Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Toparlanış

@gizemmgurbuzz

Sonrası savaştı. Büyük, kanlı ve oldukça acımasız bir savaş. Alia, Minore ve Orion'un mezarları arasında oturup karşısındaki duvara baktı. Yüksek kale duvarını saran ağaçların yaprakları neşeyle kıpırdıyorlardı. Genç kız, o duvarın üzerinden klana yağmur misali yağan okları düşününce doğanın hala nasıl canlı ve neşeli kalabildiğine şaşırdı. Güneş tüm güzelliğiyle hala tepedeydi, orman cıvıl cıvıl hayvan sesleriyle bezenmiş, tüm güzelliğiyle duvarın arkasında saklanıyordu.


Alia gözlerini kırpıştırdı. Aklı, her zaman hayran olduğu güzellikleri görmekten onlardan zevk almaktan yana değildi. O, parıldayan güneş yerine puslu geceyi ve yağmuru, ormanın söylediği şarkılar yerine çığlıkları, feryatları duyuyordu. Birkaç damla, inci taneleri gibi yanaklarından aşağı doğru süzülüp toprağa akınca Alia gözlerini kapadı. Sahi o gece tam olarak ne olmuştu?


Karanlıktı, yağmur yağıyor ve şimşek çakıyordu. Klanın çığlıkları ve kılıç sesleri gök gürültüsüne karışmıştı. Karanlığın üzerine çakan şimşek, avluda savaşan vampirleri aydınlatıp yeniden karanlığa gömerken genç kız korktuğunu hissetti. Mavi şimşek her çaktığında başı gövdesinden ayrılan vücutlar, uzuvları koptuğu için haykıran vampirler ve öldürmenin verdiği acı zevkle kararmış yüzler görmüştü. Her defasında Alia'nın beynine ayrı bir ölüm sahnesi kazınmıştı. Bu savaşta merhamet yoktu.


Genç kız nemli toprağı okşarken gözü bileğine takıldı. Avluya çıktığı anda Sivri dişlilerden biri üzerine saldırmış ve onu yere sermişti. Alia bileğinde hissettiği basıncı düşününce yüzünü buruşturdu. Vampirin zaferi kısa sürmüştü. Genç kız kısa sürede onu ve peşinden gelen birçoğunu alt etmişti.


Alia, zihninde İola'nın çığlığıyla gözlerini açtı ve doğruldu. Ayağa kalkıp ormana giden çıkış kapısına doğru koştuğunda bir kez daha olduğu yerde hareket edemez oldu, bir kez daha avlunun gün ışığıyla kaplı yeşil görüntüsü çok uzaklara gidip yağmur yağmaya başladı. Alia delice yağan yağmurun tüm bedenini yıkadığını hissediyordu ve yine Aias oradaydı, tam karşısında onu içine hapsetmeye çalışan çamurlu toprağın üzerinde kanlar içinde yatıyordu. İola ise savaşçısını korumak için önüne çıkan herkesi çekinmeden, gözünü kırpmadan öldürüyordu. Alia, Aias'ın yanına gitmek istediğinde başka bir vampirle savaşmak zorunda kalmış ve yeniden arkasına döndüğünde Van'ın vampirlerinden biri savaşçının boynuna, ona ait olan kılıcı dayamıştı. O zaman Gain'in sesi duyuldu "Ona dokunma!" diye haykırmıştı. Alia onun acı bağırışını şimdi duymuş gibi kulaklarını tıkadı. Vampir yerde acı içinde kıvranan Aias'ı hoyratça doğrultup göğsüne saplanan kılıcı savaşçıyı bağırtarak çıkardı ve kılıcın üzerindeki kanı yaladıktan sonra yeniden eski yerine sapladı. Tam yeniden çıkaracaktı ki Gain bu kez "İstediğin benim!" diye bağırdı ve kılıcını yere sapladı. Alia "Hayır!" diyecekti fakat Şhia'nın tokat gibi sesiyle dizleri üzerine düştü.


"Dizlerinin üzerine çök ve yalvar Gain!" vampiri yanından geçip giderken bunları söylemişti. Ateşin Efendisi önce İola'ya sonrada vampirin kollarında çırpınan Aias'a baktıktan sonra deli gibi çakan şimşek ve gök gürültüsünün altında dizleri üzerinde çöktü.


Şhia koşar adımlarla Gain'in yanına gidip kılıcını onun boğazına dayarken Alia onun üzerinde diğerlerinin giydiği çirkin cüppeyi fark etti. Kusmak istemişti. Midesine peş peşe giren kramplar yürümesine engel olsa da direnmiş herkesin nefeslerini tutarak baktığı yöne doğru ilerleyip "Şhia..." diye bağırmıştı. Şhia ondan tarafa bakmadan Gain'i ayağa kaldırdıktan sonra "Oyun bitti! Peşimizden gelen olursa efendiniz ölür!" emrini vermiş ve bütün sivri dişliler yavaşça geri çekilmişlerdi. İşte savaş burada son bulmuştu. Alia, acı içinde sevdiği adamın götürüldüğünü izlemiş fakat hiçbir şey yapamamıştı.


