@gizemmgurbuzz
|
Leonard Pek keyifsiz sesi soluğu çıkmayan kardeşine kalan yemeklerden zorla yedirmeye çalışmış pek başarılı olamamıştı lakin tok olduğunu düşündü ve elleri buz gibi olduğundan onu şömine karşısında biraz daha ısıtarak Bayan Burton'un yaptığı gibi kumaşı kendine dolayıp Joselyn'i oturttu. İyice sıkıp sıkmadığından emin değildi onu düşürmekten çok korkmuştu. Çıkınının içini kurcalayarak ceplerine bozuk demir paralardan koydu ve içindeki silahın emniyetini kontrol edip titreyerek kumaşa iliştirdi. Babası birkaç atış yaptırmıştı ona lakin yanında taşımak hiç eğlenceli değildi. . Gün yeni ağırmış yeri örten kar camdan dışarıda bembeyaz bir görüntü oluşturmuştu Şayet her şey eskisi gibi olsaydı şimdi babası ile dışarıda oyun oynayacaktı ve muhtemelen çokça ıslandığından annesinden azar işitecekti. Bir zamanlar kar güzeldi. Şimdi ise soğuğu içine işlemiş kalbini dondurmuştu. Küçük çocuk son bir gün diye düşündü. Şayet bugünü de atlatırsa amcasının evinde güvende olacaktı. Öyle olmalıydı. Hoş onu tanımıyordu Leonard. Resimlerinden neye benzediğini görmüştü. Joselyn gibi sarışındı uzun boylu ve yakışıklı bir adamdı. Babası onun babaanneleri büyük kontese benzediğini söylüyordu. Neden görüşmediklerini ise çokça bilmiyor olsa da ona her daim öğütlenen kardeşinle iyi geçinmesi gerektiği olmuştu. Leonard Joselyn'i başının tepesinden öpüp ne denli ısınmış olduğunu görünce gülümseyerek kafa salladı. "Şimdi bu sıcaklığı iyi muhafaza etmek zorundasın Jo. Akşama dek. Sonra güvende olacağız söz veriyorum. "
Odadan çıkıp etrafına bakındığında handa sessizlik hakimdi muhtemelen gece çokça içip odalarında sızmışlardı. Leonard dün ona yemek için yardım eden adamı kapı önünde gördüğünde düğümleri sağlamlaştırması için yardım edebileceğini var sayarak yanına gitti ve kibarlık edip teşekkür de etmeliydi.
"Bayım..."
Ben ardında beliren çocuğa başını yan yatırarak baktı. "Bu saatte ne yapıyorsun çocuk?"
"Bayım babam geç kaldı bende Londra'ya amcamın yanına gitmeye karar verdim lakin sizden şu düğümleri kontrol etmenizi isteyeceğim. İyi sıkamamış olabilirim. "
"Dur bakalım." Ben elini pelerinin içine atıp düğümleri sıkması ardından çocuğun belinden sallanan keseyi hafifçe yokladı. Kimdi neyin nesiydi bilmiyordu lakin paranın sesini de hacmini de bilirdi ve bu kadarı küçük bir çocuk için çok fazlaydı. "İşte oldu."
"Teşekkür ederim bayım." Leonard adama selam vererek dün bağladığı katıra bakmak üzere arka tarafa dolandı. O da atların bulunduğu yerde öylece beklemekteydi. "Sende dinlendin mi"
Ben küçük çocuğun kucağındaki bebek ile hayvana tırmanabilmek için çabaladığını gördüğünde Yanına gidip onu katır üzerine oturttu. "Biliyor musun bende Londra'ya gidiyorum lakin benim bir bineğim ve öyle görünüyor ki senin de bir vasin yok. Birlikte gidebiliriz. Üstelik yanımda erzak da var."
Leonard bir müddet düşündü. Yabancılar ile konuşmak ya da güvenmek ne kadar doğruydu bilemiyordu lakin Bu adam oldukça iyi kalpli görünüyordu ona çokça yardımcı olmuştu. "Amcamın yanına gittiğimizde ona size özel teşekkürlerini sunmasını söyleyeceğim Bayım. Bir bineğe ihtiyacınız var ise en iyilerinden bir tane verecektir."
