Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Canavar

@gizemmgurbuzz


Hera söylenerek odaya girdi. Gain'den bir ton azar işitmişti. Ayrıca niçin Alia'nın elbise giyemeyeceğine bir anlam verememişti. Elindeki sırt çantasını bir köşeye bırakıp genç kızın şifonyerin üzerindeki kibrit yığını içinde uyuyakaldığını fark etti. Tanrım, bu kadar çok kibriti niçin harcamıştı ki? Onları bulabilmek için gerçekten büyük zahmetler çekiyorlardı. Parmaklarıyla ritmik bir hareketle Alia'nın omzuna vurmaya başladı.


Alia, gözlerini açıp Hera'ya baktı. Egzotik güzel omzunda delik açmaya niyetlenmiş olmalıydı ki hala aynı yere vuruyordu. Uyuyakaldığını fark edince şaşırmadan edemedi. Son günlerde zamanının yarısını uyuyarak geçiriyordu. Gözlerini ovalayıp aynaya baktı. Dün gece gördükleri hayal ürünü değildi. Alia koyu menekşe rengi gözlerinin etrafında ki çembere heyecanla bakarken "Gain nerede?" diye sordu. Hera elini kalçasına dayayıp sinirle "Az önce beni azarlıyordu. Sanırım ormana gidecek." dedi.


Alia, ayağa kalkıp "Yüzümü nerede yıkayabilirim?" diye sordu. Hera çenesiyle arkasında kalan duvarı işaret etti. Orada bir kapı olduğunu fark edememişti. Derhal içinde mermer bir küvet ufak şekilsiz bir lazımlık ve yine aynı küçüklükte bir lavabo bulunan biçimsiz bölmeye girdi. Alia, ahşap kolu güçlükle aşağı indirdi ve beklemeye başladı fakat su akmıyordu. Üstelik kol yeniden yukarı doğru çıkmıştı. Alia bir kez daha kolu aşağı indirdi. Bu kez yalnızca küçük bir su sızıntısı peyda oldu. Alia kendi kendine "Bu kadarı da fazla..." diye söylenip kolu bir kaç defa aşağı yukarı hareket ettirdi. Sonunda su gelmeye başlamıştı.


Çabucak yüzünü yıkayıp kolu hareket ettirmeyi bıraktı ve yüzünü silecek temiz bir havlu ya da kullan at havlu peçetelerden bulamadığından pelerinine silindi. Köşede duran sırt çantasını görmek onun banyo hakkındaki şikâyetlerini unutmasını sağlamıştı. Hemen çantasına koşup içinden siyah askılı bir body ve en sevdiği koyu renk kotunu çıkarıp üzerine giydi. Cebine iki sağlam kibrit sıkıştırıp Hera'ya "Gain'i nerede bulabilirim?" diye sordu.


Hera onun kibritlerle olan ilişkisine bir anlam yüklemeye çalışıyordu. "Fazla uzaklaşmamıştır. Avludan çıkıp sol taraftaki patikayı takip edersen onu bulabilirsin" dedi. Tam "Gain dışarı çıkmamanı tembih etti." diyecekti ki genç kız çoktan odadan çıkmıştı.


Alia, merdivenleri ikişer ikişer inerken etrafında ona bakan vampirlere aldırış etmiyordu. Sonunda kalenin çıkış kapısını buldu. Güneş tam tepedeydi ve etrafta dolaşan tek bir vampir bile yoktu. Alia kapıda duran savaşçı vampire gözlerini kısarak bakmak zorunda kaldı. Vampir gün ışığını öylesine yansıtıyordu ki onu göremiyordu bile. Pelerininin kukuletasını başına geçirip kendini güneşten koruyarak iç avludan dışarı çıktı. Kulübelerin bulunduğu kısımda birkaç nöbetçi koyu bir sohbete dalmıştı. Alia'yı fark edince hepsi ona doğru baktılar. Alia onlara utangaç bir gülümseme gönderip. Delici bakışlarından kurtulmak için koşar adımlarla oradan uzaklaştı.


                                                                           ***

Gain bir kayanın üzerine oturmuş kurbanına bakıyordu. Bu yaşlı bunağı çok önceden gebertmeliydi. Van'ın casusu olduğunu nasıl anlayamamıştı? Şimdi muhtemelen Van'ın Alia'dan haberi vardı-ki bu savaş demekti- üstüne üstelik Orion'a da durumu bildirmişti. Orion buraya gelmek için hazırlık yapıyor olmalıydı. Ağabeyi niçin casus kullanmak istemişti ki? Gain, ayağa kalkıp yaşlı adamın bedenini gözünün önünden savurdu ve korkunç bir çığlıkla arkasına döndü.


Alia olduğu yerde donup kaldı. Gain'in o adamı nasıl fırlattığını gözleriyle görmüştü. Hiç zorluk çekmiyor gibiydi. Ne olursa olsun bir insanın hayatı böyle vahşice kenara atılmamalıydı. Elini sıkıca ağzına bastırdı. Ağlayıp zayıflığını göstermemeliydi fakat dayanamadı. O zavallı adamcağızın ne suçu vardı? Üstelik onları uyarmıştı. Eğer onu dinleseydi şu an evinde olabilirdi. Bu adamcağız iyilikten başka ne düşünmüştü? Oradan uzaklaşmak için arkasını döndü ve hızla kaleye doğru koşmaya başladı.


Gain ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Önce görmesinin iyi olduğunu düşündü böylece ondan korkacaktı. Bu düşüncesini hemen yok saydı. Korkmasını istemiyordu fakat şu an ondan nefret ettiği bir gerçekti. Bunu iliklerine kadar hissediyordu. Hayır, buna izin vermeyecekti. Belki konuşurlarsa her şey hallolabilirdi. Gain koşmaya başladı. Yaptığı ona ne kadar tuhaf gelse de durmayacaktı.


