Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Sevgi Mührü

@gizemmgurbuzz

Şhia'nın getirdiği dördüncü şişeyi de kafasına dikip eliyle şifonyerin üzerinde ritim tutmaya başladı. Beklemek gittikçe zorlaşıyordu. Son birkaç saattir sayısını unuttuğu kez parlatıcısını tazelemişti. Yine aynını yapıp ayağa kalktı ve üzerindeki son düzeltmeleri yapmaya koyuldu. Daha önce deri pantolon giymediği için biraz rahatsız olmuş olsa da üzerindeki mavi bodysiyle çok şık durmuştu. Saçları her zamanki gibi açıktı. Alia buklelerinin bel çizgisinin altına kadar indiğini henüz fark etmişti. Bu konudaki sorumsuzluğu onda en ufak bir üzüntüye dahi sebep olmuyordu. Saçlarının aslan yelesi gibi durması hoşuna gidiyordu. Gain'in pelerinini başından geçirdi. Pelerin o kadar uzundu ki neredeyse topuklarına kadar iniyordu. Alia aynı pelerinin Gain'in diz kapaklarına geldiğini düşününce onun aslında ne kadar iri yapılı olduğunu anımsadı. Pelerinin bağlarını sıkıca düğümleyip madalyonunu bodysinin üzerine çıkarttı. İşte hazırdı.

Camdan baktığında güneşin doğuşuna oldukça kısa bir süre kaldığını gördü. Mavi gök yüzü doğuya doğru uzandıkça kızıla dönüyordu Alia bu süreyi bahçede geçirmeye karar verdi. Fakat onu nerede bekleyecekti? Bu konu hakkında konuştuklarını sanmıyordu. Sonunda ahırların bulunduğu yerin doğru olacağına karar verdi. Gain onu kolaylıkla bulabilirdi. Asıl sorun dışarı nasıl çıkacaklarıydı. "Tanrım bu delilik!" diye söylendi. Koskoca klandan nasıl kaçabilirlerdi ki?

Büyük bir dikkatle odanın kapısını kapattı ve merdivenlere doğru ilerledi. Klan, derin bir uykuda olmalıydı. Vampirlerin ritüel için uyanık olmaya ihtiyacı vardı. Klein'in vurulması çok büyük bir karışıklığa neden olmuştu ve bu yüzden herkes oldukça yorgundu. Yavaşça merdivenlerden inmeye başladı. Büyük salonun bulunduğu ikinci kata geldiğinde ise derin bir nefes alıp pelerininin kukuletasını başına geçirdi ve koşar adım bir sonraki merdivene ulaşmaya çalıştı.

"Alia!"

Alia surat astı. Zafere ramak kalmıştı. Eğer durursa bir daha dışarı çıkabileceğini sanmıyordu. Savaş ritüelinin ne demek olduğunu tam olarak bilmese de sıkıcı bir vampir işi olduğu kesindi. Onu çağıran sese cevap vermedi ve yürüyüşüne devam etti. Nihayet son kata indiğinde derin bir nefes alıp avluya çıkmak için adımlarını hızlandırdı.

Kapının önüne geldiğinde etrafına bakınıp dışarı çıktı. Hava bu gün kapalıydı muhtemelen yağmur yeniden başlayacaktı bu yüzden avluda da kimse yok gibiydi. Geldiği ilk günden beri kapının yanında heykel misali dikilen savaşçıya göz ucuyla bakıp

"Biraz hava alacağım İna" dedi.

Adamın yüz ifadesinde en ufak bir değişiklik dahi olmamıştı. Yalnızca "Yasak!" demekle yetindi. Alia savaşçının önüne geçip İola'yı taklit ederek onun kolunu sıvazladı ve gülümsedi. "Yalnızca birkaç tur." diye diretti. Savaşçının yüz hatları yumuşadı. Alia gülümsemesini daha da genişletip "Dikkatli olacağım" diye fısıldadı. Savaşçı boğazını temizleyip "Dikkatli olun" deyip belindeki işlemeli hançerini ona uzatırken genç kız küçük zaferiyle içten içe böbürlenmeden edemedi.

Alia ahırlara giden köşeyi döndüğünde bir başka sürpriz onu bekliyordu. Gain oradaydı. Gölgelerin içine karışmış ve duvara yaslanmıştı. Her zaman giydiği ve ona çok yakışan deri pantolonunun üzerine koyu yeşil derin v yakalı kolsuz bir bluz giymişti. Bluzu her zaman olduğu gibi kalçasını örtecek kadar uzundu ve belinden kalın şeritlerle tutturulmuştu. Kaslı bacakları o kadar gergindi ki Alia onun ne kadar zamandır burada olduğunu merak etti. Gözlerini vücudundan ayırıp neredeyse beline kadar inen ipeksi saçlarına hayranlıkla baktı. Oldukça düz ve bakımlı görünüyordu. Üstelik bu gün onları toplamak yerine açık bırakmıştı. Teninden buz gibi bir ürperti dalgası geçip giderken Alia ne kadar heyecanlı olduğunu hatırladı. Avuç içleri terlemişti.

Gain gelenin Alia olduğunu görünce şaşkınlığını gizleyemedi. Oldukça erkendi. Dudaklarını birbirine bastırırken tam olarak üç saattir burada dikildiğini anımsadı. Bu kız, kesinlikle onu şaşırtmakta ustaydı. Alia'yı baştan aşağı süzdü. Her zamanki gibi kendine yakışanı giymişti. Koyu renkler beyaz tenine gerçekten yakışıyordu. Kızıl bukleleri darmadağındılar. Gain başta onları yadırgasa zamanla alışıp sevdiğini kendi kendine itiraf etti. Yine de onda başka bir değişiklik vardı. Ufak ama güzel bir değişiklik... Farklı görünüyordu. Daha iyi görebilmek için yaklaşmasını bekledi. Genç kız uygun mesafeye geldiğinde ise yüzünü onunkiyle aynı hizaya getirip dudaklarındaki esrarengiz ışıltıya baktı. Bu da onun farklı bir özelliği olabilir miydi? Tanrım bu kadar güzelken onunla nasıl baş edecekti? Geri çekilip elini ensesine attı. Dikkatini kaçmayı planladığı duvara çevirip "Tırmanabilir misin?" diye sordu.

