Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@gizemmgurbuzz

Ena bedenine hucum eden korkunç ağrı ile gözlerini açtığında buz gibi taş zemin üzerinde yatıyordu. Soğuk odanın içine yoğun bir küf kokusu hakimdi. Başının gerisini ovalayıp nerede olduğuna baktı. Onunla beraber birkaç kadın daha odada yatıyordu. Güçlükle doğrulup dağılan koyu renk saçlarını elleriyle toparladı. O, henüz nerede olduğunu anlayamamışken iri yarı bir kadın kapıda belirip yeşil gözlerini ona dikti. Ena hayretle ona baktı. Uzun boylu, iri ve oldukça güçlü görünüyordu. Turuncu saçlarını arkasından sıkıca toplamıştı. Belinde fazlasıyla büyük bir kılıç taşıyor ve kırmızı renkli ekose kumaştan giyiyordu. Ena o zaman Dubhghailin bölgesinde olduğunu fark etti. Kadın oldukça sert bir sesle "Kalk!" dediğinde Ena söylenenin aksine yavaş hareket ederek kalktı. Ardından gelen ikinci emir ise "Git ve o aptal görünümünden kurtul!" oldu. Ena üzerindeki kırışık ekoseye bakıp kaşlarını çattı.

 

"Görünümümde aptal olan hiçbir şey yok!" diye homurdandı. Kadının bakışları korkutucu olsada Ena onun sözlerinin bir şey ifade ettiğini düşünmüyordu. Kollarını göğsünde bağlayıp beklemeye başladı. Kadın ise hiç vakit kaybetmeden onu yakalayıp ekosesini parçalarcasına çıkarttı ve odanın köşesine fırlattı. Ena ona direnmeyecek kadar güçsüz hissediyordu. Kadının kırmızı ekoseyi beline sarmasına söylenerek izin verdi. Ardından onu sürüklediği yere giderken de bir an olsun sesi çıkmamıştı.

 

Taş koridor boyunca yürüdükten sonra güzel kokulu bir odaya girdiler. Taze pişmiş somun ekmekleri masanın üzerinde sırasıyla dizilmişti. Ocakların başında birkaç kadın hararetle yemek hazırlıyorlardı. Ena o an ne kadar acıktığını fark ketti.

"Bu yeni!" Kadın rahatsızlık veren ses tonu ile konuşmuştu. Diğerleri yalnızca başlarını kaldırıp bakmakla yetindiler. Ena üzerinde onu kaşındıran ekoseyi çekeleyip sessizce masanın başına ilerledi. Bir diğerinin ona göz ucu ile işaret ettiği bıçağı eline alıp önündeki ekmek yığınına baktı. Onları tek tek dilimlemesi ve bunu yaparken çabuk olması gerektiğini deli gibi hamur yoğuran kadının bıkkın görüntüsünden anlaması zor değildi.

 

"Tüm bunları yapmazsam ne olur?"

 

"Ben yapmak zorunda kalırım!" Ena başını sesin geldiği karanlık köşeye çevirdi. Una bulanmış, yüzü oldukça bitkin görünen genç kızın soluk gülümsemesine başını eğerek karşılık verdikten sonra bıçağı eline alıp ekmeklerden birini kendine çekti.

 

...

 

Genç kız kaç saat boyunca somun kestiğini bilmiyordu fakat şu an iyi bildiği bir şey vardı ki o da bu somunların dışarı taşınması gerektiğiydi. İrice bir sepeti sırtına yüklenip önden giden kadınların peşlerine takıldı. Diğer yandan tüm bunlara ne için sessiz kaldığını düşünüyordu. McGiola kızı kabul mü ediyordu yoksa? Tanrı aşkına, görülmüş şey değildi. Kafasını çok hızlı çarptığı için henüz kendine gelemediği kanısına vardı.

Büyükçe bir alana çıktılar. İki kadın ellerindeki ağır yemek kazanını yere bıraktı. Ena da sırtındaki sepeti indirip elinin tersi ile alnındaki teri sildi. Onlar daha soluklanmadan iri yarı adamlar topluluğu fazla acıkmış görüntüleriyle sessizce alana gelmeye başladılar. Ena'nın dikkatini çeken yemek sırasına giren adamların başlarını kaldırmıyor oluşuydu. Yalnızca tabaklarını uzatıyorlar, yemeğin konulduğuna kanaat getirdiklerinde gidiyorlardı. Genç kız uzattığı yarım somunu fark etmeleri için bir süre beklemek zorunda kalıyordu. Sessizlik Dubhghail vadisinde Ena'nın alışkın olmadığı dereceydi.