Alia, hızla kolunu çekip ona doğru döndü. Yaşadığı hayal kırıklığının tarifi mümkün değildi. "Beni dönüştürdüğün şeyden nefret ediyorum! Senden nefret ediyorum!" diye bağırdı. Tek eliyle yüzünü ovuşturup cebinden bir kibrit çıkardı ve avucuna sürttü. Kibrit çatırdayarak alev alınca Alia bir süre yanan aleve bakıp daha sonra yeni bir düş kırıklığıyla yanan alevi diğer eliyle söndürdü ve kibrit çöpünü un ufak etti. "Bütün gün bunun için uğraştım niçin? Senin gibi biri olabilmek için!" diye bağırdı. Hıçkırıyordu, yüzünü elleri arasına alıp çaresizce ağlamaya başladı. "Ben bir katil olmak istemiyorum!"


Gain onu üzmekten nefret etmişti. Hayatta kalabilmek için öldürmek zorundaydı. Üstelik yaşlı adamı keyfi için öldürmemişti. Ona bunca zaman göz yummuştu. Casusluk göz yumacağı bir şey değildi. Hele ki son yaptığının vahameti kabul edilmezdi. "O ölmeyi hak etti" dedi. Yaptığı açıklama kendince yeterliydi. Alia'nın ellerini yüzünden çekti ve saçlarını omzundan geriye itti.


Alia bir adım geri gidip Gain'in eline vurdu. "Ölmeyi mi hak etti!" diye çıkıştı. Böylesine acımasız bir cevap olamazdı. Onun bu sapık tutumuna "Öyleyse sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun! Pisliğin tekisin!" diyerek karşılık verdi. Sinirden tüm bedeni titriyordu.


Gain ömrü boyunca hiç böyle bir hakarete maruz kalmamıştı. Anlayışlı olmaya çalışsa da kibar davranışı burada sona ermişti. Alia'yı çenesinden yakaladı ve sertçe kendine çekti. "Orion'un dahası Van'ın casusluğunu yapan o adama ne yapmamı isterdin? Onun sayesinde senden haberdarlar ve bu ne demek biliyor musun? Nereden bileceksin ki!" diye bağırdı.


Alia yutkunup "Haberdar mı?" diye sordu. Boğazına düğümlenen yumrunun acısından inledi. İnsanların dinlemeden yargılamalarından daima şikâyetçi olmuş ve şimdi aynını kendisi yapmıştı. Gain'in ne kadar incinmiş olabileceğini düşününce midesine kramplar girdi. Yaptığı elbette saçmaydı. Daha uygar bir yolla yaşlı adamı cezalandırabilirdi fakat Alia'nın korkunç hakareti affedilemezdi.


Gain, onun yüzünü iyice sıkıp "Belki de bu işe burada bir son vermeliyiz... Belki beni ararken başına kötü bir şey gelmiştir ya da Van'ın akşam yemeği olmuşsundur." diye tısladı.


Alia geri çekilmeye çalıştı fakat Gain onu o kadar sıkı tutuyordu ki acı kuvveti oracıkta kafasını koparabilirdi. Genç kız gücünün yavaşça tükendiğini hissetti. Gain, tüm gücünü içine çekiyor ve onu adeta sarhoş ediyordu. Gözlerini kapadı ve öne doğru yalpaladı. Gain elini onun yüzünden çekince koca bir 'Şlap' sesiyle erkeğin göğsüne yapıştı. Neler oluyordu? Bütün gücünü yitirmek üzereydi Gain'in nefes kesici kokusunu içine çekip kıkırdadı. Bu an daha önceden tanıdık geliyor gibiydi. Zihnini toparlamaya çalıştı ve saldırıya uğradıkları gece aklına geldi. "Buna izin vermeyeceğim" diye düşündü.


Gözlerini açtı. Gain boynuna sokulmaya başlamıştı bile. Ani bir refleksle tırnaklarını onun yüzüne geçirip elinden kurtuldu. Gain var gücüyle bağırıp elini yüzüne kapadı fakat çok geçmeden yaraları kapanmıştı. Dişlerini sıkıyor ve tıslıyordu. "Seni küçük..." diye söylenip Alia'nın üzerine atıldı ve yere yuvarlandılar. Alia o an en az onun kadar merhamet göstereceğine yemin etti. Tırnaklarıyla boynunu ve kolunu hedef alıp olabildiğince derin bastırdı. Gain yeniden hırladı ve kollarını tutmaya çalıştı. Genç kız onu durdurmak için kolundan bir parça kopardı. Parçayı tükürüp "Benden ne istiyorsun!" diye bağırdı. Gain onun tek kolunu tutmayı başarıp "Senden ne mi istiyorum?" dedi. Ses tonu oldukça sertti.


Alia kolunun yandığını hissediyordu. Sağlam kalan kolunu onun boynuna dolayıp onu yeniden ısırdı. Fakat aynı yanma hissiyle onu bıraktı. Vücuduna değdiği her yer yanıyordu. Alia kendini sıkıp aynı şekilde tepki gösterince Gain onu sertçe toprağa çarptı.


Genç kız tırnaklarını rakibinin suratına geçirip "Eğer beni yok etmeyi bu kadar çok istiyorsan niçin en başında yapmadın?" diye bağırdı. Gain birden duraksadı. Alia'da otomatik olarak tırnaklarını batırmaktan vazgeçip ona baktı. Erkeğin saçları açılmış ve iki yanından sarkarak onun yüzüne düşmüştü. Gözlerinin mavisi koyulaşmış ve ateş çemberi daralmıştı. Çatık kaşlarla ona bakıyordu. Alia elini Gain'in pelerinine doğru kaydırıp çıkık elmacık kemiklerinden başlayarak dudağının yan tarafında biten kırmızı çizgilere baktı. Az sonra yok olup gideceklerini bilse bile böylesine mükemmel bir yaratığa zarar verdiği için suçluluk duyuyordu.


