Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21. Bölüm

@gizemmgurbuzz

1 Ay Sonra

 

"Dikkat et anne iğne Isobele batmasın patlayacak." Ryan, dikiş diken kadınların yanından geçerken sırıttı. Ardından dönüp kalan az bir şey unları ile ekmek yapmaya çalışan Violete baktı. "Sonra Violet gibi olur."

 

"Çok komik..." Violet göz devirdi. Daha fazlası olsa belki o da çokça yemek yemek isterdi. Annesinin elmalı turtaları, tatlı çörekleri... Genç kız gözlerinin dolduğunu hissettiğinde tezgaha doğru döndü.

 

"Doğuma 2 ay var şimdiden dikecek miyiz bunları? " Isobel kucağındaki minik giysilere baktı öyle ufaklardı ki onu nasıl tutacağını bilemiyordu. Çok da hareketliydi. " Üstelik Alec bugün kocama haber vermeye gitti. Eve döndüğümüzde de yapabiliriz. "

 

" Biz hazırlayıp koyalım Bell, Köyde anneler böyle yapardı." Rose dudaklarını düzleştirerek başını önüne eğdi. "Ne vakit gideceğin belli değil"

 

"Sen yapmadın mı anne? " Daisy kaş çattı.

 

"Y-yaptım... Elbet çok zıbın yaptım" Rose boğazını temizledi. Doğum görmüşlüğü de pek yoktu. İçerlediğinden o tarz şeylere katılmıyordu.

 

"Ne demek gideceğin belli değil! " Isobel elindekini bıraktı. "Defalarca konuştuk Rose Anne! Birlikte gideceğiz. Sizi asla bırakmam! Alec de bırakmaz! " hamileliğin verdiği duygusallık ile dudak bükerek ayaklandı. " Beni sevmediniz siz! "

 

"Olurmu hiç öyle şey "

 

"Anne... " Daisy iç geçirdi. "Çok duygusal... " Genç kız ayağa kalkıp Isobelin peşinden koşturdu. "Isobel bekle! " Aniden hızlanan kıza yanaklarındaki havayı üfleyerek baktı. "Seni çok seviyoruz Bell... " diye ciyakladı. Kafası allak bullaktı belli ki kocasından gelecek haber için heyecanlanmış umutlanmıştı da. Daisy de umutlanmıştı. Isobel büyük, hepsine yetecek kadar odası olan bir evden bahsediyordu. Giysi ve yiyecek için sıkıntı çekmeyeceklerinden de. En azından buradakinden çok daha iyi olacaktı. İskoçya... Bir İngiliz olarak şu durumda orada yaşamak ne denli doğruydu bilmiyordu. Alec'in anlattığı dehşet verici kanlı savaştan sonra İskoçların nefreti şüphesiz İngilizlere karşı pekişmişti. Görünen o ki kendi ırkı da birbirinden nefret eder haldeydi. Tüm bunlar elbet Daisy'e masal gibi geliyordu çünkü gerçek dünyanın neye benzediğini senede bir yahut iki kez ya görüyor ya görmüyordu. Onun için hayat her daim ağaçlardan ibaret olmuştu ve öyle sanıyordu ki aralarında bir tek o bir şehirde yahut bir köyde diğer insanlarla birlikte yaşamı görmemişti. Ağabeyi en az on yaşına dek anne babası ile insan içindeydi ve babasının anlattığına göre eskiden bu denli yoksul da değildiler.

