@gizemmgurbuzz
|
Gain elini kaldırıp savaşçılarını durdurdu. Yabancı bir koku alıyordu. Kan kokusuydu fakat bir vampire ait değildi. Böylesine muhteşem bir koku elbette bir vampire ait olamazdı 'Tabi eğer bu vampir kendisi değilse' aslında birçok koku duyuyordu fakat yalnızca biri onu mahvetmeye yetmişti, içindeki avlanma arzusu öylesine derin ve bastırılması imkânsızdı ki Gain delireceğini düşündü. Kabile bu defa işini düzgün yapmış görünüyordu. Aias yanına gelip sakin bir ses tonuyla; "Kokuyu alıyor musun? İçimden bir ses ziyafet var diyor" dedi ve sırıttı. Fakat Gain ondan tarafa bakmadan "O bana ait" diye emretti. Savaşçılar ona aldırış etmediler. Yalnızca küçük homurtular çıkarmakla yetindiler. Gain kokunun geldiği yöne doğru ilerlemeye başladı. Diğer yandan içini kaplayan huzursuzluk bu avın iyi şans getirmeyeceği yönündeydi. O kaçık bunağın buranın yasak bölge olduğunu açıklamış olması gerekmez miydi? Pek tabii, bu uyarı gerçek değildi fakat Gain kadere inanırdı. Gelen avların büyük bir kısmı bu sayede onlarla hiç karşılaşmadan kötü kaderlerini değiştiriyordu. Onu dikkate almayıp gelenler ise en leziz olanlardı. Adrenalin duygusunun kana kattığı aroma baştan çıkarıcıydı. Tıpkı şu an olduğu gibi... Yinede o bunağı Van'a akşam yemeği olarak yollama fikri kafasından çıkmıyordu. Yüzünü buruşturdu. Düşüncesi bile tiksindiriciydi. "Gain bu taraftan!"
Genç adam görmemeyi diledi. Artık bir milyon öldürme tekniğinin birini bile hatırlamıyordu. Kız orada uyuyordu ve eğer gece gözlerini yanıltmıyorsa çok güzeldi. Sırtını ağacın gövdesine yaslamıştı. Uzun kızıl bukleleri etrafında sarmalanmıştı. Gain'in gözleri genç kızın gergin yüz hatlarında, kenar kıvrımları aşağı doğru eğilmiş kıpkırmızı biçimli dudaklarında, ellerinde, uzun biçimli parmaklarında dolaştı ve bandajlı elinden sızan incecik kana sabitlendi. Kanı görünce aynı zamanda kendine geldi. Ona ne olmuştu böyle? Kendini sıkmayı bıraktığında nefes nefese kaldığını fark etti. Tanrım böyle bir kadının yeryüzünde var olmasına tahammül edemezdi. Onu aklından etmişti. Bir an Minore'yi düşündü. Pekâlâ, bu kızın onunla ilgisi yoktu fakat Minore'yi hatırlatması bile başlı başına bir eksiydi. Bu tehlikeli yaratık ortadan kalkacaktı o kadar! Aias endişeli gözlerle Gain'i izliyordu. "Titriyor olabilir mi?" diye düşündü. Hayır, bu imkânsız bir şeydi. Açıkçası Gain'den hem yaşça hem de tecrübe olarak daha büyük olmasına rağmen çekinirdi. Bu adamı böylesine sarsan şeyin ne olduğunu düşünüyordu Gain'in taş gibi yüz hatları yumuşamış ve gözleri iri iri açılmıştı. Aias her zaman öfkeden deli gibi parlayan ateş çemberinin inceldiğini fark etti. Elini ateşin efendisinin omzuna koydu ve havaya hiç hoş olmayan bir kelime savurarak aynı anda geri çekti. Tanrı aşkına bu adam ne zamandan beri insanları görünce gardını alıyordu? Diğer savaşçılarda onun bu tutumundan huzursuz olmuşa benziyorlardı. Aias onlara "Kımıldamayın" diye emrettikten sonra yanan elini hararetle savurmaya başladı.