Gain ise kararlıydı. Bu kızdan kurtulmanın tam zamanıydı. Mademki Van'ın haberi olmuştu. Alia'yı ona teslim etmektense kendi elleriyle öldürürdü daha iyi.


Alia içinde bulundukları durumda bile onun hakkında iyimser düşündüğüne inanamıyordu. Oysaki adam onu öldürmeye niyetini açıkça bildirmişti. Boşta kalan eliyle Gain'e okkalı bir tokat atıp onu kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. "Ondan korkuyor olmalısın!" diye söylendi. Gain bu kez diğer kolunu da tutup onu adeta yere çiviledi. "Kimden?" diye tısladı. Alia kokuyu aldığında gözleri erkeğin biçimli dudaklarına kaydı. "O-Orion" diye kekeledi. Kekeliyordu çünkü ona vurmasıyla dudağı açılmış ve alt dudağında incecik bir kan çizgisi belirmişti. Dahası kan Alia'nın dudaklarına damlıyordu. Genç kız elinde olmadan dilini dudaklarında gezdirdi ve nefes düzeni aniden alt üst oldu. Gözünü ayırmadan o incecik çizgiye bakıyordu. Bir anda her şeyi unuttu. Derin bir nefes alıp kanın kokusunu içine çekti. Ona doğru uzanmaya çalıştı fakat kan erişemeyeceği kadar uzaktı. Nasıl olmuştu da bir anda kanın kokusunu duymuştu? Kavgaları boyunca onu birçok kez yaralamıştı. Gain, "Ben kimseden korkmam!" derken Alia'nın iki kolunu da tek eliyle tuttu. Genç kız artık onun ne yaptığıyla ilgilenmiyordu. İstediği tek bir şey vardı. Yeniden ona uzanmaya çalıştı fakat başaramayınca gözleri doldu.


Gain, Alia'nın ne olduğuna bakmaya bile tenezzül etmediği fakat bir hançer olabileceğini tahmin ettiği şeyi boğazına dayadı. Ona biraz daha yaklaşıp gözlerini kapattı "Ya şimdi ya hiç" diye düşündü ve hançerin kıvrık ucunu Alia'nın boğazına doğru çevirdi.


Bu yeterli mesafeydi. Alia bir saniye bile kaybetmeksizin onun dudaklarına yapıştı ve gözlerini sımsıkı kapadı. Yarayı iyice delip kanın daha çok gelmesini sağlarken birkaç damla yaş yanaklarından aşağı süzüldü.


Gain titreyerek gözlerini açtı. Genç kızın kollarını bırakıp yerden destek almaya çalıştı fakat Alia'nın onu bırakmaya niyeti yok gibiydi. Kolları serbest kaldığı anda pelerininin iki yakasına yapışmış ve kendini yukarı doğru çekmişti. Hançer elinden düştü ve Gain diğer elini de yere dayadı. Destek almaya çalışıyordu. Bu kız ne yapıyordu böyle?


Alia, sızıntıyı yavaş yavaş içine çekiyordu. Daha ve daha fazla. Büyülü, yakıcı sıvı boğazından geçerken mükemmel asitli bir aroma hissi uyandırıyor, vücuduna yayılırken ateş ile sarmalanıp bütün bedenini yakıyordu. Kendini kaybetmişti. Pelerininin yakasını iyice eline doladı ve kendini biraz daha yukarı itti. Gain kaçmaya çalışıyordu. Yeniden denemeye karar verdi ama Alia bu defada bir kolunu onun boynuna doladı ve diğer elinin tırnaklarını yüzüne geçirdi. Durmak istemiyordu. Kanı her geçen saniye onu daha da güçlü kılıyor ve kırmızının içinde biraz daha boğulmasını sağlıyordu. Diğer yandan Gain'i öptüğünün farkındaydı ve utancından saçlarının rengine uyum sağladığını biliyordu.


Gain pes etti. Dimdik gerdiği kollarının üzerinde daha fazla dayanamadı ve dirseklerinin üzerine çöktü. Nefes almayı dahi unutmuştu. Ondan ne pahasına olursa olsun ayrılmayacaktı. Ona zarar vermiş olma düşüncesi ağlama isteği uyandırıyordu. Gözlerini kapatıp öylece beklemeye başladı. Bu onu öldürse dahi kılını kıpırdatmadan bekleyecekti.


Alia dayanacak gücü kalmayıp bayılacağını sandığı ana kadar ondan ayrılmadı fakat bu kadarı kâfiydi. Sımsıkı kapattığı gözlerini açıp geri çekildi ve başını toprağa yasladı. Ateşin efendisi derin bir uykuda gibiydi. Yanakları hafifçe pembeleşmişti. Alia'dan çok daha sonra gözlerini açtı. Bu bir rüya olabilir miydi? Alia karnında uçuşan kelebeklerin tüm vücudunu sardığını hissediyordu.


İola gördüğü manzaraya daha fazla sabredemedi. "Ben her yerde sizi ararken siz burada ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" diye bağırdı. Gördükleri onu kelimenin tek anlamıyla şok etmişti.


