Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Ryan

@gizemmgurbuzz

Andrew karısı ve çocukları gizlenmeleri için bıraktığı oyuğa ulaştığında daha öncesinde çıkarttığı yeleği ve şapkasını yere atarak dizlerine tutunup soluklandı. Herşeyden önce Leonard ile konuşmalı ve daha korkunç olanı karısına bir açıklama yapmalıydı. "Jane..."

 

Jane sesi duyduğu vakit güçlükle uyuttuğu Daisy'i onu sardığı pelerin ile birlikte oyukta bırakarak çalı çırpıyı ittirip ağlamaya başlayan ve bir türlü durmayan Leonard'ı yanına alarak dışarı çıktı. "Neler oluyor? Yoksa izimizi mi bulmuşlar?"

 

"Bir iz bulmuşlar evet..." Andrew başını iki yana sallayarak ağlayan çocuğa baktı. "Buraya gel çocuk"

 

Leonard ellerini ovalayıp biraz da titreyerek bay Porterin karşısına geçti lakin yere eğdiği yüzünü kaldırmadı.

 

"Bana bak." Andrew yere çökerek oğlanın iri duru mavi gözlerine bakarken burnunu çekti. Öyle inanmıştı ki yitip gittiklerine bir an olsun aklına gelmemişti. Şu an baktığında tıpkı annesi gibi bakıyordu ona ve babasının duruşu vardı üzerinde. "Leonard?"

 

"A-andrew?" Jane anlamsız bir mimikle kocasına yaklaşıp ikiliye baktı.

 

"Adın bu öyle değilmi evlat... Leonard Wellington."

 

Leonard korkuyla inkar etmeye koyuldu lakin Bay Porter tuhaf ısrarından kaçılmaz ifadesi ile kendisine bakmaya devam ettiğinde onun bir önceki mektubu okuduğunun farkına vardı. Küçük çocuk yapacak birşeyi olmadığından ağır ağır salladı kafasını. Bay Porter tepkisiz kalırken Rose elini ağzına götürmüş adeta şoka girmişti. Leonard ellerini bir ederek sessizce özür dilemeye koyuldu.

 

"L-le-leonard!" Jane inanamaz gözler ile baktı kocasına.

 

"Evet Jane bu iki küçük Leo ve Joselynden başkası değil!"

 

"Tanrım! Ah tanrım!" Jane çocuğu kendisine çekerek sıkıca sarılıp öptü. "bunca zaman! Sen nasıl?"

 

"Tuhaf bir tesadüf diyelim Jane. Uzun uzadıya açıklayacak vaktim yok tek bildiğim Mathew ve Lisanın emanetlerini tanrı bize gönderdi ve bunun bir amacı olmalı. Onları korumak zorundayız. Ne pahasına olursa olsun."

 

Jane anlam veremeyerek kafa sallayıp oğlanın yüzünü avuçları arasına aldı. "Leonard?"

 

Leonard hiç beklemediği bu tepki karşısında kafa salladı ve kadının öpücüklerinin bitmesini bekledi. Lakin onu neden korumaları gerektiğini de anne ve babasından isimleriyle ne diye hitap ettiklerini de bilmiyordu.

 

"Neden konuşmuyor! Onu son gördüğümüzde pek çok kelime çıkartıyordu." Jane oğlana baktı. o da ihtimal vermemişti askerlerin elinden kurtulabildiğine lakin şimdi ona tanıdık gelen sıcak bakışlara anlam verebiliyordu.

 

"Onu en son üç yaşında gördük Jane!" Andrew oğlanı kendisine çekti. "Sen akıllı bir çocuksun Leo. Çok... Çok akıllısın tıpkı annen ve baban gibi lakin artık konuşma vakti evlat. Sır yok."

 

Leonard konuşabilmek için dudaklarını kımıldatıp kendini öne doğru itekledi "siz kimsiniz" demek istiyordu lakin kelimeler çıkmıyordu. Bunun yerine bir sopa bulup yumuşak zemine yazdı sorusunu.

 

"Biz kimiz..." Andrew iç geçirdi. "Gidip Joselyni al Jane gitmek zorundayız." Adam oğlanın merak dolu gözlerine bakıp hafifçe tebessüm etti. "Ben Andrew Ewans ve o karım Jane Ewans. Yoksa bizi tanımıyor musun?"

 

Leonard bir süredir isimleri düşünüyordu lakin Ewans soy adını duyduğunda elini ağzına kapatarak adama baktı ardından ayağıyla toprağı düzeltip sopayı yeniden aldı.

