Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22. Bölüm

@gizemmgurbuzz

Ertesi Gün

 

Bee, Isobel'in kendisine içinin temizlenmesi adına yaptığı tuhaf kokulu acı çaydan bir yudum daha alarak dilini dışarı çıkarttı. Berbattı lakin genç adam minnettardı. Bu ipsiz sapsız yerde neredeyse iyileşebilmiş olmak mucizeydi ve hepsi Isobel ile diğerleri sayesindeydi. Bayan Rose ona şefkatle bakmış kendi yiyemediği vakitler yemeğini yedirmişti. Onunla laf dalaşına girip tartışıyor olsalar da Leonard ve Ryan bedenini temiz tutmak için düzenli olarak silmişler Violet ve Daisy çamaşırlarını yıkayıp ona sardıkları iki çarşaftan bozma sargıyı her gün yıkamışlardı. Bay Allan saatlerce hesap yaparak ona ilaç yapılabilmesi için bütçe ayırmış, Alec koca cüssesini sığdıramayacağından bir battaniye üzerinde taşta yatmıştı. Dışarıdaki pislikten izole kalmak içlerindeki iyiliğe zarar vermemişti. Genç adam ipe geçirmeye uğraştığı boncuğu bilmem kaçıncı kez düşürürken aklının düzgün düşünüp bedeninin ne diye uyum sağlamakta zorlandığını kavrayamadı. Az sonra ne düşünmekte olduğunu da unutarak omuzlarını çevirip esnedi ve son boncuk yerine yerleştiği vakit ipi örerek elde ettiği deseni tamamladı. Bir mücevher olmasa da bu hali çok daha güzeldi. Şimdi ise bileklik yapmaktan daha zor olan kısma geçmişti. Onu sahibine vermek... Bunu yaparken biraz çapkın ve havalı tutumunun geri gelmiş olmasını umuyordu. Ayağa kalkıp üzerini düzelterek önündeki boşluğa "Buraya gel Daisy bana kolunu uzat." dedi. Böyle çok mu katıydı? "Leydim sizin kadar güzel değil " diyerek devam etti. Yine olmamıştı. Bee dudaklarını kemirerek etrafa bakındı. Bay Allan koltuk fikrinden hoşlanmış lakin işi büyüterek arkadaki odaya bir yatak yapma niyetine girişmişti. Bayan Rose gereksiz çivi harcamaması için adamı vaz geçirmeye çalışıyordu. Henüz yazı yaşamadan kışı düşünmek zordu. Bu insanlar andan çok uzaktaydılar. Alec, her zamanki gibi düşünceli bir halde oturmuş Leonard ve Ryan'ın talimini izlemekteydi. Ya da bakmıyordu. Violet ve Isobel yemek derdindeydi. Dün gece oturup tüm erzaklar sayılmış günlere bölünmüş ve bir aylık yemek düzeni konuşulmuştu. Et olduğunda yahni... Olmadığında soğan yahnisi...patates yahnisi... yahni yahni... Bee elbet suyun içinde pişen yemeğin daha bereketli olduğunun farkındaydı ve kısıtlı yiyecekle dokuz kişiyi doyurmanın ne kadar zor olduğunu da görmüştü. Bu deneyim genç adama halkın çıkardığı isyanın, bıkkınlıklarının sebebini bir güzel belletmişti. Elinde sepet ile dereden dönerek yıkadıklarını az ötede bulunan iki ağaç arasındaki ipe sermekte olan Daisy'i gördüğünde ise nefesini tutarak gözlerini kıstı. Şimdi tam zamanıydı...

 

Daisy çarşafı silkeleyip ipin üzerinden atması ardından kenarlarını düzeltti. Sıyrılan kolundaki deri ipe moral bozukluğu ile bakarken mızmızlık yapamayacağının bilincindeydi. Öte yandan Miller'in istediği de buydu. Onun için bir bilekliğin yahut yeni bir giysinin kıymetini algılayamayacak kadar şımarık bir adamdı. Muhtemelen hırsından moraran suratını gizleye bilmek adına çarşafın diğer tarafına geçerek alt tarafı bir ip için kendisini fazla perişan etmesine homurdandı. Bu şekilde davranmaması gerektiğinin elbet farkındaydı yalnızca engel olamıyordu.