Alia gözlerini onun baktığı yöne kaydırınca "O-oraya mı?" diye sordu. Ahh! Ondan metrelerce yüksek bir duvara tırmanmasını nasıl istiyordu ki! Üstelik bu kadar hazırlanmışken... Duvara tırmanmayı başarsa bile onca emeği boşa gidecekti. Gain'i kızdırıp fikrini değiştirmesinden korktuğu için omuz silkip "Denerim." demekle yetindi. Genç adam ellerini sıvazladı ve duvara doğru ilerledi. Alia "Hangi günüm normal ki bu öyle olsun!" diye mızmızlanıp onu takip etmeye koyuldu. Tırmanmak zor olacaktı. Ağaçların gövdeleri oldukça yosunluydu fakat Gain'in pek umursamadığı ortadaydı. O, yalnızca elleriyle bir iki ağacı yokladıktan keskin tırnaklarını seçtiği ağacın gövdesine geçirip çok zorlanmadan tırmanmayı başardı.

Alia kahkahalarının arasından "Bu delilik!" diye söylendi ve onun peşinden tırmanmaya koyuldu, ayakları kaysa da güçlü tırnakları ona yeterince yardımcı oluyordu fakat bu kez de kahkahaları yukarı çıkmasına engel oluyordu.

Tepeye az bir mesafe kala Gain onu Kuala misali yapıştığı ağaçtan çekip diğer taraftan aşağı inmeye zorladı. Bu kez kendisi de zorlanıyordu çünkü gülmeye başlamıştı. Koskoca Ateşin Efendisi kendi klanından dışarı çıkamadığı için duvardan atlıyordu. Kahkahalar eşliğinde aşağı indiklerinde gözetleme kulesinden onları fark eden bir savaşçı "Dışarı çıkmak yasak!" diye bağırmaya başladı.

Alia savaşçının çınlayan sesini duyduğunda Gain'in koluna yapışıp onu koşmaya zorladı. Küçük maceralarının bu kadar çabuk bitmesine izin vermeyecekti. Patikadan sapıp ormanın içine daldılar. Sis izlerini kaybettirmelerine yardımcı oluyordu. Öyle ki Alia sisten ayaklarını dahi göremiyordu.

Maratonları omuzlarına kadar bitkiye gömülene kadar devam etti ve Alia'nın kendini yere atmasıyla son buldu. Nefes nefese kalmıştı. "Peşimizden geliyor mu?" diye sordu. Nefesini düzene sokabilmek için dizleri üzerine çöküp öylece kaldı. Uzun zamandır böyle hızlı koşmamıştı. Gain "Gelmiyor!" deyince. Alia onun kolundan destek alıp ayağa kalktı ve derhal nerede olduklarını incelemeye koyuldu. Burası patikanın tam tersi yönündeydi. Başını yukarı kaldırıp yer yer görünen gökyüzüne baktı. Dalları birbirine dolanmış ağaçlar adeta gökyüzünü havada tutuyor gibiydi. Koyu lacivert gök güneşin yakın zamanda kendini göstereceğinin habercisiydi.

Gain onu omuzlarından tutup yürümesi için ittirince yeniden çevresine odaklandı. Etrafta büyük gövdeleri dev sarmaşık halatlarıyla birbirlerine bağlanmış yaşlı ağaçların yanı sıra meyveleri henüz olgunlaşmış maun ağaçları ve dalları birbirine karışmış ince ağaçlar karmakarışık bir görüntü oluşturuyordu. Alia ayaklarına dolanan garip bitkilerden ve omuzlarına kadar çıkan dev eğrelti otlarından oldukça huylanmıştı. Üstelik Gain'in pelerini her yere takılıp onu yavaşlatıyordu. Pelerinini çekelerken devrilmiş bir ağaç kütüğüne takılıp yere düştü.

Gain başını iki yana sallayıp dilini şaklattı. Alia dikkatini bir şeye verdiği zaman dünyayla ilişkisini kesiyordu. Böyle devam ederse nehir kıyısına varmaları bir hayli uzun zamanlarını alacaktı. Onu kollarından tutup kütüğün üzerine basmasını sağladı. Aralarındaki boy farkı kapanırsa belki dikkatini çekebilirdi.

Saçlarına yapışan yaprakları toplarken "Daha dikkatli olmalısın" dedi. Genç kız küçük bir baş onayından sonra "Biraz durabilir miyiz?" diye sordu. Bu o kadar kibar bir ricaydı ki geri çevirmesi imkansızdı fakat burası oturmak için elverişli bir yer değildi. Aceleyle etrafı tarayıp gözüne devrilmiş başka bir ağaç kütüğü kestirdi. Kütük daha yüksek ve oturmaya elverişliydi. "Eğer bir yerlerini kırmadan önce ulaşırsak ileride durabiliriz." dedi.

Alia kendisiyle eğlendiği için Gain'in omzuna bir şaplak atıp ona tutunarak aşağı indi. Bu tarz yerlerde dengesini sağlayabilmek bile onun için büyük bir başarıydı. Gain bu defa önden yürüyüp bahsettiği yere çabucak ulaştı ve geniş kütüğe yaslanarak rahatsız edici bakışlarını genç kızın üzerine dikti. Böyle davranarak onu utandırıyordu. Alia birkaç adım attıktan sonra onun kahkahasıyla olduğu yerde durdu. Ellerini kalçasına dayayıp "Bu kadar komik olan ne?" diye çıkıştı.

Genç adam "Yine aynı şeyi yapıyorsun!" dedi. Sesi kahkahalarının arasında boğuk çıkmıştı. Alia elinden geldiğince çabuk olmaya çalışarak onun yanına ulaşıp kütüğe dayandı. "Yine neyi yapıyorum?" diye sordu. Onu bu denli eğlendiren şeyin ne olduğunu gerçekten merak ediyordu. Gain doğrulup omuzlarını sallayarak yürümeye ve onu taklit etmeye başlayınca Alia bir ayağını diğerinin üzerine koydu, "O kadar kötümü yürüyorum?"

Gain'in ona doğru yürüyüp ellerini genç kızın omuzlarına yerleştirdi ve "Şirin" açıklamasında bulundu. paytak yürüdüğünde küçük bir kız çocuğu gibi görünüyordu.


Alia tek bacağını kendine doğru çekip giydiği çizmeyi çıkarttı. Ayağının tuhaf şeklini görmek her zaman tüylerini diken diken ediyordu. Gain'in yüz ifadesini görebilmek için döndü. Erkek olumlu ya da olumsuz bir tepki vermiyordu. Alia kendini açıklama yapmak zorunda hissetti. Yeniden ayakkabısını giyerken "İşte paytak yürüyüşümün sebebi... Doğuştan ördek ayaklar..." diye geveledi. Genç adam gülümsemekle yetinince Alia konuyu değiştirmek için aklına takılan soruyu sormaya karar verdi.