"Ya." Ben kafa salladı. Çocuğun konuşurken seçtiği kelimeler bir köylü olmaktan çok uzaktı. Dediği gibi zengin bir tüccar çocuğu olabilirdi ya da başına türlü iş gelmiş soylulardan... Ben bir müddet duraksayıp kendi kendine kaş çattıktan sonra sıkı bir nefes çekti. Bir ay kadar evvel Wellington kontu eşi küçük oğlu ve kızı kötü bir suikaste kurban gitmişti. Küçük bir oğlan ve kızı... Adam çocuğun ardına atlayıp kucağındaki sarı kafalı uyur görünen bebeğe baktı. Çocukların suikast alanında olmadıkları lakin az ötede kanlı giysilerinin bulunduğunu yazmıştı gazeteler. "Adın ne çocuk?"
"Adım Percy bayım ve bu da Jane." Leonard dudak bükerek kafa salladı.
"Pekala Percy gidelim. " Ben umursamayacaktı. Şu dakika onun için önemli olan bacağına değen ve katırın hareketiyle sesi işitilen koca keseydi.
Leonard adamın kucağında korunaklı ve sıcak hissediyordu. Joselyn ise hala sessizdi. Çocuk kardeşinin başını sevdiğinde fazlaca sıcak olduğunu fark ettiği vakit telaşla sırtını doğrultup ardında yola bakmakta olan adama döndü. "Bayım... Joselyn... Hayır Jane! O çok sıcak!"
Ben gözlerini kısarak çocuğun panikle söylediği isme odaklandı ve ardından atı durdurup elini bebeğin başına yerleştirdi. "Çok ateşi varmış gibi Joselyn'in."
"Evet bayım. Söyleyin ne yapmalı..."
"Durup başına biraz kar koyalım." Adam dizginleri çekerek aşağı atladı. Ardından çocukları indirdi. Tahmini doğruydu. Nasıl hayatta kaldıklarını bilmiyor olsa da bunlar Wellington varisleri olmalıydı. "Hadi Leonard. Hızlı ol."
"Evet bayım."
"Hadi şunu çözelim." Ben düğümü çözerken elini kesenin düğümüne de attı ve yere düşen keseden çıkan altınları fark ettiğinde adam gözlerini irice açtı. Zaten öldükleri var sayılan iki veledi bu ormanlık alanda bırakmak sorun değildi. Her halükarda onlardan kurtulmak zorundaydı aksi takdirde bakım verdiği için parlamenterler onları teslim etmek yerine gizlediği için soylular tarafından katledilebilirdi. Şu dakika onun için en karlı olan bu huysuz katır ve onu neredeyse iki yıl rahat ettirecek çıkındı.
Leonard düşen keseye ve adamın onu gözlüyor oluşuna karşın uzanıp çıkını kendisine çekti ardından kardeşinin alnına bir parça buz koydu. Joselyn ciyakladığında ise ne yapacağını bilemedi. Titriyor ve çok hasta görünüyordu. "Lütfen bayım bir hekime gidelim" Leonard onlara doğru gelen ve keseye asılan adamın soğuk ürkütücü bakışlarına rastladığında bebeği bırakıp iki eliyle keseye asıldı. "Ne yapıyorsunuz?"
"Demek kayıp varisler sizsiniz. Joselyn ve Leonard Wellington!"
"Hayır böyle bir şey yok!" Leonard keseye daha sıkı asıldı.
"Sizin kayıp olmanız gerekiyor! Kurda kuşa yem olmanız ve bu kese o vakit işine yaramayacak!"
"Bırak!" Leonard adamı tekmeledi.
"Seni küçük velet!" Ben çocuğa okkalı bir tokat atarak savurdu ardından onunla birlikte savrulan çıkını ve altınları toplamaya koyuldu.
Leonard kalçasını çok sert çarpmıştı. Muhtemelen bir kayanın üzerine düşmüştü. Küçük çocuk adamın çıkını ve dökülen altınları toplamakta olduğunu gördüğünde korku ile tek kolu üzerinde doğruldu. Adamsa Joselyn'in üzerine de dökülen birkaç altını alırken kız kardeşini ters çevirdi.
"Ateşin var Joselyn. Böyle daha iyi."
