*Müzik Enanın düşüncelerini yansıtmaktadır

Ena günün ilk ışıklarıyla yataktan kalktı. Zonklayan başını ovaladıktan sonra etrafına bakındı. Şömine yanıyordu komedinde yanan Mum neredeyse tükenmişti. Öyle sanıyordu ki yaklaşık 2 saattir uyuyordu. Aodh ise geri dönmemişti. Neden dönsündü ki? Yeterince rezilliğe bulanmışlardı. Parmağındaki altın halkaya bir süre boş gözlerle baktıktan sonra ekosesini pililerini düzeltti. Odadaki yanan ateşleri söndürüp dışarı çıktı. Gitmeden önce Aodh'un ona verdiği bitkileri toplama işine geri dönecekti. Böylelikle olanları düşünecek vakti olmayacaktı.

Odanın kapısını yavaşça açıp etrafa göz gezdirdi. Neyse ki kimsecikler yoktu. Yavaşça dışarı süzüldükten sonra hızlanarak bir alt kata indi. Tanrı aşkına! Ena kendini düşürdüğü durumdan ölesiye utanıyordu.

Dış avluya vardığında ahalinin ona tuhaf gözlerle baktığını fark etti. Onu gören kadınların çoğu önce üzerinde göz gezdiriyor ardından başarıyla tuhaf bir şekilde selamlıyordu. Ena, bahçelere varana kadar kaç kişiyle selamlaştığını sayamadı.

Genç kız toprağı eşeleyip patatesleri çıkarırken kadınlardan birinin gülümseyerek ve utangaç bir şekilde reverans yaparak yanından geçmesi üzerine hızla ayağa kalktı ve kendiside hızla reverans yaptı. Bu tuhaf duruma kaşları çatılmıştı. Yoksa etraftakiler neler olduğunu biliyor muydu? Ena çamurlu ellerini eteğine silerken ağlama isteğiyle doldu. Olduğu yerde çöktü ve toprağı eşelemeye devam etti.

"Ena, ah, leydim... Buradamıydın?"

Bridget koşarak genç kızın yanına geldiğinde nefes nefeseydi. Ellerini dizlerine koyup soluklandıktan sonra gülümseyerek ona baktı. "Tanrım bir saattir seni arıyorum!"

"N-neden? "

"Tanrım, tanrım, tanrım... Şükürler olsun... Hogan yanıma gelip beyin artık senin hizmetinde olmamı istediğini söyledi ve dahası düğün... AH Ena bütün klan düğün hazırlığında..." Bridget soluklandı ve tekrar güldü.

Ena ise şaşkınlıkla elini ağzına kapatmış, olan biteni algılamaya çalışıyordu. Bu bilgiyi tüm klan biliyor olamazdı değil mi. Bahçeye gelene kadar ona selam veren kadın ve erkekleri düşününce başını önüne eğdi. Aodh böyle yaparak onu öldürmeye ve ya kaçırmaya çalışıyor olabilir miydi. Her ne yapıyorsa işe yarıyacak gibi görünüyordu çünkü Ena bu utançla daha fazla yaşıyamazdı.

"Bridget-"

"Hemen sana bir valiz hazırlamak zorundayız. Mealduine'e gidiyormuşsunuz." Bridget söz hakkı tanımadan genç kızı peşinden sürüklerken o ise konuşmak zorunda kalmadığı için Tanrıya şükretti.

Birlikte Aodh'un odasının bulunduğu kattaki odalardan birine girdiler. Geniş havadar bir odaydı. Güzel bir yatak, büyük oymalı bir gardırop ve aynı ahşaptan beyaz bir şifonyer vardı şöminenin önünde dinlenebilmek için küçük bir oturma gurubu bile konmuştu Ena bu kalede böylesine güzel bir oda olabileceğini hayal etmemişti.

Bu oda artık senin. Beyim bu odayı müstakbel eşi ile kalmak için hazırlatmıştı.

"Irene için..." Ena gülümsemeye çalıştı fakat Bridget omuz silkti.

"Irene onun eşi olmadı Ena. Bu odada da kalmadı." Genç kız tahta valizi açarken kaş çattı. "Bunun içine koyabileceğimiz birşey var mı?"

"Sanırım hayır"

"Pekâlâ o halde terzilere birkaç yeni elbise için görüşeceğim. Tahminimce ölçülerimiz aynı o yüzden hemen dikmeye başlayabilirler." Bridget aceleyle kapıya yöneldi ve tekrar durdu. "Bu arada tercih ettiğin bir renk var mı?"

Ena hızlıca hayır manasında baş salladı. Şu an istediği tek şey yalnız kalmaktı.

"Pekâlâ öyleyse şimdilik ben seçeceğim fakat dönüşte sana gelinliğin için bir kumaş kartelası getirmeyi ihmal etmeyeceğim."

Genç kız Bridget in arkasında bıraktığı koca sessizlikten hoşnut bir vaziyette şöminenin önündeki oturma gurubuna yöneldi. Şu an düşünüp aklını toparlamaya ihtiyacı vardı. Tanrım... Aodh muhtemelen hakkında iyi şeyler düşünmüyordu. Hatta yatağına bilinçli girip bey hanımı olmak için plan yaptığını bile düşünebilirdi. Ena yeniden ağlamaya başladı. Nasıl yapacağını bilmiyordu fakat bu durumu ne pahasına olursa olsun onunla konuşmak zorundaydı.