 

"Beni de seviyor musunuz leydim?" Bee iç geçirerek börtü böceği dahi kendisinden çok daha fazla sevdiğinden emin olduğu kıza baktı. Sarı saçları ona özel çiçek bahçelerini anımsatıyordu. Tıpkı bir yaz günü gibi... Bee ise yaşadıkları ardından işe yaramaz, içi geçmiş sürekli uyuklayan ve bir başına bir köşeye sinen tuhaf bir yaratığa dönüşmüştü. Zaman zaman Alec'in atı Fırtına'sının dahi ondan daha üst kademede olduğunu düşünüyordu. Kaldı ki öyleydi. Fırtına bu ailenin kocaman yükünü sırtında taşıyor onlara inanılmaz bir kolaylık sağlıyordu. Bee ise asalak besleniyormuş gibiydi. Bir köpeğin üzerindeki kan emici keneye dönüşmüştü. Oysa genç adam evvelden girdiği yerde adından saygı ile bahsedilen, aklı ile takdir görüp, düzgün görüntüsü ile gözde olandı. Daisy göz ucuyla kendisine bakıp burnunu kırıştırdığında üzerindeki yamalı gömlek ve altındaki dikiş tutmayan pantolon ile ayaklarına giydirilen ucuz papuçlara baktı. Elindeki son şey olan giysilerini satıp ihtiyaç karşılamıştılar. Tanrım... Bu insanlar için yüz paundun kıymeti paha biçilmezdi. Bay Allan özel yapım deri çizmeleri hint ipekli yeleği ve kaşmir dokulu pelerininin o yırtık ve paralanmış hali ile birlikte yüz paund ettiğini eve gelip anlattığında yaşadıkları sevinç Bee'nin gözlerini doldurmuştu. Yetmemiş, çok fazla ettiğinden yirmisini ona geri ödemişlerdi ki genç adam o gün nadiren şiddetle ağladığı günlerden birini yaşamıştı. Elbet sebebi için giysilerini izinsiz sattıklarını söylemişti. Ondan haz etmemeleri işine geliyordu yine de bir şekilde yanlarında tutuyorlar, yemeklerini paylaşıyorlardı. Hayatta kalabilmek için birbirlerine sıkı sıkıya tutunmuş sırlar ile dolu yapay bir aileydiler lakin çoğu gerçekten daha güzel bir ilişkileri vardı. Bayan Rose'un şefkati Bee'yi de sarmalamıştı. Saf temiz bir kadındı. Bay Allan'ın neden hala gözünün içine baktığını anlamak çok da zor değildi. Sormaya cesareti yoktu lakin Daisy ve Max yani Joselyn ve Leonard Wellington kardeşleri nereden tanıdıklarını nasıl kollayıp onları korumak adına hayatlarından vazgeçtiklerini bilmiyordu. Görünen o ki muhtemelen şu an ona nefret kusmak için cevap düşünmekte olan Leydi Joselyn de durumdan bihaberdi.

 

"Hayır!" Daisy omuz silkerek Isobeli görebilmek için etrafına bakındı.

 

Genç adam kaşlarını kaldırıp indirerek elindeki çekice ve önünde bir işe yarayabildiğini gösterebilmek adına artan tahtaları yontarak yapmaya çalıştığı koltuğu çekti. Gözleri çoğu zaman bulanık görüyordu ve aklı daima çalkantıda olduğundan ellerini paralamıştı yine de epeyce uzun bir müddet uğraşı olduğu bu koltuğu bitirebilmeyi başarı olarak görüyordu. Bir vakitler güzel takılar mücevherler yapardı ki ince işçiliği dahi bir haftada bitirebilirken şimdi iki tahtayı oyup çivilemek neredeyse iki haftasını almıştı. Üzerindeki tozu üfleyip eliyle kenarlarını silerek batan kıymığa karşın ovalayıp kaş çattı. "Şayet biraz olsun sevseydin bu özel yapım el işçiliği koltuğa ilk oturan kişi olma onuruna ererdin." diye mızmızlandı kıymık ile uğraşırken.

 

Daisy başını çevirip adamın uzun zamandır gece gündüz yontarak bir köşede vakit geçirdiği tahtaların birleşip gerçekten de genişçe bir koltuk gibi görünen haline gözlerini kırpıştırarak baktı. Sırt dayanağının tepesindeki dalgalı kısım ve orada bulunan oymalara yaklaşarak Biri büyük iki kenarında küçük üç adet papatya olduğunu gördüğünde boğazını temizleyerek sırtını dikleştirdi. "O tahtaları yakacaktık..."