"Yalnızca bir kişi dönüştürebileceğin doğru mu?"

Erkeğin gülümsemesi uçup gitti. Gözlerini onunkilerden ayırıp "Belki" diye homurdandı. Alia onun omzuna kayan yakasını düzeltip "Bir şey daha var ya da peşinden gelecek birkaç şey daha... Camene senin beni bilinçsiz dönüştürmediğini söyledi." dedi. Kelimeler dudaklarından tane tane dökülürken gülümsüyordu. Gain derin bir nefes alıp verdikten sonra "Yürüyelim." diye ısrar etti fakat Alia duymazlıktan gelip "ve ayrıca senin gibi güçlü bir vampirlerin bu tek şansını eşlerini seçmek için kullandığını da söyledi." diye ekledi.


Eğer gözleri onu yanıltmıyorsa Gain kızarıyordu. Kaçacak yer aramaya başlamıştı bile. Alia onu kendine bakmaya zorladı. Gain "Öyle bir niyetim yoktu, dönüşme ihtimalin milyonda birdi ayrıca..." dedi ve durdu ses tonu belirgin bir şekilde onu ele veriyordu. "Neden sana açıklama yapmak zorundayım!" diye çıkıştı. Alia kaşlarını kaldırıp "Yani tamamen bir tesadüftü." dedi. Amacı Gain'in itiraf etmesini sağlamaktı.

Gain işaret parmağını genç kızın iki kaşının ortasına birkaç defa bastırıp onu kütüğe doğru ittirdi ve ellerini kaçmasını önlemek için kütüğe dayadı.

"Pekâlâ, tamamen tesadüf değildi. Seni bana çeken kanının kokusu oldu. Bağırıp çağırmayarak beni şaşırttın, hatta beni o kadar çok şaşırttın ki baştan çıkarıcı kanının tadına bakmak yerine seni dinleyip durdum... Her ne kadar benim olmanı istemiş olsam da seni kendime bağlamak yerine elementin gücünü verdiğimi fark ettiğimde ölmüş olmanı diledim." diye tısladı. Yüzüne düşen gölgeler onun keskin hatlarını daha çok ortaya çıkarmış, gözlerindeki alev daha da belirgin hale gelmişti.


Şimdi kızarma sırası Alia'daydı. Gözlerini iri iri açmış ona bakıyordu. Gain ve ona biraz daha yaklaşıp "Ama sen direndin ve işte bu haldeyiz" dedi. Genç kız boğazını temizleyip "Peki bu iyi bir şey mi?" diye sorduğunda Gain aralarındaki mesafeyi sıfıra indirip "Başıma gelen en kötü şey" diye fısıldadı. Ses tonu da en az bakışları kadar büyüleyiciydi.

Alia gözlerini dalların arasından güçlükle görünen gökyüzüne çevirdi. Ormanda dahi temiz havaya ihtiyaç duymak şaşırılacak bir şeydi. Fakat dikkatini göğe çevirmesinin başka bir sebebi olmalıydı. Ürperiyordu. Onu ürperten Gain'in boynuna doğru soluyor oluşu olabilir miydi? Hayır, bu ikinci planda olmalıydı. Yine de tek eliyle onun ağzını kapamayı ihmal etmedi.

Tepesinde onlara doğru sallanan dala bakmaya başladı. Az önce orada olduğunu sanmıyordu. Kendi kendine "O bir ağaç dalı değil" diye fısıldadı. Elini homurdanan Gain'in ağzından çekip "Yılan! Yılanları sevmem. Hayır, onlardan tiksinirim ve biri bize doğru bakıyor" dedi. Gözlerini kısıp yılana iyice baktı. Kara bir Mambaydı. Korkudan cılız bir inilti çıkarıp "Başına gelen en kötü şeyin ben olduğunu mu söylemiştin?" diye sordu.

Gain yanaklarına biriktirdiği havayı sertçe üfleyip "Niçin birileri sürekli bizi rahatsız etmek zorunda!" diye söylendi. Doğrulmaya çalıştı fakat Alia "Kımıldama! Çok zehirli!" diye çıkışarak onu durdurdu. Gain gülümseyerek Alia'nın korku dolu gözlerle yılana nasıl baktığını izledikten sonra ani bir refleksle sürüngeni kafasından yakaladı ve doğruldu. Alia'nın ondan değil de bu sevimli yaratıktan korkuyor olması gerçekten tuhaftı. Yılanın başını iyice sıkıp ağzını açmasını sağladı ve kütüğün yanına sinen Alia'ya doğru çevirdi.

Genç kız yüzünü buruşturup "Onu bana yaklaştırma!" diye bağırdı. Gain ona doğru bir adım atıp eğildi. Alia onun gözlerindeki muzur bakışı görebiliyordu. Yılanın çirkin gözlerine ve kapkara ağzına bakıp titredikten sonra yavaşça ayağa kalktı. Eğer olabildiğince hızlı koşarsa ısırılmaktan kurtulabilirdi. Çünkü bu yaratık isterse saatte yirmi kilometre hızla onu kovalayabilirdi. Yutkunup dizlerini kırdı.

Gain öyle bir kahkaha attı ki tüm orman sakinlerini uyandırdığına emindi. Alia kaçmaya hazırlanıyordu. "Ondan bu kadar korkuyor olamazsın!" dedi. İnanamıyordu. Alia bu dünyada ona meydan okuyan tek kişiydi ve Gain kesinlikle bu hayvandan çok daha zehirliydi.

Genç kız kaşlarını çatıp "O bir Kara Mamba Gain! Bu hayvanın bir damla zehri koca bir balinayı alt edebilir! Saatte yirmi kilometre hızla gidebilir ve eğer bir yetişkinse ki kesinlikle öyle, oldukça yükseğe sıçrayabilir!" diye söylenmeye başladı.


Gain başını iki yana salladı. Bu kız, sürüngen hakkında bu kadar çok şeyi bildiğine göre gerçekten korkuyor olmalıydı. Korkusu yersizdi, yılan onu ısırmış olsa bile bir vampirin zehrine dayanamaz ölürdü. Kendine tıslayan yılana "Üzgünüm ahbap" diye mırıldanıp başını iyice sıkarak onu boğdu fakat bunu Alia'ya söylemeye hiç niyeti yoktu.

