Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Yapboz

@gizemmgurbuzz

Yapboz parçaları yerine oturuyordu. Alia ona doğru birkaç adım attı. Yaklaştıkça daha net hatırlıyordu. Onu yakalayışı, güzel kokusu koyu mavi gözlerinin etrafında alev alev yanan çember, eşsiz hatları... Alia tüm bunları hatırlarken gözleri dolmuştu. "Gain" diye fısıldadı. Demek adı buydu. Boğazını parçalayıp kalp atışlarını içine çekerken bile tek bilmek istediği adıydı.


Adını ikinci kez bu kızın ağzından duymak Gain'i ürpertti. Saç rengi koyulaşmıştı. Artık kırmızının en can alıcı tonunda olan bukleleri birkaç santim uzamış gibiydiler. Gözleri son gördüğünden daha maviydi ve etrafında yanan kızıl çember ateş saçıyordu. Gain yumruklarını sıktı. Kalbi patlayacak kadar hızlı çarpıyordu. Bu kız onun için korkunç bir tehdit unsuruydu içeri girdiğinden beri gözlerini onunkilerden bir an bile ayıramamıştı. İşte bir kez daha karşısında zayıf düşmüştü.


Alia ise tamamen farklı duygular içindeydi. Onu canavara dönüştüren bu adam tüylerini diken diken ediyordu. Gözlerini kaçırmak istedi çünkü Gain ürkütücü bir heybetle ona bakıyordu fakat onun karşısında korktuğunu belli etmeyecekti bu onu zayıf gösterirdi ve Alia yenilgiden asla hoşlanmıyordu. İola'nın bağırışıyla irkildi "Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirsin! Herşeyi mahvettin Gain!" diyordu. Alia kulaklarının çınladığını hissetti. Gain ise tek kaşını kaldırmıştı. Ona doğru dönüp tatlı bir ses tonuyla "Sadece biraz oyun oynamak istemiştim" dedi. Alia ne dediğini anlamamış olsa ona iltifat ettiğini düşünürdü. Oysaki bu adam Alia'dan bir oyuncak gibi bahsediyordu. "Küstah" diye düşündü. Omuzlarını dikleştirdi ve sıktığı dişlerinin arasından "Görünüşe bakılırsa bu oyunun galibi benim!" diye tısladı. Meydan okuyuşu bütün dikkatleri kendi üzerine çekmeyi başardı. Gain yeniden ona doğru döndü. Alia kendini daha fazla tutabileceğini sanmıyordu. Vücudu yay gibi gerilmişti. Biraz daha sıkarsa dişleri kırılabilirdi. Tanrım bu adamdan nefret etmişti. Fakat ondan bu kadar hoşlandığı için kendinden daha çok nefret etmişti. Gain, ayakkabısının burnunu birkaç defa yere vurdu ve ona doğru yaklaşmaya başlamadan önce "Öyleyse bir kez daha oynayalım" dedi. Alia yeniden tısladı. Nefes alıp verişleri sıklaşmıştı. "Yok et!" bu düşünce beyninde çalkalanıyordu. Gain bir adım daha atınca ipler koptu ve Alia ona doğru atılıp ateşin efendisini yere serdi. Tırnaklarını omzuna geçirdi ve boynunu hedef aldı. Tam istediğine ulaşacaktı ki ne olduğunu anlamadan mermer sütunlara doğru savruldu. Yine de pes etmeye niyeti yoktu. Ayağa kalktı ve çoktan ayağa kalkmış olan Gain'e bir kez daha saldırdı.


Gain, onu tam zamanında yakalamıştı. Eğer biraz geç kalsaydı bu dişi şeytan gözünü çıkarabilirdi. Şimdi onu kolları arasında tutuyordu ve tek bilmek istediği aklından neler geçtiğiydi. Gülümsedi, bu kız fena halde canını yakıyordu. Kısa bir süre birbirlerinin gözlerine baktılar. Gain bu süreyi daha da uzatmak isterdi fakat kızın ürkütücü buzgibi bakışları bir anda yok olup gülümseyerek onu şaşırttı ve Gain istemsizce kollarını gevşetti. Küçük kavgaları sona ermiş görünüyordu.


Tuzağa düştüğünü anlaması çok uzun zamanını almıştı. Dişi şeytan, tırnaklarını omuzlarına batırmış ve yüzünü boynuna gömmüştü. Gain, boynuna batan dişleri hissettiğinde kıpırdayamadı.


Alia, önce derin bir iç çekip kokusunun, sonrada dişlerini boynuna geçirip kanının tadına baktı. Gain ondan çok daha uzun olduğu için parmak uçlarına yükselmişti. Yine de rahat hissetmiyordu. Kanın kokusunu duyduğu anda çıldıracağını hissetti. Oysaki bir vampirin kanı nasıl oluyordu da bu kadar cazip geliyordu. İşi bitince Carna'yla konuşmalıydı. Gain'e iyice sokuldu ve uygun yüksekliğe gelebilmek için onun ayakkabılarının üzerine çıkıp kollarını boynuna doladı. Duruşu hala onun için uygun değildi. Bu defa boynunu eğmesi gerekiyordu. Alia erkeğin direnmesine fırsat vermeden saçlarını çekip zorla istediğini yaptırdı.

       

Zafer onundu. Şimdi büyülü sıvının içinde kendini kaybetmeye hazırdı. Kan boğazını yakıp geçiyor ve gücüne güç katıyordu. İşte onun ihtiyacı olan şey bu koku, bu tattı. Alia kendini Gain'e teslim etti. Ona iyice sarıldı ve içmeye devam etti, karanlık bir duyguydu. Sıvıyı içine çektikçe daha fazlasını istiyordu. Daha fazla... Daha fazla...


Gain tükenmişti dizlerinin bağı çözülüyor ve hâkimiyetini yitiriyordu. Gözlerini sımsıkı kapattı ve yalnızca ayakta durabilmeyi diledi. Bu kız hiç şüphesiz sözünde duruyordu. Canına okuyacağını söylemişti ve aynen dediğini yapıyordu. Kızın ayağı kayınca onu tutmak için kolunu beline doladı ve ne yaptığına kendisi de şaşırarak gözlerini açtı. Hayatı boyunca hiç kimsenin ona bu kadar yaklaşmasına izin vermemişti. Gereksiz duygulara kapılacak zamanı yoktu. Sorumluluğu her şeyden önce gelmeliydi. Eğer ona bağlanırsa kalbi yeniden acı çekecekti ve bu defaki çok farklıydı. Onu bırakıp giderse ölürdü. Bu yüzden şimdi buna bir son vermezse bir daha onu bırakacak gücü kendinde bulamayabilirdi.


