@gizemmgurbuzz
|
1 Hafta sonra
Jane Şöminenin az ötesine yaptıkları yer döşeğinde yatan oğlanın ateşini kontrol edip güşümsedikten sonra doğrulup Andrew'in ona kasabaya giderek satın aldığı jüponlu beşiğin içinden bebeği çıkarttı ve her daim hayalini kurduğu sallanan sandalyelerden birini getirip şömine kenarındaki yerine baktı. Jane hayatı boyunca kucağında bir bebek hayali içerisindeydi. Elbet çokça sallanan sandalyesi olmuştu lakin Fransadaki o ihtişamlı odada oturup kitap okumaktansa burada şömine başında kucağında bir bebek ile sallanmayı tercih ediyordu. Çok güzeldi. Son bir haftanın nasıl geçtiğinden bihaberdi kadın. Yorgundu çocukların başından bir an ayrılmamış onları iyi edebilmek için elinden geleni yapmıştı lakin buna değerdi.
"Tanrım..." Andrew şu görüntü için çok uzun bir zamandır bekliyordu. Gidip karısının omzunu sıvazlaması ardından kucağındaki küçük güneşe gülümsedi ve dönüp yerde yatan oğlana baktı. "Bugün nasıl?"
"Sen gittikten sonra biraz çorba içirdim lakin konuşmadı. Sence ağzında bir hasar olmuş olabilir mi?"
"Öyle olsa hekim bunu söylerdi hayatım. Çok hastaydı belkide hala boğazındaki pamuklar geçmedi. "
"Öyle görünüyor."
"Kim bilir ne geldi başlarına..." Andrew iç geçirerek yüzü gözü çökmüş hala soluk görünen oğlana baktı.
"ANdrew?"
"Bu isimleri bir müddet kullanmayalım bayan Porter. "
"Pekala Allan... Ya çocukların bir ailesi varsa... Yani evet bu çok iyi birşey." Jane gittikçe kısılan sesi ile kucağındaki kıza baktı.
"Evet iyi bir şey. Eğer öyleyse onları sağlıkla teslim ettiğimiz için çok sevinecekler. Lakin ömrüm boyunca sokaktan ya da kapıma bırakılanlardan pek çok çocuk gördüm ve sende öyle. Şayet bir yerlerde donmuş kimsesiz bir çocuk var ise ya manastırdan kaçmıştır ya tacirlerin elinden ya da çalıştığı yerden.
"O heybeyi gördün Allan..." Jane boğazını temizledi.
"Gördüm evet. O altınlar ile çalıştığı yerden kaçmış olması muhtemel."
"Ya da evden..." Jane başını iki yana salladı.
"Bunu öğreneceğiz."
---
1 hafta sonra
"Gel bakalım ufaklık." Andrew doğrulup kendisine bakan oğlana gülümsedi. O ise kardeşini beşiğine koyması ardından ağır adımlarla yanına gelerek önünde durdu. Konuşmuyordu. Kendisini bir parça daha toparlamış solgun, kardan yanan yüzü en azından biraz açılmıştı. Duru bakışları adamın içini titretiyordu. Çok sakin çok efendi bir çocuktu. Onlara hiçbir zorluk çıkartmamıştı. Kardeşi ağladığı vakit onunla ilgileniyor Janeden önce koşuyordu. Karısı ise resmen onunla yarış etmekteydi. Andrew'e oğlana bebekle değil de kendi kendine oynaması için oyuncaklar yaptırmıştı. Janenin ise şu sıra en büyük zevki onlarla oynamaktı. Andrew iç geçirerek oğlanı çekip dizine oturttu ardından koyu renk saçlarını yana doğru taradı. "Beni anlıyor musun evlat?"
Leonard adamın uzun yüzüne dik büyük burnuna koyu renk gözlerine ve çokça kırçıllanmış saçlarına baktı. çocuk dudaklarını istekle araladı lakin içinde bir şeyler ona sesinin uçup gittiğini söylüyordu diğer yandan bu insanlara zarar vermekten korkuyordu. Evet diyebilmek için çabaladı lakin başaramadığında hızla kafa salladı.
Andrew oğlanın kusacakmış gibi boğazını sıkması ve öne doğru kafasını hareket ettirerek çabalaması üzerine gözlerini düşürdü. Belli ki dilsizdi oğlan. "Aç bakalım ağzını" dedi sakince çocuk açtığında ise boğazında bir şey olmadığını dili ve dişlerinde de bir sorun olmadığını fark ettiğinde başını iki yana salladı. "Bir adın var mı?"
Leonard duraksadı. Evet bir adı vardı lakin çok uzaklarda kalmıştı. Omuzlarını çekip bıraktı.