 

"Büyükbaba Ewans?"

 

"Ah tanrım... Evet..." Andrew gözyaşlarını tutamadı. "Büyükbaba Ewans... Lakin burada kim olduğumuzu unutacağız Leo beni anlıyor musun? Birdaha asla kimseye kim olduğundan söz etmeyeceksin. Başımız belada ve görünen o ki amcan Kont Victorun baban ile olan anlaşmazlığı son bulmamış. İstenmiyoruz evlat... Hiçbirimiz! Bugün burada adını ardında bırakacaksın."

 

Leonard dolu gözler ile kafa sallaması ardından gidip adama sıkıca sarılarak içinden şükretti. Onları görmemişti lakin annesi çok seviyordu. Leonard bay ve bayan Ewansın Fransada çok başarılı bir Leydi okulu yönettiklerini biliyordu.

 

"Peki nereye gideceğiz?" Jane dudaklarını kemirdi.

 

"Dönemeyiz Jane! Burası bile çok tehlikeli. Oradan ayrılmayacaklardır. "

 

"Ya ne yapacağız. Bunlar daha çocuk!"

 

"Bilmiyorum. "Andrew kafasını kaşıdı. "L-londraya gidelim."

 

"londra? Aklını kaçırdın sen. " Jane kaş çattı.

 

"Kısa bir süreliğine Jane. Şu an kalabalığa karışmak burada saklanmaktan çok daha güvenli geliyor."

 

"M-melanie var o bize yardım eder. Trudy? Elspeth?"

 

"Andrew karısına yaklaşarak gözlerini irice açtı. "Hiç kimse Jane! Hiç kimse bu çocukların hayatta olduğunu bilmeyecek."

 

---

 

Ertesi Gün Londra

 

Ryan, şehrin kalabalığına, gelip geçen arabalara çamurlu pazar yoluna şöyle bir baktı. Bu şehirden de içindeki insanlardan da nefret ediyordu. Güzel giysiler içerisinde leydi ve lordçuluk oynuyorlar. Kibar bay ve bayanlar gibi davranıyorlardı lakin hepsi süslü giysiler ardına gizlenmiş dolandırıcılardı. Kibarlıkları ayaklarına takılan, önlerine çıkan engele kadardı. Yalnızca kendilerini düşünen bencil pislikler... On üç yaşında bir çocuktu Ryan lakin bu sokaklarda ne kadar taş olduğunu ezbere bilirdi. O taşların insanlardan çok daha sıcak olduğunu da... Her evi yaşayan herkesi tanıyordu lakin kendisinin kim olduğunu bilmiyordu adını da. Yürümeyi bu sokaklarda öğrenmişşti. Konuşmayı da koşmayı da. Çok daha ufakken ona böcek, pislik, dilenci diye hitap ediliyordu lakin bir parça anlayacak yaşa geldiğinde ailesinin şekerleme aldığı ve ona Ryan diye seslendiği bir çocuk görmüş, o anın hayali ile Ryan oluvermişti. Sokaklarda, bulduğu kuytularda yatmış yerdeki yiyecek parçalarını toplayarak büyümüştü. Kimi zaman bir parça ekmek için tüm gün bu soylu pisliklerin ardında torba taşımıştı. Aldığı hiçbir mükafat yoktu. Günün sonunda ona pislikmiş gibi davranmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Tanrım onu tanımıyorlardı bile. Ryan gerçek bir pislik olmaya karar verdiğinde muhtemelen dokuzundaydı. Bir penny için ayakları patlayana dek çalışmayı bırakmış hakkı olanı çekip alır olmuştu. Çocuk uzun kumral saçlarını toparlayıp eliyle burnunu silerek pazar sokağını dikkatle gözlemeye başladı. Az sonra Adamsların hizmetlisi bayan Linda elinde sepeti ile pazara girecek evvela biraz meyve alacaktı. Ryan tam da söylediği gibi olduğunda sırıttı. Sonrasında yoldan gelip geçen arabalara köşeden görebildiği kadarıyla ilerideki terziye girip çıkanlara baktı ve ilerlemeye koyuldu. Şanslıysa açıkta kalmış birkaç kese bulabilirdi. Çocuk kalabalıklaşan pazarın içine doğru süzülerek daha evvelden görmediği simalara bakmaya koyuldu ve paçavraların olduğu tezgahta dikilen bir adam ve muhtemelen oğluna doğru baktı. Adam birkaç bez parçası kestirip elindeki kese içinden çıkarttığı bozukluğu verdiğinde Ryan bu günün talihlisini çoktan seçmişti. Kelli felli birşeye de benziyordu. Belli ki o kesenin içi epey doluydu. Eğer öyleyse epeyce bir süre rahat ederdi. boynundaki fuları ağzına doğru çekmesi ardından Koşmaya başladı. "Fare! Somun tezgahında!"