 

"Tertemiz olmuşlar." Bee bir anda ortadan kaybolan kızı diğer yanda bulabilmek için söylenişini duyana dek aranmıştı.

 

"Tanrım beni sınıyorsun" Genç kız gözlerini kapattı.

 

"Benimle sınanmak pek az genç leydinin erişebileceği bir onur." Bee ağzından kaçıveren cümle karşısında kendisine ufak bir küfür savurdu. İçinde tutması gerekenleri söylüyor düşündüklerini kendisine saklıyordu. Toparlamak yerine batırıyordu. Dirseğini dayayarak ayaklarını çaprazlamak istediysede dayandığı şey çarşaf olunca yalpaladı neyse ki düşmekten son anda kurtulup kendisine umutsuz vaka olduğunu dillendirmeden bakışlarıyla anlatarak sepeti alıp gitmeye hazırlanan kızın önüne geçti.

 

"Ne istiyorsun Miller?"

 

"Kolundakini..." Bee kafa salladı. "O bana ait!"

 

"Dün sana ait olanı zaten aldın." Daisy bu defa sert çıkacaktı.

 

"Hayır... Tam olarak değil."

 

"Bunu aldığında beni rahat bırakacak mısın!" Genç kız öfkeyle derin derin soludu.

 

"Yalan söyleyeyim mi?" Bee sırıttı. Kız kendisine gözlerini diktiğinde ise "Evet" dedi. "Umarım yaptığım nükteyi anlamışsındır. Kastım Hayırdı."

 

"Oradan baktığında aptala mı benziyorum!"

 

"Hayır. Leydim... Hayır! Şirin olmaya çalışıyorum"

 

"Şirin değilsin! Merlyn'in lanetisin!" Daisy gidebilmek için hareketlendi lakin Miller sepeti tuttuğunda hızla yere bıraktı.

 

"Tanrım! Ayağım!" Bee tek ayağını kaldırıp olduğu yerde sekti. "Bazen... Yani evvelden olsa bu cadı tavırlarına karşın seni cezalandırırabileceğimi düşünüyorum sonra ne denli güzel olduğun aklıma geliyor. Yine de ben benken güzel olman dahi ceza almamana engel olamazdı. Bunu da düşünmüyor değilim!"

 

"Düşünmeye devam et Bee... Aferim sana!" Daisy başını iki yana salladı.

 

"Bileklik!"

 

"Tanrım, al!" Genç kız sabrının son damlasının gözünden taşacağının farkına vardığında dişiyle düğümü çözerek yüzünü diğer tarafa çevirdi ve ipi uzattı.

 

Bee ise iç geçirerek avcunda tuttuğunu kızın çamaşır çitilemekten kızaran elinden geçirip ucunu bağladı. "Sanırım layığı bu."

 

Daisy bileğinde örgü ile şekillenmiş ve üç boncuğun özenle yaldızlı ipe dizilmiş olduğu bilekliği fark ettiğinde elini kendine çekip sorar gözlerle adama baktı.

 

"Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?

 

Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:

 

Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,

 

Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:

 

Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,

 

Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden;

 

Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak

 

Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;

 

Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,

 

Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;

 

Gölgesindesin diye ecel caka satamaz

 

Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:

 

İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,

 

Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir."

 

Genç adam Daisy'nin kızaran yüzünü çevreleyen örgülü sarı saçlarını gördüğünde şüphesiz aklına gelen tek soneydi bu. Başta olması gereken en sona kalsa da susmak gibi bir niyeti yoktu. Dizeleri ağır ağır okurken eksiksiz olması için fazladan çaba sarf etti.

 

Daisy duyduğu şiirden bazı kelimelerin anlamını çok da iyi bilemiyor olsa da nefesini tutmuş bitmesini beklemişti. "A-anlamadım."

 

"Şiir..." Bee gözlerini kırpıştırdı

 

"Ne olduğunu biliyorum."

 

"Shakespeare..."

 

"Görünen o ki arkadaşların da senin gibi... Anlaşılmaz"

 

Bee sinir bozukluğu ile güldü. "Arkadaşım yaklaşık yüz yıl kadar önce ölmüş olsa da anlamanın zor olduğunun farkındayım. Shakespeare leydim. Sonenin sahibi."