Alia ne olduğunu anlayamadan kendini yerde buldu. Başını çarpmıştı ve acı korkunçtu. Afallamış hissediyordu çünkü yaptığı şeyin şokundaydı. Onlardan olmak istemiyordu. Oysa tam bir canavar gibi davranmıştı. Gözlerini kıstı ve Gain'in bellindeki uzun eğimli kılıcı kınından çıkarıp ona doğrultuşunu izledi. Korkunç görünüyordu gözleri kararmış ve kaşlarını çatmıştı. Boğazı vahşi bir hayvan saldırısına uğramışçasına parçalanmış ve derisi soyulmuştu. Alia ürkütücü görüntüsü karşısında dahi ondan etkilenmişti.

         

Gain, çok geçmeden Alia'nın saçlarından tutup kılıcı onun boğazına dayadı. Alia o ana kadar hissetmediği korkusunun şimdi iliklerine kadar işlediğini fark etti. Midesine kramplar girmeye başlamış ve kusma isteğiyle dolmuştu. Beklide en doğrusu buydu her şey başlamadan en başında bitmeliydi çünkü Alia şu dakikadan sonra Gain'den ayrılabileceğini düşünmek bile istemiyordu "Sen kazandın canımı yakmadan bitir şu işi" diye mırıldandı. Boşta kalan elini onun kılıcı tutan elinin üzerine koydu ve gözlerini kapattı. İola'nın "Kendine gel Gain onu öldüremezsin!" diye bağırışıyla yeniden gözlerini açtı. Gain tısladı ve kılıcını savurdu. Kolona saplanan kılıcın etkisiyle cam mozaikler büyük bir çatırtıyla yere düştüler. Ayağa kalkıp önce İola'ya sonrada ona hiçte hoş olmayan bir bakış fırlattıktan sonra arkasına döndü. Kolona saplanan kılıcı hiç zorlanmadan çekip çıkardı ve salonun ahşap kapısını sağlam bir tekmeyle açıp dışarı çıktı. Lanet olsun tek hakkını bu kızı dönüştürmek için kullanmış dahası bir dişi vampire Ateş elementini vermişti. Soylarının devamı artık ona bağlıydı. Bu kaçınılmaz gerçeğin sonuçlarını tahmin etmek ise çok da zor değildi.

        

İşte gitmişti. Alia gözleri çıkana kadar ağlamak istiyordu ve öylede yaptı. Lanet olsun! Tüm bunlarda neyin neysiydi böyle? 'Güç, zayıflık, korku, tutku' tüm bu bileşenleri aynı anda hissetmek Alia'nın zaten harap olmuş sinirlerini iyice mahvetmişti. Olduğu yerde cenin pozisyonu alıp ağlamaya devam etti. Sanki bağıra bağıra ağlasa her şey eski haline dönecekti.


Ateşin efendisi kendini avluya attı. O kız eğer biraz daha ağlarsa yeniden salona gidip onu teselli etmeye başlayabilirdi. Sataşacak birilerini bulabilmek için etrafına baktı fakat kimse yoktu. Şafak sökmek üzereydi, bu saatlerde ortada kimse olmazdı. Avucundaki ve kollarındaki yanık izlerine bakıp gülümsedi. Canı gerçekten çok yanmıştı, üstelik boynundaki acı onu mahvediyordu. Bunu düşünmek Gain'i deli etmeye yetti. Onu kesinlikle zor günler bekliyordu. "Vakum cihazı mı yutmuş?" diye söylendi. Gerçekten halsizdi. Başını iki yana sallayıp kimsenin onu bu halde görmemesi için pelerininin kukuletasını örttü ve ormana doğru ilerlemeye başladı. Eğer biraz enerji toplarsa bir çözüm yolu bulabilirdi.


"Çözüm yolu bulmak mı?"


Gain olduğu yerde durdu. Kız dönüşümünü tamamlamıştı. Gain hararetle çenesini sıvazladı. Önce gücünü geri almanın bir yolunu bulmalı ve daha sonra kızdan kurtulmalıydı. En azından akıl sağlığını koruyabilmesi için ondan uzak durması şarttı. Hayır! Ondan yalnızca üç gün uzak kalmış olmasına rağmen ömründen üç yüz yıl gitmişti. Kızın sıcaklığı, kollarını ona dolayışı aklına geldiğinde düşüncelerini savurmak istercesine başını iki yana salladı. Yanaklarına biriktirdiği havayı sertçe üfledikten sonra kaleye doğru yöneldi.


Genç kız kendine uzatılan zarif eli tutup ayağa kalktı. Gözleri ağlamaktan şişmiş, yanakları ve burnu kıpkırmızı olmuştu. Prenses zarifçe gülümseyip "Bir şeyin var mı?" diye sordu. Alia başını "Evet" manasında salladı. Hiç iyi hissetmiyordu. Bedeni karıncalanıyor ve kalbi deli gibi çarpıyordu. Gain, fena halde sinirlerini yıpratmıştı. Önce ona sarılmış ve kanını içmesine izin vermiş sonrada öldürmeye çalışmıştı. Bu adam onunla oyun oynuyordu. Gözlerini kırpıştırıp "Ben kendimi, duygularını kontrol edemiyorum." dedi ve bir kez daha küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Her şey karmakarışık bir haldeydi. Prenses yeniden gülümsedi

    

"Gain tüm sorumluluğu üzerine alacaktır. Zor biri olduğunu kabul ediyorum, hatta çoğu zaman çekilmez olabiliyor fakat üzerine aldığı yük ne kadar ağır olursa olsun, altında ezilse bile hiç şikâyet etmeden taşır... Ondan iyi şeyler öğreneceksin ve o da seninle sabretmeyi öğrenecek." dedi. İola'nın ne demek istediğini kavramak için gözlerini kaçırması gerekti. Bir süre düşündü. Ne tür bir sorumluluktan bahsediyordu? Yoksa Alia'yı ona çırak olarak falan mı gönderecekti. Bu düşünce aklını yitirmesine neden oldu ve İola'nın eline yapışıp "Beni ona veremezsin!" diye bağırdı. Güzel kadın elini kendine çekip bir diğer avucunun içine alırken "Şunu yapmayı kes!" diye tısladı. Alia olduğu yere sindi ve ellerini arkasında birleştirip "Üzgünüm" diye geveledi. İola kaşlarını çatmış ve yüzünü buruşturmuştu fakat kendini ne hale sokarsa soksun hala çok güzeldi. Yanındaki savaşçısına tatlı bir bakış gönderdi.