Genç kız tam koşmaya başlamıştı ki Gain'in feryadıyla durup geri döndü. İki büklüm olmuş elini tutuyordu. Alia bir an bile düşünmeden ona doğru koşup yılanı aldı ve çığlık çığlığa başını gövdesinden ayırdı. Yaptığı katliamı görmezden gelip Gain'in elini avucunun içine aldı.

"Zehir yayılmadan önce kanı dışarı çıkarmamız gerekiyor. Tam olarak nereden ısırdı? Ah tanrım acı veriyor olmalı."


Avuçları içinde erkeğin elini evirip çevirdikten sonra yara izini bulamayınca dişlerini sıkıp onun gülmekten kıpkırmızı olmuş yüzüne baktı.

Gain elini çekip "Böylece korkunu yenmiş oldun!" dedikten sonra koşmaya başladı. Alia "Hızlı koşsan iyi edersin Gain! Seni öyle bir ısıracağım ki bir daha kendine gelemeyeceksin!" diye bağırdı. Tanrım! Bu adam onu öldürecekti!

Gain nehrin kıyısına geldiğinde yavaşladı fakat Alia vazgeçmeyecekti. Daha da hızlanıp üzerine atladı ve onu yere serdi. Ona bir şey olacak diye o kadar korkmuştu ki neredeyse bayılacaktı. Kaşlarını çatıp omzundan kuvvetli bir ısırık aldı. Gain bağırınca onu bir kez daha ısırdı. Tam üçüncü kez onu ısırmaya hazırlanıyordu ki kendini yerde buldu. Dizleri üzerine çömeldi ve tısladı. Gain asla hareket etmeyerek onu tetikliyordu. Gözlerini onunkilerden ayırmadan ayağa kalktı ve yavaş adımlarla ona yaklaşıp bir anda hızlandı ve bu kez kendini bir ağaca savrulmuş halde yerde buldu. Ona sataşmaktan zevk alıyordu. Bunu bir çeşit oyun olarak görüyordu. Her ne kadar oyunun nasıl oynanacağını bilmese de kaybetmekten asla hoşlanmazdı.

Doğruldu ve avına yeni bir hamle yapabilmek için saldırı pozisyonunu aldı. Gain dilini şaklatarak elini kaldırıp avuç içini ona doğru tuttuğunda olduğu yere çivilendiğini hissetti. Hareket edemiyordu. Ateşin efendisi gözlerini kıstı ve birkaç adımda yanına ulaştı. Kolundan tutup onu kendine çekti. Alia boşta kalan eliyle kendini savunmayı denese de yine başarısız olmuştu. Dişlerini gıcırdatıp pes etti. "Anlayamıyorum. Dokunmuyorsun bile yalnızca karşındakine bakıyorsun ve nakavt! Bunu nasıl yaptığını bilmek istiyorum!" diye mızmızlandı.

Gain Alia'nın elini tutup onu nehir kıyısında yürümeye zorladı. Genç kızı teselli edebilme umuduyla "Bunları yapabilmek benimde zamanımı almıştı." dedi.

Alia onun elini sıkıp "Peki senin nasıl bir dönüşüm hikayen var?" diye sordu. Gerçekten merak ediyordu. Genç adam sırıttı.


"On beş yaşında ailem ile beraber buraya bilimsel bir araştırma için geldik. Babam bir belgesel araştırmacısıydı. Kongo nehri civarında yaşayan kabileleri araştırmak için buraya yerleştiler. Gelişimizin üçüncü gecesiydi. Babam araştırma için dışarıdaydı. Yattığım yerde annemin çığlığıyla sıçradım fakat yanına gittiğimde çoktan ölmüştü. Odada başka bir adam vardı. Orion içeri girip adama vurmaya başladı. Ona yardım etmek istedim fakat biri beni kollarımdan tuttu ve gerisini hatırlamıyorum. Uyandığım da yanımda Aias vardı. O hem benim eğitmenim hem de dönüştürücüm."

"Orion neredeydi?"

"O her zaman olduğu şeyden nefret etti. Ailemizi öldürdükleri için Aneen'i asla affetmedi. Uzun bir süre klanın dışında kaldı fakat çok dayanamadı. Dönüştürücüsü Minore'ydi ona olan özleminden dolayı geri döndü. Onu kabullenmesi çok uzun bir zamanını aldı. Bu süre içinde ben ve Minore oldukça yakınlaştık. Orion'a olan özlemini giderebilmek için elimden ne geliyorsa yaptım fakat başaramadım. Ağabeyim Minore'yle olmak istediğini ve bu yüzden benimle savaşmak istediğini söylediğinde onu asla anlamadım. Ailemden bir kişiyi daha kaybetmemek için savaşmadım. Bu gerçekten çok uzun zaman önceydi."

"Minore onu eşi olarak mı seçmişti?" Alia dudaklarını büktü.

"Hayır, kadınlar eş seçmezler. Siz birden çok vampir dönüştürebilirsiniz. Minore Orion'u seviyordu hepsi bu." Gain vampirlerin görünümlerinin insanlara göre geçte olsa olgunlaşıyor olmasına ilk kez seviniyordu. Alia'nın karşısına on beş yaşında bir çocuk olarak çıkmak gülünç olurdu.

"Peki, Aias seni niçin dönüştürdü?"

Gain kahkaha attı. "Eş seçme mevzuunu öğrendiğimde nasıl bir travma yaşadığımı hayal edebiliyor musun? Aneen'in karşısına dikilip "Neden Aias olmak zorunda" diye bağırıp ağlamaya başlamıştım."

"Aias'a karşı ne hissediyordun?" Genç kız gülmeye başladı. Kendini onun yerine koyup düşündüğünde gerçekten şanslı olduğunu hissetti.

"Benim için her zaman iyi bir ağabey oldu. Daha fazlası değil!"

"Peki ya ben?" Alia durup ona baktı.

Gain gözlerini kaçırıp "Tarif etmek zor." diye mırıldandı ve Alia'nın dikkatini dağıtmak için "Baş belasının tekisin!" diye çıkıştı.