"Peki... Daha önce çokça sordum yineleyeceğim. Bir ailen ya da seni tanıyan kimseler var mı evlat." Andrew oğlanın yeri gözleyerek ağır ağır olumsuz manada kafa sallaması üzerine iç geçirdi. "Anlıyorum." Adam ağzı bağlı keseyi masadan alarak oğlanın önüne tuttu. "Bu sana ait öyle değil mi?"
Leonard keseyi gördüğünde gözlerini irice açarak alıp içine baktı herşeyin olduğu gibi duruyor olması karşısında ise yeniden adama dönüp eliyle keseyi ona ittirdi.
"Onu çalmadın değil mi?" Andrew çocuğun kaş çatarak hayır manasında baş sallaması üzerine dahası keseyi ona itmesiyle kucağına baktı. "Bana mı veriyorsun?"
Leonard kafa salladı. O keseyi de ona yaşattıklarını da istemiyordu. Çocuk kalbi yanlışmı doğrumu ayırt edemiyor olsa da bu adam ve kadının iyi yüreğine inanmak istemişti. Kadın onlara anneleri gibi özen gösteriyor yemeklerini elleriyle yediriyor onları giydirip oyuncaklar veriyordu ve adam genel düzeni sağlıyor ihtiyaçlarını görüyordu. Joselyn iç çekerek ağladığında Rose isimli kadının göğsünde sakinleşiyordu ve Rose ona sarılıp geceleri süt içirdiğinde Leonardın içi hem cız ediyor hem sıcacık oluyordu.
"Pekala... Onu şu köşeye koyacağım. Sana ne diye sesleneceğiz bilemiyorum evlat. Burada bizimle kalacaksanız eğer bir isim bulmak zorundayız ve kardeşine de..."
Leonard gözlerini düşürerek kafa salladı.
"Güzel. Öyleyse sana Tud diyelim... " Andrew sırıttı. "Ya da Wood..."
Leonard yüzünü buruşturdu.
Andrew ise çocuktan farklı bir tepki almayı başardığında şakalaşmaya devam etti. "Table? Olmadı mı?"
"Hadi gelin güzel kurabiyeler yaptım." Jane ellerini ovalayarak içeri girdi.
"Buldum Rose... Bu çocuğa bundan böyle Cokkie diyeceğiz."
Leonard dayanamayarak güldüğünde bay Allan koca dişleri ile sırıtarak başını okşadı. "Hadi Cookie... Gidip kurabiye yiyelim ve bu küçük mızmıza da Milky deriz ne dersin! Cookie ve Milky..."
Andrew çocuğun kendisine Cookie dedikçe gülerek başını olumsuz manada sallaması üzerine söylemine devam etti.
---
1 Ay Sonra
Leonard iyiydi. Joselyn iyiydi ya da yeni isimleri ile Daisy ve Max. Bay ve bayan Porter onlara bu şekilde hitap ediyordu ve bu da önemli değildi çünkü gündüzleri geçmişi unutuyordu. Geceleri ise bazen ısdıraba dönüşüyordu. korku dolu kabuslar görüyor her seferinde kafasının içinde silah sesleri ile uyanıyordu lakin işin iyi yanı çok korktuğu vakitlerde gidip bay ve bayan Porterin arasına girebiliyordu. Elbet bu olay kendiliğinden gelişmemişti. Geçen hafta Leonard bilmesede uykusunda çığlık atmış bunun üzerine ikiside yanına gelerek onun yanında uyumuştular. Küçük çocuk sesinin birdaha hiç çıkmayacağını düşünse de işin aslının öyle olmadığını anlamıştılar. Herşeye rağmen böylesi sorun değildi. Sesi çıkarsa konuşmak zorunda kalacaktı ve Leonard onlara gerçek bir aileymiş gibi davranan çifte yalan söylemek istemiyordu lakin bay Porter devamlı onu yeni sesler çıkartması için zorluyordu.
Öte yandan artık amcasına iyi olduklarına dair bir haber vermeliydi. Leonard onlarla yaşamak zorunda değildi fakat amcası geniş güzel bir ev tayin eder Porterlar ile birlikte kalmaya devam ederlerdi. Kesinlikle böyle talep edecekti. Bir daha yeni bir ortama alışmak istemiyordu ve Joselyn kahredici olsa da bayan Rose'a anne diye hitap etmişti. Kadın kelimeyi her duyduğunda ağlıyordu. İstemediğinden değil. Çok istediği ve anne kelimesine özlem duyduğu içindi. En azından bay Porter ona bu şekilde açıklamıştı.
Leonard bay porterin cam önündeki küçük masası başına geçerek divit kutusunu açıp önüne temiz bir kağıt çekti. Yazmayı da unutmuş olabilir miydi. Sanmıyordu. Eli derhal harekete geçmiş mektubu için başlık atmıştı bile...