 

"Bunu kışın düşünürsünüz... " Bee başını kaldırıp tepesinde dikilen kızı süzdü. "Kısa bir süreliğine de olsa oturup bir çay içmek istemezmiydin leydim?"

 

"Bana şöyle demeyi kes!"

 

"Ağız alışkanlığı..." Bee kendince sırıttı.

 

Daisy biraz daha yakınlaşarak koltuğa oturup ardına yaslandı. "İşlevsel lakin rahat olduğunu söyleyemem. Döşek üzerinde oturmak çok daha konforlu."

 

"Evet kesinlikle ve işte tam da bu kısımda ufak bir yardıma ihtiyacım var... Leydim... Daisy?"

 

"Yardım?" Genç kız ayağının dibinde tek dizi üzerine çökmüş duran adamın dalgalı saçlarına ve keskin hatlarını tüm detayları ile ortaya seren sakalsız suratına baktı.

 

"Bu koltuk ve dayanağı için artık kumaşlardan iki minderi olsaydı çok daha konforlu ve layık olurdu." Genç adam iç geçirdi. Güzel olan her tür leydi ile vakit geçirip her kadına övgüler yağdırabilirdi lakin İngilterenin en tekinsiz ormanında kurtların, tilkilerin, yılanların kol gezdiği bu yerde gizlenmiş gördüğü en berbat giysiler içindeki güzel kıza aşık olmak hesabında yoktu. Aklının ucundan da geçmezdi.

 

"Bizim sorunumuz da bu. minderi öyle böyle dikecek dahi olsam o rahatı sağlayacak bir şeyimiz yok."

 

"Ot saman..." Bee kafa salladı. "Düzgün yerleşse iş görür diye düşünmekteyim... Yerine yün ve kumaşlar konana dek. Hiç yoktan iyidir."

 

"Annem ve babam bunu sevebilirler ve belki Isobel de oturup kalkarken daha rahat hisseder."

 

"Eğer dilerlerse hepsi için tek tek yaparım lakin bu senin için. Bu ormanın prensesine."

 

Daisy hızla kalkıp ellerini önünde bir ederek evin kapısından yana baktı. Yüzünün alevlendiğini hissettiğinde kaş çatarak gizlemeye çalıştı. "Koltukta oturacak kadar yaşlı ya da dirayetsiz değilim!" dedi kendince mantıklı olan bir bahane sunmaya çalışırken Miller dişlerini göstererek güldüğünde ise birşey demeden eve yöneldi. Adam her sabah üşemenmeksizin derede yüzünü yıkıyor ve kendisine edindiği güya mendili ile dişlerini parlatıyordu. Bu tarz şeyleri pek önemseyecek vakitleri yoktu daha ufakken anneleri bu konuda titizdi lakin dişlerini temizlemek onlar için de değişik bir eylem olmuştu Miller gibi beyaza çok yakın olmasa da gülümsediklerinde temiz görünen dişlerin görünüşlerini değiştirdiğine yemin edebilirdi. Daisy, düşüncelerini dağıtmak istercesine elini sallayarak yere saçılan artık kumaşları topladı.

 

---

 

