Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Uyaniş

@gizemmgurbuzz

Alia boğazındaki korkunç yanma ve kuruluk hissiyle gözlerini açtı. Olduğu yerde yüzyıllardır yatıyor gibiydi. Yatmaktan sırtı ağrımıştı ayrıca korkunç kâbuslar görüp durmuştu. Gözlerini berrak gökyüzüne dikti. Yıldızlar oldukça yakınındaydı. Elini onlardan birini tutabilmek umudu ile yukarı kaldırdı. Kendini onlara ulaşacak kadar zinde, aynı zamanda yerinden kalkamayacak kadar karmakarışık hissediyordu. Olabildiğince derin bir nefes aldı ve aldığı kötü kokunun etkisiyle burnunu kırıştırdı. Ölü et, küf ve kan kokuyordu. "Buda neyin nesi?" diye söylenip doğruldu, olabildiğince gerindi. Hafif hissediyordu, yeniden doğmuş gibi... Fakat boğazındaki korkunç yanma ve içindeki 'Bir şey bulsam da saldırsam' arzusunu bir türlü yatıştıramıyordu. Kokunun geldiği yöne doğru bakınca olduğu yerde sıçradı. En son hatırladığı gibi kamp alanının ortasındaydı ama bu kez görüntü öncekinden farklıydı. Güçlükle yutkunup ayağa kalktı. Ölü et diye tabir ettiği şey arkadaşları ve müdür Earn'dı. Bir an kusma ve ağlama isteğiyle doldu, ağlama isteği daha baskın geldi. Onlara ne olmuştu böyle? Soğukkanlılığı burada tükendi ve bağırmaya başladı. Nefesi sesinin gücüne yetmediğinde ise susmak zorunda kaldı. Birkaç defa öksürüp yere çöktü. Hafızasının bir parçası bulanıktı ve nedense bütün bu olanların açıklaması o bulanık kısımda gizliydi. Agus'un parçalanmış kolundaki saate baktı. Gece biri gösteren saat öylece ilerliyordu. Mide bulantısını daha fazla bastıramayıp içinde ne varsa dışarı çıkarttı.


Titreyerek birkaç kez ayağa kalkmaya çalıştı fakat ayakları ona itaat etmiyordu. Yerde yatan cesetlere baktı. Hepsi tanınmayacak haldeydi. Alia ikizlerden birinin ağzından çıkan böceği görünce kendini kalkmaya zorladı. Dehşet içinde ağlayarak çadırına girdi ve sırt çantasını alıp yeniden dışarı çıktı. Yardım çağırmalıydı. Tanrım yardımın ne önemi vardı ki? Hepsi ölmüştü. Alia daha fazla dayanamayacağını düşündü. Ne yapacağını bilmeden ormana doğru koşmaya başladı.


Nereye gittiğini bilmiyordu fakat içinden bir ses doğru yönde olduğunu söylüyordu. Dakikalar sonra yavaşladı ve bir ağacın dibine oturdu. Ağacın dışarı fırlamış kökleri korunaklı görünüyordu. Bir süre titremenin geçmesini bekledi. Onlara ne olmuş olabilirdi ve niçin sağ kalan tek kişi oydu? İhtimaller üzerinde düşünürken bir yandan da çantasında susuzluğunu giderecek bir şeyler arıyordu sonunda bulduğu küçük su şişesini çıkarıp tüm suyu içti. Değişen bir şey olmamıştı ayrıca su ona hiç bir şey ifade etmemişti. Aslında boğazındaki yanma hissinin suyla geçeceğini bile düşünmemişti. Bu son anda aklına gelen en kötü ihtimaldi. Başı dönüyordu. Üzerine sinen iğrenç kokudan kurtulmak için çantasından çıkardığı birkaç parça temiz kıyafeti giyip kirli olanları olabildiğince uzağa fırlattı.


Çantasını kapatırken elinin üzerinden yansıyıp giden ışık huzmesi onu ürpertti, oldukça tuhaftı ve hafızasında bir şeylerin kıpırdanmasına neden olmuştu. "Güzel kokuyordu" diye fısıldadı. Solduğu o enfes parfüm kokusu hala üzerindeydi sanki. Yüzünü avuçlarının içine alıp hatırlamaya çalıştı fakat olmuyordu. Sıkıntı içerisindeydi. İçi daralıyor, midesine kramplar giriyordu fakat kendi duygularının yanında hissettikleri çok daha farklıydı. O korku duyuyordu, kalbi ise korkmaktan ziyade endişeliydi, içi titriyor, üzüntüden ölecekmiş gibi hissetmesine rağmen tuhaf heyecanına engel olamıyordu.