İkisi de İola'nın sesiyle sıçradı. Alia Gain'i üzerinden ittirip ayağa kalktı ve giysilerini silkelemeye başladı. Prenses yanında Aias ile beraber at üzerinde gelmişti. Alia kendisi dahi zorlanırken o atların burada nasıl yürüdüğünü düşünmeden edemedi. Prenses üzerindeki elbise gibi ateş püskürüyordu. Aias ise onun aksine sırıtıp duruyordu. Alia'ya göz kırptı. Genç kız elinin tersiyle ağzını silip başını önüne eğdi. Utancından tepinerek ağlamak istiyordu. İola sinirli bir nefes verip "Aias sen benimle gel! Siz ikiniz ata binip derhal kaleye dönün!" diye emretti. Alia "Emredersiniz" diye mırıldanırken Gain havaya hiçte hoş olmayan sözcükler savuruyordu. Genç kız paytak adımlarda Aias'ın önünde bulunduğu sarı kısrağa doğru yürüdü. Hala başı dönüyordu. Savaşçının yardımıyla ata bindi ve kendisine uzatılan dizginlere sımsıkı tutundu. Bacaklarını iki yana sarkıtarak oturmadığı için denge sağlayamıyor ve ürküyordu.


Gain, hala kendine gelememişti. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Yüzünü ovalayıp acıyla inledi ve ata bindi. Bu konu hakkında uzunca düşünüp kafayı yiyecek zamanı olacaktı. Şimdilik tek kolunu Alia'nın beline dolayıp onun düşmesini engellemeliydi.


Alia itiraz etmedi. Az önce yaptığı şeyden sonra şimdi ona bağırıp çağırması saçma olurdu. Sırtını Gain'in ılık göğsüne yaslayıp "Az önceki davranışımın seninle hiçbir alakası yok!" diye mırıldandı. Gain çenesini onun tepesine dayadı, "Bunu ikimizde ayıkken konuşmaya ne dersin?" önerisinde bulundu. Alia histerik bir iç çekip "Konuşacak bir şey yok" dedi. Konuşmak onu daha fazla utandırıyordu. Ayrıca duyduğu hoşnutluk onu mayıştırmıştı.


Gain gülümsedi fakat hiçbir şey söylemedi. Bu kız gerçekten çok yüzsüzdü. Önce bütün gücünü içine çekmiş, onu hayatında hiç kimsenin öpmediği gibi öpmüş, şimdi konuşulacak hiçbir şeyin olmadığını söylüyordu üstüne üstelik birde uyumaya kalkıyordu. Muhtemelen Gain'in elini sıvazladığının farkında bile değildi. "Sen beni öldüreceksin kadın" diye mırıldandı ve kalan gücüyle atın karnına sıkıca vurdu.


Alia, Gain'in yardımıyla attan indi. Ona arkası döndük olduğu için yaralarının ne halde olduğunu bilmiyordu. Fakat şimdi bakınca vahşi bir hayvanın saldırısından zor kurtulmuş gibiydi. Bencilce bütün kanını içmiş ve onu güçsüz bırakmıştı. Bu yüzden yaraları iyileşmemişti. Alia dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladı. Gain'in sağ şakağından çenesine kadar derin tırnak izleri vardı. Alt dudağının bir kısmı fena halde patlamıştı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi birde boynu ve kolları yara bere içindeydi. Pelerini yırtılmış ve sarkıyordu. Alia, onun bu haliyle bile çekici göründüğünü düşündü. Acaba kendisi de bu şekilde mi görünüyordu? Ah, Gain onu zapt etmeye çalışırken yakması haricinde saçının teline bile zarar vermemişti. Gözlerini kaçırdı ve İola'nın peşinden kaleye girdi.


Prenses onun hakkında pek iyi düşünmüyor olmalıydı. Arkasına bile bakmadan yürüyordu. Alia çok utanmıştı. Bundan sonra ne Gain'in ne de prensesin yüzüne bakabileceğini sanmıyordu. Aslında Gain'in yüzüne bakmayı zaten düşünmüyordu Alia'yı öldürmek istemişti. Onun öfkesini hissetmişti. Ona nasıl baktığını görmüştü... Her ne kadar şu anda sakin olsa da bu, dakikalar önce boynuna bir hançer dayadığı gerçeğini değiştirmeyecekti. Genç kız omuz silkti. Kendi davranışlarını görmezden gelmeye çalışıyor gibiydi. Koridor Alia'nın üzerine üzerine geliyordu, basamaklar adeta birbirine karışıyordu. Neyse ki büyük salona geldiler. İola tahtına çıkıp arkasını döndüğünde yüz hattı öncekinden daha yumuşaktı.


Alia rahatladığını hissetti. İola'ya bir özür borcu olduğunu biliyordu. Sesli dile getiremeyecek kadar utandığı için onun ayaklarının dibindeki mermer basamağa oturdu.


Gain, Alia'nın böyle küçük düşürücü bir şekilde İola'nın ayaklarının dibinde oturmasından hiç hoşlanmamıştı. Pekâlâ, İola saygı duyulması gereken biri olabilirdi. Fakat Alia, Ateş Klanı'nın gücünü içinde taşıyordu ve bu hiç de hafife alınacak bir şey değildi. Diğer yandan onun ne kadar utandığının farkındaydı ve eğer genç kızı rahatlatacaksa bu defalık orada sessizce oturmasına göz yumabilirdi.


Utanmak... Bu duyguyu ömründe ilk defa tüm hücrelerinde hissediyordu...Genç adam dudaklarını büktü. Alia çok halsiz görünüyordu. Muhtemelen kana duyduğu gereksinim yüzünden hiçbir şey yememişti. Tanrı aşkına bu kızı anlamıyordu. Vampir oldukları için yemek ve diğer yaşamsal faaliyetlere çok büyük bir ihtiyaç duymuyorlardı. Fakat ölümsüz değildiler, yalnızca bedenleri farklı bir kimyaya sahipti ve çok yavaş çalışıyordu. İnsanların vampirler hakkında çıkardığı efsaneler onu her zaman güldürmüştü. Ayrıca onları ayrı bir sınıfa koymamak gerekirdi. Vampirler insan fizyolojisine sahip olsalar bile Gain'e göre hayvani yaratıklardı. Bu konu hakkında bir kitap yazabileceğini düşünerek sırıttı. Bütün bunlar bir yana Alia'nın vücudunun zarar görmemesi için en azından taze meyve sebzelerden yemesi gerekti. Bu konuyu, ilgilenmek için aklının bir köşesine yazdı.