Alia, hayranlıkla Gain'i izlerken güneş tüm kızıllığıyla tepelerinde yükselmeye başlamıştı. Nehre vuran kızıl ışıklar yansıyarak genç adamın beyaz tenini sarmalıyordu. Parmaklarını onunkilere sıkıca kenetleyip her an yanından buharlaşıp gidecekmiş gibi duran erkeği kendine hapsetti. Birkaç adım daha ilerledikten sonra onun önüne geçti. Bir an Akkie'nin anlattığı hikâyeler aklına gelmişti

"Düşündüm de adın ilk vampir Caine'den geliyor olabilir mi?"

Gain düşünceli bir ifadeyle "O bir efsane, yine de Adem'in büyük oğlunun adını taşımaktan gurur duyuyorum. Caine ile aramızdaki en büyük fark benim kendi hırslarım için kardeşimi öldürmemiş olmam."

Alia ışıldayan gülümseyişinin ardından "Eğer o gece bizi bulmuş olmasaydınız kim bilir şimdi ne yapıyor olurdum?" diye mırıldandı. Elbette arkadaşları öldüğü için üzgündü. Elinde olsa onların yaşamaları için her şeyi yapardı. Hala onları düşünüyordu. Dudaklarını büküp "Muhtemelen şu an yanımda senin yerine Agus olurdu..." diye düşündü.

Gain kaşarını çatıp "Agus kim!" diye çıkıştı ve o gece Alia'nın yakınında oturan kumral genci anımsadı. "Bana bir açıklama borçlusunuz küçük hanım!"

"Benden hoşlanırdı." Alia sırıttı Gain'in yüzünün aniden asılmış olması hoşuna gitmişti. "İnsanlar bizi yakıştırırlardı... Zaman zaman bende ondan hoşlansam da yaptığı abartılı el şakalarından ve bana sürekli 'bebeğim' demesinden nefret ederdim. Sanırım onu özledim. " diye devam etti.

Gain gözlerini nehrin güzel manzarasında gezdirdikten sonra o çocuğu kendi elleriyle gebertmek için yanıp tutuştuğunu fark etti. Elbette böyle bir şeyi dile getirmeyecekti. Alia muhtemelen aklını oynatır ve onu orada parçalara ayırırdı fakat onu yiyip bitiren soruyu sormaya karar verdi. Boğazını temizleyip; "O ve sen ne derece samimiydiniz?"

"Hayatımda hiç kimse bana senin kadar yakın durmadı." Alia'nın cevabı oldukça netti. Gain'i onurlandırmıştı fakat genç adam yersiz kıskançlığını yüksek sesle belirtmişçesine utandığını hissetti. Alia'nın elini bırakıp önden yürümeye başladı. Bir an önce kendine hakim olmayı öğrenmeli ve onu yanlış değerlendirmeyi bırakmalıydı.

Alia ellerini ve yüzünü nehrin buz gibi suyunda ıslatıp kendini temizledi. Hava o kadar nemliydi ki yapış yapış olmuştu. Bir süre suyun üzerinde akıp giden sis tabakasını izledi. Yanaklarını şişirip havayı ellerine doğru üfledikten sonra huzursuzca kıpırdandı. Konunun Agus'a gelmesi aralarındaki yakınlığı bir anda silip atmıştı.

"Alia!"

Gain'in onu çağırmasıyla neşeyle o tarafa doğru yürüdü bir şeyi inceliyordu ve büyülenmiş gibiydi. "Neye bakıyorsun?" diye sordu. Genç adam onu kolundan çekip "Burada." diye fısıldadı. Alia eğilip kollarını Gain'in boynuna doladı ve çenesini başına dayayıp baktığı yöne doğru bakmaya başladı. Yaprağın ucundaki beyaz örümcek ağ örüyordu. Ağının ucundaki damlacıkları görünce "Daha önce hiç kement sallayan bir örümcek gördün mü?" diye şakıdı.

Gain onun saçlarını zapt etmeye uğraşırken "Hayır" dedi. Şu anda yalnızca Alia'nın ona sarılmış olduğu gerçeğini kabullenmeye çalışıyordu.

Genç kız kollarını sıkıp "Bu Bolas örümceği. Erkek güveyle beslenirler. Şu anda avlanıyor." dedi. Parmağıyla yaptığı ipekten kemer üzerindeki damlacıkları gösterirken "Bolas, güveyi çağırabilmek için yalnızca dişi güvenin ürettiği çiftleşme hormonundan üretir" diye devam edip Gain'i geriye doğru çekeledi. Örümceğin ağını kement gibi sallayışını hayretle izledikten sonra "Gerçekten akıllıca değil mi? Dişi güveler hormonu çiftleşme dönemlerinde salgılarlar... Ona bak, ağı nasılda çeviriyor. Akşam yemeği birazdan burada olur" diye fısıldadı.

"Her salgılanan hormonu gerçek sanma dostum!"

"Tipik erkek!" Alia kahkahasını bastıramadı.


Gain birkaç dakika içinde küçük kahverengi güvenin örümceğin kemendine nasıl takıldığını hayretle izledikten sonra Alia'nın kolunu sıvazlayıp "Tüm bunları nereden biliyorsun?" diye sordu. Bilgisi merak uyandırıcıydı. Bolas'ın, ön ayaklarını kullanarak avını kendine doğru çekişini izledi ve sorusuna cevap bulmak umuduyla arkasını döndü. Genç kız saçlarını düzeltip "Ben Zooloji okuyordum." dedi.

"Alıştığın her şeyi elinden aldım bu senin için zor olmalı."


Alia gülümseyip gözlerini onunkilere dikti "Bana alışılacak yeni ve güzel şeyler verdin" diye mırıldandı. Diğer yandan cesaretini bu denli topladığı için kendine hayret ediyordu. Az önce ona sarılmıştı fakat bunu düşünmeden yapmıştı. Gain'e dokunmak genç kız için nefes almak kadar normaldi. O hiç olmayan ailesi gibiydi. Beklide Klein'in ölümü onu gerçekten etkilemişti. Yaşayacağı güzelliklere geç kalmış olmak istemiyordu. Derin bir iç çekip "Yanımda olduğun için teşekkür ederim." dedi.

Gain prensesinin narin yanağını okşadı. Onun duygularını çekinmeden gösterebilme özelliğine hayrandı. Lafını asla esirgemiyordu ki buda kesinlikle herkesin kolay kolay yapamayacağı bir şeydi. Cesaretliydi ve sinirlendiği zaman kesinlikle korkunç oluyordu. Üstelik çok kuvvetli sezgilere sahipti. Kendi kendine kısacık bir zaman içinde onu ne kadar iyi tanıdığını düşünüp sırıttı.