               

Savaşçı başını önüne eğip onu selamladı, "Bir şey mi isteyecektiniz prensesim?" Prensesine bakarken kahverengi gözleri parlıyordu. Alia dev savaşçıya bakarken kalbinin ısındığını hissetti. Bu bakışı daha önce Nell Carna'ya bakarken de fark etmişti. Tanrı korusun ona saldırmadan önce Gain'de tıpkı böyle bakıyordu. Alia dudaklarını dişledi ve bakışlarını ayakuçlarına sabitledi. İola, "Alia'yı şimdilik dinlenme odalarından birine götür ve Hera'ya haber ver bundan sonra ona yardımcı olacak. Kaçmaya çalışmadığından emin olun." dedi ve Alia'ya -Bu senin iyiliğin için- bakışı attıktan sonra "Daha sonra Gain'i bana çağır!" diye devam etti. Ses tonu o kadar kararlı ve kendinden emindi ki Alia, Aias ile birlikte "Emredersiniz" demek zorunda hissetti. İola gibi henüz otuzlu yaşlarının ortalarında görünen genç ve güzel bir kadının dev vampirlere söz geçiriyor olması ne kadar da muhteşemdi. Alia, Gain'i önünde diz çökerken hayal etti. Bu düşünce gülümsemesine neden olmuştu. İçinden, bir gün Gain'i önünde diz çöktüreceğine dair yemin etti.


Dev savaşçıyla birlikte salondan ayrılıp merdivenlerden çıkarken merakını gizleyemedi "Nasıl olurda sizin gibi güçlü vampirler bir kadından emir alır?" diye sordu. Aias ona arkasını dönme zahmetinde bulunmadan "Çünkü o safkan bir prenses. Öyle olmasaydı da ondan aldığım her emir benim için kıymetli bir hediye olurdu." Alia derin bir iç çekip savaşçının sırtına bakarak "Anlıyorum" dedi. Elbette anlamıyordu. Daha önce kimseye böyle duygular beslememişti ki. Aias onu ilk gördüğü andan beri devamlı prensesini izliyor bir gölge gibi onu takip ediyordu. Alia bu duyguya öylesine yabancıydı ki...


Şamdanların aydınlattığı mozaik desenlere bakarak dev savaşçıyı takip etmeye koyuldu. Işık karanlık koridora esrarengiz bir görünüm veriyordu. Alia burayı sevebileceğini itiraf etti. Etrafta elektronik eşyalar ve tam otomatik makineler yoktu. Bu devirde kesinlikle ilkel sayılacak bir ortamdı fakat huzur vericiydi, Yine de asansörü tercih ederim, diye düşündü yorulmasa da bu kadar çok merdiven çıkmak zevkli değildi. Aias, bir sonraki katı çıkmaya başlamadan önceki koridora saptı. Burası rutubet kokulu nemli bir bölgeydi. Sonunda bir kapının önünde durdular. Savaşçı arkasını dönüp kollarını göğsünde bağladı


"Burası şimdilik kalacağın yer." dedi. Alia "Şimdilik?" diye sorarken Aias'ın anormal büyüklükteki kaslarına ve dışarı fırlayacakmış gibi duran damarlarına bakıyordu. Aias çok hoş yetişkin bir vampirdi. İnce dudaklara düz bir burna ve biçimli kahverengi gözlere sahipti. İola'nın beyaz teninin aksine sütlü kahverengi kadifemsi bir teni vardı. Giyim tarzı oldukça sade olmasına rağmen çok havalı duruyordu.


"İçeri gir lütfen. Hera'ya haber vereceğim" Aias ona gülümsüyordu.


Alia aynı ışıldayan gülümsemeyle ona karşılık verip sımsıkı bağladığı kollarından birini sıvazladı ve teşekkür etti. Savaşçının kolları kaya gibi sert ve Gain'in aksine buz gibiydi.


Aias bu beklenmedik sevgi gösterisi karşısında şaşırmıştı. Genç kız son gördüğünden bu yana çok daha güzelleşmiş görünüyordu. Güçlü ve sevecendi. Fakat sevecen görüntüsünün bir anda nasıl değişiverdiğini gözleriyle görmüştü. Gain'i yere sermişti. Buda yetmezmiş gibi onu ısırmıştı. Bu olayla uzun süre eğleneceğini düşünerek yeniden gülümsedi ve çenesiyle Alia'ya kapı işaret etti. "Artık içeri girin"


Alia elini çekip "Peki" demekle yetindi. Arkasını dönüp kapının demir sürgüsünü çekti. Sürgünün çıkardığı gıcırtı suratını ekşitmesine sebep olmuştu. İçeri girmeden önce Aias'a bir kez daha bakıp gülümsedi ve kapı ardından sertçe kapandı. Onunla iyi anlaşacağını düşünmek hataydı. Karanlık odada yolunu bulmaya çalıştı. Fakat kapının sürgüsü geri itilince bu fikrinden vazgeçti. Koşup açmaya çalıştıysa da sonuç alamadı. Onu buraya hapsetmekle eline ne geçmişti ki? "Aias!" diye bağırdı. Dışarıda tek bir ses dahi yoktu. Kapıyı birkaç kez daha zorlayıp pes etti. Dudaklarını dişleyip karanlık odaya döndü. Yukarıdaki küçük pencereden odaya incecik bir ışık huzmesi iniyordu. Alia ışığa doğru ilerleyip gözlerinin alışmasını bekledi. Tıpkı Akkie'nin dediği gibi vampirlerin gece görüşü çok iyiydi. Etrafına bakındı. Oda da ahşap olduklarını tahmin ettiği bir masa ve karşısında bir yatak duruyordu. Üstelik çok berbat rutubet koktuğu kesindi. Alia burnunu kırışrırıp. Ahşap masayı zorlanmadan pencerenin altına doğru itti ve yukarı tırmandı. Cam diye tahmin ettiği kare, avluya bakıyordu. Başını dışarı çıkartıp aşağı baktı. Tahmini üç ve ya dördüncü katta olmalıydı. Buna rağmen önündeki duvar ormanı görmesine engel oluyordu. Şafak sökmek üzereydi ve avlu kızıl bir büyü altındaydı. Alia ileride avlunun içine girmekte olan siyah pelerinli vampire baktı. Gain'di. Evet, kesinlikle oydu. Bunu açıklayamazdı fakat bir gökdelenin en tepesinde olsaydı bile onu tanırdı. "Gain! Beni hemen buradan çıkar! Bunu senin planladığını biliyorum. Eğer hemen beni bu iğrenç yerden çıkarmazsan aşağı indiğimde..." devamını getirememişti çünkü kapının açılmasıyla dikkati dağılmış, dengesini kaybedip taş zeminin üzerine düşmüştü. Genç kız arkasını yoklayıp acı hissetmediğini fark edince "Bu defa kırıldı!" diye söylendi.