"Tanrım... Baba..." Leonard güçlükle doğrulmaya çalışırken eli kemerindeki tabancaya takıldığında donuk bakışlarını adama çevirdi. Altınlar gidiyordu. Kız kardeşi karın üzerinde hareketsiz yatıyordu ve bu adam yaşadıklarını biliyordu. Leonard yaşadıkları öğrenildiğinde onlara ne olacağının farkına vardığında düşünmedi. Titreyen eli ile silahın emniyetini çekerek yerde çıkını bağlayan adama doğrulttu.
"Sen!" Ben Çocuğun suratına tuttuğu silahı gördüğünde gözlerini irice açtı. "Seni geberteceğim!"
Leonard gözlerini sıkıp düşünmeksizin çekti tetiği ve ona gelmekte olan adam olduğu yerde kaldığında dahası Leonard eline yüzüne sıçrayan ıslaklığı fark ederek adamın kafasından akanları gördüğünde kendisini geri ittirerek silahı fırlattı. Küçük çocuk şoka girmiş bir halde adama yerdeki çıkına doğrulmaya çalışırken sesi kısılmış bağıran kardeşine baktı ardından avazı çıktığı kadar bağırdı. bu öyle bir bağırıştı ki belki de Leonard'dan çok uzun bir süre boyunca çıkacak son ses olacaktı.
---
Aynı gün akşama doğru. Wiltshire, Stonehenge
Andrew uzun yıllar ardından Yaklaşık iki hafta evvel dönmüştü İngiltere'ye. Döndü kelimesi biraz yanlış olurdu çünkü sürgün edilmişti. Hem de en parlak döneminde lakin İngiltere'deki iç savaşın yankıları Fransa'da tecelli etmişti. Her ne kadar Fransa da din savaşlarının bitip mutlak monarşinin geldiği zenginliğin ve sanatın rağbet gördüğü ve şu an yaşanılası bir yer olmuş olsa da Kilise durmamış Andrew'in leydi okuluna kafayı takmıştı. Bunun sebebinin çoğu Bir ingiliz olarak bu ülkede oldukça aranıp sevilen bir iş yapmasıydı öte yandan burada da kentlerin gelişerek zenginleşmesi ve halktan kimselerin saygın leydilere dönüşmesini istemeyenler çokluktaydı lakin ortalığı karıştıranın İngilteredeki bir takım soylu kesim olduğunu da biliyordu. Winchester Kontunun asla rahat bırakılmayacağı yönündeki uyarılarını çok da dinlememişti Andrew. Sonuç olarak kilise genç kızları günaha sevk ettiği hükmünü çıkararak ona musallat olmuştu ve adam canını kurtarmayı tüm servetini bağışlamak suretiyle yediği sürgün ile başarmıştı. Bununla kalması bir mucizeydi lakin İngiltere'de de sevilmeyen bir kişilik olmuştu. Andrew kendi ülkesine gizlenerek girmek zorunda kalmış Londra'ya giderken ilk aldığı haber ile yıkılmıştı. Lisa'sı ve ailesi büyük bir suikaste kurban gitmiş hepsi yok olmuştu. Tüm mal varlığı da sahip olduğu ailesi de gitmişti. Jane ile öylece ortada kalmışlardı. Buraya gelirken kurtarabildiği birkaç ziynet ve gizlediği bir küçük sandık sayesinde çok da dikkat çekmemek üzere Wiltshire'da Sallisbury düzlüğüne yakın bulunan tarihi taşlara yakın bir yerde ufak bir ev tutmuş şimdilik onları geçindirecek şeyleri alabilmişti. Ne yapacağını düşünene dek burada idare edeceklerdi. Adam ağlayarak çıktı evden. Mathew ve Lisanın hatta onları neredeyse hiç görmese de küçük Leonard ile Joselyn'in nasıl yitip gittiğini düşünmek onu delirtiyordu. Hiç evlat sahibi olmamıştı lakin Lisa onlara yetmişti. Adam atına atlayarak esrarengiz bir şekilde öylece duran taşlara doğru ilerledi. Buranın büyüsünden, tanrının antik evinden ve burada bulunan ruhlardan bir çeşit şifa bekleyecekti ya da lanet bilemiyordu... Kimi kesim korkuyordu buradan ve taşlara çok yakın yaşamaktan haz eden yoktu. Şeytanın evi lanetli ruhlar mezarlığı ya da büyücü Merlin'in tapınağı idi. Pek çok efsane mevcuttu. Andrew attan atlayarak evvela havanın ne vakit kararacağını anlayabilmek adına kurmalı saatine baktı henüz zamanı olduğunu fark ettiğinde ise hendeğe yapılan köprüden geçerek taşlar arasına girdi. Devasa boyutları büyüleyiciydi. Tüm bu güzelliğin içinde olsa da kafası hala ne yapacağı ile doluydu. Yaşlanmakta olan bir adamdı. Şayet bir birikimi olmazsa ileride ne yapacaklarını bilemiyordu. Ve son birkaç yıldır ileriyi düşünmemişti çünkü hayatında hiç olmadığı kadar varlıklı bir adamdı. Şimdi ise hiçbirşeyi olmayan belkide hayatını gizlenmek zorunda geçirecek vasıfsız bir yaşlı... Andrew Lisanın yaşlılığında onlara kol kanat gereceğinden emindi. Lakin artık o da yoktu. Tanrım kim bilir nasıl acılar çekmişti...