 

Andrew bir anda ortalığın karışıp yanındaki tezgahın devrilmesiyle Leonardı muhafaza etmeye çalışırken kendisine çarpan birkaç insanı önemsememiş yaşlı kadının devrilen tezgahını düzeltmesi için yardım etmeye çalışmıştı. İşi bittiğinde ise kestirdiği bezlere bakıp kaldıkları hana yürümek üzere oğlanı kendisine doğru çekti. Epey zorlanmıştılar buraya gelene dek Askerlere görünmemek adına yolu uzatmıştı da uzatmıştı Andrew.

 

Leonard kargaşayı büyükbaba Andrewe tutunarak izledi. Londrayı biliyordu evet lakin iç sokaklara girdiği olmamıştı. Onun gördüğü yerler daha çok piknik alanları ve daha sakin yürüyüş parklarıydı. Pazardan çıkacaklarken son kısımda bir adamın kumral ondan biraz daha uzun bir çocuğu evire çevire dövdüğünü gördüğünde kanının donduğunu hissetti. Çocuğun eski papucu fırlayıp önlerine geldiğinde ise Leonard eğilip önü delik papucu alarak andrewi pelerininden tutup çekeledi.

 

Andrew görmezden gelmek istedi. Bu tarz şeyler her daim onu buluyor başına da bela alıyordu lakin Leonard kendisini çekelemeyi bırakmadığında burun kemiğini sıktı adam. "Olmaz Max. Yürü işimiz var!" Adam çocuğun çekelemeye devam etmesi üzerine gözlerini iri kıyım şişman pazarcının elinde savurduğu oğlana çevirip iç geçirdi. "Yanımdan sakın ayrılma!"

 

Ryan çıkışta gördüğü çörek ve peynir tezgahının yanına yanaşarak elini hafifçe tezgaha sürtmüş ve bir parça almıştı ki fark edildiğinde kaçmak imkansızdı. Adam onu tuttuğu gibi savurmaya başlamış çocuk ödeyeceğini söyleyerek yalvarsa da bırakmamıştı. Bırakacak gibi de değildi. En son yere savrulduğunda koca herif üzerine gelirken arkadan duyduğu ses ile ikisi de bakışlarını o yöne çevirmiştiler. Çocuk bu günlük karnını doyura bilmek adına yumruğu arasında sıktığı çöreğin kalanını ağzına tıkıştırırken karşısında dikilen adamın az evvel çarptığı kişi olduğunu fark ettiğinde ayaklarını ve omuzlarını kendisine çekerek bakışlarını kaçırdı.

 

"Ne oluyor burada."

 

"Çörek aldı!"

 

"Ne olmuş aldıysa!" Andrew adama kaş çattı.

 

"Her yan kesiciye bir tane verecek olsak biz ne kazanacağız! bunun gibiler dayaktan da anlamaz!"

 

"Al parasını rahat bırak benim yanımda çalışıyor." Andam keseyi aramaya koyuldu.

 

"Ceza çekmeyecek mi! Uşaklarınıza çalmayı mı öğretiyorsunuz bayım!"

 

"Çocuk da ceza da bana ait!" Andrew ceplerini yoklamaya devam etti.

 

Leonard Andrewin keseyi bulmaya çalıştığını fark ettiğinde cebinde kalan birkaç pennyden birini adama vererek elindeki papucu burnu kanayan oğlanın önüne koydu.

 

"Gel benimle!" Andrew hala keseyi aramaktaydı lakin çok dikkat çekmiş buradan da çıkması gerekiyormuş gibiydi. Leo adama ödeme yaptığında yerdeki oğlanı kolundan tutarak kaldırıp iki çocuğu da pazar çıkışına doğru hızla götürdü lakin aklı kesedeydi. Alışveriş için yanına otuz paund kadar almıştı ve şu an tüm paraları oydu. "Böyle şeyler yapmamalısın çocuk! Yoksa böyle dayak yersin işte. Dayakla kaldığın da iyi seni kulağından çivilemediklerine ya da elini koparıp atmadıklarına şükret!"