Böyle olmayacaktı, ilerlemeliydi. Vücudunun bir parçası ondan uzaktaydı ve sıkıntı çekiyordu. Alia bunu açıkça hissediyordu. Ayağa kalkıp sırt çantasını yüklendi ve girdiği dalların arasından ustalıkla çıktı. Ay ışığı ağaç dallarının arasından geçiyor ve etrafı inanılmaz derecede aydınlatıyordu. Alia, yolları, tümsekleri, dikenli otları tepesinde floresan lambayla geziniyormuş kadar rahat seçiyordu. Göğü kapatan ağaç dallarının arasından ay ışığının altına çıktı ve ürkekçe elini havaya kaldırıp az önce olan şeyin yinelenmesini bekledi. Aynı parıltı teninden kayıp geçtiğinde bayılacak gibi hissediyordu. Bir kez daha bulanık bir anı gözlerinin önünden geçti. Balmumundan güzel insanlar hatırlıyordu. Yalnızca bir tane de olabilirdi. İşte tüm hatırladığı buydu. kafasına hücum eden yüzlerce düşünceyle başa çıkmaya çalışırken duraksadı. Ani bir his ile dönüp arkasına baktı. İzlendiğini hissediyordu. Dahası duyduğu hızlı kalp atışları ve hırıltılı nefes sesi arkasında biri olduğu düşüncesini doğruluyordu. Dönüp dev eğrelti otları arasında zar zor görünen karanlık patikaya baktı ve gözlerini kıstı. Uzaktan birkaç kuru dalın kırılma sesi ve hızla ters yöne kımıldayan eğrelti otlarını gördüğünde yutkundu. Peşinden gitmek ve o şey her neyse parçalara ayırmak istiyordu. Zihninde canlandırdığı vahşetin ürpertisiyle arkasını döndü ve boğazını temizlerken yutkunmanın verdiği acıyla inledi ardından yeniden ilerlemeye başladı bu kez daha yavaş ve dikkatli olacaktı.


Gece olabildiğince ipeksi ve huzurluydu. Alia, durup etrafına şöyle bir göz attı. Ormanın her yanı yüzlerce yıldır yaşadıklarını tahmin ettiği yaşlı ağaçlarla kaplıydı. Kalın yosun tutmuş gövdelerinde yer yer derin yarıklar peyda olmuştu ve derin yarıklar küçük kuşlar sincaplar ve haşaratlar için sığınma olanağı sağlayacak kadar konforluydular. Genç kız yıllardır burada yaşıyormuşçasına doğru yolları itinayla seçip ilerliyordu.


Gain huzursuzdu. Üç gündür uyuyamıyordu ve daha öncesinde de uyumadığı günleri sayarsa bu sayı katlanarak artıyordu. Bir şeyler onu rahatsız ediyor olmalıydı. Tedirgindi, her an bir sorgulama halindeydi. Büyük salonun ihtişamlı görüntüsü bugün üzerine geliyordu. Yanında oturan İola'ya şöyle bir baktı. Acaba huzursuzluğunun nedenini o açıklayabilir miydi? Hayır, bugün gününde olmadığı her halinden belliydi. Aias'a delirmiş gözlerle bakıyordu. Çenesini eline yaslayıp içeri giren çıkan vampirleri izlemeye koyuldu. Öfkesini çıkaracak bir şeyler bulmazsa kendi kendine patlayacaktı. Gözü İola'nın siyah saçlarına kaydı. Bu gün tatlı bukleler halinde geriye doğru toplanmıştı. Tıpkı günler önce, unuttuğu kalbinin yeniden var olduğunu hissettiren genç kızınkiler gibi iri karmakarışık güzel bukleler. İola'nın omzuna düşen bir tutamı geri itti ve ne yaptığını fark edince telaşla ayağa kalkıp kendisine hayretle bakmakta olan güzel kadına ve Aias'a baktı. Elini ensesine koyup "Orada görüntüyü bozuyordu" dedi. İola, saçlarını düzeltmeye koyuldu fakat Aias hala Gain'e bakıyordu. Prensesine başkasının dokunması kaldırabileceği bir şey değildi. Gain, orada biraz daha kalırsa kızarıp bozaracaktı, bu yüzden aceleyle salondan çıktı. En iyisi biraz uyumaya çalışmak olacaktı. Uykusuzluktan halüsinasyonlar görüyordu. Ayrıca şu kıyafetleri üzerinden çıkarsa iyi ederdi. Tam üç gündür aynı gömleği giyiyordu. Taş merdivenleri tırmanırken üzerindekilere bakıp gülümsedi. İşte onu huzursuz eden şey buydu, kızın kokusunu bir daha duyamayacak olması.