 

Aodh savaşçılarının peşinden enfes kokuların geldiği meydana doğru ilerleyip onlarla birlikte sıradaki yerini aldı. Hogan her ne kadar bir beyin yemek yemek için sıraya giriyor oluşunu kabullenmekte zorluk çekse de Aodh adalet terazisi daima dengede olan bir adamdı. O, Dubhghail'in kötü imajını yok etmek için yemin etmişti ve bunu kendi inandıkları doğrultusunda yapmaya kararlıydı.

 

Savaşçılar beyleri sıraya geçince olduklarından daha hızlı hareket etmeye başladılar. Aodh ise birkaç gün sonra gidecekleri McLean vadisini düşünmekteydi. Giola kılıcını gören McLean kendi teslim olacaktı. Evet, genç adam hiç çaba sarf etmeden McLean'ıda topraklarına ekleyeceği kanısındaydı.Keyifle Anna'nın uzattığı kaseyi alıp, ufak tefek kadının yaptığı leziz güveçten koymasını izledi. Aodh'un klanında yapacağı bir diğer yenilik kadınları daha serbest bırakmak olacaktı. Savaşçılarının evlenmesine izin verecekti aksi takdirde Dubhghail hakkında çıkan söylentilerin önüne geçebileceğini sanmıyordu. Halkının çoğunun erkeklerden oluştuğunun farkındaydı hatta hoşuna gitmiyor değildi fakat bu uzun saçlı çok konuşan yaratıklar halkının soyunu devam ettirmek için gerekliydi. Aodh ekmeği uzatan uzun biçimli parmaklara baktı. Avuç içine dokunan parmaklar Dubhghail kadınlarınınkine göre çok daha yumuşak ve nasırsızdı. Ona tanıdık gelmeyen elin sahibini görmek için başını kaldırdı.

 

Ena erkeğin koyu renk gözlerini çevreleyen kızıl kirpiklerine,kaşlarına hatta sakallarına hayret içerisinde bakarken daha önce böylesine kızıl saçları olan bir adam ile karşılaşmadığını fark etti. Giola vadisindeki insanlar daha çok açık tenli ve kahve tonunda saçlara sahiptiler. Gülmemek için dudaklarını dişleyerek bakışlarını adamın geniş omuzlarına sabitledi.

Aodh ise çok geç olmadan kim olduğunu fark etmişti. Gözlerinin derin mavisini dağınık saçları ve una bulanmış suratı dahi gizleyemiyordu

 

"Fiona, McGiola'yı mutfağa sokma hatasına ikinci kez düşme!"

 

Ena sesin sahibini tanıdığını çok geç fark ettiği için kendi kendine öfkelendikten hemen sonra Kaşlarını çatıp gözlerini Dubhghailinkilere dikti. "Bu gün zehir atacak kadar vaktim olmadı. Doğrusu bu adamın yiyeceğini bilseydim mutlaka koyardım!" Ena kendini çimdikleyen kadına aldırış etmeden arkasını dönüp kaleye doğru yürüdü. Sakin başlayarak öyle sonlanacağını sandığı günü başka bir çılgınlıkla bitmişti.

Kalenin giriş kapısına vardığında kolundan çekiştirilerek durduruldu. Başını çevirdiğinde kadınlardan biri oldukça sinirli bir yüz ifadesiyle kendisine bakmaktaydı.

 

"Çabuk yürü, nasıl bir beye laf söyleyecek kadar yüzsüz olursun!" Kadın ciyakladı.

 

"O saygı göstermem gereken biri değil!" Genç kız tok bir ses ile konuşmuştu.

 

"Bakalım Fiona'dan ceza aldıktan sonrada hala böyle yüzsüz konuşabilecek misin?"

 

"Dilimi kesmediği sürece konuşmamı engelleyemez!" Ena kadına gözlerini devirdikten sonra kolunu kendine çekti. O adama karşı saygılı olması nasıl beklenebilirdi ki? Dubhghail olması bir yana gözleri önünde Andrew'i öldürmüştü. Köyü kim bilir ne haldeydi...