 

Ryan torbadaki bezlerden birini çıkarıp burnuna doğru yapıştıran oğlana ardından bir yandan ona öğüt verip kızarak diğer yandan keseyi arayan adama baktı.

 

"Anladın mı beni!" Andrew korku içinde terleyen alnını silerek oğlana kaş çattı ardından Leo'yu tuttu. "Yürü Max yürü... Ah... sende olmalı... Kese nerede Max? Sende sessizce evine git ve söyle annene şu ağzına burnuna baksın! Birdaha da elini uzatma bir şeye!"

 

Leonard ceplerini ardından torbanın içini kontrol ederek hızla olumsuz manada baş salladı. Onda değildi.

 

"Tanrı bizi korusun!" ANdrew yüzünü sıvazlayarak hızla hana doğru ilerledi. İşte şimdi ne yapacaklarını bilmiyordu adam.

 

Ryan şaşkın bir halde elinde tuttuğu lekelenen beyaz kumaşa ve Telaşla gitmekte olan adama baktuktan sonra elini kemerine sıkıştırdığı keseye götürdü. Ryan böyle birşey görmemişti bugüne dek. Belki ona bir elma veren ya da önüne birkaç penny atanlar olmuştu lakin yaptığı şeye rağmen onu koruyan olmamıştı. Çocuk iç kemerine sıkışan keseyi eline alıp sıkması ardından giden adam ve çocuk ardından bakakaldı. Tuhaf bir suçluluk duygusu kaplamıştı içini. Bir müddet ağrıyan kol ve bacaklarını ovalaması ardından öteden bağıran pazarcıyı işittiğinde kendisini elinden alan adamın gittiği yöne doğru aksayarak ilerlemeye koyuldu.

 

---

 

"Yok! Tanrım! Yok Jane!"

 

"Neler oluyor?" Jane Leonardın getirdiği bezleri alıp Joselynin altını değiştirmeye koyuldu.

 

"Kese! paya yok Jane!"

 

"Tanrım!"

 

Leonard yerinde yaylanarak yeniden üst başını ve Andrewin ceplerini kontrol etmeye çalıştı. Yoktu. Düşürmüş olabilirdi. Adamı çekeleyerek düşürdüğünü anlatmaya çalıştı ardından ağzından çıkmayan sanki bir yerlere takılan kelimelere sinirlenip ayağını yere vurdu.

 

"Ne yapacağız? O kese de olmadan ne yapacağız Andrew?" Jane bebeğe sıkıca sarılarak yüzünü sıvazladı. "E-eve dönelim! Ya da bir şekilde sen-"

 

"Eve dönmek yok Jane! Ev yok! Üstelik askerler çoktan talan etmiştir herşeyi ve birde beni gördüler..." Andrew iç geçirerek elini savurup bara indi. Bugünün ücretini ödemişti. En azından son kez bir şeyler içip kafasını toplamaya çalışmalıydı...

 

---

 

Ryan bir müddet hanın etrafında dolandı pencerelerden içeri baktı ve hava karardığında adamın bir kadın bir bebek ve pazarda gördüğü çocuk ile birşeyler yemekte olduğunu gördüğünde yavaşça kapıdan içeri girerek arkalarındaki masanın altına girdi. Bu keseden kurtulmak zorundaydı. Belki içindeki otuz paund kadardan beşini alıp keseyi de adamın ayağı dibine atarak kaçabilirdi.

 

"Ne yapacağız? İki çocuk... Kalacak yerimiz yiyecek ekmeğimiz yok!" Jane sesini alçaltmaya çalışarak konuştu.

 

"Birşeyler düşüneceğim kadın! Birde sen gelme üzerime!"

 

Leonard cebinde kalan iki bozukluğu masa üzerine koyup omuzlarını çekip bıraktı.

 

"en azından yarın tokuz!" Andrew sinir bozukluğu ile güldü.

 

"lakin açıktayız ah tanrım!" Jane eliyle yüzünü kapatarak ağlamaya koyuldu.

 

Ryan masada konuşulanları işitmesi ardından şimdi keseyi vermeye de ortaya çıkmaya da yüzü yoktu lakin bir an sonra iri mavi gözlü oğlan hızla bulunduğu masanın altına eğildiğinde emekleyerek kaçmak istedi. Çocuk da bacağından tutarak onu çekeledi ve ikisinin de sonları çocuğun babası tarafından kollarından tutularak ayağa dikilmek oldu. Ryan eline veda etse iyi ederdi çünkü bu defa kaçamayacağının farkındaydı.

 

"Sen!"