Genç kız olduğu yerde sıçrayıp etrafına baktı. Avlunun orta yerinde dikilmiş öylece tahta kirişli kapıya bakıyordu. Yumruklarını sıkarken tırnaklarının etine geçtiğini ancak birbiri ardında dökülen gözyaşlarını silmek için elini kaldırdığında fark etmişti.


Hera gözyaşları içinde prensesinin saçlarını okşadı. Tüm bu yaşananlardan kendisini sorumlu tutuyordu. Şhia'ya güvenmenin hata olduğunu en başında anlaması gerekirdi. İki gün geçmiş fakat o sözünde durmamıştı. Kendini tutamayıp bağıracağını anladığı zaman hızla iç avludan dışarı çıktı ve koşmaya başladı. Gidip onu bulacak ve ne pahasına olursa olsun yaptığının hesabını soracaktı. "Ne kadar aptalım!" diye düşündü. Ona merakla bakan vampirlere aldırış etmeyip kendini avluya attı.


Şafak sökmek üzereydi fakat yağmur kızıl büyüyü engelliyordu. Hera ahırlara doğru koşup etrafı kontrol ettikten sonra güçlükle ahırın çatısına tırmandı. Geriye yalnızca ağaçlardan birine tutunup duvarın arkasına atlamak kalmıştı. Yeniden boş avluyu kontrol etti ve tırmanmaya devam etti.


Duvarın diğer tarafına geçtiğinde aceleyle her yerde ona bırakılmış bir not kağıdı aradı. Boşta olsa bir kağıt parçası bulabilmek için dua ediyordu. Aksi takdirde kendini asla affedemeyecekti.

Yoktu! En ufak bir kağıt parçası dahi yoktu. Hera duvarın dibine çöküp hıçkırmaya başladı.


"Aptalın tekiyim!" diye sayıklıyordu.


"Kendine hakaret etme güzelim!"


Siyahî kadın hıçkırmayı bırakıp yukarı baktı. Şhia'nın sırıtıyor olduğunu gördüğünde ise ayağa kalkıp onu yumruklamaya başladı.


"Gelmeyeceğini sandım... Gelmeseydin ölürdüm!"


"Buradayım." Şhia'nın sesi boğuk çıkmıştı.


"Dün ve ondan önceki gün niçin gelmedin? Efendi Gain nasıl?"


"Bende iyiyim!"


Hera ellerini onun üzerinden çekip gözlerini ovaladı. "İyi olduğunu görebiliyorum." diye söylenip onun gözlerinin içine baktı.


Genç adam hayal kırıklığıyla surat astı. "Efendi Gain benim gözetimim altında, endişelenecek bir şey yok. Van'a planınızı anlattım bu yüzden saldırıya geçmeyecek fakat onun istediği Alia. Ateşin gücü karşılığında Gain'i serbest bırakacağını söylüyor. Şeytan istekleri söz konusu olduğunda sabırsız davranır. Fazla zaman yok güzelim, efendilerimizi uyar, bir an önce harekete geçmelisiniz!"


"O halde geri dönüyorum." Hera sivri dişlinin gözlerine bakmayı bıraktı. Heyecanlandığını hissediyordu. Şia'yı görmek onu öylesine rahatlatmıştı ki bu kez de mutluluktan ağlayabilirdi. Tırmanmak için arkasını döndüğünde Şia onu kolundan tuttu ve dudaklarına küçük, sıcak bir öpücük kondurup "Dikkatli ol" diye fısıldadıktan sonra ağaçların arasında kayboldu.


Alia ayaklarını sürüyerek büyük salona girdi. Yağmurdan ıslanmış ve yapış yapış olmuştu. Elbisesinin etekleri çamur içindeydi ve nerede bıraktığını bilmediği ayakkabıları ayağında yoktu. Elbisesinin sarkan kolunu yukarı çekip etrafına bakmadan yürümeye devam etti. Zihni allak bullaktı, doğru düzgün düşünemiyordu. Üç gündür tüm zamanını ya nereye gittiğini bilmeden dolaşarak ya da Gain'in odasında oturarak geçiriyordu. Bugünde bir çözüm yolu bulabilmek için dolaşmaya çıkmış fakat ne olduğunu anlayamadan kendini büyük salonda bulmuştu. Her zaman Gain'in durduğu yerdeki mermer oturağa baktı. Boştu! Gözlerinde biriken yaşları elinin tersiyle sildikten sonra İola'ya döndü. Güzel prenses bu gün yine siyahlara bulanmıştı, anlaşılan o ki, hala kardeşinin yasını tutuyordu.


"Ne yapacağız?" diye sordu. Aklını yitirmek üzereydi.


İola "Aklını başına topla Alia! Sen bu haldeyken ne yapabiliriz?" diye bağırınca Alia kendini daha fazla tutamadı. Başından kaynar sular dökülüyor, uzuvları karıncalanıyordu. Gain'i bir daha görememe korkusu tüm bedenini kasıp kavuruyor ve sağlıklı düşünmesini engelliyordu. Dizleri üzerine çöküp ağlamaya başlamadan önce "Onu görmek istiyorum! Yanında olmak istiyorum!" diye bağırdı. Histeri krizine girmişti. Hıçkırıkları bilinçsiz çığlıklara dönüşürken zavallı kız kendini kaybetmek üzereydi.