Alia, İola'nın omzunu sıvazlamasıyla ona doğru döndü. İola güzel gözlerini onunkilere dikmiş gülümsüyordu. Alia da ona onunkiyle aynı güzellikte mahcup bir gülümseme gönderdi.

İola Gain'e dönüp onu şöyle bir süzdü. Yara bere içindeydi ve gerçekten komik görünüyordu. Alia'yla aralarında ne geçtiğini merak etmeden duramıyordu. Karşılaştığı manzarayı düşündüğünde buna karışmamaya karar verdi. Şimdi konuşmaları gereken daha önemli meseleleri vardı. Boğazını temizleyip, "Bugün Orion'un habercilerinden biri buradaydı. Anlayacağınız üzere Alia'dan haberdar. Tuhaf bir şekilde, onun Gain tarafından dönüştürüldüğünden de haberdar." dedi.


Alia yüzünü buruşturup, "Onun habercisini yedi ve acımasızca uzağa fırlattı." diye söylendi. Gaine kısa bir bakış gönderip tekrar başını önüne eğdi.


Gain'in cevabı kesin ve netti; "Sen sus!" diye çıkıştı. "Yaşlı bunağı Orion'un habercisini bilgilendirirken yakaladım. Bizim hakkımızda bildiği her şeyi anlatıyordu. Ona gereken cezayı en başında vermeliydik ve dahası Van'ın casusu olduğunu itiraf etti." dedi. Alia bunun üzerine İola'dan kendisini desteklemesini bekliyordu. Fakat İola "Sen haklıydın." diyerek, onu şoka soktu. "Van..." Prenses Gain'in belli belirsiz hayır dercesine baş sallayışı üzerine sustu. "Şimdi Orion ile başa çıkmak zorundayız. Muhtemelen Alia'yı yanında götürmek isteyecektir." dedi. Alia ayağa kalkıp İola'ya doğru döndü. "Onunla gitmeyeceğim !"diye çıkıştı. Düşüncesi bile onu ağlama isteğiyle doldurmuştu.

             

Prenses endişe içinde; "Yapılan hatayı kabul etmeyecektir." dedi. Alia omuzlarını dikleştirdi, "Ne gibi bir hata? " diye sordu. Diğer yandan Gain'in homurdandığını duyabiliyordu. İola , "Gain seni dönüştürerek Ateş Klanı'nın gücünü seninle paylaştı. Orion bu gücü kullanmak isteyecektir." dedi. Aias ona ek olarak "Senden gücünü kendisine vermeni talep edecek." dedi. Alia Ateş Klanı gücünün ne anlama geldiğini bilmiyordu fakat hafife alınmayacak bir şey olduğu kesindi ve eğer onu birine geri vermesi gerekirse, bu kişi Gain olacaktı. Sıkıntılı bir iç geçirdi.


"Eğer Ateş'in gücü benimse onu vereceğim tek kişi Gain olacak." dedi. İşte yine kızarıyordu, yine de konu bu denli önemliyse kişisel meselelerini karıştırmayacaktı. Gain'e döndü ve gözlerini onunkilere dikti. "Gücünü sana geri vereceğim!" dedi.


Gain ona tek kaşın kaldırarak baktı. "Ben verdiğim şeyleri geri almam" dedi. Alia dudaklarını birbirine bastırıp İola'ya döndü, Tanrı şahittir Gain'i tekmelemek istiyordu. Tam mızmızlanmaya başlayacaktı ki Gain konuşmaya başladı.


"Alia?"


Alia arkasını döndü. Gain'in yüz hatları taş kesilmişti, önemli bir şeyler söyleyeceği her halinden belli oluyordu.


"Seni çağırdığında ona gidecek misin?" diye sordu.


Alia sinirlendi bu soruyu kaç kez daha soracaktı? Dersine iyi çalışmış bir öğrenci gibi "Ne olursa olsun ondan uzak duracağım." dedi. Gain İola'ya baktı. O istediği cevabı almıştı.


İola "Alia, Orion'u yanlış tanımanı istemiyorum. O bizim düşmanımız değil. Aksine yaşça ve bilgelik olarak büyük vampirlerden biri. Ateş Klanı'nın gücünü, yeni ve daha büyük bir klan için kullanmak istiyor. Bizi korumak için." dedi.


Aias "Gizlenmek, insanların gölgesinde yaşamak istemiyor" diye ekledi. Savaşçının yüz hatları da Gain'inki kadar sertleşmişti. Kahverengi gözlerini prensesinin üzerine dikmiş kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Alia onun taştan bir heykel olduğunu düşündü ve gülmediği zamanlarda onu kızdırmamaya karar verdi. Diğer yandan konunun ciddiyetini henüz kestirebilmiş sayılmazdı. Onu alıp götürmek isteyen bir başka vampir mi vardı? Onlardan daha mı büyük ve güçlüydü?


Yine de çok iyi bildiği bir şey vardı. Vampirlerin varlığı ortaya çıkarsa, insanlar bu güzel doğayı ve onları yok ederlerdi. Alia bunun yanlış olduğunu biliyordu. Dünyada henüz keşfetmedikleri binlerce âlem vardı. Bütün bu güzelliklerin insanların eline geçmesini istemezdi. Ne yazık ki insanoğlu o kadar yapaylaşmıştı ki doğal olan hiçbir şeyi kabul etmeyecek durumdaydı. Birden içini heyecan kapladı. "Eğer bu gücün sahibi bensem, ben yaşadığım sürece hiç kimsenin bu klana zarar vermesine izin vermeyeceğim!" dedi.