 

"Tanrım!" dedi. Drothiller, onlara ne olmuştu? Ena hıncını kadından çıkarmak istercesine ona döndü fakat dilini tuttu. Sessizce onun gösterdiği odaya girdi. Hırsını zavallı bir emir kulundan çıkaramazdı ya. Ardından kapanan kapı ile birlikte yumruklarını sıktı. Şimdi bir şeyleri kırıp dökmek istiyor. Dahası o barbarlardan hesap sormak istiyordu.

 

"Beş para etmez uçkur budalaları, lanet adamlar. Cehenneme gidin!" diye bağırdı önce, ardından kendi kendini yatıştırdı. Ena güç durumlarda sakin davranıp çözüm aramayı iyi bilen biriydi. Alev alev yanan, fokurdayan yüreğine karşın dingin sular, nehirler gibi soğuk davranmayı da becerebilirdi. Gün ışığının içeri sızmaya çalıştığı kapalı pencereye doğru ilerledi. Perdeleri çabucak açıp ahşap pencereyi iki kanadından dışa doğru ittirdi.

Temiz havayı solumak genç kızın genzini ve gözlerini yakmış olmalıydı ki birkaç damla yaş narin çenesinden tozlu ahşap zemine damladı.

...

 

Aodh ağır adımlarla kaleye ilerliyordu. McGiolalının ifadesini kendisi almaya karar vermişti. O kendini bilmez kadına haddini bildirmek, söyledikleri için dizleri üzerinde yalvarmasını izlemek istiyordu. Fiona'nın kadınları azarlamak için götürdüğü odanın yerini hatırlamak için zihnini zorlarken aynı anda koridorun sağ tarafına döndü. O odada kendiside pek çok kere cezalandırılmıştı. Aodh kadınların birbirlerine nasıl ceza verdiklerini merak etmeden edemedi. Fiona, yıllardır Klana hizmette bulunan çok otoriter bir kadındı. Aodh onun yemek yaptığını da, avlandığını da, kılıç kuşandığını da görmüştü. Tam bir Dubhghaildi. Gurur duyulacak biriydi. Kendi kendine sırıtıp karanlık koridoru aydınlatan tek kapıya doğru yöneldi.

Ahşap kapı aralık kalmış olmasına rağmen içeride birinin olduğunu hissedebiliyordu. Aodh kapıyı yavaşça açıp içeri girdi. Kadın kıpırdamadı. Öğlen güneşinin parlattığı gözleri ile avluyu izliyordu. Genç adam yumuşak kahve rengi saçlarının kendi ekosesi ile uyumuna hayretle baktı. Ardından fark edilmek için sabırsızlanan bir çocuk gibi homurdanarak McGiola kızının önünde durdu.

 

Kadın onu fark ettiğinde yerinde sıçradı. Koyu mavi sinirli bakışlarını gözlerine değdirirken çatlayan pembe dudaklarını birbirine bastırdı. Bunu yaparken düşünceli hali uzaklara gitmiş. Yerine dik duruşu, hoşnutsuzluk yayan tavrı geri gelmişti. Aodh'un dikkati ise hala göğüslerine kadar inen dağınık kahverengi saçlarındaydı. Tanrı onu korusun, az sonra gün ışığının dokunduğu aydınlık yüzüne dikkat edecekti. Boğazını temizleyip pencerenin ona yakın olan kanadını kapattı.

 

Ena ahşabın gürültüsü ile ikinci defa irkildi. Göğsü korkudan hararetle inip kalkıyor buna rağmen kırılgan görünmek istemiyordu.

 

"Fiona sen misin?" diye sordu.

Aodh pencereyi bir kez daha fakat bu defa öncekinden de sert bir şekilde kendine çekti. Önünde duran ufak tefek kadının her fırsatta kendisi ile dalga geçen sözleri onu çıldırtıyordu. Kadın gözlerini ondan çektiğinde aynı anda çenesinden tutup başını yukarı kaldırdı.

 

"Sana kim olduğumu öğretmemi ister misin McGiola?" Çocuk gibi davrandığının farkındaydı. Derin soluklar alırken gözlerini kadının soluk tenine renk getiren pembeleşmiş yanaklarından, İri mavi gözlerinden ve elinin basıncı ile öne çıkmış pembe dudaklarından alamıyordu. Buraya gelmesi hataydı. Eğer kendine hakim olmayı başarabilirse iki-üç dakika içinde odayı terk etmeyi düşünüyordu.