 

"B-ben!" Çocuk diğerlerine baktı.

 

"Ne arıyorsun burada?"

 

"senin yüzünden!" Ryan onu çekeleyen oğlana kaş çattı ardından yaşı biraz fazlaca görünen adama baktı. "B-ben şey oldu... Ben..." Çocuk iç geçirerek belindeki keseyi adama uzattı. "B-Bunu düşürdüğünüzü gördüm bayım... P-pazarda!"

 

Andrew gözlerini kısarak oğlana bakıp keseyi hızla elinden aldı. "Düşürmüşüm onu... Tabii ya!"

 

Ryan adamın kızgın ses tonu üzerine selam verip kaçmak istedi.

 

"Ah. Çocuğum ne oldu senin yüzüne gözüne... Nasıl iyi bir çocuksun sen minnettarız. Otur birşeyler ye."

 

"İyi çocuk..." Andrew başını iki yana salladı lakin sesini çıkartmadı.

 

"İyi..." Ryan güldü. "İyi çocuğum ben..."

 

Leonard kirli kumral saçları koyu mavi gözleri ile aynı renk olmuş görünen göz çevresi kremrengi olduğunu varsaydığı lakin kirlilikten grileşen gmleği ve kumaşlarla tutturduğu kenarı boydan boya yırtık pantolonu ile karşısında duran oğlana şöyle bir baktı. Yaşı ondan büyüktü belli. Lakin perişan haldeydi. ANdrew oğlanı hızla sandalyeye oturtup "İyi çocuk diyerek omzuna elinin ayasını sertçe vurmaya başlaması sonucu Leo da karşısına geçti.

 

Andrew içindeki paranın tam olup olmadığını kontrol ettikten sonra karısının keyifle bir servis daha istediği çocuğa baktı. "Yemeğini ye iyi çocuk ardından yok ol!"

 

Ryan bileklerini ovalayarak etrafa bakması ardından önüne gelen tabak ve sıcak yemeğe çok enteresan birşey görmüş gibi baktı. Güveç dedikleri şeye benziyordu. Ryan bazenleri avladığı kuşları kaynatmak için çabalardı lakin ağzına attığı ilk kaşık ile gözleri yuvalarından çıkarcasına tabağa baktı. Asla tadı buna benzemiyordu.

 

"Biraz tuzlu ve fazla yağlı ama idare et." Jane kaşığı havada kalarak öylece kalan çocuğa baktı.

 

"Seninkiler kadar güzel olamaz hayatım."

 

"Siktir! Bunun da güzeli mi var?"

 

"Şhhtt! Birde küfür mü ediyorsun."

 

"Siz siktire küfür mü diyorsunuz bayım öyleyse şunu hiç duymadınız" Ryan derin bir nefes çekerek ağız dolusu bir tane savuracak ken adamın ağzına somun tıkması ile susmak zorunda kaldı.

 

"Ben sana yemekten sonra bildiğim bir tanesini söyleyeceğim bekle!"

 

Ryan karşısında onlara sırıtan oğlana kaş çattı. "Çok mu komik!"

 

Leonard omuz silkerek kafa salladı. Ardından dudaklarını gösterip çocuğa ağzı doluyken konuşmaması gerektiğini anlatmak istercesine parmağını olumsuz manada salladı.

 

"Ne diyorsun be!" Ryan anlamsız bir mimik ile önüne döndü. Fakat oğlanın kolunu çekeleyerek onu işaret etmesi ve havaya bilmediği harfler yazması üzerine duraksadı. Okuma yazması yoktu lakin veledin ne diye konuşmadığına da anlam veremedi. "Nesin sen dilsiz falan mı?"

 

Leonard bir dili olduğunu göstermek için çıkarttı. Ardından "adın ne" demeye çalıştı.

 

Ryan ise çocuğun ağzını oynatarak ıkınıyormuş gibi görünmesine karşın yüzünü ekşitti. "Kusacak mısın? Ne diyorsun?"

 

Leonard sinirlenerek parmağını oğlana uzattı yeniden

 

"Ben... Ha ben kimim" Ryan çocuğun ıkınmayı bırakarak rahatlayıp kafa sallaması üzerine onun konuşamadığına kesin kanaat getirerek Ryan... Adım Ryan ve seninki... Dur tahmin edeyim söyleyemezsin."

 

"Rahat durun! Max yemeğini bitir." Andrew keseyi elinde sıkarak yeniden karısına döndü.

 

"Max... Köpek adı gibi." Ryan sırıttı. Ardından surat asan oğlanı umursamayarak adam ve kadının konuşmalarına kulak kabarttı.