 

Daisy elini bileğine götürerek kafa salladı. "Shakespeare'i tanımıyor olabilirim lakin okuma yazmam var... Belki okumam yazmamdan daha iyidir... Annem öğretti..."

 

"Bu fevkalade bir yetenek." Genç adam kafa salladı. "Umarım beğenmişsindir... Onu..."

 

Genç kız bileğindekine bakarak omuz silkti. "Beğenmiş olmam senin hakkında ne düşündüğümü değiştirmeyecek."

 

"Güzel... Takdir göremeyişim belki beni bu illetten kurtarır." Genç adam kafa sallayarak tersi yöne doğru ilerledi. Zor insanlar tanımıştı da bu denli aksi huysuz olanına rastlamamıştı. Öz Babası Mathew Wellingtonun bir dönemin Kazıklı Voyvoda lakabını hak edecek kadar sevimsiz ve huysuz bir adam olduğunu işitmişti lakin karakterini oğluna vermiş olmasını dilerdi...

 

---

 

Akşam

 

"Nerede kaldınız!" Malcom peşinde altı McKenzie askeri ile gelen Gavine kaş çattı. Elbet dikkat çekmemek adına sivil giyinmiştiler. "Dün geceden beri bu tuhaf yerde bekliyorum."

 

"Burrada olduğundan emin misiniz efendim? Burası Sherwood... Merlyn'in büyülü ormanı..." asker tedirginlikle ağaçlara baktı.

 

"Başka bir yerde olsaydı çoktan bulmuştuk!"

 

"Burada hayatta kalamaz!"

 

"Fletcher Çakal gibidir. Hayatta kalamayacağı bir yer yok onun!" Gavin çenesini sıvazladı.

 

"Peki koca ormanda nerede olduklarını nasıl bileceğiz!"

 

"Tam olarak buradan girdiler!" Malcom ileriyi gösterdi. "Köpek bu iş için burada kokusunu boşa belletmedik!"

 

"Efendim bana kalırsa yerini tespit edip beyimize yahut yakınlardaki askerlere haber etmeliyiz!"

 

"Bir bunak iki adam salak herif! Biz McKenzie askeriyiz!"

 

"Dahası varsa?" Gavin ensesini kaşıdı.

 

"Döndüğümüzde beyime bu ödlekleri ordudan atması için rapor vereceğim!"

 

"Biz ödlek değiliz!"

 

"Susun! Köpek huzursuzlandı!"

 

"Meşaleleri söndürün yalnızca iki tanesi kalsın. Sessiz ve tetikte olun!"

 

---

 

Yatmak üzere döşekleri sererken babasının yapmaya çalıştığı yatak kasasının tahtalar çok da sağlam olmadığından çökmesine karşın erkekler dışarda boşa giden çivileri sökmeye çalışırken Daisy ve Violet de arkadaki odaya anne babası ve kızlar için yataklarını yayıp iç kısma erkeklere hazırladılar. Babasının morali bir parça bozulmuştu ve Millerin koltuğunu incelemeye almıştı. Genç kız döşekleri indirip çarşafları örterken yanaklarındaki havayı üfleyerek alnındaki teri sildi. Şu an sevinebildiği tek şey artık küçük ocaklarının onları fazla hareket ettiklerinde terletiyor oluşuydu. Yinede Nisan ortaları olduğundan geceleri dışarısı serindi.

 

"Bunlar tamam!" Violet uzun yastıkları yataklara attı.

 

"Kolundakini fark etmedim sanma!" Isobel elindeki şeker ektiği ekmeği ağzına tıkıp kıkırdadı.

 

Daisy onu gömleği içine alarak sırtını dikleştirdi. "Hata ettiğini anlamış olmalı."

 

"Bana kalırsa sana jest yapıyor."

 

"Birinin sana jest yapması güzel bir şey Daisy" Öyle olmalıydı. Violet neredeyse sekiz yıldır jest yapmaktaydı lakin Ryandan belli bir şey görememişti. İç geçirerek düzgünce koyduğu yastığı bozdu.

 

"Benimle oyun oynuyor!" Daisy kaş çattı. "Sesinizi alçaltın! Max ve Ryan duymasın!"