Net olarak göremediği yabancı içeri girip kapıyı kapattı. Onunla beraber yoğun bir kumaş kokusu da odayı doldurmuştu. Alia onun yalnızca beyaz gözlerden ibaret olduğunu düşünüp korktu. Görebildiği tek şey bir çift gözdü. Masadan destek alıp ayağa kalktı. Yabancı, elindeki kibriti çaktı ve alevi şamdana tuttu. Alia görüşü netleşince gülmeye başladı. Gördüğü şey sadece bir çift gözü olan yaratık değil, siyahî bir kızdı. Muhtemelen Hera olmalıydı. Kahkahalarını bastırmaya çalışarak boğazını temizledi ve karşısındaki çatık kaşlı egzotik güzele şöyle bir baktı. Hera gür siyah saçlarını omuzlarından aşağı sallandırmıştı. Ve açık mavi ipek olduğunu tahmin ettiği bir elbise giymişti. Gerçekten cüretkâr bir elbiseydi. Alia onun kıvrımlı hatlarını rahatlıkla seçebiliyordu.


"Merhaba adım Alia" dedi. Hera getirdiği giysileri yatağın üzerine bırakıp "Adım Hera, buranın kıyafetleri benden sorulur. Yani anlayacağın sizin makinelerinizin yaptığı işi ben tek başıma yapıyorum." dedi. Alia bu açıklamanın üzerine kaşlarını kaldırdı.


Hera ellerini belinden çekip aynı bilmiş tonda "Senin için zor olmalı..." diyerek saçlarını omzunun arkasına attı. Elbiseyi hışımla yataktan alıp üzerine tuttu ve kendince bir şeyler homurdandıktan sonra onun gözlerinin içine baktı. Efendisinin gözlerini görmek bir an için Hera'yı sudan çıkmış balığa döndürse de tepki vermedi. Aksine kaşlarını çatarak kollarını göğsünün altında kavuşturdu.


"Evet zor, anlamsız" Alia'nın dudak kıvrımları aşağı düşmüştü.


"Şanslısın seni dönüştürenin Gain olduğunu duydum... Söylesene bunu nasıl başardın?" derken siyahî kızın ses tonu yüzündeki ifade kadar aşağılayıcıydı.


"Onun canı cehenneme! O beni dönüştürmek değil öldürmek istedi. Ben direnmeseydim amacına ulaşmış olurdu. Hiç kimse o kendini bilmeze gününü göstermedi mi?" diye çıkıştı. O kadar hızlı ve sinirli konuşmuştu ki nefes nefeseydi. Hera ona yaklaştı ve yüzüne düşen buklelerini geriye itti. Alia'nın aşırı ihtiraslı bir doğası vardı. Üstelik bir vampirin dahi ağzını sulandıracak kadar güzel kokuyordu. Gain'in bile böylesine gerçekçi ve doğal bir güzelliğe karşı koyması imkânsızdı. Alia'nın ondan korkmadığı bir gerçekti. Hera efendisinin kızdığında neler yapabileceğini düşündükçe tüyleri diken diken oldu. Derin bir iç çekip konuyu değiştirmek için "Saçlarının doğal rengi mi?" diye sordu.


Alia omuz silkip "Evet" diye mırıldandı. Gain'e olan öfkesi yeniden canlanmıştı. Hera'nın ona uzattığı elbiseyi giyerken söylenerek ortalığı toplayışını izledi.


"Sanırım burada güzellik yaygın bir hastalık"


"Ben her zaman böyleydim" Hera saçını geri itti ve kalçasını salladı.

Alia gülümsedi. Başta tuhaf görünse de Hera'dan hoşlanmıştı. Eğlenceli ve samimiydi. Ayrıca "Ben tehlikeliyim" sinyallerini ondan almıyordu. Onun yaydığı sinyaller daha çok "Benim çenem çok düşük" cinsindendi. Bu hali ona ikizleri hatırlatmıştı her zaman çok konuşup başını şişirirlerdi. Alia üzerini değiştirmeyi tamamladığında yatağa uzandı. İkizleri hatırlamak gözlerini doldurmuştu. Her ne kadar onlardan nefret etse bile zor olacaktı. Ağladığını gizlemek için nemli yastığı başına çekti. Yalnız kalmak, uyumak ve mümkünse uyanmamak istiyordu. "Lütfen bana Carna'yı çağırır mısın? Ayrıca kapıyı üzerime kilitlemene gerek yok hiçbir yere gitmeyeceğim" diye mızmızlandı.


"Pekâlâ, şimdi gidiyorum. Bir şey istersen geri gelmeyeceğim." Hera söylenerek odadan çıktı.


Alia, üzerine çöken korkunç karamsar duyguları kovalamak istercesine derin bir nefes verdi. Şimdi ne olacaktı? "Vampir?" genç kız yerinde doğruldu. Otomatik olarak elini dişlerine götürdü. Yükseklik farkı yok denilecek kadar azdı. Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle silip düştüğü komik duruma gülmeye başladı. Küçükken hep ileride ne olacağını düşünüp dururdu. Ayaklarının komik görüntüsünü düzeltmek için estetik cerrahı olmak en uçuk hayaliydi, fakat hiçbir zaman vampir olmayı hayal etmemişti. "Tanrım aklıma mukayyet ol." diye mırıldandı. Çabucak örtünün altına girip kollarını kendine dolayarak gözlerini kapadı. Derin soluk alıp verişleri arasında erkeğin kokusunu duymak ürpermesine neden oldu. Dudaklarını yaladığında işe kanının tadını yeniden almıştı. "Gain..." İsmi kalbinde patlamalara neden oluyordu. Ayağı kaydığı sırada güçlü kollarını üzerinde hissetmişti. Kamp yaptıkları geceyi düşünmeden edemedi. Agus'un arka cebinden çıkarmak istediği çakıyı fark edince Gain'e zarar gelebilecek olmasından ölesiye korkmuştu. Genç kız erkeğin kibar dokunuşlarını yeniden hissederken bir anda aklına kamp yerinde uyandığında gördüğü korkunç manzara geldi ve hıçkırıklara boğuldu. Nasıl olurda onlar vahşice öldürülmüşken burayı sevdiğini düşünebilmişti. Nasıl olurda onu soktuğu çıkmaza rağmen Gain'i özleyebilirdi? Gözlerini sıkıca kapadı.


"Şimdilik onu güçleri hakkında eğitmeyeceksin. Hatta bu konuda ne kadar az şey bilirse o kadar iyi. Gözünü açar açmaz dokunduğu herkesi yakıyor olması başlı başına bir sorun! Yanından ayrılmayacaksın. Yabancı hiç kimsenin ona yaklaşmasına müsaade etmeyeceksin. Bu olay Van'ın kulağına gitmeyecek!"