İola ve Aias birbirlerine baktılar Gain ise kahkaha attı. Alia'yla gurur duyuyordu. O kadar genç ve heyecanlıydı ki Gain eğer onu tanımasaydı ne kadar boş ve gereksiz bir hayat yaşamış olacaktı. Ona sahip olduğu için çok şanslıydı. Alia onundu. Bunu günler önce zehrine karşı koyarak ispatlamıştı.


Alia ise bir kez daha utançtan yerin dibine girdiğini hissetti. Gain'in ona gülmesi onu gerçekten gücendirmişti. Boğazı düğümlendi ve gözleri doldu. Tanrım bu adamdan hoşlanmıyordu. Titrek bir iç çekip, hızla salondan ayrıldı.


İola, Alia'nın arkasından bağırdıysa da geri dönmedi. Güzel kadın ellerini beline koyup Gain' e baktı. "Ne kadar duygusal olduğunu görmüyor musun?" diye bağırdıktan sonra sinirle yerine oturdu. "Ona karşı daha nazik davransan iyi edersin! Ayrıca ona niçin hala bir prenses olduğunu söylemiyorsun? Daha da önemlisi onu dönüştürmenin ne anlama geldiğini çok daha iyi biliyor olman gerekiyor. " dedi.


Gain düşünceli gözlerle arkasına baktı. Onun ağlamasındansa bağırıp çağırmasını yeğlerdi. Aias'ın ağzını açık bırakacak düşünceli bir ses tonuyla "Bu kadar sorumluluğu tek başına kaldıramaz. Bırakalım da yavaş yavaş alışsın. Yinede bütün klanın ona gereken saygıyı duymasını istiyorum." dedi.


Aias "Peki ya Van?" dediğinde ikisi de susmuş ve düşünceli gözlerle kendisine yönelmişti.


                                                                        ***


Alia kalenin kapısından çıkarken onu selamlayan askerlere aldırış etmedi. Hızla dış avluya yürüdü ve birbirine benzeyen taş evlerin arasından koşar adımlarla geçti. Carna'nın evini bulmak zor olmamıştı. Tahta kapıya birkaç kez vurdu. İçeriden ses gelmeyince kapıyı açtı ve içeri girdi. Bir çocuk gibi kaçtığı için kendinden nefret ediyordu. Fakat orada kalırsa ağlayıp sızlanacak ve kendini küçük düşürerek daha da utanacaktı.


Camın önündeki tabureye oturup dolunayı izledi. O kadar parlaktı ki etraftaki her şey anormal bir şekilde parlıyordu. Alia başını pencerenin kenarına dayayıp gözlerini kapattı. Bugünün güzel geçmesini hayal etmişti. Oysa her şey ters gitmişti. Sinirlerine hâkim olamamış, Gain ile korkunç bir kavga etmiş, onu öpmüştü. Alia kafasını pencereye vurmaya başladı. "Hayır, onu öpmedim!" diye söylendi. Sadece kanının tadına bakmıştı. Hatta o kadar çok bakmıştı ki Gain bir süre kendine gelememişti. Alia derin bir iç çekti. Onu öptüğünü düşünmek heyecan vericiydi. Bunu bir geri ödeme olarak kabullenmeye karar verdi çünkü onu gördüğü ilk gün Gain onu defalarca öpmüştü. Alia konuyu geçiştirmek istercesine elini havada salladı. Tanrım delirmeye başlıyordu.


Carna içeri girdiğinde Alia'yı görünce olduğu yerde duraksadı. Demek ki Gain'in evin etrafında dolanmasının sebebi buydu. Üstelik ona içi meyveyle dolu bir kâse vermişti. Bu da neydi böyle? Pekâlâ, gerektiği zaman bir şeyler atıştırırlardı ya da Nell ona zorla yedirirdi fakat Gain'in bu kadar düşünceli olması şaşırtıcıydı.


Alia, sarışın vampirin elindeki meyve kâsesini görünce çok şaşırdı. "Erken geldin... Bu nedir?" diye sordu. Meyveler leziz görünüyorlardı. Carna, "Beni korkuttun!" diye çıkıştı. Daha sonra pencereyi kapatıp önüne dayandı. "Ah... Bugün herkes bir anda önüme çıkıyor." diye söylendi ve meyve kâsesini yatağın üzerine koydu.


Alia, arkadaşının korkuyla kapıdan dışarı baktığını ve dudaklarını kemirdiğini görünce dayanamadı, "Carna bir sorun mu var?"


Carna kendini toparlayıp başını iki yana salladı "Gain etrafta dolanıp duruyor. Bunları bana verdi." dedi. yatağına otururken birkaç böğürtlen alıp ağzına attı ve yüzünü ekşitti. "Tatları eskisi kadar cezp etmiyor" diye mırıldandı.


Alia sandalyeden kalkıp Carna'nın yanına oturdu ve ayaklarını kendine çekti. Anlatacakları uzundu "Biraz konuşabilir miyiz?" dedi. Carna kaseden aldığı iri, yuvarlak meyveyi ona uzatırken başını salladı. Alia meyveyi alıp kokladı ve ısırdı. "Bu tarz şeyler yiyebiliyor muyuz?" dedi. Bu ona çok garip gelmişti. Yeniden uyandığından beri karnı hiç acıkmamıştı.