 

"Tuhaf biri..." Violet omuz silkti.

 

"Yaşadıkları yüzündendir. Bana kalırsa düzgün görünüşlü ve sağlam kafayla nasıl bir adam olduğunu bilemeyiz." Isobel dudaklarını kemirdi. Herifi aptala çevirmişti. "Seninle apaçık ilgileniyor işte"

 

"Beni sinir ediyor!"

 

Violet başını kaldırıp Isobele baktı. Sİnirlendirmek ile ilgi göstermek arasındaki bağı çözememişti. "Kocanda seni sinir ediyor muydu Bell?"

 

"Ah..." Isobel karnını sıvazladı. "Biz aşk evliliği yapmadık. Ailelerin anlaşması sonucu evlendik. O bir a-askerdi yani beni sinir etmeye vakti yoktu. Yine de birbirimizi sevmeyi başardık"

 

"Aynen böyle olmalı... Tüylerini diken diken eden bir adam ile sevgi yan yana gelemez!" Daisy yüzünü buruşturdu.

 

"Ryan tüylerini diken diken etmiyor mu Violet?" Isobel konu ile ilgileniyor görünen kıza baktı.

 

"Neden!" Violet çıkıştı. "Bence bu gereksiz konuya fazla takıldınız! Ayrıca susun!"

 

"Hala hazırlayamadın mı kurukafa!"

 

Isobel Violetin irkilmesi ile kıkırdadı. İstediği kadar inkar etsin adamın sesini duyduğu an bakışları da yüz ifadesi de değişiyordu.

 

"Söyleneceğine kendin yap!"

 

"Şuna bakın siz! Dişlerini de çıkartmaya başladı." Ryan Violetin örgüsünün ucundan çekip kendini döşeğin üzerine attı. "Üzerimi ört!"

 

"Bu mu!" Violet Isobele dönüm eliyle adamı gösterdi. "Bence senin hiçbirşey bildiğin yok ya da iskoçyada işler biraz farklı."

 

"Aşk her yerde aynı..." Isobel kendi diliyle karşılık verdi.

 

"Size katılıyorum leydim... Aşkı değiştiremezsiniz." Bee İskoç galcesiyle kadını yanıtlayıp selam verirken Daisye ters bir bakış attı.

 

"Aranızda anlamsız konuşmayın!" Ryan kaş çattı.

 

"Anlamıyor olmak senin sorunun Ryan!" Alec sırıtarak içeri girdi.

 

"İhtiyaç duymuyorum..." Genç adam omuz silkti.

 

"Yatma vakti. Yerlerinize geçin!" Rose ellerini çırptı.

 

"Henüz erken değil mi? Çay hazırlayabilirim" Violet kadına gülümsedi.

 

"Çişe kalkmanızdan uyuyamıyoruz." Allan kendince homurdandı çay yok!"

 

"Senin sesinden uyuyamayan biziz hayatım."

 

"Ben melek gibi uyurum."

 

"Kurt gibi ulurum demek istedi sanırım." Bee eliyle ağzını gizleyerek diğerlerine fısıldadı. Daisy ilk kez söylediği bir şeye güldüğünde ise iç geçirdi genç adam.

 

Leonard huzursuzlanan atı saman ile fırçalayıp içeriden yürüttüğü bir havucu ona yedirirken etrafına bakındı. "S-s-sakin ol Fırtına! B-bu gün n-ne kadar hu-hu-huysuzsun!" Genç adam köpek sesi duyduğunda kaş çatarak ileriye baktı. Köpeğin burada işi neydi. Leonard ileriden hızla koşan iri hayvanı gördüğünde kurt olduğunu düşünerek bir odun alıp içeri koştu. "K-K-Kurt!"

 

"Kurt mu?" Allan ayaklanıp belindeki silaha kenarda duran barut kesesinden doldurmak üzere harekete geçti. "Sakin olun! Şimdi halledeceğim"

 

"Tanrım... Yine mi buralardalar..." Rose iç geçirdi. "Artıkları öteye attığınızdan emin misiniz"

 

"Evet!" Ryan kaş çatarak gidip pencere aralığından bakmaya çalıştı Fırtına da huysuzlandığında yanaklarındaki havayı sertçe üfledi. "Aç kalmış olmalılar. Hadi Max halledelim şunu!"