Gain esnedi, çenesini avucunun içine yasladı ve İola'nın söylediklerini duymazlıktan gelmeye çalıştı. Bunlar zaten bildiği şeylerdi. İşte kadınlara tahammül edememe sebebi buydu, sürekli konuşuyorlardı. İola odanın içinde volta atarak bütün savaşçıların başının dönmesine neden olmuştu. Gain bıkkın bir ses tonuyla;"İola!" dedi. Kadın onu duymuyordu bile. Sinirleri zıplamıştı, ayağa kalkıp; "Ne yapmam gerektiğini biliyorum" diye bağırdı. İola olduğu yere çivilenerek ona baktı. Gain yüzünü ovuşturup bağırışıyla şoka giren prensesine ve sinirden köpüren Aias'a daha yumuşak bir ses tonuyla; "O kızın..." diye lafa başladı fakat İola onu

"Alia'nın" diye düzeltince yeniden çileden çıktı.


"Alia'nın bütün sorumluluğunu üzerime almam gerektiğini biliyorum! Onun ne kadar tehlikeli olabileceğini de biliyorum. Sadece onunla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum hepsi bu!" diye bağırdı.


İola "Kadınlar başa çıkılması gereken yaratıklar değildir. Yalnızca ne yapması gerektiğini ona öğretmen yeterli." dedi.


"Öğretmek mi?" Gain bu kelimeyi söylerken şaşkındı. İola'nın anlayamadığı belliydi. Alia'nın onu nasıl etkilediğini fark etmemişti bile. Ayrıca korkuyordu, eğer yeniden birine bağlanırsa onu kaybetme korkusuyla yaşayamazdı. Böyle bir şeyin olmasına izin vermeyecekti. Diğer yandan Alia'nın sorumluluğunu üstlenebilecek tek kişi oydu. Gain onun bütün sorumluluğunu üzerine almakla kalmamış, onu eş olarak seçmişti. Bu düşünce gözlerinin büyümesine hatta yuvalarından fırlamasına neden oldu. Boğazını temizledi aklına gelen bu korkunç fikri yok etmeliydi. İola'ya dönüp "Pekâlâ, ama bu benden istediğin son şey olacak..." dedi. Genç kadının yüzü güldü. Sevincini savaşçısının kolunu sıvazlayarak ve ona gülümseyerek paylaştı.


Gain Aias'ın şanslı olduğunu düşünüyordu, en azından İola'nın ona güzel vaatlerde bulunduğu kesindi. Peki kendisi ne vaatler almıştı? "Aşağı indiğimde senin canını okuyacağım ..." kahkahasını bastırmak için dudaklarını ısırdı. Tanrı onu korusun o kız eğer güçlerinin farkına varırsa Gain kaçacak delik aramak zorunda kalacaktı.


......


"Rüyasında bembeyaz bir odadaydı. Oda misk kokuyordu, bu mükemmel kokunun kime ait olduğunu elbette biliyordu. İşte tam karşısında duruyor ve elinde üç ayrı taş tutuyordu. Kırmızı, yeşil, turkuvaz...Alia, Gain'in gözlerinin içine baktı.

           

"Onlardan birini seçmen gerekecek" Gain'in sesi sert çıkmıştı.

            

"Hangisini seçeceğim" diye sorarken Alia onun boynunda asılı siyah elması gördü. Hiç tereddüt etmeden "Onu istiyorum" dedi. Gain avucunu kapadı. Gözlerini bir an olsun Alia'dan ayırmıyordu. Bakışları Alia'nın içini ısıtıyordu.


"Zümrüt; tutsaklık, sakinlik. Turkuvaz; güç ve güven. Yakut; güç, güven, özgürlük, tutku. Biri birinden ayrılırsa denge bozulur." Gain'in sesi ürkütücüydü. Avucunu yeniden açtığında kara elmas üç taşın yerinde duruyordu. Alia taşı Gain'den alırken;


"Tek bir yürek gibi" diye fısıldadı. Gain onun avucunu öpüp "Sen ve ben gibi..." dedi. Alia etraflarında yanan ateşten çembere gülümseyerek baktı ve ona doğru uzandı..."


Carna ona birkaç defa seslenmişti. Fakat Alia'nın umuru değildi. O 'Sen ve ben' deyip duruyordu. En sonunda dayanamayıp altından çarşafı çekti ve Alia yatağın diğer ucundan yere düştü.


Genç kız düşmenin etkisiyle çığlık atarak gözlerini açtı. Ulu Tanrım yataktan mı düşmüştü? O hala rüyanın etkisindeydi. Ayağa kalkıp elindeki çarşafla Carna'yı görünce yerinden sıçradı. Carna "Hey... Dünyaya dön Alia. Saat öğleden sonra dört oldu" dedi. Alia gözlerini ovalayıp "Aman tanrım bunca saattir uyuyor muydum?" diye sordu. Ona kısacık bir zaman gibi gelmişti. Carna çarşafı yatağa atıp allak bullak görünen Alia'nın yanına gitti. "Neyin var senin?"diye sordu. Alia gülümseyerek "Hiçbir şey bir rüya gördüm" dedi. Carna sarı saçlarını arkadan toplamış, üzerine dünkünden farklı olarak siyah bir etek ve tek kollu bir bluz giymişti. Çok güzel görünüyordu. "Sana üç sorum var" diye şakıdı, yerinde duramıyordu. Alia gerinip "Evet, seni dinliyorum" dedi.


Yatağın kenarına oturup muhtemelen cadı gibi olduğunu düşündüğü saçlarına şekil vermeye başladı. Acaba vampirlerin aynada görünmediği doğru muydu? Alia, bu ihtimal karşısında sırıttı. Carna "Bir; Gain seni görünce ne yaptı? İki; dün onu ormana doğru giderken gördüm ve boynunda bir yarık vardı üstelik oldukça tuhaf davranıyordu. Avludan henüz çıkmıştı ki homurdanarak kaleye geri döndü. Bunun sebebi nedir? Üç; beni neden çağardın?" dedi ve nefes nefese Alia'nın yanına oturdu.


Alia Carna'ya doğru döndü. "Ben onu görünce şoka girdiğim için ne yaptığını bilmiyorum. Aslına bakarsan çok heybetliydi. Tedirgin olduğunu fark ettim ama o bir şey yokmuş gibi davranıyordu. Sizin korkunç efendiniz İola'dan azar işitti." dedi ve ayağa kalktı. Odada birkaç tur atıp; "Benimle oyun oynamak istemiş." diye bağırdı.

            

Carna onun çığlığı karşısında yüzünü buruşturdu. Kulakları bir hafta kadar duymayacaktı. Alia kendi kendine söyleniyordu, daha doğrusu kendiyle kavga ediyordu. Carna "İkinci soru" diye hatırlattı. Genç kız ona bakıp "Çünkü onu ısırdım." dedi. Carna'nın gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi. "Ne yaptım dedin?" diye sordu. Dünyanın sonu mu gelmişti? Yoksa Carna'nın kulakları hala Alia'nın etkisindeydi de yanlış mı duymuştu?