Alec, biten erzakları almak için Leonard ve bay Allan ile birlikte köye inmişti. Genç adam Isobel'in ısrarlarından fazlasıyla bunalmış bu fırsatı Douglas'a mektup yazacağını söyleyerek değerlendirmeye karar vermişti. Elbet kimseye mektup göndermeyecekti lakin bay Allan ve Leonard da durumu bildiğinden daha merkezi bir kasabaya gelmiştiler. Genç adam ise mecburen postahane yolunu tutmuştu. Ne yapacağını bilmeden uzunca bir müddet oyalanması ardından yapacakları koca erzak alışverişinin yorgunluğunu atabilmek için ve şu an ellerinde komik de olsa epeyce para olduğunu düşündüklerinden bir handa birer kadeh ile kendilerini ödüllendirecektiler. Kesinlikle günün en güzel haberiydi. Alec içeri girip kendisine bir masa seçerek boşta kalan posta parası ile de önden bir kadeh söyledi. Şimdilik zaman kazanmıştı daha sonra ise muhtemelen Isobele kocasının öldüğüne dair bir mektup uyduracak haber gelmiş gibi yapacaktı. Elbet doğumdan sonrayı beklemek zorundaydı. Öte yandan neler olup bittiğinden de haberdar değildi lakin bir bey olarak, dahası ülkesini tanıyan bir adam olarak beyliğinin fes edildiğinden de hain ilan edildiğinden de soyuna lanetler yağdığından da emindi. Babasının sırf McKenzie boyundurluğu altına girmemek için yaptığı seçim, Douglas'ın mevki hırsına düşüşü Alec'in sonunu getirmişti. Ona söz hakkı verilmiş olsaydı tek başına küçük nufuslu kendi kendini idare edebilen lakin bağımsız bir klan olmayı, soysuz işlere bulaşmamayı tercih ederdi ülkesine ihanet edenlerin yanında olmaktansa şerefiyle ölenlerden olmak tek gayesi olurdu. "O miğferi hiç takmayacaktın Alec!" diye söylenirken bardağı kafasına dikerek masaya vurdu.

 

"D-de-demek b-bizi beklemedin!" Leonard masaya yerleşip yayıldı. "Ha-ha-hakkını k-kullandın"

 

"Dibini getiremeyeceğin için sorun yok Max!" Alec sırıttı. İçmeyi de çok beceremiyorlardı. Bay Allan en iyileriydi. O da yaşından ötürü aşırıya kaçmıyordu. Belki Ryan... Lakin ikinci kadehin ardından ayakta kalabilen yoktu.

 

"Mektubu gönderdin mi Alec? Ulaşacağından emin misin?" Allan dalgın görünen genç adama baktı.

 

"Gönderdim. Ulaştıracağım yer hakkında Douglas ile anlaşmıştık..." Genç adam fazla soru sormamalarını umdu.

 

"N-ne-neden bu k-kadar be-bekledin Alec?" Leonard merakla adama baktı.

 

"Çünkü... Öldüğünü düşünüyorum..."

 

Allan ağır ağır kafa sallarken onunla aynı düşüncedeydi. "Umalım ki haberler güzel olsun."

 

"Umarım öyle olur..."

 

"Ş-şu-şunlara bakın!" Leonard elindeki keseyi ortaya koydu.

 

"Nedir bunlar Max?" Allan yaldızlı hafif kalınca ve deri ipler ile irili ufaklı çeşitli renklerdeki boncuklara baktı.

 

"Bunlar ne Max?"

 

"Aile ni-ni-nişaneleri..." Leonard boncuklara bakıp hafifçe tebessüm etti. "Y-ye-yeterince p-pa-paramız varken a-a-almak istedim"

 

"Gelecek nesillere" Alec güldü.

 

"Ö-ö-öyle deme A-alec! Şi-şimdiden b-bir b-be-bebeğimiz olacak!" Leonard da diğer herkes gibi bebeği bekler olmuş heyecanlanmıştı. kız kardeşinin bebekliğini anımsıyordu. Korkunç geçen zamanları dışında Ryan için de onun içinde neşe kaynağıydı.

 

"Birde evlenecek misiniz?" Allan başını iki yana salladı.

 

"Z-za-zaman..." Leonard omuz silkti. "K-ki-kim bilir?"

 

"Annen gibi konuştun evlat." Allan boşta bulunarak Lisayı anımsadığında dolan gözlerini gizleyebilmek adına çabuk olmaları için adamlara el etti.