"Eskisi gibi olmasa da vücudumuzu korumak için arada bir şeyler yemek zorundayız. Nell sadece kanla beslenmenin vücudu çürütmeye başlayacağını söylüyor"


Alia kaşlarını kaldırdı "Bu çok ilginç... Fakat ölümsüz bir bedene ne zarar verebilir ki?" diye sordu.


Carna, "Ölümsüz demek yanlış bir tabir olur. Vücudumuzun kanla tazelendiği doğru fakat en güçlü vampirler bile başları gövdelerinden ayrıldığında yaşama devam edemezler. Bu da demek oluyor ki tam olarak ölümsüz değiliz. Nell milyonlarca sene önce Dünya ilk oluştuğunda insanların vampirler gibi yüzlerce yıl yaşadığını söylüyor." dedi.


Alia gözlerini kocaman açıp "Nell yüzlerce yaşında mı? Yani birkaç yüz... Ah Tanrım!" Carna ona bakıp sevecen bir gülümseme gönderdi. "O kadar büyük değil" dedi. Alia, onun uzun parmakları arasında tuttuğu böğürtlene bakarak "Kafam çok karışık." diye mırıldandı.


Duvara yaslanıp "Gain bu klanın efendisi demiştin peki İola kim? Gain ondan çekiniyor ama ikisinin de çekindiği başka biri var. Adı Orion" dedi.


Carna içinden "Keşke Nell burada olsa" diye söylenip bildiği kadarını anlatmaya başladı. "İola kabilenin en büyük vampirlerinden biri ve Ateş Klanı'nın kurucusunun büyük kızı. Oldukça güçlü bir vampir aynı zamanda bildiğin gibi bir prenses ve kesinlikle bir psişik. Sana dokunduğunda geçmişin hakkında pek çok şeyi görebilir. Bu yüzden ona yalan söylememelisin. Orion ise Ateş Klanını korumak için görevlendirilmiş büyük bir vampir. Fakat şu anda Kuzeyde Prenses Minore'yi koruyor" dedi. Derin bir nefes alıp "Nell onun çok uzun zaman önce buradan ayrıldığını söyledi. Çünkü Büyük Efendi Aneen Ateşin gücünü Gain'e vermiş." Alia yüzünü ovuşturdu "Peki bu gücün boyutları nedir?" diye sordu. "Gain'e yaklaşmanın imkânsız olduğunu söylemiştin."


Carna derin bir iç çekti ve gözlerini Alia'nınkilere dikip "Ona karşı koymak imkânsız çünkü mükemmel avcı yeteneklerine sahip önsezileri çok kuvvetli ve inanılmaz zeki. Nell, Aneen'in özel nitelikleri yüzünden gücünü ona verdiğini söylüyor. Bana kalırsa durum öyle değil. Gain bu klana tüm kalbi ile bağlı. Söylenenlere göre yaşadığı yeri korumak adına sevdiği kadından dahi vazgeçmiş. Fakat Orion duygularını her zaman klandan önce tutarak Aneen'i hayal kırıklığına uğratmış" dedi. Alia bir tutam saçını eline doladı ve "ve bu yüzden Aneen onu seçti. Peki, bu güç tam olarak ne anlama geliyor?" diye sordu. Her geçen saniye daha da heyecanlanıyordu.


Carna, "Tam olarak bilmiyorum fakat onun ateşe hükmettiğini duymuştum. Beş elementin en can alıcısı ateş... Bu öylesine büyük bir güç ki..." dedi ve bir süre ölü gibi Alia'ya bakıp ayağa kalktı. "Aman Tanrım! Alia... Yoksa sen ?" dedi. Kekeliyordu. Alia'yı kolundan tutup ayağa kaldırdı. "Sıcaksın!" diye mırıldandı. Alia onun elini iyice sıkıp "İola, Gain'in gücünü benimle paylaştığını söyledi ve başım çok büyük belada." dedi. Carna o kadar şaşkın görünüyordu ki adeta taş kesilmişti. Alia onu dürtüp çenesini yukarı ittirdi ve ağzını kapattı. Carna yutkundu. "Alia, Gain ile aranızda ne tür bir olay geçti?" diye sordu.


Alia kendini yatağa bırakıp, "Eğer bugünü soruyorsan benim asıl anlatmak istediğim de buydu. Bana bildiğin her şeyi anlatmak zorundasın. Kendimi ondan korumalıyım bugün beni öldürmeye kalktı kafamı gövdemden ayırmasına ramak kalmıştı ki..." dedi ve sustu. Carna eli ağzında olduğu yerde bayılacakmış gibi duruyordu "Sonra?" diye sordu. Alia kendini trajik kız muhabbetlerinden birini yapıyormuş gibi hissediyordu. Carna onun kalbini ısıtıyordu.


"Boynuma hançer dayadı ve dudağı... Hayır, dudaklarından biri... Yani alttaki dudağı... Ahh... Ne saçmalıyorum ben? Dudağı kanıyordu ve kendimi tutamadım, onu öptüm!" dedi. Carna tam çığlık atacaktı ki Alia kalkıp onun ağzını kapadı. "Onu öptüm, çünkü dudağı kanıyordu. Kan yanlış yerdeydi... Carna bana bir yol göster! Gain'e karşı koyamıyorum onun kanı beni delirtiyor "

Carna başını iki yana salladı. Alia gerçekten perişan görünüyordu. Üstü başı toz içindeydi, saçları darmadumandı ve ağlıyordu. Bütün bunları bir anda yaşamak onu alt üst etmiş olmalıydı. Onun için durumu daha çok zorlaştırmamaya karar verdi ve ona sarıldı.