Alia'nın yüzünün aniden taş kesilmesiyle birkaç adım geriledi. Gözleri öylesine bir kızıla bürümüştü ki Gain yanlış bir şey yapıp yapmadığını hatırlamaya çalıştı. Tam o sırada bir ok aniden ikisinin ortasından geçip ağaca saplandı. Gain okun ucuna bağlanmış deri ipi görünce gülümsedi bu Nandi'ye aitti. Şefin kızını görmeyeli uzun bir zaman olmuştu.

Alia gözlerini kapayıp kokuyu içine çekti. Ilık bahar havası gibiydi. Toprak ve birazda çiçek kokuyordu tüm bunların arasında hafif bir balık kokusu aldığından emindi. Tuhaftı fakat onlara doğru yaklaşan kesinlikle bir insandı. Kanın pompalanışını duyar gibiydi. Kollarını kendine sardı. Kendini tutar gibi yapacaktı aksi takdirde her an saldırabilirdi. Yüzünü Gain'in sırıtarak baktığı yöne doğru çevirdi ve onlara doğru gelen çikolata renkli kadına baktı. Bu hayret vericiydi. Buranın terk edilmiş olduğunu sanıyordu. Osmein'in ormanın yasak bölge olduğunu söylediğine emindi.

Kadın elindeki yayı gergin bir biçimde tutuyordu. Üçgen şeklinde iki kumaş parçası belinden bir ip yardımı ile önüne ve arkasına tutturulmuştu. Aynı kumaştan ince bir şerit üst bölgesini kapatıyordu. Omzundan kalın bir örgü halinde inen siyah saçlarının kapattığı yer dışında vücudunun geneli görünüyordu. Alia onun muhteşem bir fiziğe sahip olduğunu düşündü. Gözlerini kadının iri sürmeli gözlerinden ayırmadan kendine doladığı kollarını iyice sıktı ve nefesini tuttu.

Gain, Alia'nın ne kadar gerildiğini fark edince Nandi'ye durması için eliyle işaret etti. Genç kız adeta taş kesilmişti kollarını kendine öyle bir dolamıştı ki her yeri moraracaktı. Onu kendine çekip zorla kenetlenen kollarını açtı ve öne doğru atlamaya çalıştığında onu tutabilmek için kolunu onun beline sardı

Alia nefesini bıraktı ve çaresizce yeniden nefes aldı. Kadının yoğun kokusu gırtlağını yakınca hafifçe inledi ve ona doğru gitmeye çabaladı. Neyse ki Gain onu sıkıca tutuyordu.
Kadın ne olduğunu anlamadığı bir şeyler söyledi. Garip bir dil konuşuyordu. Alia mesleği gereği yalnızca geçmişten bu güne taşınmış az sayıda Latince kelime biliyordu. Latince yüz elli yıl önce ölmüş bir dildi. Şu an konuştukları dil dışında yeni bir dil öğrenmek en az geçmişi öğrenmek kadar zordu. Sokakta yabancı dil konuşmak yasaktı. Eski diller yalnızca bilimde konuşulabilirdi.
Gain, kadının söylediklerine kahkahalarla güldü ve onun diline karşılık verdi. Yeniden gülmeye başladıklarında genç kız ağlama isteğiyle doldu. Bir rakibe daha tahammül edemezdi. Nefes alıp verişlerini düzene sokmayı başardıktan sonra elini erkeğin elinin üzerine koydu ve kendine has gülümsemesiyle "Beni onunla tanıştırmayacak mısın?" diye sordu.

Çikolata renkli kadına dönüp yeniden onu incelemeye koyuldu. İri gözleri sürekli tetikteydi, küçük bir burna sahip olmasına rağmen burun kanatları oldukça genişti, kalın biçimli dudakları koyu kahverengiydiler. Alia gözlerini onun kaslı kol ve bacaklarında gezdirip belindeki kancaya asılı irili ufaklı balıkları görünce burnunu kırıştırdı.

Genç adam "O Nandi, yüzyıllardır burada yaşayan köklü bir kabilenin reisinin büyük kızı. Onu değil de seni seçtiğim için sitem ediyor" dedi gülümsüyordu. Alia omuz silkip Nandi'ye "Adım Alia, Ateş Klanının prensesiyim" diye heceledi. Son kelimeleri niçin söylediğini bilmiyordu. Nandi sırıttı "Biliyorum, az önce takdim edildin." deyince genç kız başını önüne eğdi ve Gain'in elini çimdikledi "Dilimizi konuşabildiğini söylemeliydin!"

Gain "Kabile reisi Tigana eski dostumdur. Taze kan bulma konusunda bize yardımcı oluyorlar. Hepsi değil ama bir kısmı dilimizi bilir." dedi. Alia tatlı bir ses tonuyla "Anlıyorum fakat elindeki yayı bize doğru germemeli" diye mırıldandı. Gain ona doğru eğilip "Bu alınması gereken bir önlem. Bu yüzden ona saldırmadan önce iki kere düşünmelisin prensesim, Nandi hedefini asla şaşmaz." dedi. Genç kız utangaç bir gülümsemeyle "Prensesin uslu duracak" açıklamasında bulunduktan sonra parıldayan dudaklarını birbirine bastırıp göz kırptı.

Birlikte uzun bir müddet konuştular. Genç kız Nandi ve Gain'in uzun süreli dostluklarını öğrenince oldukça şaşırdı. Çikolata renkli kadın konuşmaları boyunca yayını gergin tutmuş ve Alia ile göz temasını hiç bırakmamıştı. Böyle olması gerekiyordu, Nandi birçok kez Gain'in saldırısına uğramıştı. Kasıtlı yapılmış olmasa da boynunda ve kollarında derin diş izleri vardı. Alia onun tatlı kokusuna kısa bir süre içinde alıştığını fark etti. Başta zorlansa da zamanla gevşemişti. Gain'in çekici kokusuyla baş etmekten çok daha kolaydı.

Kabile halkının vampir konusunu bu kadar normal karşılamasının sebebi merak uyandırıcıydı. İttifak içinde olma sebepleri ise Van idi. Demek ki o şeytanın baskılarından kaçan tek topluluk kendininki değildi. Kabile de Ateş Klanının koruması altındaydı. Böylece iki toplulukta güvence içinde yaşamlarını devam ettiriyordu. Kabile korunuyor ve karşılığında vampirlere taze kan, -ki Nandi kamp için onları getiren iki gencin kabileden olduğunu söylemişti- kumaş ve diğer insansal ihtiyaçları tedarik ediyorlardı. Alia bunun akıl almaz bir dayanışma olduğunu düşündü.