 

"Alec Fırtına!" Isobel kılıcı alıp ağabeyine attı ve onlar dışarı çıkacakken bir anda duydukları ayak sesleri ve kapının sertçe açılarak Bay ALlanın suratına çarpması ile nefeslerini tuttular.

 

"Baba!" Daisy çığlık attı lakin içeri giren adamlar yüzünden Miller'in onu ardına çekmesiyle hareket edemedi.

 

"Leonard elindekini refleks olarak babasına saldırmaya çalışanın kafasına sertçe indirip adamı ayağa kaldırıp ardına aldı bu sırada Ryan Violet ve annesini korumak için soba maşası ile öne atılmış Alec kendisine kılıççeken bir başkası ile mücadele etmekteydi. Çok fazlaydılar.

 

Isobel kolundan tutan adamın karnına dirseği ile sertçe vurup kurtulmaya çalışsa da başarılı olamadığında kendini boğazına kolunu dayayan adam ile kapı dışarıda buldu.

 

"Seni hain sürtük! Seni tanıyorum!"

 

"Bell'" Alec önündekini yere indirip üzerine çullanan diğerlerine karşılık vermeye uğraştı Ryan diğer kılıç ile ona yardım etmekteydi.

 

"Odaya girin!" Bee kenarda duran süpürgeyi alarak karşıya savurdu. "Odaya girin!"

 

"Isobel orada!" Violet bağırdı.

 

Leonard babasının yere düşen silahını eline alıp hızla dışarı çıktı ve adama doğrulttu Genç adam Isobelin korku ile kendisine bakışına karşın fazla gürültülü bir şekilde altına kaçırışına karşın diş gıcırdattı.

 

"Su... su... su!" Isobel aşağıda bir gariplik olduğunu fark ettiğinde hızla adamın ayağına bastı ve onu kendinden uzaklaştırmak serbest olan elini aşağı atarak bacak arasını kopartmak üzere hareket etti.

 

Leonard adamın Isobeli sertçe savurması üzerine geçmişinde yaşadığı o tatsız gün yaptığı gibi düşünmeksizin tek gözünü kapatarak aldığı nişan ile kadına yeniden saldırmak isteyen adamı sırtından vurdu. Ardından koşup adamın düşen kılıcını aldı. Genç adam içeri girdiğinde kapı ağzında alece silah doğrultan haydutun koluna sert bir darbe indirdi lakin elindeki bir sopa değil kılıçtı ve Adamın kolunun kopacağını akıl edememişti o sırada patlayan bir diğer silah ve atılan çığlıklar ile gözlerini sıktı.

 

Alec kolundan yaralanmıştı lakin şu durumda beyninden olmadığına şükretti. McKenzie askerleri onları bulmuş görünüyordu genç adam düşünmeye vakti olmadığından önündekini sertçe kapıya doğru ittirdi.

 

Violet aradan sıyrılarak ocaktaki kazanı alıp sıcak suyu Ryan ile mücadele eden adama doğru savurdu ardından kendisine gelene fırlatıp Rose annenin önüne geçti.

 

"İyi iş kuru kafa!" Ryan kılıcı Alecin gösterdiği gibi suyun etkisiyle yanana adamın göğsüne hedef alıp onu Max'a ittirdi.

 

Daisy Beenin koluna sıkıca tutunmuş omzu üzerinden bakmaktaydı. "Tanrım yardım et!"

 

"Beni bırak Daisy! İçeri gir!" Bee kolunu silkeleyerek dönen başına aldırış etmeden yere düşen adamın kılıcını alıp karşısındakine fırlattı.

 

"Alec onun üzerine geldiklerini bildiğinden aradan sıyrılarak dışarı çıktı. Kız kardeşi karnını tutarak yerde oturmaktaydı genç adam öfkeyle kısılan gözlerini karşısındakilere çevirip tuttuğu adamı diğeri üzerine attı.

 

Isobel Alec'in yaralı olduğunu gördüğünde sancıyla ayağa kalkmaya çalışarak kenardaki baltayı alıp ağabeyine sırtını verdi. "Bunlar McKenzie askerleri Alec!"