 

"Önce para!" Han sahibi kaş çatarak dilenci kılığındaki heriflere baktı. Böyleleri çok gelir yer içer sıvışırdı.

 

"Ne demek önce para!" Alec gözlerini kısarak adamdan yana döndü.

 

"Parayı görmeden size içki yok!"

 

"Ben seni!" Alecin içinde biriken öfkesi yersiz yerde patlamış kalkıp adama kafa atarak yere sermesi ise dikkatleri fazlasıyla üzerine çekmişti... Hiç görmemesi gerekenleri dahi...

 

---

 

"Bu o mu?"

 

"Şuna bak Malcom! Bu adamın yüzünü hangi kılığa girerse girsin unutmam!" Adam yumruklarını sıktı. "Alec Fletcher! Seni hain!"

 

"Diğerlerine haber verelim!"

 

"Hayır evvela saklandığı yeri öğreneceğiz."

 

"Yanındakiler kim Gavin?" Malkom sakalını sıvazlayarak yaşlı adam ve daha genç ve iri olana baktı.

 

"Kim olduklarının bir önemi yok lakin Douglası saklıyor olabilir. Dikkatli olmak zorundayız. Emin olmadan harekete geçmek yok." Gavin ortalığı karıştırarak handan ayrılan adamların ardından ayağa kalkıp atkısına sarındı ve peşlerinden dışarı çıktı. Alec ve diğeri ata erzak yüklemeye koyuldular. Gavin mümkün olduğunca fark edilmeden takip kararı aldı. Toplanmak için zaman yoktu. Nerede gizlendiğini bulduğu vakit- ki İngilterede aramadıkları belde kalmamıştı- adamlarına haber verecek ve hain soysuzları gafil avlayarak beyine teslim edecekti.

 

---

 

Akşam Sherwood Ormanı

 

"Sonunda geldiniz" Ryan epeyce yük yüklenmiş fırtına ve diğerlerine baktı. Isobel yanından hızla geçerek ağabeyine koşturup sarıldığında ise iç geçirdi. Tüm günü gözü yolda geçirmişti.

 

"Alec yolladın mı?" Isobel gözlerini silerek ağabeyine baktı.

 

Genç adam ise dişlerini sıkarak kafa sallamak zorunda kaldı. Ardından sıyrılabilmek adına Ryana yöneldi. "Hadi asabi oğlan, Arı çocuğu çağır şunları taşıyın. Yorgunluktan tükendik."

 

"A-a-adamı dövmeyecektin!" Leonard sırıttı.

 

"Kimi dövdün ALec?" Isobel korkuyla ağabeyine baktı.

 

"Hadbilmezlere haddini bildirdi."

 

"B-b-bir k-ka-kafa attı ve a-adam yere se-se-serildi." Leo Ryana baktı.

 

"Ben söylüyorum taş kafa diye! Başka birşeye yaramıyor" Ryan dudak büktü. Ardından fırtınanın etrafındaki çuvalları indirmeye koyuldu ve Alece karşın ikisini sırtına yükledi.

 

"Bee ye söyle yardım etsin Ryan" Alec kaşlarını kaldırdı.

 

"Bırak şunu... "

 

"Y-yi-yine ne ya-yapıyor?" Leonard kaşlarını kaldırdı.

 

"Koltuk..." Isobel kıkırdadı. "Bu kez oldukça başarılı..."

 

"Demek koltuk... Tam da ihtiyacım olan şey." Allan kafa sallayarak eve yöneldi Violet ve Daisy yarı yolu gelip kendisine sarıldığında ise iç geçirerek saçlarından öptü. İşte bu his günün sonunda her şeye bedeldi.

 

Violet yaptığı çayı herkese dağıtması ardından merak ile kütüğe oturdu. Max kasabadan birkaç ip ve bir ufak külah boncuk getirmişti. Genç kız boncuklara ve iplere bakıp çenesini sıvazladı. "Bunlar ne?"