 

"Tanrıya şükür hayatım. En azından paramız geri geldi. Böyle düşün."

 

"Bu elimdeki ile burada bir ya da iki ay geçiririz doğru sonrası?" Andrew burun kemiğini sıktı.

 

"bir ev tutamazmıyız?"

 

"Birkaç aylığına boş bir ev tutarız evet lakin o zaman yemek yiyemeyiz. Ya da önümüzdeki kışa kadar tok ama sokakta yatarız... "

 

"Temizlik için iş bakarım..." Jane dudaklarını kemirdi.

 

"Çocuklara da ben bakarım evet... Yüzüncü defa söylüyor ve yineliyorum ki dikkat çekemeyiz!"

 

Ryan konuşmalardan bu insanların kalacak yeri olmadığı çıkarımında bulunmuştu. Ellerindeki paranın altı ay kadar onlara yemek sağlayabileceği düşüncesi ise aklına tuhaf birşeyler getirmişti ki nasıl söylese bilemiyordu. "Bayım bir anlaşma yapalım ne dersin?"

 

Andrew oğlandan çıkan ses üzerine hayretler içerisinde dönüp ona baktı. "Anlaşma! Nasıl bir anlaşma? Yemeğini ne kadar hızlı bitireceğinle mi ilgili yoksa ne kadar çabuk buradan gideceğinle mi ilgili."

 

"Sende para var yaşlı adam. Bende de ev!" Ryan kendince dudak büküp bir evi olduğunu varsaydı... öyleydi... benziyordu..."

 

"Siz diyeceksin!" Andrew oğlana doğru döndü. "Kimsenin evine gitmiyoruz ve sen doğru ailenin yanına."

 

"Ev benim! Yaşayan tek kişi de benim. Aile..."Ryan omuzlarını kaldırıp çekti. "Kimse yok. Benim param yok sizin de eviniz."

 

"Hayatım!" Jane kaş çattı. "Hayır!" Kadın başına geleceği biliyordu.

 

"Kimsen yok..." ANdrew oğlana baktı. "Ama evin var..."

 

"Evet... Buradan biraz uzak. Pek..." Ryan kafasını kaşıdı. "Şehre yakın değil... köye... Ama yakınlarda su var."

 

"ve bizi çağırıyorsun evine..." Andrew çenesini sıvazladı. "Bir oğlanı ki palazlanmıştı yanında tutmak onlara destek olurdu.

 

"Evet. Para bitene dek. O bize güveç yapar. Daha güzelini..."

 

"Bay Allan!" Jane iç geçirdi.

 

"Pe-ki.. Gidelim şu evine!"

 

"Yaptın!" Jane masadan kalktı. "Üç bayım... üç çocuk ile ne yapacağız söyle bana! Yine onları toplamaya başladın lakin bu defa öncekinden farklı!"

 

"Onları sen çekiyorsun." Adrew de kalkıp söylenen karısının peşinden gitti. "Max, Ryan! Odaya gelin benimle çabuk!"

 

Ryan sofrada kalan ekmekleri toparlayıp hevesle adamın peşinden sıcak odaya girdi. Karlı bir anlaşma yapmıştı Ryan... Önlerindeki kışa kadar tok kalabileceği düşüncesi rüya gibiydi ve o süre zarfında kışı geçirecek erzağı da biriktirebilirdi. Anı kurtarmıştı yine... Her zamanki gibi...

 

Delikanlı anı kurtarmak değilde hayatının en büyük dönüm noktalarından birine başladığının farkında mıydı?

 

---

 

Ve Ryanımız da aramıza katıldı. Bununla ilgili bir bölüm daha yazıp diğer karakterimize geçeceğim. Bu süreç aynı yıl içerisinde oldu fakat diğer karakterlere geçtikçe yıl atlayacağız 1660 a yani hikayenin şekillendiği asıl noktaya geleceğiz.

 

İsimler çorba olabilir şuraya hatırlatalım

 

Andrew (Allan) 58 59 yaşlarında. Yaşlı yaşlı yazıyorum lakin Orta yaşlı adam yazmak biraz tuhaf olacak sürekli adam yazmak da tuhaf 60 yılında yaklaşık yetmişlerinde olacağından yaşlı yazmaya devam edeceğim.

 

Jane(Rose)45 yaşında

 

Leonard(Max) 9 yaşında

 

Joselyn (Daisy) 13 aylık

 

Ryan 13 yaşında

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%