 

"Hain! Seni geberteceğim!"

 

"Yaralama! Öldür!" Isobel elindeki baltayı adama fırlattı.

 

Daisy yere savrulan silahı almış yığılan adamın üzerinde barut kesesi aramakta olan Beeye ardından evin içinde ölen diğerlerine bakıp ayaklanmaya çalışan birinin kendilerine bir başka silahı doğrultması ile eğilip Beeye tutundu. "Brett!"

 

"Korkma Leydim!" Bee emniyeti çekti lakin içi boştu genç adam elindekini adama fırlatarak silahın düşmesini sağladı lakin o da patladığında aklına ilk gelen Daisye sarılarak onu korumaktı.

 

"İyi misiniz!" Ryan içeri girip bağırdı. Genç adam herkesi tek tek süzüp Violetin dolu gözleri ile karşılaştığında diş gıcırdatarak kapı önüne geçti. İçerisi temiz diğerleri Alec ve neredeyse onun gibi kılıç sallayan Isobele yönelmişti. Lakin kadın dayanamayıp olduğu yere acı içinde çöktüğünde koşup yerini almaya çalıştı.

 

"İçeri gir Bell!" Alec bağırdı.

 

"Hayır!"

 

"Sana gir dedim!"

 

Isobel Ryan ve Maxin Alece yardım ettiğini gördüğünde güçlükle kalkarak kapıdan içeri girdi dört adam içeride yığılmıştı. Genç kız acı ve yaşlı gözlerle ona koşup kolunu tutan Rose ve Violete ağırlığını verdi. "Su... Su geldi Rose anne!"

 

"Tanrım! Ah tanrım!" Rose titreyerek Violete arka odayı gösterdi. "Yatır onu! Diğer yandan kendinde görünmeyen kocasına ağlamaktaydı kadın.

 

"Brett birşey yap babam! Onu kaldıralım!"

 

"Korkma Daisy! Sakin ol " Bee kızı odaya ittirerek kapıyı çektikten sonra gidip bay Allanı kontrol etti. Nefes alıyordu lakin baygın görünüyordu. Sert bir darbe almıştı adam. Kanayan burnuna gömleğinden bir parça yırtarak bastırdıktan sonra başının altına kenarda ölen adamın kolunu uzatıp koydu ve soba maşasını alarak öldüklerinden emin olmak için hepsine gerekeni yaptı. Sonrasında ise dışarı çıktı. Neyse ki en az Alec kadar iri yarı olan adamların hakkından tek tek gelmişlerdi. "İçerisi temiz! İyi misiniz!"

 

"İyiyiz! Herkes iyi mi!"

 

"Isobel! Sanırım Doğum yapıyor!"

 

"Hayır! Hayır olmaz!" Alec önündeki adamın kafasına sertçe tekme attı.

 

"Kim bunlar! Buraya nasıl geldiler!" Ryan adamın cevap vermemesi üzerine sert bir yumruk salladı. "Mektup gönderdin!"

 

"B-bı-bırak Ryan! H-ha-haydut o-o-olmalılar!" Leonard içeri girerek babasını doğryuttu. "B-b-baba! Baba iyi misin?"

 

"İ-iyiyim evlat! Herkes iyi mi?"

 

"İ-i-iyiyiz!"

 

Bee olduğu yere çöken Alece bakıp boğazını temizledi. "Şimdi bundan daha önemli bir mesele var gibi!"

 

---

 

"Anne ne yapacağız" Daisy ağlayarak Isobele baktı.

 

"Y-yatırın temiz bir çarşafa..." Jane ne yapacağını bilemediğinden ve zaten de hala titriyor olduğundan korku ile etrafa bakındı.

 

"Karnım ağrıyor!" Isobel bağırdı.

 

"Tamam sakin ol! " Violet kızı soymak için uğraş vermeye koyuldu lakin o da çok korkmuş soğuk kanlılığını yitirmişti. "Çıkartalım şunları."

 

"Daha çok erken! Tanrım... Çok erken!"

 

"Doğurmayacağım!" Isobel yeniden bağırdı. "Şimdi olmaz!"