Alia rüyasında savaş görüyordu. Çığlıklar, feryatlar... Kan! Her yer, her şey adeta birbirine karışmıştı. Gözlerini sıkıca kapattı ve kulaklarını tıkadı. Feryatlar rüya olamayacak kadar gerçekti. Sanki çığlıklar hemen yanı başında yükseliyor gibiydi. Agus'un ettiği çirkin küfrü duyunca seslerin rüya değil de gerçek olduğunu anlaması uzun sürmedi. Gözlerini ve kulaklarını açıp kamp alanına doğru baktı. Kan yoktu fakat herkes olduğu yere çivilemiş tek bir yöne bakarak bağırıyordu. Alia, başını onların baktığı yöne çevirdiğinde kendiside bağırmak istedi. Beş kişiydiler, siyahlara bulanmışlardı. Ay ışığını bir ayna gibi yansıtan tenleri ışıldıyordu, kat kat cilalanmış balmumundan heykeller gibiydiler. Gözleri sırayla iri vücutlarında ürkütücü kaslarında dolaştı ve birine takıldı. Çatık kaşlarıyla ona bakan balmumu heykeli ona doğru bir adım daha yakındı. Alia onun ışık saçan göz bebeklerini görebiliyordu. Tanrının yarattığı en güzel varlıklardan biri olmalıydı. Gözlerini kırpıştırıp yeniden baktı fakat kaybolmamıştı. Öylesine muhteşem bir yaratıktı ki herkesin niçin dehşete kapıldığını anlayamıyordu. Akkie'nin "Vampirler" diye bağırdığını duyana kadar bakışlarını kaçırmadı. Kız bağıran arkadaşına soran gözlerle bakarken Gain ona doğru yürümeye başlamıştı bile. Bu işi tek seferde halletmeye karar verdi. Hızlı olmalıydı. İki hızlı adımda ona oldukça yaklaştı. Fakat vücudu mantığına hareket etmemekte ısrarcıydı. Kız koyu mavi puslu gözlerini ona doğru yeniden çevirdiğinde olduğu yerde kalakaldı. Alia birkez daha o tarafa doğru döndüğünde vampir iyice yakınındaydı. Kalkıp koşmaya başlaması boşuna olurdu. Gözlerini kaçırıp var güçleriyle bağıran arkadaşlarına ve müdür Earn'a baktı. Hepsi tek sıraya dizilmiş titriyorlardı. Agus'un elini arka cebine attığını görünce ayağa kalkıp onu durdurmak istedi fakat başka bir vampir ondan önce davranmıştı. Alia ne olduğunu anlayamadan kendini yerde buldu. Tam avazı çıktığı kadar bağıranlar korosuna katılacaktı ki senfonisi vampirin ılık hatta sıcak sayılabilecek tenini hissedince başlamadan son buldu. Alia onun sıcaklığına anlam verememişti. Kansız yaratıklar soğuk olmazlar mıydı? Ayrıca bu olağan dışı güzel kokusu da neyin nesiydi? Sersemlediğini hissediyordu. "Sonsuza kadar ona sarılıp uyuyabilirim" Bu saçma düşünceyi kafasından uzaklaştırmak için vampiri itmeyi denedi fakat kolları demirden kelepçe gibi onu sarmıştı ve hareket edeceğe benzemiyordu. Alia pes etti. Artık yalnızca son birkaç dakikasının tadını çıkaracaktı. Dudaklarını dişleyip başını kaldırdı ve vampirin gözlerine baktı. Sert bakmaya çalışsa da bir canavara göre müthiştiler. Koyu mavi retinasının etrafında yanan mucizevî kızıl bir çember vardı. Ay ışığının teninde yaptığı gümüşi etki görülmeye değerdi. Sivri çenesi kenetlenmişti. Koyu kırmızı dudaklarını birbirine bastırmış ve kaşlarını çatarak neredeyse beyaza çalan açık sarı saçlarının altındaki bembeyaz alnını kırıştırmıştı. Burun kanatları ritmik olarak açılıp kapanıyor ve ona doğru kesik kesik soluyordu. Genç kız afallamıştı. Gülümsedi. Eğer bu bir rüyaysa sabah uyandığında ağlamaya başlayacak ve ömrünün geri kalan yarısını onu beklemekle geçirecekti. Belki de burada olması 'Beklemekten ağaç olmak' tabirine en uygun yerdi. Alia, derin bir nefes alıp "Bana adını söyle" deyiverdi. Tuhaftı evet ama sadece bunu bilmek istiyordu. Sorusuna cevap bulabilmek umuduyla heyecanla beklemeye başladı. Vakit yoktu kızıl çember gittikçe daralıyordu... Vampirin dudakları hafifçe aralandı. Alia, kristal gibi parlayan dişleri fark edince yutkundu. Akkie'nin anlattığı gibi çok uzun olmasalar bile köpek dişleri hafifçe aşağı doğru sivrilmişti. Gain kendisinden cevap bekleyen kıza hayretle baktı. Niçin böyle bir şeyi öğrenmek istiyordu ki? "Korkudan aklını