Genç kız bağırmaya başlayınca İola yerinden fırlayıp yanına koştu ve onu kaldırmaya çalıştı. Bu hali herkesi perişan ediyordu. Zavallı Alia günlerdir ruh gibiydi, Gain'in tutsak oluşu ve Şhia'nın Van'a geri dönüşüne dayanamamış, şimdi ise yere yığılmıştı. Eğilip onu kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. Yanında duran savaşçıya "Gidip Camene ve Ryv'yi çağır!" diye emretti.


Savaşçı taş evin kapısına vurduğunda bütün sivri dişli vampirler kafa kafaya vermiş planlarını nasıl daha etkili hale getirebileceklerini tartışıyorlardı. Kapının sesini duyunca hepsi sustu. Amina oluşturdukları halkadan ayrılıp kapıyı açtı ve savaşçının kireç gibi yüzünü görünce ürperdi. Savaşçı gözlerini Amina'dan kaçırıp "Prenses İola, Camene ve Ryv'yi çağırıyor" dedi. Ryv ayağa kalkıp "Bir haber mi var yoksa?" diye sordu. Savaşçı ağlamaklı bir ses tonuyla "Prenses Alia sinir krizi geçiriyor" dedi. Hepsi bir anda ayaklandı fakat Ryv elini kaldırıp onları durdurdu. "Burada kalıp işinize devam edin" diye söylendi. Ağlamaya başlayan Camene'ye dönüp "Prensesin artık kendine gelme vakti geldi!" diye çıkıştı.


Gain uyandı. Duvarın dibine oturup yüzünü avuçlarının içine aldı. Bu lanet olası yere nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Dört duvar arasında sıkışıp kalmıştı. Başını yukarı kaldırıp gözlerini kıstı ve tavana baktı. Zifiri karanlıktan dolayı pek bir şey göremese de oldukça yüksekti ve tek çıkış yolunun orası olduğu kaçınılmaz gerçekti. Son hatırladığı Aias'ı koruyabilmek için savaşmayı bırakmış olduğuydu. Ya sonrası? Gain Şhia'nın onu sürüklediğini hayal meyal hatırlıyor gibiydi, peki ama Şhia niçin onu sürüklemişti ki? Etrafına bakınıp bir şeyler görmeye çalıştı. Tanıdık bir koku duyabilmek için burun kanatlarını açıp sıkı bir nefes aldı fakat korkunç bir boğaz yanmasıyla öksürmek zorunda kaldı. Ne kadar zamandır burada olduğunu dahi bilmiyordu. Göğüs hizasına çektiği bacaklarından birini uzatıp sırtını nemli toprağa yasladı. Yıllarca düşünse bile böyle bir yerde tutsak kalacağı aklına gelmezdi. Eğer isterse elbette buradan çıkardı fakat bedenindeki tüm kan akıtılmıştı bu durumdayken sivri dişlilerin tümüyle başa çıkamazdı. "Lanet olsun!" diye söylendi. Alia neredeydi? Peki ya Aias? En yakın arkadaşı, dostu iyileşmiş miydi yoksa o adi yaratıklar onu... Yumruklarını sıktı. Korkuyordu, hayatında ilk defa bu kadar çok korkuyordu. Eğer vampirlerine bir şey olursa, Alia'sına bir şey olursa ölürdü. Orion ve Minore'nin cansız bedenleri gözünün önüne geldiğinde ise çıldıracağını sandı ve ayağa fırlayıp "Çıkarın beni buradan!" diye bağırmaya başladı.


Alia nefes nefese gözlerini açtı. Kalbi deli gibi çarpıyordu, kan ter içindeydi. Başında duran Ryv'nin yakasına yapışıp "Onu duydum! -Çıkarın beni buradan- diye bağırıyordu. Ryv neler oluyor?" dedi. Ryv onu yatağa ittirip "Yeter!" diye bağırdı sonra Alia'nın çenesini tutup onu kendine bakmaya zorladı;


"Efendi Gain'i yeniden görmek istiyorsan kendine gelmek zorundasın!" Sesi o kadar kayıtsız ve güçlüydü ki Alia olduğu yere sindi. Ryv haklıydı, ondan başka herkes Gain'i kurtarmak için planlar yapıyor fakat kendisi günlerdir sızlanıp hepsine ayak bağı olmaktan başka bir işe yaramıyordu. Gain'in sesini duymuş olmak onu kendine getirmişti. Sonunda onu yeniden hissetmenin verdiği rahatlamayla derin bir iç çekti, doğrulup Ateşin Efendisine yakışan bir heybet ile Ryv'ye baktı.