Alia, derin bir iç çekip yeniden Carna'nın yanına oturdu. "Ne düşünüyordum? Ne yapıyordum bilmiyorum. Bir anda oldu. Kendimi tutamadım ve ona saldırdım. Benden aldıklarını geri almak istedim, onu yok etmek istedim. Ama onu ısırdıktan sonra..." dedi ve duraksadı. Gözünü kırpmadan onu dinleyen Carna'ya bakıp boğazını temizledi. Çenesi titriyordu "Onu ısırdıktan sonra... Carna... Ben... Sonsuza kadar öyle kalabileceğimi düşündüm."


Genç kız gözyaşlarını serbest bıraktı. Evet, tek düşündüğü buydu. Arkadaşlarını öldürdüğü gerçeği ya da onu bir canavara dönüştürmesi o an umurunda dahi değildi. İstediği oydu onun kanı, onun kokusu... Genç kız kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Derin nefesler alırken giydiği elbisenin üzerine düşen gözyaşlarını izlemeye başladı.

              

Carna uzanıp Alia'nın elini tuttu. Onun bu kadar ılık olmasına şaşırmıyor değildi. "Kendini bir kez kaptırınca geri dönüşü yoktur. Alia, onun bir parçasısın. Kabul etsen de etmesen de aranızda geri dönüşü olmayan çok güçlü bir bağ var." dedi. Genç kız tek eliyle gözyaşlarını silip Carna'ya baktı. "Korkuyorum." diye mırıldandı. Carna "Hala üçüncü soruma cevap vermedin" dedi. Onu yatıştırmaya çalışıyordu.


Alia "Çünkü sana ihtiyacım var" dedi. Carna gülümsedi. Gülümsemesi ışıl ışıldı. Alia gülümsemenin ona gerçekten çok yakıştığını düşünüyordu. Ona doğru sokulup başını omzuna yasladı. Carna onun elini sıkıp "Biliyor musun saldırmadığın zaman gerçekten çok şirin oluyorsun" dedi. Alia ona iyice sokuldu. Gain ile arasında nasıl bir bağ olabilirdi ki? Anlamıyordu, fakat normale dönecekti. Onunla baş edebilirdi. Yalnızca sinirlerine hâkim olması gerekiyordu.


Aias, büyük bir gürültüyle kapıyı açtı ve iki kız yerlerinde sıçradılar.


"Kızlar toplantınız bittiyse İola ve Gain büyük salonda Alia'yı bekliyorlar" dedi. Alia, Carna'yla göz göze geldi.


"Isır onu Alia" Carna ona göz kırptı. Alia gülümseyince Aias;


"Ne dediğini duydum savaşçı kadın! Git ve nöbet yerine dön!" diye emretti. Carna surat asıp ayağa kalktı. Alia'ya "Bir sorun olursa bana haber vermen yeterli." diye fısıldayıp hızla dışarı çıktı.


Alia ayağa kalktı ve Hera'nın yatağın üzerine bıraktığı pelerini başından geçirdi. Olabildiğince olgun davranmaya çalışacaktı. Giydiği kırmızı elbisesinin eteğini düzeltti ve saçlarını pelerinin dışına çıkarttı. Aias kollarını göğsünde bağlamış, ayağıyla yerde ritim tutuyordu. Alia hazırlığını bitirince Aias'ın yanına gitti. Ona dünden sinirliydi ve hıncını çıkarmalıydı. "Bir daha odamın kapısını çalmadan açmanı istemiyorum" dedi ve koridora çıktı.


Aias ise onun gerçek bir prenses olduğunu düşünüyordu. Duruşu, bakışları, kendine güveni ve cesaretiyle tam bir asil gibi davranıyordu. Gain bir an önce ne kadar şanslı olduğunun farkına varmazsa bütün klan Alia ile birlikte olabilmek için ona savaş açacaktı.


Alia, merdivenin sonundaki yol ayırımına gelince hangi yönden geldiklerini unuttuğunu hissetti ve arkasını dönüp takipçisine baktı. Aias sağ tarafı işaret edince o tarafa doğru yöneldi. Büyük salonu kapıda duran savaşçılardan tanıdı. Aynı dün bıraktığı gibi yan yana durmuş ona bakıyorlardı. Aias gür sesiyle "kapıyı açın" diye emretti. Savaşçılar iki kapıyı da ardına kadar açınca Alia ürktü, tereddütle güzel kokulu salonun içine girdi. Yaklaşık yedi sekiz farklı koku vardı fakat ona göre tek biri baskın geliyordu. Başını dikleştirip içeri yürüdü. İola tam karşısındaki mermer tahtta oturmuştu. O gelince ayağa kalktı. Bugün siyah saçlarını salık bırakmış ve onu olduğundan daha muhteşem gösteren bordo bir elbise giymişti. Elbisesinin kolları taşlıydı ve iç taraftan yırtmaçlıydı. Alia yaşayan hiçbir erkeğin onu reddedemeyeceğini düşündü. Göz ucuyla Gain'e baktı, diğer mermer oturaklardan birine oturmuş dikkatlice ona bakıyordu.


Gözlerini İola'ya çevirdi, "Beni orada sonsuza kadar kilitli tutacağınızı sandım." dedi ve "Öyle ki rüyamda kabus olarak Gain'i görmeme neden oldu" diye ekledi. Yalan söylemişti, o rüyanın hiç bitmesini istememişti.


Aias eliyle ağzını kapadı. Tanrı onu korusun eğer gülerse Gain onu mahvederdi. Alia Gain'e bakıp sırıttı ve yeniden İola'ya döndü.


"Beni çağırmışsınız."


İola, yanındakilere işaret edip genç kızın yanına yürüdü. Alia soran gözlerle ona bakıyordu fakat az sonra merakı yerini şaşkınlığa bıraktı. Çünkü savaşçı bir tepsi içinde üç ayrı taşla yanlarına gelmişti. Alia yeniden İola'ya baktı. İola;


"Bunlardan birini seçme özgürlüğü sana ait. Bundan böyle bu klanın bir parçası olacaksın." dedi. Alia, Gain'e baktı. Şimdi ayaktaydı, taşları işaret ediyordu. Alia'nın ağzı açık kalmıştı. Yeniden taşlara döndü


"Yeşil; tutsaklık ve sakinlik" diye mırıldanarak zümrüdü eline aldı. Ve yeniden erkeğe baktı. Gain başını sallayınca kendine olan güveni yerine gelmişti. Turkuvaz taşı alıp; "Turkuvaz; güç, özgüven." dedi ve peşine üçüncü taş olan yakutu eline aldı. "Yakut ise tutku, güç ve kan" dedi. Kanı sonradan eklemişti fakat kırmızının ona hissettirdiği tam olarak buydu. Taşların hepsini tek avucuna toplayıp "Biri birinden ayrılırsa denge bozulur." diye ekledi ve gözlerini kapatıp taşları avucunun içinde iyice sıktı. İçinden "Tek bir yürek gibi" diye geçirdi. Avucunun içi yanıyordu fakat elini açmadı, yanma hissinden sonra büyük bir enerji akımı tüm bedenini sarmaladı. Alia bu hoşnutluk karşısında iç geçirip gözlerini açtığında şaşkın bir halde bakan İola'ya istediğim bu dedi. Avucunun içini açarken salondaki iç çekişleri duyabiliyordu. Kendisi de şoktaydı ve çok heyecanlanmıştı.