Basamakları tırmanmaya devam etti. Sanırım aklını kaçırıyordu. Onu saplantı haline getirmişti. Odasına giden koridorun sonundaki cam, rüzgârın etkisiyle aniden açıldı ve ılık ipeksi bir hava koridordan geçip gitti. Gain, havayı içine çektiğinde ise tüm bedeni adeta taş kesildi. Ilık meltem beraberinde o tatlı bebeksi kokuyu da getirmişti. Uzun zamandır kanı yavaş pompalayan kalbi şu an oldukça iyi işliyordu. "Bu beni öldürebilir" diye fısıldadı.


Genç kız bir adım daha atamadı. Düpedüz izleniyordu. Bunu görmese bile etrafta farklı bir koku vardı. Bu bir bitki ve ya ağaç kokusu değildi. Bir önceki gibi kalp atışları ve nefes sesleri de yoktu. Tuhaftı ama bir insana ait olduğunu biliyordu. Tehlikeli bir insana... Vücudundaki bütün kaslar yay gibi gerildi. Alia, istem dışı savunma pozisyonunu almıştı. Eğilip boynunu öne doğru uzattı ve tısladı. Bir an yaptığı şeye şaşırıp doğruldu fakat yeni bir tehlike dalgasıyla yeniden eski pozisyonuna döndü. Yaklaştığını hissettikçe genzinden tuhaf hırıltılar çıkıyor ve daha da gerilmesini sağlıyordu.


Carna, yabancının klana daha fazla yaklaşmasına izin veremezdi. Her ne kadar etrafta dolanan yalnızca bir kız olsa da tuhaf bir şekilde tehlike yayıyordu. İçi ürpererek Gain'i düşündü. Kızın aurası efendisininkiyle tıpatıp aynıydı. Yavaşça ona doğru yaklaştı. Kız arkasını dönünce üzerine atladı ve onu yere serdi. Şaşırmıştı, normalde bir insana dokunduğunda içi ürperirdi, damarlarında dolaşan kanı hissettiğinde titrerdi fakat şu an hiçbir şey hissetmiyordu. Tek hissettiği kızın anormal sıcaklığı ve tatlı kokusuydu. Onu zapt etmeye çalışırken zorla gülümsedi. Saçları eline dolanıyordu ve bu onu huylandırıyordu. Boşluktan faydalanmış olmalıydı ki kız aniden tırnaklarını koluna geçirdi ve onu yakmaya başladı. Acı dayanılmazdı, Carna tıslayarak geri çekildi.


Alia ayağa kalkıp arkasını döndü. Ciddi anlamda şaşırmıştı. Ona saldıran bir kızdı hem de kendi yaşlarındaki bir kız. Gözlerini kırpıştırıp bir kez daha ona baktı. Sapsarı ışıldayan saçları, pürüzsüz cildi, yuvarlak yüz hatları vardı. Gözleri zümrüt yeşiliydi iri ve badem biçimindeydiler. Üzerine siyah göz alıcı bir elbise giymişti, yaşlı yarasanınkine benzer bir pelerin takıyordu. O adamı hatırlamak Alia'yı adeta sinir krizine sokmuştu. Zihnini boşaltıp yeniden güzel kıza baktı. Değil bir insana bir bitkiye dahi zarar veremeyecek kadar kırılgan ve zarif görünüyordu. Elini kolunun üzerinden çekince korkunç tırnak ve yanık izleri onu ürpertti. Gözleri yeniden buluştuğunda ise artık o kadar kırılgan görünmüyordu. Yüz ifadesi sertleşmiş ve her an saldıracakmış gibi bir hali vardı. Gözleri kararmıştı "Kimsin sen?" diye haykırdı.