Gain bağırmaktan güçsüz düştüğünü hissedince durdu ve duvarı tekmeledi. Sakin olmalıydı. Kendini kaybetmesi ve kaln son güç kırıntısını da harcaması düşmanının işine gelirdi. Boğazını sıvazlayıp yeniden yukarı baktı. Susuzluk çekiyordu, üstelik o kadar çok bağırmıştı ki acı iyiden iyiye çekilmez bir hal almıştı. Dişlerini gıcırdatıp duvara dayandı, gerilmişti. Daha ne kadar süre burada kapalı kalmaya tahammül edebileceğini bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı oda buradan çıkar çıkmaz hepsinin canına okuyacaktı! Yukarıdan gelen ayak seslerine kulak kabarttı. Ses gittikçe yaklaşıyordu. Ona doğru gelen kişi birkaç adım daha atıp durdu. Gain kokuyu aldığında gözlerini yuvalarından fırlayana dek açtı. Gelen Şhia'ydı. Tepesindeki metal kapak açılmadan önce Şhia onu ilk gördüğü günkü alaycı ses tonuyla "Kapağı aç!" diye emretti. Bir diğer vampir "Van'ın emri var asla kapağı açmayacağım!" diye diretti fakat Şhia "Komutanına karşı mı geliyorsun!" diye gürleyince kapak büyük bir gürültüyle aralandı. Şhia vampiri "Ben içeri girdiğimde kapağı kapat, sana seslendiğimde açarsın!" diye tersledi.


Gain "Yeniden seslenemeyeceksin çünkü senin o ses tellerini koparacağım!" diye mırıldandı. Öne doğru eğildi ve avının ona gelmesini bekledi. Şhia içeri atladı ve demir kapak ardına kadar kapandı. Gain sıktığı dişleri arasından "Hain!" diye tısladı.


Şhia aceleyle beraberinde getirdiği şamdanı yaktı. Gain'in ona nasıl baktığını gördüğünde ise korkudan bayılacağını düşündü. İşaret parmağını dudaklarına götürüp pantolonunun içine soktuğu siyah şişeyi çıkardı. Bu Ateş Klanında öğrendiği güzel bir yöntemdi. Buz gibi şişeyi ayaklarının dibine koyduktan sonra "Bana kanını ver pislik!" diye bağırdı, sesinin oldukça yüksek çıkmasına özen gösteriyordu. Gain doğruldu ve oldukça şüpheci bir tavırla Şhia'ya baktı.


Şia yeniden işaret parmağını dudaklarına dayayıp avucunda sıkıştırdığı kâğıt parçasını ona uzattı, "Ne bakıyorsun öyle sana kanını istiyorum dedim!" Gain kâğıdı eline aldı. Yalnızca üç şey yazıyordu "Mühür kan ve plan" yeniden sivri dişliye baktı ve onun elini kalbinin üzerine koyup başını öne eğdiğini görünce ona güvenmeye karar verdi. Şimdilik yapabileceği tek şey buydu. Avucunda kesik açıp vampire doğru uzattı. Şhia derhal yeni bir kâğıt çıkarıp ince sızıntıya bastırdı ve "Eğer bize sağdık kalmayı seçersen Ateşin gücünü aldığımda seni yeni klanıma komutan yapacağım" diye gürledi. Gain gözlerini kıstı fakat Şhia yeniden onu selamlayınca susmayı tercih etti. Ona güvenmek tek çaresiydi. "Kaçmaya kalkarsan işin biter!" diye bağırdı. Gain sivri dişlinin uzattığı şişeyi alıp ayaklarının dibine koydu ve Şhia şamdanı söndürüp kapak açıldığında görülmeyecek bir yere koyduktan sonra yukarı bakıp "Kapağı aç!" diye seslendi. Kapak yine büyük bir gürültüyle açılırken Gain şişeyi gizlemek için dizlerinin üzerine çöktü ve elleriyle yerden destek alıyormuş gibi yaptı. Sabırla vampirin yukarı tırmanışını ve kapağın yeniden kapanmasını bekledi. Kapak kapanınca Şhia içten bir kahkaha atıp "Bu kadar kolay olacağını tahmin etmiyordum! Zavallı bir köpek gibi önümde diz çöktü!" diye söylendi, yeni bir kahkaha atarken diğer vampirde ona katıldı. Gain gözlerini devirip sırıttı. Doğrulup şişeyi eline aldı ve yaşam sıvısını iştahla içmeye koyuldu.


                                          ***


İola savaşçısının odasının önünde bir ileri bir geri yürüyüp duruyordu. Aias, Gain'in götürülmesinden kendini sorumlu tuttuğu için odadan çıkmıyor ve kimseyi de yanında istemiyordu. Özellikle ondan kaçıyordu fakat Alia'nın halini gördükten sonra İola bu duruma bir son vermesi gerektiğini düşündü. Aias onun en yakınıydı. Özellikle böyle kötü bir zamandayken savaşçısına ne kadar da ihtiyacı vardı. Zavallı Minore ve Orion vahşice öldürülmüş, Gain kaçırılmış ve Alia kendini kaybetmişti. O kadar yalnızdı ki... Fikrini değiştirmeden kapıyı açtı ve içeri girip kapattı. Aias uyuyordu, her zamanki gibi koltukta uyuyakalmıştı. İola gülümsedi. Onun böyle oturur vaziyette uyumasına bir türlü alışamamıştı. Göğsündeki bandajı çıkarmıştı. Yarasının çoğu geçmiş gibiydi. En azından köprücük kemiklerinin ortasından kalbine doğru inen yara küçülmüş ve kabuk bağlamıştı. Ona doğru yürüdü ve yanına oturdu.