Gain, öğrencisiyle gurur duyuyordu. Sandığından daha kolay olmuştu. Bu konuda biraz daha tecrübe kazanabilirse ona öğretmesi gereken her şeyi aralarındaki bağ sayesinde kılını kıpırdatmadan öğretebilirdi. Derin bir nefes alıp daha çok yaklaştı ve tam arkasında durdu.


Alia, İola'nın şaşkınlıkla taşı madalyona yerleştirip boynuna takmasını izledi. Bu onun için gurur vericiydi. Ardından bir çift elin, saçlarını madalyonun zincirinden kurtardığını hissetti. Boynuna değen elin anormal sıcaklığıyla ürperdi ve Gain'in kahkahasını duyunca irkilip arkasına döndü. Az önce salonun diğer ucunda değil miydi? Alia, ona meraklı gözlerle bakıyordu. Acaba dün uykusunda falan mı gezinmişti?


İola'nın boğazını temizlemesiyle ikisi de dikkatlerini güzel kadına yönlendirdiler. Prenses çatık kaşlarla onlara bakıyordu. "Orion'un kısa sürede haberi olacaktır." dedi. Sesi bir anda öylesine sert çıkmıştı ki genç kız tüm bedeninin gerildiğini hissetti, arkasına dönmesine gerek yoktu Gain'in yüz ifadesini ve öfkesini içinde hissediyordu. İola bu kez Alia'ya "Ne bize nede kendine zorluk çıkarma. Yaşamak için kendini kontrol etmeyi öğren" dedi.


Gain, Alia'yı kendine çekti "Orion'un haberi olması hiçbir şeyi değiştirmeyecek! Eğer bu kez bana ait olana dokunursa onu gebertirim! Yemin ederim gebertirim" diye bağırdı. Öfkesi içine sığmıyordu. Orion Alia'ya zarar veremeyecekti o kadar! Ne pahasına olursa olsun ona dokunmayacaktı. Alia'nın elini tuttu ve onu kendisiyle gitmeye zorladı.


Alia, Gain'in peşinden koşmak zorunda kalıyordu. Ayrıca Gain elini o kadar çok sıkıyordu ki parmaklarının bir daha açılmayacağına neredeyse emindi. Diğer yandan onun niçin bu kadar öfkelendiğini düşünmeden edemiyordu. Söyledikleri içini titretmişti. Yanılmıyorsa Alia için "Bana ait olan" diye bahsetmişti.

            

Merdivenleri tırmanırken ayağı takıldı. Kendini zorla toparlayıp başını yarmaktan kurtulmasına rağmen Gain onu yukarı sürüklemeye devam ediyordu. Alia bir sonraki katı çıkamayacağını düşündü. Olduğu yerde durup "Gain, bırak beni." diye söylendi. Gain durdu. Onu taş duvara doğru ittirip kollarıyla iki yanını kapattı. Gözlerindeki öfke inanılmazdı. Alia onun sinirden titrediğini fark etti. Bakışlarını erkeğin öfkeden kıpkırmızı olmuş gözlerinden kaçırıp daha şefkatli görünen göğsüne sabitledi fakat Gain çenesinden tutup onu kendine bakmaya zorladı. "Ben izin vermediğim sürece dışarı çıkmayacaksın!" diye tısladı. Alia onun elini tutup kenara itti. "Senden izin alacağımı sanmıyorum." diye diretti. Sesi ateşin efendisininkine göre daha sevecen çıkmıştı.


Gain homurdandı. Bu kızı nasıl yola getireceğini bilmiyordu. Yine de dokunuşu, ince parmaklarının sıcaklığı onu yatıştırmayı başarmıştı, tekrar; "Ben izin vermedikçe dışarı çıkmayacaksın" dedi.


Alia onun nihayet normal haline döndüğünü görünce oldukça sakin ve şirin bir ses tonuyla "Bana bağırmayı keser misin?" diye sordu.


Gain, bir kez daha deneyecekti. Konuşmaması için işaret parmağını kızın dudaklarına bastırıp ona iyice yaklaştı ve gözlerini onunkilere dikerek; "O güzel kafanı vücudundan ayırıp sana burada patronun kim olduğunu göstermeden önce çeneni kapat ve söylediklerimi iyi dinle" dedi.


Alia dişlerini gıcırdattı. Gain'in takındığı tavır ona arkadaşlarını hatırlatmıştı. İntikam duygusu tüm bedenini sarmalarken gözleri buğulandı. Dudaklarındaki elini ittirip "Arkadaşlarımın güzel kafalarını vücutlarından ayırmadan öncede onlara da aynı şeyi söyleyebilirdin!" diye haykırdı.


Gain, bir an duraksadı. Verebileceği hiçbir cevap yoktu. Normalde böyle bir şeyi umursamazdı fakat şimdi genç kızı teselli etme dürtüsü baskın geliyordu. Ses tonunu olabildiğince kontrol etmeye çalışarak "Birinin size buranın yasak bölge olduğunu söylemiş olması gerekirdi" dedi. Alia yutkundu ve başını salladı. "Yaşlı bir adamdan mı bahsediyorsun?" diye mırıldanıp yaşlı yarasayı taklit etmeye çalışarak, "Kokunu alacaktır. Tehlikeli ve vahşi" diye tısladı. Elbette onunki daha gerçekçi olmuştu.


Gain başını salladı. Yaptığı taklit oldukça gerçekçiydi. Gülümsemesini küçük bir öksürük nöbetinin ardına gizleyip esas konuya dönmeye karar verdi. Kaşlarını çattı;


"Orion'dan uzak duracaksın"


Alia ne yaparsa yapsın ondan korkmayacaktı. Tehlike boyutlarını henüz kestiremese de ona güvenmeye karar vermişti çünkü Gain onu Orion'dan koruyacağına yemin etmişti. Diğer yandan yasak olduğunu bildikleri halde o yere kendi rızalarıyla girmişlerdi. Alia bu konuyu bir daha açmamaya karar verdi. Yine de ateşin efendisinin davranışları onu kızdırıyordu. Başını evet manasında salladı ve Gain geri çekilip "Bundan sonra bu odada kalacaksın" diye devam etti. Alia ona karşı kibar davranmaya çalıştıkça Gain onu çileden çıkarıyordu. Emir almak genç kıza göre bir şey değildi ve bir an önce bu adama nasıl konuşulması gerektiğini öğretmeliydi.