Dayandığı bir taşta soluklanarak gözlerini silerken küçük bir iç çekiş ardından ağlayan bir bebek sesi iittiğinde irkilerek taştan uzaklaştı. "B-beni rahat bırakın size zarar vermek için gelmedim" dedi ruhları rahatsız ettiğini düşünerek ardından "Boş versenize rahatsız olun!" diye aksilendi. Etrafına bakarak ilerlerken bebek sesi daha da canlandığı vakit adam kaş çatarak dolanmaya dikili taşların ön ve arkalarına bakmaya devam etti ve sonunda en orta yerde bulunan taşın ufak aralığında oturmuş bir çocuk ve kucağında yarı öksürüp yarı ağlayan bebeği gördüğünde istavroz çıkardı. "S-siz kimsiniz!"
Leonard düşürdüğü gözleri ile titrer halde bu oyukta oturmuş ölümü beklemekteydi başaramamıştı ve gözünü her kapattığında o adamı nasıl vurduğu aklına gelmekteydi. Kurtuluş onun için yoktu. Daha sekizini yeni bitirmiş bir çocukken tanrıdan izinsiz can almış katil olmuştu. Son birkaç saattir kafası gidip geliyor bazen anne babasının ona kaş çattığını bazen de öldürdüğü adamı görüyordu. Onu bırakmamış takip etmişti buraya kadar. Leonard gözlerini aralamaya çalışarak başını yana çevirdi ve orta boylu şapkalı siyah pelerinli bir adamın kendilerine geldiğini gördüğünde pelerinini üzerlerine çekti. Onları alıp gitsindi. Joselynden özür dilemek istediyse de birkaç kez konuşmayı denemiş lakin ağzı ona ihanet etmişti. Leonard herhangi bir ses çıkaramıyordu.
"Çocuk!" Andrew perişan halde titreyen çocuğu ve kucağında sıktığı ufaklığı fark ettiğinde önlerinde diz çöktü. "Ne oldu size." Ufaklık yarı açılan gözleriyle ona baksa da birşey dememişti ve sım sıkı tuttuğu ufak bebek yeniden bağırdığında Andrew ufaklığı çekelemeye çalıştı. "Boğuyorsun onu küçük. Bırak"
Leonard dolu gözlerle siyah pelerinlinin Joselyni almasını izlerken kımıldamaya takati yoktu. aynı siyahtan eldivenler ona uzandığında ise artık gitmek için hazırdı. Annesi ve babası yanında hayatta olmaktan çok daha güvende olacaktı Leonard.
"Gel benimle evlat! "
Ölümün acı verip vermediğini bilmiyordu lakin kucaklandığını hissettiği an kendini salıverdi Leo.
---
"Jane!" Andrew ayağı ile kapıyı tekmeledi iki küçük de ateşler içinde yanıyordu. "Jane aç kapıyı!"
"Andrew!" Jane dışarıdan gelen yumruklanma üzerine telaş içinde elini önündeki beze silerek kapıyı açtı "Neler olu-"
"Yanıyorlar Jane! Yardım gerek." Andrew hızla içeri girip pelerinini soyundu be üzerindeki diğer şeyleri de çıkartmaya başladı. "donmuşlar."