 

"Bell! Birşey olmayacak! Hadi çıkart üzerini!" Jane kıza yardımcı olmaya çalıştu. "Su! Temiz su... Ilık!"

 

"Violet kafa sallayarak hızla dışarı çıktı. Genç kız Ölü adamların ve oluşturdukları kan gölünün içinden atlayarak dağılan kırılan tezgahlara doğru yöneldi lakin Ryan içeri girdiğinde koşup ona sarıldı.

 

"Violet... Tanrım... İyi misin! Yaralandın mı?" Genç adam kazanı öylece tutan kadını kendinden ayırarak ellerine baktı. Kızarmış yanmışlardı. Öte yandan herkeste bir takım yaralar mevcuttu. "Ellerini saralım."

 

"Su gerekiyor Ryan!" Violet yanan ellerinin henüz farkına varabilmişti ve bu farkındalık acı ve ağrıyı da beraberinde getirdi.

 

"Peki bekle!" Genç adam kazanı alıp kenarda duran testiye yöneldi.

 

"B-bu-bunların d-de-devamı v-var mı?"

 

"Olsa hepsi burada olurdu şimdiye!" Bee Maxin ölülerden birini bacağından dışarı sürüklemesine yardım ettmeye çalıştı. "Tetikte olmak zorundayız!" Bee ise gelenlerin kendisi için olduğunu düşünmekteydi. "Benim yüzümden burada olabilirler

 

"Alec gömleğinden bir şerit koparıp kolunu sıyıran kurşunun kanamasını durdurmak için sıktıktan sonra eğilip adamların üzerlerini kontrol etmeye koyuldu.

 

"Başımıza bela açacağın belliydi!" Ryan öfke ile dışarı çıktı. "Birimize bir şey olabilirdi!"

 

"S-sa-sakin o-o-ol Ryan! G-gi-gidip etrafı ko-ko-kolaçan e-e-edelim!"

 

"Hayır ayrılmayın" Bee sırtını dikleştirdi. "İçeride kadınlar var. Bir arada kalmak zorundayız! Silahları bir araya getirelim ve elimizdekilere bakalım!"

 

"Nesin sen komutan mı!" Ryan kaş çattı. Öfkeliydi ve nereden çıkaracağını bilmiyordu.

 

"Komuta etmeyi biliyorum diyelim!" Genç adam kaş çattı.

 

Alec adamların kendisini aramaları için McKenzienin etrafa saldığı bir grup asker olduğunun farkında olduğundan başını iki yana salladı. Muhtemelen kasabada onu görmüştüler. Devamının olacağını sanmıyordu. Genç adam öldürmek için hamle yapmamıştı lakin olay nefsi müdafaya dönüştüğünden elden gelen bir şey de yok gibiydi. Yalnız olduğunu düşündüklerinden hafife almış olmalıydılar. Açıkçası Alec de bu insanları bir parça hafife almıştı. Sekiz donanımlı askerin hakkından gelebilmek kolay değildi.

 

---

 

Birkaç saat sonra

 

"Tanrım o ne!" Violet ciyakladı.

 

"Kafası geldi Bell! İttir!"

 

"Hayır..." Isobel ağlıyor olsa da ittirmekten başka da bir şansı yokmuş gibiydi. "McKenzie'e lanetler yağdırarak ittirdi genç kız.

 

"Ah! Ah! Bu ne!" Daisy çok, çok ufak görünen bebeğe korkuyla baktı. "Isobel! Bir kız!"

 

Jane duyup bildiği kadarıyla fazla ufak olan bebeği ayaklarından aşağı sallandırıp poposuna vururken gözü tuhaf halatımsı şeydeydi.

 

"Ah... Isobel! Sanırım içinden bir parça koptu." Violet dışarı çıkan halatımsı şeye ve ucundaki büyük kahverengi hayvan ciğerine benzeyen kısma baktı.

 

"O bebeğin kordonu." Isobel kan ter içinde başını kaldırıp korkutucu derece küçük görünen lakin sesi çıkmasada ağlak suratı ile çene titretip kıpırdanan bebeğine dolu gözlerle baktı. "Temiz birşeyle kes onu Violet!"