Andrew dışarıda ineği yemleme işini bitirdikten sonra kapı kenarına oturup sırtını taş evin soğuk duvarına yasladı. Şimdilik idareli kullandıkları takdirde onları neredeyse dört sene kadar idare edecek gelirleri mevcuttu. Lakin çalışmak zorundaydı. Tanınmadan nerede ve nasıl iş yapacağını ise bilmiyordu adam. Soyluların yanında iş yapabilirdi lakin bir gün elbet biri onu fark ederdi. Belki bir parça daha yaşlılık üzerine çöktüğünde bunu yapardı. Bunun dışında herhangi bir el becerisi yoktu. Gençliğinden beri eğitim vermekteydi. Jane ise biraz dikiş bilse de terzilik vasfını alacak kadar iyi değildi. üstelik çocuklar vardı. Adam başını iki yana sallayarak gülerken "çocuklar" diye mırıldandı. Kendilerini öyle kaptırmışlardı ki hayatın yepyeni bir zevkini tadıyormuş gibiydiler. Andrew sırıtmaya devam ederken kolunun çekelenmesi ile Maxin yanına geldiğinin farkına vardı.
"Söyle Cookie..." Adam çocuğun hem gülüp hem kaş çatması üzerine kahkaha attı. "Birşey mi istiyorsun?"
Leonard kafasını hızla salladıktan sonra elindeki mektubu adama uzattı. İçini açmaması için parmağını sallarken çocuk aklı üzerinde yazan adresin gayet açık ve net olduğundan bihaberdi. Adamı onu mektubu bırakabileceği yere götürmesi için çekelemeye koyuldu.
"Mektup... Sen yazabiliyor musun?" Andrew gözlerini kısarak oğlanın gözlerini irice açıp kafa sallayışını izledi. Fakat tedirgin olmadı değil. "Bunca vakit isteklerini ne diye yazarak anlatmadın o vakit." Andrew dilini şaklatıp ayaklandı. Max onu çekeliyor muhtemelen mektubu götürmek istiyordu.
"Pekala lakin mektubu senin için ben götüreceğim ve sende evde kalarak bayan Porter için kardeşinle ilgileneceksin anlaştık mı? Bu tarz şeyleri benden saklamaman gerekir Max. Anlaştık mı?"
Leonard iki elini bir edip sallayarak adamdan özür dilemeye çalışırken kafa salladı. Belli ki kızmıştı ona. Çocuk mektubu elinde silindir haline getirerek ip ile bağladıktan sonra adama verdi ardından dik bakışlarından utandığı için içeri kaçtı. Onu gücendirmek istememişti yalnızca hayata dair bazı şeyleri yeni hatırlıyormuş gibiydi.
Andrew kaş çatmaya devam ederek elindeki silindiri evirip çevirdi ardından postacıya teslim etmek üzere ata doğru ilerledi. En yakın kasaba buradan yarım saat ötedeydi. Adam atın dizginlerini çözmesi ardından eyeri üzerine oturttu. Korktukları başına gelmişti ki çocuk muhtemelen tanıdıklarını arayış içine girmişti. Jane kahrolacaktı ve Andre de şimdiden üzgündü. elindeki kağıdın iplerini çözerek üzerinde yazan adrese baktı. Andrew az kalsın kalp atağı geçirecekti ya da geçiriyordu. Nefesi kesilmiş wellington yazısını gördüğünde bağları çözülen dizleri onu taşımayarak olduğu yerde oturmak zorunda kalmıştı.
Andrew bir müddet nefes almaya çabalaması ardından mektubun mührünü açarak içinde yazılanları okudu. Adam göz yaşları içerisinde kağıdı cebine koydu. İnanması güç lakin gerçekti. Bunca zamandır onlarla olan bu iki evlat Wellington varisleriydi. Leonardın iri mavi gözlerini aklına getirdiğinde elini yüzüne kapatarak hıçkırdı. Kendine geldiğinde ise uzaklaşması gerektiğinin farkındaydı. Jane ortalığı velveleye vermemeliydi ve Andrew ne yapması gerektiğini düşünmek zorundaydı. "Babam kim olduğunu asla kimseye söyleme ve Wellingtona gitme dedi." yazıyordu. Kont'un bu sözleri Andrew için rehberlik teşkil ederken Yeni Wellington kontu Victorun bu bilgiye ulaşmasını doğru bulmamıştı. İki kardeşte yıllarca görüşmemişti ve Andrew biliyordu ki şayet Victor olup biteni çok da umursasaydı Ağabeyinin canının hesabı için ülkeyi ayağa kaldırırdı...
----
Bu kısım ile ilgili bir bölüm daha yazacağım ve diğer karakterlere geçeceğiz önümüzde daha dört karşılaşma var ve bu bölümleri çok uzatırsam ana hikayeye geçene dek kabak tadı verir.
|
0% |