 

"Max aile nişanelerimiz olsun diye almış." Daisy gülümseyerek yaldızlı ipe birkaç küçük boncuk geçirip bağladı. "Şuna bak. Bu minik bebeğimiz için."

 

"Ah... çok güzel Daisy..." Isobel iç geçirmesi akabinde deri ipe taktığı bir mavi boncuğu ağabeyinin koluna sardı. "İşte bu da senin için..."

 

Daisy de Leonard için deri ipe bir kaç boncuk taktı.

 

"O-o-okadar çok k-ko-koyma Daisy... Y-ye-yetmeyecek."

 

"Pekala..." Daisy ipte iki adet tahta boncuk bırakarak bağladı. "Al..."

 

Violet bu konuda çok hevesli görünen Daisy'ye daha fazla yapabilmesi için geri çekilmişti Kız koluna yaldızlı ipe taktığı mor boncuklu bilekliği geçirince iç geçirdi.

 

"Ve bu da Ryan için..."

 

Violet, Siyah boncuklu deri ipi alarak baktıktan sonra masadan bir adet daha mor lakin küçük bir boncuk çekip ipe bağladı ve dönüp tıkınmakla daha çok ilgileniyor görünen Ryanın yanına gitti. "Bunu takalım. Aile nişanelerimiz olacakmış..."

 

"Bu ne kurukafa ben kadın mıyım?" Ryan minik renkli boncuğa baktı.

 

"O-o okadar kalmıştı... İ-dare et..." Violet bileğindekini sıvazladı.

 

Genç adam göz ucuyla Violetin bileğine bağlı boncuğun rengini görünce kaşlarını kaldırarak bilekliği kol içine alıp elindeki ekmeği verdi. "Sana boncuk değil bu lazım Violet..."

 

"Bu oldukça rahat bir koltuk! Aferim Bee!"

 

"Bir tane daha yapacağım... O sizin için değil Bay Allan." Genç adam kaşlarını kaldırdı.

 

"Demek istiyor ki onu anneme yapmış çünkü hanımlar her daim önce gelir!" Daisy aşağıdan adamın ayağına basarak elindeki deri ipi uzattı. "Almayacakmısın bunu! Kes sesini!"

 

"Alacağım... Aldım!" Bee boş ipe bakıp göz devirdi "Ben yaldızlı istiyorum. Üstelik bunda boncuk yok!"

 

"O-o-onlar k-kadınlar için M-Miller!"

 

"Ben yaldızlı ve en az üç boncuklu isterim... Kıyafetlerim Max... Bunu hak ediyorum." Genç adam Daisy'nin kolundakini göstererek parmaklarını salladı.

 

"Tanrım!" Daisy diş gıcırdatarak kolundaki yaldızlı ipi çıkarıp adama verdi ve elindeki deri olanı alıp kendine taktı. "Senin kadar mızmız ve tuhaf bir adam daha tanımadım!"

 

"Umarım tanımazsın!" Bee fena halde bozulan kıza gülümsedi. "Umarım tanımazsın..."

 

---

 

Burada keselim. Diğer bölüm serinin beşinci hikayesi için belirleyici bir bölüm olduğundan onu ayrı yazacağım. Çok çok uzatmayı düşünmüyorum bu hikayeyi tahminim 30 bölüme dek gider en fazla. Karakterler her hikayede bizimle olacağı için Çok keskin bitişler olmayacak. Ama başlarına gelecek olaylar ve bizi nerelere götüreceği konusunda düşündükçe heyecanlandırıyor beni. Özellikle bu hikayenin finali... Keşke eskisi gibi motor takıp hızla yazabilsem ama işler değişti. Benim ufaklığın eğitimleri yoğunlaşacak ve ben götürüp getireceğim. Eşim full time evden çalışacak ve çocuğun ona musallat olmaması lazım. Yine de olabildiğince hızlı gitmeye çalışacağım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%