Aias, hareketliliği hissedince ayağa kalktı fakat koltukta oturan İola'yı görünce sakinleşti. Güzel kadının önünde ne yapacağını bilemeyip başını önüne eğdi. Duyduğu suçluluk onu öylesine utandırıyordu ki bir daha hiç kimsenin yüzüne bakamayacaktı. Ne prensesini ne de Gain'i koruyabilmişti. Gözlerini İola'nın birbirine kenetlediği ellerine dikip "Beni bağışlayın prensesim" dedi. İola ellerini daha da sıkınca pencereye doğru yürüyüp camı kırarcasına açtı "Efendisini korumaktan aciz bir savaşçıyım..." diye devam etti. Elini yarasına bastırıp acıyla yüzünü buruşturdu. "Benim yüzümden..."


İola ayağa kalkıp savaşçısının yanına gitti ve onun dirseğini sıvazladı. "Aynı şeyi senin için bende yapardım" diyerek onu ferahlatmaya çalıştı. Savaşçısının geniş omuzları düşmüş ve başı öne eğilmişti. Boğazına düğümlenen yumruyu geçiştirmek için yutkundu. Titrek bir nefes alıp "O kadar korktum ki..." diye söze başladı.

              

Aias "Benim yüzümden" diye diretti. İola onu kolundan tutup kendine çevirdi. "Tanrı aşkına sende yapma Aias!" diye bağırdı ve zayıflığını görmezden gelip "Eğer sana bir şey olursa yaşayamam. Şu halime bir bak. Senden başka kim kaldı ki?" dedi, ağlıyordu. Yüzünü savaşçısının güven veren göğsüne gömdü. "Seni seviyorum..."


Aias İola'ya sımsıkı sarıldı. Şaşkınlıktan küçük dilini yutabilirdi. Elbette birbirlerine olan sevgileri tartışılmazdı. Fakat İola'yı tanıyordu, o asla böyle şeyler söyleyecek bir kadın değildi. Üstelik konumu gereği bunu yapması oldukça küçük düşürücüydü. "Ben bir aptalım" diye fısıldadı. Öyle olduğunu düşünüyordu çünkü yıllardır beklediği o iki kelimeyi sonunda duymuş ve hala bir tepki verememişti. İola ondan bir adım geri çekilip savaşçısının yüzünü avuçlarının içine aldı ve ona gülümsedi "Aptalsın! Bu tarz şeyleri erkekler kadınlara söylemeli!" diye çıkıştı. Aias ilk önce açık kalan ağzını kapattı ve prensesinin alnına anlamlı bir öpücük kondurup ona yeniden sarıldı.


               

Tüm bunlar olurken Alia hazırlanıyordu. Klanı oldukça başıboş bıraktıkları gerçeğini görmezden gelip kendi acınası halini düşündü. En sevdiği kot pantolonunu giyip üzerine askılı bodylerinden birini giydikten sonra Gain'in ona verdiği pelerini başından geçirdi. Sevdiği adam, ondan uzakta olsa bile yaşıyordu. Üstelik onu duymuştu. Aynada yansıyan görüntüsüne kaşlarını çatıp saçlarını açtı ve iyice karıştırdı. İşte şimdi kendisi gibi olmuştu. Onu izleyen Ryv'ye "Aias'ı salonda görmek istiyorum." dedikten sonra odadan çıktı. Zavallı savaşçının neler hissettiğini anlayabiliyordu. Merdivenleri ikişer üçer atlayıp az önce feryatlar kopardığı salona fırtına gibi girdi. Neyse ki Aias ve İola her zamanki yerlerindeydiler ve Hera yüksek sesle bağırıp çağırıyordu.

             

Kendinden emin adımlarla yürüyüp İola'nın yanındaki yerini alırken "Sorun nedir?" diye sordu. Hera derhal konuşmaya başlamıştı.

            

"Daha önce yapılan planı iptal etmelisiniz. Düşündüm de eğer Şhia başından beri bizi aldatıyorsa planı çoktan Van'a anlatmıştır."


İola kaşlarını çatıp "Haklısın" diyerek onu onayladı.


Alia ise kollarını göğsünün altında kavuşturdu. "Yeni bir plan yapmak zaman alacak!"


"Zamanımız yok!" Egzotik güzel ellerini kalçasına dayayıp Şhia'nın ona söylediklerini tekrarladı. "Şeytan, istedikleri söz konusu olduğunda sabırsız davranır!"

           

İola ve Alia birbirlerine baktılar. Fakat Alia yardımcısının niçin birden bire böyle davrandığını anlayamamıştı. Tuhaf görünüyordu, bir şeyler saklıyor gibiydi. Sonra geçtikleri üç gün içinde kendinden başka herkesin çare aradığını hatırlayıp utanç verici düşüncelerinden sıyrıldı. Bu duruma bir el atmalıydı.