Alia hıçkırıyordu "Benden kurtulmak istedi fakat ben daha da çok yapıştım... Üstelik Aias ve İola bizi gördü. O kadar utandım ki..." dedi. Ondan ayrılıp gözlerini ovuşturdu ve yatağa oturdu. "Şimdi ne yapacağım? Kafam çok karışık..." diye yakındı. Carna "Bu durumda seni rahatlatacak tek seçenek Gain'in yanında olmak" dedi. Tam olarak emin değildi fakat en doğru seçenek bu olmalıydı.


Alia "Sen nasıl hissetmiştin?" diye sordu. Carna histerik bir iç çekti. "Kötü bir geceydi fena halde sis vardı. Birkaç siyahi turist rehberi beni ormanın girişinde bırakıp gitti. Kaybolmuştum ve Nell beni buldu. Ondaki doğaüstü güzelliği fark etmem çok kısa bir zamanımı aldı. Bende merak uyandırdığı için ondan uzaklaşmadım ve ne olduğunu anlamadığım bir anda onun avı oluverdim. Uyandığımda başımdaydı, bana durumu açıkladı. Nell çok cana yakın olduğu için beni hiç korkutmadı." dedi ve gülümsedi. Yanakları pembeleşmişti. "Beni gizlemek istedi çünkü Gain yeni bir dönüşüme karşıydı. Uzun sürmedi ve yakalandık. Nell bütün sorumluluğu üzerine aldı. Gain kalmama izin verdi fakat Nell'i cezalandırdı" dedi. Gözleri buğulanmış ve alnı kırışmıştı. "Eğer bir gün Nell'in vücudunu görürsen ne demek istediğimi anlarsın... Benim yüzümden... Bana belli etmese de onun ne kadar acı çektiğini hissedebiliyorum." diye mırıldandı. Alia'nın içi korkuyla doldu. Acaba Orion da onu cezalandırmak için mi geliyordu? Öyleyse bile Gain sorumluluğu üzerine alacak mıydı? İola alacağını söylemişti. Fakat bu kez zarar gören Gain olurdu. Alia kimsenin zarar görmesini istemiyordu. Yüzünü ovuşturup sandalyeye oturdu.


Yarına kadar bu konuyu düşünecek vakti olduğu için şanslıydı. Taş evleri geçip iç avluya girdi. Bir an olduğu yerde durdu. Eğer buradan kaçarsa her şey hallolur muydu? Gain'in dediği gibi 'Belki başına kötü bir şey gelmiş ya da ormanın içindeki yırtıcı hayvanlardan birinin akşam yemeği olmuştu.' Bu ıssız yerde Tanrıdan başka kim bilebilirdi ki? Eğer ağaçlardan birine tırmanabilirse duvarın diğer tarafına geçebilirdi. Duvar dibine doğru yürüdü ve tırmanılması kolay sağlam bir ağaç bulabilmek için dua etti.


"Sen yaşadığın sürece hiç kimse bu klana zarar veremeyecek! Sözünü kaçarak mı tutmayı planlıyorsun? Nerde olursan ol seni bulamayacağımı mı sanıyorsun?" Gain'in sesindeki sert ton Alia'nın içindeki ateşi körükledi. Genç kız hışımla arkasına döndü.


"Dalga geçmeye geldiysen şu an bunu kaldıracak durumda değilim!" diye çıkıştı.


Gain, onun endişelerini ve korkularını hissedebiliyordu. Ama kaçmak hiç de onurluca bir davranış değildi. "Odana git ve dinlen" dedi. Bu daha çok bir emirdi. Alia cüretkâr bir tavırla Gain'in üzerine yürüdü ve tam önünde durdu. O kadar yaklaşmıştı ki yüzüne bakabilmek için başını kaldırmak zorunda kaldı. Erkeğin yüzündeki yaralar hafif kızarıklıklara dönmüştü. "Odama gidip dinlenince eski hayatıma geri dönebilecek miyim?" diye sordu. Öfkesi açık ve netti. Gözleri ateş püskürüyordu. Gain onun öfkesine karşın sakin bir ses tonuyla "Hayır" diye mırıldandı ve onu daha da rahatlatabilmek umuduyla elinin tersiyle yanağını okşayıp "Ben burada olduğum sürece hiç kimse ne sana ne de bu klana zarar veremez" dedi.


Alia "Ya sen?" Sen bana zarar verecek misin?" dedi. İnanılmaz bir şekilde rahatlamıştı. Gain onun sorumluluğunu almayı kabul etmişti demek. Birkaç adım gerileyip doğrudan onun gözlerine baktı.


Gain ne demesi gerektiğini bilmiyordu, sorusunu geçiştirmek için "Odana git ve efendine böyle saçma sorular sormayı kes" diye emretti. Alia daha fazla tartışmak istemediğine karar verdi. "O halde odama gidiyorum" diye mırıldandı ve arkasını dönüp yürümeye başladı.


Tanrım, az önce birbirlerine bağırıp çağırıyorlardı!


Gain kollarını göğsünde kavuşturup sırıttı, bu kız onu dengesizleştirmişti. Fakat mutluluğu uzun sürmedi savaşçılardan biri koşarak yanına geldi ve onu selamladı. "Efendi Orion'u kendi bölgesinden çıkarken görmüşler. Van'ın topraklarında ise hareketlenme varmış. " dedi. Gain'in çenesi kenetlendi ve gözleri kısıldı. Savaşçıya ters bir bakış gönderip "Prenses Alia'nın kapısına iki savaşçı gönder ve hiçbir şekilde oradan çıkmadığına emin ol!" dedi. Savaşçı Efendisinin emrine itaat etmek için derhal oradan uzaklaştı. Gain toprağa sıkı bir tekme sallayıp "Kahretsin!" diye tısladı. Orion'un neler yapacağını gerçekten merak ediyordu. Ne olursa olsun tehlike getirecekti. Durum öyle olsa bile Gain kardeşine ne kadar direnebilecekti?


Loading...
0%