Alia gözlerini bir an olsun ondan ayırmadan bakmaya başladı. "Alia. Adım Alia" dedi. Kız dişlerini sıkıyor ve tıslıyordu, ona doğru bir adım attı ve tam ay ışığının altında durdu. Gümüşi bir pırıltı güzel kızın beyaz teninden kayıp gitti. Alia onun güzelliğine hayran kalmıştı, şaşkınlıkla "Bu şey sa-sanada mı oluyor?" diye sordu. Aynı ona da olduğu gibi ışık teninde kayıp gidiyordu. Genç kız "Ne bana da oluyor?" diye terslendi. Alia gülümsedi. Çok özel bir şey gösterircesine elini havaya kaldırdı ve ışığın altına tuttu "Sihir gibi..." diye mırıldanıp yeniden ona baktı. Eski kırılgan haline geri dönmüştü.


Carna fazlasıyla şaşırmış bir ses tonuyla "Kimsin sen? Nereden geliyorsun" diye tekrarladı. Alia adındaki yabancı ona doğru yürüyüp tam karşısında durdu. Yüz hatları korku ve telaştan gergin olsa da porselen bebekler kadar kusursuz bir görünüme sahipti. Elini bir diğeriyle gizlemeye çalışmasının ardından sanki yıllardır söylemek istediği fakat söylemekten korktuğu bir şeymişçesine "Adım Alia buraya kamp yapmak için geldik ve bir şey bize saldırdı tek canlı kalan benim." diye bağırıp olduğu yere çöktü ve ağlamaya başladı. Carna anladığını belirtircesine başını aşağı yukarı salladı. Demek kabilenin kurduğu düzenek bu defa kusursuz işlemişti ve Aias da onu etrafı sağ kalan olup olmadığına bakması için aceleyle dışarı göndermişti. Demek üst sınıf vampirler de hata yapabiliyordu. Kendi kendine gülümserken tuhaf bir ayrıntının farkına vardı. Alia'nın gözleri efendisininkilerin birebir aynısıydı!


Alia hıçkırmaktan boğulacağını düşünüyordu. Diğer yandan tamamen bitmişti. Boğazındaki acı nefes almasına izin vermiyordu. Üstelik kalbi deli gibi atıyordu. Onu yersiz yere bu kadar heyecanlandıran şeyin ne olduğunu merak ederken genç kızın buz gibi elini çenesinde hissedince ürperdi ve ona baktı. Kız dünyası başına yıkılmışçasına onu kolundan çekiştirdi;

"Kahretsin! Gain bundan hiç hoşlanmayacak." diye söyleniyordu. Henüz ne olduğunu anlayamadan onu sürüklemeye başladı. Alia koşacak güce sahip değildi. Oturmak, ağlayıp sızlanmak istiyordu. En sonunda durdu ve onu da durmak zorunda bıraktı.


"Nereye gidiyoruz?"


"Bilmek istemezsin!"


Bu cevap, tüylerinin tek tek 'hazır ol' pozisyonuna geçmesine neden oldu. Evet, bu saatten sonra bilmek istemeyecekti. Onunla gitmekte istemeyecekti. Bu yüzden inatçı bir tavırla kollarını göğsünün altında bağladı. Kız "Yine ne var" dedi. Alia'ya 'baş belası' der gibi bakıyordu.


"Şey... İçecek bir şeyler var mı? En azından su? Boğazım yanıyor."


"Birincisi adım Carna. İkincisi ben su içmem ve sende içmezsin" dedi Tanrı aşkına dönüşümüne rağmen bu kızın hiçbir şeyden haberi yok muydu? Anlaşılan Gain, büyük bir hata yapmıştı.


"İnsanlar su içerler."


"Vampirlerde kan!" Carna güldü. Uzun yıllar önce yaşadığı şoku anımsamıştı.


Alia, kelimeleri yanlış idrak ettiğini düşünüp irice açtığı güzel gözleriyle Carna'ya baktı ve "Ne?" diye sordu. Carna sıkılmış görünüyordu gözlerini devirip; "Vam-pir" diye heceledi. Ahh işte yine aynı siyah noktalar Alia'nın gözleri önünde karmaşık şekiller çiziyordu, etrafında dönen karaltılara gülümsedi ve ellerini noktacıkları uzaklaştırmak istercesine sallayarak Carna'yı görmeye çalıştı.


"Vampir diyorum!"


Kelimeleri ikinci kez duyunca yer ayağının altında ikiye yarıldı, Alia içine düştüğünü hissetti ve her yer simsiyah oldu.


Loading...
0%