             

"Aias, yetkili birkaç vampirle birlikte odama gel"


                                                                              ***

Genç kız bayılacağını düşündü. İri yarı adamlarla dolu bir odada savaş stratejisi üretmeye çalıştığını düşünmek onu boğuyordu. Üstelik onların tuhaf fikirleri arasında sıkışıp kalmıştı. Aias vakit kaybetmek istemiyor, ertesi gün toparlanıp Van'ın klanına baskın düzenlemeleri gerektiğini düşünüyordu. Bir diğer vampir ise onların kendi ayaklarına gelmesi konusunda ısrarcıydı. Alia saçlarını yolmaya başlamadan önce "Saçmalıyorsunuz!" diye söylendi ve gözlerini devirdi.

              

Savaşçılar aralarındaki kargaşaya son verip çatık kaşlı yüzlerini ona çevirdiğinde Alia ayağa kalkıp onlara mantıklı bir şey söyleyebilmek için düşünmeye başladı. Boynunu sıvazlarken eline takılan fildişi kolye yere düşünce prenses omuzlarını dikleştirdi ve sırıttı.

             

"Öncelikle Şef Tigana ve bütün kabileyi buraya toplayacağız ve bizden güçlü olanlar oraya gidecekler. Böylece hem onları korumuş olacağız hem de yolu oraya düşen sivri dişlileri hayal kırıklığına uğratacağız!"

            

"Van, direkt olarak kabilenin ona gönderdiği kurbanlardan beslenir. Kan bulamayınca çılgına dönecektir." Dan, prensesine şefkatli bir bakış gönderdikten sonra duvara yaslandı.

               

Alia "İtaatkâr görünürken üstünlüğü kendi elimize almalıyız." diye devam etti. O ana kadar fark etmediği Ros kapının yanından çıkıp karamsar tutumuyla herkesi etkisi altına almayı başardı.

          

"Moralinizi bozmak istemem fakat Şhia gerçekten güçlü fikirleri olan biri ve hepinizi çok iyi tanıyor. Üstelik Efendi Gain ile yaptığımız planların hepsinde yanımızda olduğundan neler düşündüğümüzü az çok tahmin edecektir."

           

Alia bir anda suratı asılan iri yarı adamların onu doğruladıklarını görünce dişlerini gıcırdattı. Fakat Aias ellerini çırpıp ayağa kalktı. Korkutucu görünüyordu. Genç kız, onun göğsünün orta yerinde kabuk bağlamış yarasını inceledikten sonra savaşçıyla göz göze geldi

          


"Gain haklı, kabileyi buraya getirip dikkatlerini dağıtacağız. Bir grup nehir kıyısından saldıracak. Bir diğer grup ise ormanın bitimindeki savanlık alanda bekleyecek!"

           

Alia dudaklarını dişleyip başını önüne eğdi. Aias ona 'Gain' diye hitap etmişti.


Savaşçının yaptığı hata onu üzmüştü fakat güçlü olması gerektiğini hatırlatmıştı. Eşinin böyle durumlarda nasıl davrandığını bilmese de onun gibi olmak zorundaydı. Aias'ın gözlerinin içine bakıp onu onayladı ve dediği şeye aldırış etmemiş gibi yaparak savaşçının suçluluk duygusunu geçiştirmeye çalıştı.

           

Odanın ortasına doğru yürürken "O halde sabaha karşı yola çıkmak için hazırlanın, birileri gidip Kuzeydeki vampirleri buraya toplasın, onların yerine kadınlar geçecek. Van'ın şimdilik orayla ilgileneceğini sanmıyorum." dedi. Bakışlarını savaşçıların üzerinde gezdirip gözlerinden biri muhtemelen savaşta çıkmış olan koyu renk saçlı adama dönüp "Ağır yaralı olanlar saldırıda ön plana çıkacaklar ki karşı taraf güçsüz olduğumuzu düşünsün."

            

Dan kaşlarını kaldırıp "Kadınları kim koruyacak? Yaralı olanlar onları korumalı." dedi.

            

Alia kızgın görünen yaralı savaşçının kolunu sıvazlayıp "Bir savaşçıya arkada kal diyerek ona hakaret etmeyeceğim. Kadınlar kendi başlarının çaresine bakacaklar." derken diğer yandan Aias'ın gözlerine bakarak "Prenses İola ve bende buna dâhiliz... Söyleyeceklerim bu kadar." diye ekledi.

            

Savaşçılar kendi aralarında homurdanmaya başladılar. Genç kız onların boğuk seslerine tahammül edemediğini fark etti. Aralarından sıvışıp Tigana ve ailesini koruyabilecekleri en iyi yeri seçmeye karar verdi. Onları Van'ın saldırılarından önce kendi klanının saldırısından korumalıydı. Baş ve işaret parmağını burun kemiğine sıkıca bastırıp taş duvarlar arasında ilerlemeye koyuldu. İlgilenmesi gereken milyonlarca iş varken zavallı biri gibi davranarak klana üç gün kaybettirmişti.