"Yanıyor mu donuyor mu?" Jane de panikleyerek yatağın üzerindeki ufak çelimsiz şeye ve yanına serilen oğlana baktı. Andrew üst bedenini çıplak bırakarak çocuğu soymaya çalıştığında o da bebeğe yönelip kucaklayarak ateşin karşısına geçti. Teni solmuş eli ayağı cansızmışçasına sallanıyordu. "Tanrım! Nereden buldun onları?"
"Soru sorma bir şeyler yap." Andrew oğlanı kendisine yapıştırarak sıkıca sardı.
"Bu çok çok ufak bir bebek..." Jane kucağında bıraksa un misali dağılacakmış gibi duran ufaklığa sarılıp onu ovuşturmaya başladı. "Bir hekim lazım Andrew."
"Hekim! Evet hekim!" Andrew oğlanı iyice ovuşturduktan sonra doğrulup giyinmeye başladı. "Ben köye ineceğim sende onlara su ver bir şey yap."
Jane paniklemiş halde bebeğin ağzını burnunu sıkarak sonunda çok cılız çatallı bir ciyaklama aldığında bu defa üzerindeki kirli şeyleri çıkarmaya koyuldu. Kadın kendi iç gömleklerinden birini yırtarak evvela bebeği ılık su ile temizledi ardından öylece yatan oğlanın elini yüzünü güzelce sildi. İkisi de çok hastalanmışlardı lakin hepsinden önemlisi Andrew'in bu talihsiz çocukları nasıl bulduğuydu...
---
"İyiler mi?"
"Onları nasıl bu denli hasta etmeyi başardınız!" Hekim adama kaş çattı. Bu yüzdendir ki belli bir yaştan sonra çocuk yapmak iyi değildir."
"Kar... karda çok kaldılar." Andrew kafa salladı. "Sana bu kadar karda oynatma onları dedim Rose!"
"Ben mi suçluyum Allan!" Jane kimliklerini gizlemek adına birbirlerine hitap ettikleri ismi söylerken kaş çattı.
"Pekala... Bu ilaçları sabah akşam içirin onlara ve sizin içinde bunları bırakıyorum... Hastalandığınızda size bu bebeğin bakacağını düşünmüyorsunuz herhalde."
"evet evet..." Andrew kafa salladı.
"Bu yaşta..." Hekim başını iki yana salladı.
"Karım çok doğurgandır. Geride altı çocuğumuz daha var..."
"Bay Allan!" Jane ciyakladı.
"Hoşça kalın Bay McBurry" Andrew hekimi acele ile yolladıktan sonra dönüp karısına baktı.
"Tanrım yedi çocuk daha mı? Çok mu doğurganım!" Jane diş gıcırdattı.
"Öylesin ya... Çekiyorsun çocukları Jane... Mıknatıs gibi. Gençliğinde de oğlanları çekerdin... O pek hoş değildi."
"Söyleyin bay Ewans ne yapacağız bu çocukları! Ne halde olduğumuzu bilmiyor musun. "
"Ölselerdi o zaman... Hatta şimdi alıp geri götüreyim." Andrew Jane'in kucağından ufak bebeği almak istedi. "Pek de çelimsiz ayılara değil lakin kurtlara güzel bir ziyafet çıkar."
"sus be adam!" Jane gözlerini düşürerek bebeğe baktı.
"Bir bebek Jane ve ufak güzel bir oğlan. Tamda kimsesiz kalmışken." Andrew iç geçirdi. "Bizim bebeklerimiz."
"Bizim..." Jane titreyen çenesini zapt etmeye çalışarak çocuklara baktı. Evet ellerinde pek çok kız yetiştirmişlerdi lakin hiçbiri onların olmamıştı kadın bir an kendisine anne dendiğini düşündüğünde hali hazırda bekleyen yaşları salıverdi...
---
Yazdığım yerler birbirlerine yakın yerler. Stonehenge hani şu meşhur dikili taşlar var ya İngiltere'de orası.
Buradan bağımsız olsa da Karanlığın Ardındayı okumayanlar için Andrew çocuk toplamakta oldukça başarılı bir adam.
|
0% |