"Gain'i ve eşini ağırlamaktan onur duyarım." Nandi nehrin diğer kıyısına ulaşmak için küçük bir taşın üzerine sıçradı.

Gain huzursuzca kıpırdandı, "İnsanların arasına girmedi. Tatsızlık çıkarabilir" dedi.

Alia ise kıkırdadı. Karnından tüm vücuduna yayılan kelebeklerin kanat çırpınışları kalbinde son bulduktan sonra silkinip "Gain ve eşi size katılmaktan onur duyacak" diye şakıdı. Dudaklarını dişleyip heyecanına son vermeye çalıştıktan sonra güzel kadını takip etmeye başladı.

Ormanın içine yapılan ahşap küçük odalar ve onları izleyen deri çadırlardan oluşan alana geldiklerinde yağmur yağmaya başlamıştı. Nehir kıyısınca uzanıp giden bu yaşam alanı dev eğrelti otları arasına gizlenmişti. Alia "Tanrım, nasıl?" diye fısıldadı. Nasıl olurdu da bu kadar muhteşem bir hayattan habersiz yaşayabilirdi? "Geride bıraktığım yirmi yıl boyunca yaşadığımı sanmışım" dedi. Histerik bir iç çekişten sonra Nandi'nin çikolata diyarına doğru yürümeye başladılar. Yağmur damlaları eğrelti otlarının ince yapraklarından damlayıp alttaki karmaşık yeşilliğe akarken adeta sihirli bir görüntü oluşturuyordu. Adımlarını sıklaştırıp barınakların arasına daldılar. Nandi, belindeki kancayı çıkarıp kapının önüne astıktan sonra içeri girdi.
Alia da peşinden gidecekti ki Gain onu durdurdu. "Tigana'nın müsaadesini almak zorundayız"

Genç kız erkeğin yağmurdan ıslanmış yüzünü peleriniyle kuruttuktan sonra "Sen kimseden izin almazsın sanıyordum." dedi. Gain "Tigana saygı değer bir dosttur" diye ısrar etti. Alia sırıttı ve elini çıkık elmacık kemiğinin üzerinde dolaştırırken "Seni tanımak çok güzel" diye fısıldadı. Gözlerini ona okyanusu hatırlatan koyu mavi gözlerin içine dikti. Tanrı biliyor ki onları gördüğü ilk andan beri Gain'i seviyordu

Nandi, boğazını temizlediğinde omuz silkip gülümsedi ve bez parçasıyla örtülü kapıdan içeri girdi.

Odada altmış yaşlarında ve oldukça kilolu bir adam hemen yanında en fazla on yaşlarında güzel bir çocukla bağdaş kurmuş oturuyordu. Tigana'nın yüz ifadesi onları gördüğünde gevşedi. Alia yaşlı adamın üzerinde koyu kahverengi deriden yapılmış bir pantolon vardı. Pantolonun ön ve arkasından uzun kumaş parçaları sarkıyordu. Geri kalan yerleri çıplaktı ve şeritler halinde yeşile boyalıydı. Gülmemek için adeta yanaklarını parçaladı. Tigana'nın pantolonunun üzerinden sarkan göbeği, dart tahtası misali yeşil çizgilerle çevriliydi.

"Sawubona"

Alia etrafına bakındı ve sonra "Ben mi?" diye sordu. Şimdi ne demeliydi? Nandi'ye soran gözlerle bakarken Gain onu omuzlarından tutup yere oturmaya zorladı ve "Seni selamlıyor" dedi. Alia beceriksiz bir aksan ile "Sawubona" diye tekrarladı. Yaşlı adam gülümsedi. Gain onun dilinde bir şeyler söyleyerek Tigana ile sohbete başladı.

Genç kız konuşulanları anlamadığından oldukça sıkılmıştı. Üstelik Tigana ona durmadan Ayana diye hitap ediyordu. Oturmaktan ayakları ağrıdığı için pozisyonunu değiştirip etrafına bakındı. Odanın içinde yere yayılı bir örtüden başka bir şey yoktu. Şefin yanında aynı onun gibi duran ufaklığa gülümsedi. Çocuk diğerlerinin yanı sıra bronz tenliydi keskin sürmeli gözleri bal rengindeydi, düz bir burnu ve ince dudakları vardı. Yüz hatları yuvarlak değil keskindi. Kuvvetli bir kemik yapısına sahipti. Koyu kahverengi dalgalı saçları omuzlarından dökülüyordu. Nandi'ye dönüp "O kim?" diye sordu. Güzel kadın "Onile" diye yanıtladı ve sesini daha da alçaltıp "En küçük kardeşim. Bize hiç benzemez." dedi. Genç kız başıyla onayladıktan sonra Tigana'ya baktı. Yaşlı adam ona gülümsedikten sonra kızına dönüp kendi dillerinde bir şeyler söyledi. Nandi başını hafifçe eğip Alia'ya döndü "Gidip hazırlanmamızı istiyor."

Nandi boynundaki fildişi kolyeyi çıkarıp Alia'ya taktı. Öylesine güzel görünüyordu ki dışarı çıkar çıkmaz herkesin dili tutulacaktı. Gain onun gibi bir kadına sahip olduğu için çok şanslıydı. "Ayana" diye fısıldadı. Prenses kızıl gözlerini ona çevirip "Adım Alia!" diye sitem edince Nandi "Ayana benim dilimde 'güzel çiçek' anlamına gelir." dedi.

Gain sunulan boynuz biçimindeki bardaktan yaşam sıvısını içmeye koyuldu. Güneş çoktan batmış ve onlar geç kalmaya başlamışlardı. İola muhtemelen sinirden köpürmüştü. Yine de hepsine değerdi. Üstelik buraya gelmeleri oldukça isabetli olmuştu, Tigana aylardır Van'ın tehditlerine maruz kaldıklarını, sürekli birilerini getirdiklerini ve zor durumda olduklarını bildirirken oldukça sinirli görünüyordu. Gain aralarında başlayan savaşı anlattığında yardım edeceklerini bildirerek onu onurlandırdı.

Şeften temiz hava almak için izin aldı ve bardağını da yanında götürerek dışarı çıktı. Bu insanlar gerçekten konukseverlerdi. Onu, giymek zorunda bıraktıkları komik pantolonlarından hoşlanmasa da geleneklerine saygı duyduğu için giyiyordu.