          

Duvarda asılı duran şamdanı eline alıp zemin kata yöneldi. Üç gün boyunca yaptığı en iyi şey kaleyi keşfetmiş olmasıydı. Toprak zemine inip karanlığa doğru ilerlemeye devam etti. Aşağıda koku oldukça yoğundu üstelik aşırı yağan yağmurdan dolayı çamurlaşmıştı. Alia daha da ileri gittiğinde orada oldukça büyük taş bir kapı olduğunu gördü. Önceki keşfinde onu duvar sanmış olsa da şamdanı üzerine tuttuğunda üzerindeki değişik motifler ve iç içe geçmiş taraklı yapısı genç kızda gizli bir kapı hissi uyandırıyordu. Ellerini motiflerin üzerinde gezdirip incelemeye başladı orada bir kilit yahut kapıyı açacak bir anahtar mutlaka olmalıydı.

          

Kapının üzerindeki şekiller genç kızın dikkatini çekmekle kalmadı onu korkuttu da. Burada toprağın içinden çıkan bir bebek resmi ve hemen yanında kıvrılıp yatan oldukça çirkin bir yaratık vardı. Alia araştırmasına son verip geri çekilmek istediğinde tek ayağı tamamen çamurun içine batmış haldeydi. Kendini kurtarmaya çalışırken gözlerini sımsıkı kapattı.

         

Genç kız ayağını çamurdan çekip geri geri yalpaladı ve sert bir cisme çarpıp çığlık atarak arkasına döndü ve gözlerini açtı. Aias'tan başkası değildi. Nefes nefese etrafına bakındı. Zemin kata inen merdivenin başındaydı.

           

"B-ben aşağıdaydım..."

              

Aias endişeyle prensesine bakıp "Yaklaşık iki dakikadır buradayım ve sizde burada ayakkabınızın bağcığını diğer ayağınızın altından kurtarmaya çalışıyordunuz."

             

"Aşağıda ne var?" Alia yutkunup geriledi. Az önce orada olduğundan emindi.

         


"Aşağıda Efendi Aneen ve onun atalarının mezarları var ama biz ölen vampirlerin ruhlarının da orada toplandıklarına inanıyoruz."

            

"Ah Tanrım! Ben yalnızca şef ve ailesi için uygun bir yer arıyordum." Genç kız daha fazla burada durmak istemiyordu. Bağcıklarını sıkıp "O halde onları rahatsız etmeyelim. Yerlileri kulelerden birinde ağırlamalıyız" diye mırıldandı. Savaşçının da baş onayıyla hızla oradan uzaklaştılar.


Alia yağız kısrağın yelelerini okşayıp alnından öptü. Huysuzlanan hayvanı okşarken bir yandan da onu sakinleştirmek için mırıldanıyordu.

            

"Uslu bir kız ol... Gain'i benim kadar özledin değil mi?" başını atın boynuna yasladı "Onu kurtaracağız."

            

Aias kendini fark ettirmek için birkaç defa öksürdü "Artık yola çıksak iyi olur."

            

"Onu eyerlemeye yardım eder misin?"

           

"Atlarla gitmeyeceğiz."

            

Genç kız Gain ile yürüdüğü yolu hatırladı atların geçemeyeceği kadar dardı. Başını evet manasında sallayıp Aias'ı takip etmeye koyuldu.


            

Yol engebeliydi. Alia etrafına bakmadan hızla yürüyordu. Bir anlık duraksaması kendini kaybetmesine neden olabilirdi. Dişlerini sıkıp savaşçılarının önüne geçti. Belinden çıkardığı hançer ile daha önce Gain'in onun için açtığı dalları yararak ilerlemeye devam etti.

        

Dev eğrelti otları sallandıkça üzerlerindeki yağmur damlaları onları ıslatıyordu. Genç kız yanağına düşen bir damlayı silerken kısa bir sürede ne kadar çok şey öğrendiğini fark etti. Delice sevmiş, korkmuş, hayal kırıklığına uğramış ve hayatında hiç olmadığı kadar mutlu olmuştu. Artık karşısında bir insan ya da vampir olsun ruhuna nasıl dokunulacağını biliyordu, birinin sevgisini hissetmek onun için hiçte uzak değildi...Tüm bunları kaybetmek istemiyordu. Bir başka damlayı yüzünden silip atarken hızını arttırdı.

           

Nehir kıyısına geldiklerinde kabileyi korkutmamak için vampirleri geride bırakıp yanına yalnızca Aias'ı aldı. Tigana'nın kabileyi boşaltmaya razı gelmesi için dua ediyordu. Vampirlerle dolu bir kaleye girmeyi kabul etmeleri kolay olmayacaktı. Nehrin karşısına geçebilmek için dizlerine kadar soğuk suya daldılar. Alia savaşçının bedeninin kasıldığını hissettiği anda onun baktığı yöne baktı. Uzakta birkaç sivri dişli yanlarında sürükledikleri yerli ile birlikte nehrin karşısına geçiyorlardı. Alia bir anda paniğe kapıldı ve hareket etmeye başladı fakat Aias onu sıkıca tutup kendisiyle birlikte suyun içine soktu.