"ve bir şeye ihtiyacım olursa savaşçılardan birine söylemem yeterli... Söylesene oradan her istediğini yaptırabileceğin biri gibimi görünüyorum?" Alia dişlerini sıkıyordu.


Gain, başını evet manasında sallayınca çileden çıktı. Vampirin dizine kendince sert bir tekme atarak "Eğer öyle düşünüp kendini mutlu etmek istiyorsan buna izin veriyorum savaşçı!" dedi. Arkasını dönüp ona gösterilen odaya girdi.


Gain abartılı bir şekilde gözlerini devirip duvara yaslandı ve derin bir nefes aldı. Kendi kendine sırıtıp sonunun bu kız yüzünden olacağını düşündü. Sinirleri bozulmuştu, şu durumda gidip onu parçalara ayırması en uygun olandı fakat o, gevşediğini hissediyordu. Kokusunu yeniden duymak, zorda olsa onunla konuşabilmek çok rahatlatıcıydı. Hâlbuki dün olanlardan sonra kızın, bir daha yüzüne bakmayacağından endişeliydi. Yeniden sırıttı ve başını geriye yaslayıp havayı kokladı. Bu kat bundan böyle genç kızın enfes kokusu ile sarmalanacaktı. Bir kez daha nefes alıp durdu. Günler önce onu kaybetmiş olmanın verdiği huzursuzlukla sıkıntı çekerken şimdi sadece bir kat aşağısında uyuyacaktı. Genç adam dişlerinin arasından aldığı sesli nefesi ritmik olarak geri üfledi.


Alia yeniden kapıyı açıp başını dışarı çıkardı. Şamdanın nerede olduğunu bulamıyordu ve dışarıdan bir tane alabileceğini düşünüyordu. Gain'in hala orada durduğunu görünce yüzünü buruşturdu. Bu adam hala odasının önünde ne yapıyordu? Üstelik tavana bakıp sırıtmasına bir anlam verememişti.


"Şamdanı bulamıyorum. Odaları pahalı cam mozaiklerle süsleyeceğinize buraya elektrik bağlatabilirsiniz!" diye mırıldandı.


Gain göz ucuyla ona bakıp doğruldu. Kızın tek yapabildiği terslenmek olmalıydı. Odaya girip hemen kapının yanında duran şamdanı aldı ve götürüp masanın üzerine koydu.


Genç kız mahcup bir tavırla gülümseyerek "Orada olduğunu fark edemedim." dedi. Gain ona kısa bir bakış gönderip şamdanın üzerinde duran kibritlerden birini eline aldı ve kibriti avucunun üzerine sürttü. Kibrit önce çatırdadı ve ardından büyük bir alevle parladı. Alia, onun ne yaptığını fark etmişti fakat şaşırdığını belli etmeyecekti. Ellerini ovuşturmaya başladı. Acaba ona birkaç soru sorsa kızar mıydı? Gözlerini yanan şamdana dikerek "Şu taşlar konusunda ne yapacağımı nasıl biliyordun?" diye sordu. Gain, şamdanı yeniden yerine asıp onun karşısına dikildi. Bu haliyle onu sabaha kadar izleyebilirdi. Şamdandan yayılan ışık Alia'nın teninde ışık oyunları oynayarak kayıp gidiyordu. Uzun kızıl bukleleri karmakarışık bir halde aşağı sarkıyorlardı. Gain ondan bir şekilde uzak durması gerektiğini düşündü. Aksi takdirde canı gereğinden fazla yanacaktı. Kız ondan tarafa bakmıyordu ve bu içini acıtıyordu. Eğer Orion ve Minore orada olmasa Kuzeye taşınırdı. Alia'nın yeniden konuşmasıyla gözlerini tepesinde yanan şamdana sabitledi "Sana bir soru sordum" diyordu. Gain "Ben her şeyi bilirim" diyerek kestirip attı ve odadan çıktı.


Alia hayal kırıklığıyla elini beline koyup "Ben her şeyi bilirim!" diye söylendi. Onunla geçinmeye çalıştıkça ters tepiyordu. Gain her zaman kendini sıkıyordu ve çok tedirgindi. Onun yanındayken doğru düzgün nefes alıp vermiyordu bile. Alia elini kalbine götürdü. Onunla iyi geçinmenin bir yolunu bulmak zorundaydı. İtiraf etmek zor olsa da yanında huzur buluyordu.

          

Yeni odasına şöyle bir baktı. Öncekinden çok daha güzeldi. Geniş bir penceresi vardı. Her ne kadar perdelerle sıkı sıkıya kapalı olsa da bunaldığında dışarıya bakabilecekti. Mobilyalar çok hoş görünüyordu. Alia onların çam ağacından yapıldıklarını tahmin ediyordu çünkü odaya koyu bir çam kokusu hâkimdi. Geniş yatağının üzerindeki yavruağzı örtüye göz gezdirdikten sonra diğer köşede duran şifonyere baktı. Üzerinde kenarları ahşap işlemeli büyük yuvarlak bir ayna vardı. Alia bir dakika bile vakit kaybetmeden şifonyere doğru ilerledi ve aynanın karşısına geçti.

         

İlk bakışta gördüklerinin gecenin bir oyunu olduğunu düşündü. Yeniden baktığında ise öyle olmadığını fark etti. Yüzü kendisine aitti fakat eskisine göre çok daha parlaktı. Aynadan yansıyan sarı mum ışığı üzerinde parıldıyordu. Çilleri neredeyse yok olmuştu, saçları her zamankinden daha koyu renktiler. Beklide yeterli ışık olmadığı için öyle görünüyordu. Alia'nın büyülendiği başka bir şey vardı. Gözleri... Gözleri aynı Gain'inkiler gibiydi. Retinasını çevreleyen kızıl çembere kadar aynıydı. Alia gülümsedi, bu onu heyecanlandırmıştı. Carna'nın dediği gerçekten doğru muydu? Gerçekten Gain'in bir parçası mıydı? Gain'de ondan "Bana ait olan" diye bahsetmişti. Alia, karnında kelebeklerin uçuştuğunu hissetti. Fakat hemen ciddileşti. Eğer aralarında bir bağ varsa etrafındakiler ondan Gain gibi olmasını bekleyeceklerdi. Gain bilgili ve yetenekli olandı. Alia onun yapabildiği her şeyi öğrenmeye karar verdi. Gözleri şamdana kaydı. İşe ilk olarak şu kibrit çakma olayından başlamalıydı...


Loading...
0%