 

"Tamam! Tamam!" Violet dışarı çıktı. "Doğdu! Doğdu bir kız! Küçük!" Ortaya yığılı kama ve kılıçlara bakarak uygun bir tane seçip suya daldırıp çıkarttı.

 

Ryan onu tanıdığından beri ilk defa Violeti bu denli telaş içinde görmüştü. Genç adam sevinse mi kızsa mı korksamı bilemeyecek kadar afallamış haldeydi. Annesi kapıda belirdiğinde ayaklandı.

 

"B-bebek doğdu..." Rose kocasına baktı. "Ç-çok küçük..."

 

"Zamanı değildi." Allan çenesini sıvazladı. Şişen alnı fena halde ağrımaktaydı.

 

"İyi olacak mı Rose anne?" Alec kadının ellerini tuttu.

 

"B-bilmiyorum " Rose titreyen eliyle gözlerini sildi. "Bilmiyorum... Çok küçük... B-burası ç-çok pis!"

 

"İ-i-içeri g-gir anne!" Leonard annesini içeri soktu. "R-Ryan! Burayı te-temizleyelim"

 

"Bunları ne yapacağız?" Allan ölüleri işaret etti.

 

"Toparlayıp derenin ötesine atalım akşam yemeği olsunlar." Bee kollarını bağladı. "Üzerlerindekileri çıkaralım. Giysiler iş görür. Üstelik birkaçından dolu keseler de çıktı."

 

"İkisini bırakın!" Alec yığını gösterdi. "Onları götürüp orman dışında bir yere bırakacağım ki salan her kimse bulduğunda yerimizi tahmin edemesin"

 

"Bu mantıklı." Bee adama kafa salaldı. Genç adam hala kendisini yakalamak için geldiklerini düşünmekteydi.

 

"S-so-sonra ko-konuşacağız!" Leonard da Millerin peşinden geldikleri kanaatindeydi. Bu adamın derhal uzaklaşması gerekiyordu.

 

---

 

Sabaha karşı...

 

Herkes bitkinlikten bir köşeye çakilmiş oturmaktaydı ALec, Ryan ve Max ile dışarıda nöbetteydiler genç adam ayağa kalkarak küçük kırmızı yeğeni ve kardeşini kontrol edebilmek adına içeri girdi. Heryer dağınık kızıla bulanmış bir haldeydi. Genç adam silkelenerek arkadaki ufak odaya girip köşelerde oturmuş yorgunluktan uyuklayan kadınlara baktı ardından yatakta bitkin halde yatan Isobel ve yanında ona dikilen giysiler içinde kaybolmuş uyur görünen bebeğe baktı. Fazla ufak korkutucu derecede mora çalan kırmızıydı. Genç adam titreyen elini bebeğin minik yanağında gezdirmek üzere hareket etti lakin hissettiği soğukluk ile gözleri irice açıldı. Alec nefesini tutarak bebeği yavaşça dürttü ardından üşüdüğünü ya da uyuduğunu düşünerek avuçlarını altından geçirip havaya kaldırdı. Genç adam başı ve kolları öylece sallanan miniğin cansız olduğunun farkına vardığında derin titrek bir nefes verdi. "Tanrım..."

 

"Alec bebeği yerine koymalısın" Violet gözlerini aralayıp ayağa kalktı. Lakin adamın ağlıyor olduğunu titreyen elleri arasında kendisini salmış öylece yatan miniği gördüğünde elini ağzına kapatarak hıçkırdı.

 

"Alec? Ne oluyor?" Isobel doğruldu. "Alec!" Genç kadın ağabeyi kendisine döndüğünde gördükleriyle bir an aklını yitirdiğini düşünerek var gücüyle bağırdı...

 

----

 

Düzeltilecek çok hızlı yazdım umarım kelimeler birbirine girmiştir. Önceki bölüm faciaydı düzelttim onu.

 

Uzun bir bölüm oldu. Devamını sonraki bölüme bırakalım. Uzun uzadıya olayı yazıp dramatize etmeyi düşünmüyorum. Yeterince üzücü bir olay fakat Isobelin kurgusunun şekillenmesi adına da gerekliydi. Bu olay Alec'in kurgusunun şekillenmesinde de çok büyük bir role sahip. Fazla anlatmayayım diğer bölümde görelim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%