yitirmiş olmalı" diye düşündü. Tek eliyle onun boynuna dolanan kızıl buklelerini geriye itti ve gözlerini onunkilerden koparırcasına ayırıp yüzünü ipeksi boynuna gömdü. Alia boynuna batan dişleri hissettiğinde küçük bir çığlık attı. Acı keskindi, serbest kalan elini onu itmek için kullandıysa da fayda etmedi. Damarlarında dolaşan kanın pompalanırcasına çekildiğini hissedebiliyordu. Boynundan aşağı doğru süzülen sıcak sıvıyı hissettiğinde korkmak yerine öfkelendiğini hissetti. "Tanrı aşkına kenara çekil!" diye bağırdı. Vampir çağrısını duyup durdu, bu daha da acı vermişti. Kanının çekildiğini hissetmek daha kolaydı. Bu defa vücuduna adeta katran enjekte ediliyordu. Kemikleri şu an eriyor olabilirdi. Bağırmak istedi fakat sesinin çıkmayacağından emindi. Acıdan gözleri yaşarmıştı. "Yapma!" diye yalvardı. Ölüm daha kolay olmalıydı. Vampir başını kaldırıp Alia'nın gözlerine baktı ve nedenini anlayamadığı bir şekilde onu öptü. Gözleri yeniden buluşurken Alia tükendiğini hissetti. Hareket etme isteği yok oluyordu. Güçlükle elini kaldırıp onun yanağına yerleştirdi. Tanrım yanıyordu. Gözlerindeki kızıl çember yeniden eski ince haline geri dönmüştü Alia, birkaç cümlelik enerjisi olmasına dua ederek söze başladı; "Bunu unutmayacağım ve tekrar karşılaştığımızda..." dedi ve dinlenmek için durdu. Vampir merakla onu dinliyor ve küçümseyici bir şekilde gülümsüyordu. Alia kaşlarını çattı, doğrusu buna dahi hali yoktu. Küçük bir nefes kırıntısı aldı ve devam etti; "Ölmeyeceğim ve yeniden karşılaştığımızda senin canına okuyacağım!" dedi bu son cümleyle içinde kalan son enerji kırıntısını da harcamış ve gözlerini kapatmıştı. Gain hayran hayran onu izliyordu. Bu kız az önce ona meydan mı okumuştu? Gülmemek için kendini zor tutuyordu. Aslında kendini zor tuttuğu başka konularda yok değildi. Baştan çıkarıcıydı. Onun bir vampir olarak karşına çıkmamış olması gerçekten acı vericiydi. Kız gözlerini yeniden araladığında onu bir kez daha öptü. Genç adam kolları arasındaki güzel yaratığı toprağın üzerine yatırırken dilini şaklattı. Eğer onu her an daha fazla şaşırtmasaydı zehrini daha az akıtıp yaşamasına ve dönüşümünü tamamlamasına izin verebilirdi. düşününce zaten onu gördüğü ilk anda planının bu olduğuna karar verdi. Fakat artık çok geçti. Onun kadar zarif bir yaratık ateş klanının gücüne dayanamazdı. Genç adam her ne kadar o gözlere bir defa daha bakabilmek için ömrünü dahi verebilecek olsa da doğru zamanda durmadığını biliyordu. Başında diz çöktü ve yüzüne gelen buklelerini özenle ayıkladıktan sonra kızı bir kez daha öptü. Yüzündeki gergin ifadenin yerinde inanılmaz bir huzur ve gülümseme duruyordu. Savaşçılardan birinin omzuna dokunmasıyla irkildi. Aias gülümseyip "Ona gerçekten özenli davranmışsın" dedi ve çenesiyle harp alanını gösterdi. Gain umursamaz bir tavırla omuz silkti. Kalkıp geldikleri yöne doğru yürümeye başladı. Yol bitmek bilmiyordu. Gain belki bininci kez "Doğru olanı yaptım" diye tekrarladı. Ağlamak istiyordu hatta ağlamamak için dudaklarını dişliyordu. Bu his de nereden çıkmıştı? Gain ağlamazdı... Durup arkasından "Yanlış olan ne?" diye soran savaşçıya ateş püsküren bir bakış gönderince savaşçı susup geri adım attı. Gain, tek elini beline koyup dişlerini gıcırdattı. Bu koca adamlar bile ondan korkarken o kız "Senin canına okuyacağım" demişti. Kaleye döndüğünde odasına girecek ve İola'nın yaptığı gibi yorganı üzerine çekecekti. Fakat durum öyle olsa bile muhtemelen onu sakinleştirmek için gelecek olan kişi Aias olurdu. Gain bu komik sahne karşısında güldü. Tanrım, dünyadaki hiçbir yaratık -Minore dahil- onu böylesine derinden etkilememişti. Yeniden önüne döndü ve "Doğru olan bu" diye çıkıştı. Evet, doğru olanı yapmıştı. Onu sersemletecek hiçbir şeyin yaşamasına izin vermezdi o kadar! |
0% |