            

Genç kız nefesinin yetmediği noktada çırpınıp kurtulmaya çalıştıysa da Aias onu bırakmadı yalnızca daha çok sıktı. Eğer şimdi sudan çıkarlarsa muhtemelen sivri dişlilere yakalanacaklardı. Üstelik hareket etmeyi keserse vücudundaki oksijeni daha uzun süreli kullanabilirdi.

             

Gain içindeki korkuyla beraber olduğu yere çöküp elini göğsüne bastırdı ve o an boşluğa düştüğünü hissetti. Klanda neler olduğunu merak ediyordu. Tek çaresi prensesinin duygularını dinlemekti. Birkaç dakikaya kadar kendine olan güveni ve içinde büyüyen öfkesi genç adamın kalbini ısıtmıştı ama şimdi adeta boşluktaydı ve Gain git gide aralarındaki bağın koptuğu hissine kapılıyordu. Toprak zemine doğru devrilip kollarını kendine doladı ve gözlerini kapadı. Onu kaybetse anlardı. Başını iki yana sallayıp dişlerini sıktı. Çok endişeli olduğu için saçma düşüncelere kapılıyordu. Zihnini boşaltıp nefesini tuttu ve yüreğindeki uçuruma inat dinlemeye koyuldu.


"Buradayım..."


Alia gözlerini açarken "Buradayım" diye fısıldadı. İçindeki korku ona hala hayatta olduğunu düşünmesi gerektiğini fısıldıyordu. Kanın kokusuyla kendine geldi ve Nandi'nin kolunu bıraktı. Ona kanını vermiş olması Alia'yı onurlandırmıştı. Şimdi çok daha iyi hissediyordu. Son hatırladığında suyun içinden çıkmak için çırpınıyordu ve dayanamayıp nefes almıştı. Üzerine doğru eğilen Aias'ın omzuna tutunup doğruldu. Savaşçı üzgün gözlerle ona bakıyordu. Alia kulağına kaçan suyun meydana getirdiği uğultu nedeniyle onun mırıldanmalarını anlayamasa da "Ben iyiyim." diye yanıt verip silkelendi. Kulaklarındaki suyu çıkarmak için başını birkaç defa sağa sola yatırdıktan sonra etrafına bakındı. Onile ve Tigana tam karşısında oturuyordu ve küçük çocuk elindeki yayı onlara doğru germişti. Alia onun ölümcül bir silah gibi olduğunu düşündü. Islak saçlarını yüzünden çekip başıyla onları selamladı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Aias'a dönüp soran gözlerle baktı.


"Bizimle gelecekler. Şef Tigana kabilenin severek yardım edeceğini söyledi." Aias gözlerini Onile'den ayırmıyordu.


Alia yanı başında oturmuş ağlayan Nandi'ye "Gain iyi... En azından hala hayatta " dedi. Güzel kadın gözlerindeki yaşları silip onun ellerine yapıştı;

         

"Onu kurtaracağız."

"Ne pahasına olursa olsun..."

        

Aias ikilinin samimiyetine bir anlam veremeyip "Artik gitmeliyiz." diye homurdandı. Onile denilen çocuktan hoşlanmamıştı. Onun yaşında biri nasıl oluyordu da iki oku birden boyundan büyük bir yaya gerebiliyordu? Gözlerini çocuğun yanında oturan yarım tonluk yaşlı şefe çevirip "Tehlikede olan siz değil biziz." dedi ve iki adam gülmeye başladılar.


Kaleye vardıklarında herkes oldukça gergindi. Alia tehlikeli bir yolculuk atlattıklarını itiraf etmek zorundaydı. Onları girişte bekleyen İola savaşçısına parlak bir gülümseme gönderip kabilenin dilinde bir şeyler söyledi. Aias baş onayıyla şefi ve diğerlerini sessizce içeri soktu. Genç kız bir an önce yerli dilini öğrenmesi gerektiğini düşündü. Kaşlarını çatarak "Onların güvenliklerinden emin olmak zorundayız!" diye çıkıştı.


"Güvende olacaklar. Odalarına geçene kadar vampirlerin hiçbiri dışarı çıkmayacak."


"Peki ya yiyecek sorunu?" Alia uzun zamandır bir şeyler yemediğini düşününce ürperdi. Çöken gözaltları beslenme zamanının geldiğini açıklıyordu. İola'nın diğer yanında duran ufak tefek kadına "Birkaç kişi bulup ormanda yenilebilecek ne varsa getirin. Avluya birkaç yemek ateşi yakılsın. Klandaki herkes vücudunu zinde tutabilmek için yemek zorunda." diye emretti. İola haklı olduğunu söyleyerek onu onayladıktan sonra yanındaki kısa boylu esmer vampir aceleyle yukarı doğru çıktı.

Alia eline bir tas alıp içine böğürtlenleri doldurduktan sonra Carna'nın kaldığı taş evin yolunu tuttu. Geçen günlerde onu birkaç kez odasında gördüğünü hatırlıyordu. Yağmur yeniden başlayınca genç kız kaşlarını çatarak gökyüzüne baktı. Yağmur her başladığında aklına saldırı gecesi geliyordu. Alia, çok sevdiği yağmur yağışından nefret etmeye başlamıştı. Pelerininin kukuletasını başına geçirip yürümeye devam etti


Loading...
0%