri de onu takip ettiler. Gün son ışıklarını onların yerleşmelerine yardım etmek için sarf ettikten sonra yerini gecenin acımasız siyahlığına bıraktı. Agus arkadan yaklaşıp Alia'ya sarılınca genç kız sıçradı. Arkasını dönüp hiçte hoş olmayan bir ses tonuyla "Git başımdan Agus!" diye bağırdı. Böyle davrandığı zaman ona karşı bir türlü ısınamıyordu. Yüzünü buruşturup çadırını kocaman bir ağacın dibine attı. Hıncını çadırın kumandasından almayı düşünüyordu ki kumandaya zulmedercesine basıp buruşuk çadırın tek kişilik oda haline gelişini izlemeye başladı. Diğer yandan yaşlı yarasaya söyleniyordu. Saçlarını ve üzerini kokladı. Tuhaf bir şey yoktu. Saçlarında hafif bir çiçek kokusu vardı fakat bu uzaktan alınabilecek bir koku değildi. Kollarını bağlayıp ayağının tekini ritmik olarak yere vurmaya başladı. "Tehlikeli ve vahşi..." Yaşlı yarasanın son sözleri beyninde yankılanırken sırtından bir ürperti geçti ve başından aşağı kaynar sular döküldü. Stresle çadırın şişmesini beklemeye başlamıştı ki ikiz cadılardan biri yanına gelip "Burada gerçekten tuvalet olmadığına inanamıyorum! Earn ilerideki otlaklara gidebileceğimi söylüyor" dedi. Sesi öylesine inceydi ki Alia onu dinlerken alnını kırıştırıp gözlerini kıstı. O ne yapabilirdi? "Bitkiler büyümek için gübreye ihtiyaç duyarlar" Bu cümleyi kurarken yeterince saçma bir cevap olmasına ve cadıyı kaçırmasına özen göstermişti. Tam tahmin ettiği gibi kız homurdanarak oradan uzaklaştı. Alia sıkıntılı bir iç geçirip istediği forma gelen çadırının içine girdi. Sadece birkaç günlüğüne özgürlük istiyordu. Yetimhaneden hoşlanmıyordu, içindeki insanlardan hoşlanmıyordu. Bu yüzden buraya ait olduğunu hissetmek özgürlük gibiydi. Kolundaki mini bilgisayarını saatini telefonunu ve üzerinde taşıdığı bütün radyasyon yığınını çadırın bir köşesine yığıp üzerlerine çantasını yerleştirdi. Gece oldukça ılıktı bu yüzden yalnızca ince bir hırka aldı. Osmein gelmeden önceki küçük konferansında sineklerden bahsetmeyi unutmuş olsa da o kesinlikle onların her halükarda saldırmaya hazır inatçı haşaratlar olduklarını biliyordu. Akkie'ye vampir sivrisinekler hakkında ufak bir açıklama yapabilirdi. İçinde vampir olan her konuyla ilgilendiğinden daha öncesinde vampir yarasalar hakkında saatlerce konuşmuşlardı. Çadırdan çıktığında her şey eski haline dönmüştü. Akkie her zamanki gibi kızları korkutuyor Müdür Earn yanındaki birkaç kişiyle yiyecekleri hazırlıyor ve diğerleri etrafı inceliyordu. Alia onları izlemeyi bırakıp kendini akşam yemeğini hazırlamaya zorladı... Yemek her zamanki rutinindeydi Alia önce kızların yanına gitmiş ve onların korkunç makyaj hikâyelerine dayanamayıp Osmein Akkie ve Agus ile oturmaya karar vermişti. Osmein ve Akkie bölgenin vampirler için uygunluğunu tartışıyorlardı. Agus ise hala onlarla dalga geçiyordu. Alia, ne olduğunu anlamasa da kendini tartışmanın içinde buluverdi. O Akkie'yi savunan taraftaydı. Çünkü Osmein ısrarla vampirlerin soğuk bölgelerde yaşayabileceğini savunuyordu. Akkie ise onların insanların el değmediği ilkel yerlerde yaşadığı kanısındaydı. Agus hararetli tartışmayı bölüp; "Pekâlâ, öyleyse onları çağırmaya ne dersiniz?" dedi. Arka cebinden bir çakı çıkarıp Akkie'nin kolunu tuttu. Eğer Alia onu durdurmasaydı Agus Akkie'nin şah damarını kesebilirdi. Fakat her zaman ki gibi olan kendine olmuştu. Parmaklarını kesmişti ve öfkeden çıldırmak üzereydi. Derin derin nefesler alıp veriyordu. Osmein Akkie'yi çekerek oradan uzaklaştırdı. Oradaki hiç kimse genç kızın yanına gitmek istemiyordu. Agus mahcup bir tavırla "Üzgünüm, istemeden oldu" diye geveledi. Omuzları düşmüştü. . Alia kanayan elini yumruk yaptı ve diğeriyle agusun yakasından tutup onu kendine çekti, "Bir ahmak gibi davranmaktan vazgeç! İnsan hayatını oyuncak mı sanıyorsun?" diye bağırdı. Korkutucu görünüyordu. Gözleri kararmıştı Agus onun bu haliyle kesinlikle korkunç olduğuna karar verip yeni bir şey söylemeden yanından ayrıldı. Alia bu saatten sonra kesinlikle ondan nefret ettiğine karar verdi. Acınası görünüyordu! ♦♦♦♦♦♦♦♦ |
0% |