Yağmurun geride bıraktığı hoş atmosfere çıkıp etrafına bakındı. Ön tarafta gençler ateş yakmaya uğraşıyorlardı. O tarafa yönelip bardağındaki kanı yaktıkları ince alevin üzerine döktü ve elini ateşe tutup hızla yukarı doğru kaldırdı. Odunlar önce çatırdadı daha sonra büyük bir gürültüyle parladı. Onu görmek için dışarı çıkan kabile üyeleri ateşin başına toplanınca Gain elini indirip ateşi söndürdü. Herkes şaşkın şaşkın onu izlerken Ateşin Efendisi elini bu defa daha da havaya kaldırdı ve kıpkırmızı alev, boyunca yükseğe uzanarak diğerlerini aydınlattı.

                                                                                  ***

"Ayakkabılarımı çıkarmayacağım Nandi!"

Ayakkabıları olmazdı. Alia yalvaran gözlerle kadına baktı. Onun gibi giyiniyor olmak yeterince utanç vericiydi. Nandi "Bu geleneklerimize itaatsizlik olur!" diye çıkıştı. Genç kız "Ayakkabılarım olmadan yürüyemem" diye yalvardı fakat kadın öyle korkunç bakıyordu ki okunu yayına tekrar gerdiğinde ürküp ayakkabılarını ayağından çıkarmak zorunda kaldı. Bu hiç hoşuna gitmemişti. Nandi'nin şaşkın bakışları karşısında gülmekten kendini alamadı. Güzel kadın korkmuş görünüyordu. Başka bir şey söylemeden dışarı çıktı ve elindeki boruya sertçe üfledi.

Gain ve diğerleri sesin geldiği yöne doğru baktılar. Nandi elini çadırın içine doğru uzatıp "Buraya gel" diye söylendi. Genç adam iki kadının neler karıştırdığını merak ederek ateşin etrafından dolanıp görüş alanını netleştirdi. Nandi, kendi dillerinde nameli bir takdim yaparken Alia çadırdan çıktı.

Gain elindeki bardağa öylesine yapışmıştı ki ancak kırıldığında kendine gelebildi. Alia bu dünyaya ait olamayacak kadar muhteşemdi. Her zaman dağınık bıraktığı asi bukleleri kalın bir örgü halinden omzundan karnına kadar sarkıyordu. İki yanından tutturulmuş, uçları sivri koyu renk deri bir etek ve üzerine onu sıkıca saran ince bir şerit kumaş bağlamıştı. Kızıl alev açıkta kalan omuzlarından kollarına, gövdesine ve ayaklarına kadar teninde dalga dalga ışık oyunları oynuyor, onu aydınlatmak için adeta ay ışığı ile yarışıyordu. Ayakları ise tüm esrarengizliğiyle çıplaktı. Gain bakışlarını kaçırıp yutkundu. Etrafındaki iç çekişleri duyar gibiydi.

Genç kız belindeki kumaşların uçlarını birbirine çakıştırmaya çalıştı. Bu şekilde çıplak olmaktan pek bir farkı yoktu. Birkaç adım atıp durdu. Yürümek oldukça zorlaşmıştı. Üstelik herkesin ona büyük bir şaşkınlık ifadesiyle bakmasından çok rahatsız olmuştu. Kendi kendine Nandi'nin boy aynası olmadığı için hayıflandı. Klana döner dönmez ona bir ayna yollayacaktı. Birkaç paytak adım daha atıp Gain'in önünde durdu.

Genç adam gülümseyişi prensesinin vücudundaki kelebekleri yeniden harekete geçirecek çarpık halini almadan önce "Sen beni öldüreceksin kadın!" diye mırıldandı.

                                                                              ***

Eve dönüş yolunda Gain alev püskürüyordu. Alia'nın utangaç tavırları bir anda yok olmuş ve her zamanki gibi ortama ayak uydurmayı başarmıştı. O ortada dans ederken Gain bir köşede dudaklarını kemiriyordu. Dahası Alia kıyafetlerini Nandi'ye hediye etmiş şimdi ise klana bu şekilde girmeyi düşünüyordu.

Genç adam aniden arkasını dönünce Alia duraksadı. Bebeklere has masum ifadesiyle "Niçin hala somurtuyorsun?" diye mırıldandı. Gain öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Sebebini elbet biliyordu. Omuzlarını dikleştirdi ve çenesini yukarı kaldırdı. "Yoksa beni kıskandın mı?" diye söylenip cüretkar bir kahkaha attı.

Gain dişlerini gıcırdattı. Alia'ya doğru yürüyüp aralarındaki mesafeyi sıfıra indirdi ve onu kendine bakmaya zorladı "Bunu duymak hoşuna gidecekse evet, kıskandım! Lanet olsun! Oradaki bütün adamlar yalnızca seni izliyordu." diye haykırdı. Fakat genç kızın gözlerindeki muzur parıltı aniden sakinleşmesine neden oldu. "Ne yazık ki orada beni izlemeyen tek adamın yanındayım..." diyordu ve sonra yüz ifadesi fırtına gibi değişti. Dudaklarını büküp göz kapaklarını yarıya kadar indirdi. O kadar kırılgan görünüyordu ki şimdi ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. Yanlış bir şey söylemekten korktuğu için yürümeye devam etti.

"Gain!"


Genç adam durdu. Arkasını dönüp ismini sanki sihirli bir sözcükmüşçesine fısıldayan Alia'ya baktı. Dizleri üzerine çökmüş ve güzel avucunu ona doğru uzatmıştı. Ay ışığı onun avucundan aşağı dökülürken parlayan kırmızı çizgiyi fark ettiğinde nefesini tuttu.

Alia çabucak "Sana olan bağlılığımı kanımla mühürlüyorum. Ölüm bizi ayırana dek..." deyiverdi. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Gain'in söyleyeceği tek olumsuz bir kelime onun ölümüne neden olabilirdi. Bu korkunç ihtimal karşısında gözleri doldu. Geri dönüş yolu boyunca bu soru aklını kemirip durmuştu. Gain onu kollarından tutup ayağa kalkmasına yardımcı oldu. Avuç içini öptüğünde Alia yerinde zıplayıp "Kabul ettin!" diye şakıdı. Ateşin Efendisi avuç içini ona uzattığında ise bayılacağını sandı.

"Sana olan sevgimi sonsuza dek kanımla mühürlüyorum. Lütfen beni kabul et"

Loading...
0%