 

"İşe yaramaz barbarın teki olduğunu bilmeyen mi var Dubhghail?" genç kız kıstırılan çenesinden dolayı yarım yamalak konuşmuş olsa da demek istediklerinin karşı tarafa ulaştığını düşündü. Adam çenesini öylesine sıkıyordu ki ağzının yamulmaması için ufak bir dua etmeyi de ihmal etmedi.

 

Neyse ki az sonra kapı gıcırdadı ve iki genç dikkatini sesin geldiği yöne çevirdi.İri yarı kadın başını önüne eğip elindeki kalın sopayı ardına gizledi. Efendisini selamlayarak gitmek için ardına döndü ki Dubhghail beyi onu durdurdu.

 

"O elindeki nedir Fiona?"

 

"Kara meşe." Kadın yavaş yavaş konuştu.

 

"Bana getir!"

 

Ena histerik iç çekişinin ardından çenesini sağa sola oynatmayı denedi. Tanrım morarmış olabilirdi.

 

"Şimdi gidebilirsin. Bu tarz cezaları benden habersiz uygulamayacaksın Finn." Aodh sopayı eline alıp Fiona'nın çıkışını izledi. Ardından elinin altındaki kadına döndü.

 

"Nerede kalmıştık?"

 

"Cezaların... Yalnızca sana ait olana tesir eder Dubhghail. Bense bu ekoseyi giyiyor olmama rağmen klanından ve senden nefret ediyorum ! Bunu kara meşe, ceviz ağacı ya da demir bir sopa değiştirmeyecek." Genç kadın sızlayan çene kemiklerinin verdigi rahatsızlıkla kaşlarını çattı. Bir sonraki gün yaşama imkanı olursa orada koyu bir morluk oluşacağından artık emindi.

 

"Giola vadisi ile birlikte bana aitsin." Aodh başını iki yana sallayıp kadının sıkıp gevşettiği dişlerine ve kızaran çenesine baktı. Oysaki tutuşu yumuşak sayılırdı.

 

"Cehenneme git!" Ena aldığı nefesi erkeğin yüzüne sertçe üfledi. Karşısındaki onun kimin kızı olduğunu unutmuş görünüyordu. Dudaklarını birbirine bastırıp titreyen ellerini ardında birleştirdi.İçindeki bastırılmış korku erkeğin az sonra alev alacakmış gibi görünen teni ile beraber dışarı çıkıyordu. Fakat her şeye rağmen dik durmak ve mücadele etmek onun doğasında vardı.

 

Aodh herhangi birşey söyleyecek oldu fakat dişlerini sıktı. Kadının öfkesi yıpranmış gömleğinin altındaki ideal boyuttaki yuvarlak göğüslerinin hararetle inip kalkmasına neden oluyordu. Düşüncelerine hakim olmadığının farkına vardığında ise elindeki sopayı sertçe yere vurdu. Tepkisi kadınamı yoksa ondan bu denli etkilendiği için kendine miydi bir anlam veremiyordu. Sopa büyük bir çatırtıyla ikiye ayrılırken bir parça kopup genç adamın kaşının üzerine geldi. O ise hissettiği hafif acı ve ıslaklığı umursamadı. Dikkatini şimdi kendisine donuk bakışlar atan kadının tuhaf yüz ifadesinde topladı. Gözünün üztünden yanağına doğru süzülen sıcak sıvıya bakıyordu.

Ve ağlamaya başladı... Aodh elinin tersiyle yanağından süzülen kanı sildi. Kadının kendisini içine soktuğu histeri krizi genç adama komik ve anlamsız geliyordu.

 

"Ne yaptığına bak gözüne girebilirdi!" Ena iç çekti sarf ettiği cümle kendiyle çelişmesine neden olmuştu.

Dubhghail beyi sinirlerinin nasıl bu denli çabuk yatıştığına bir anlam veremiydu. Sırıttı.

 

Ena devasa adamın kendisine gülmesi karşısında ellerini yüzüne kapatarak ağlamaya devam etti. Bir önceki günden beri başına gelenlerin neden olduğu şaşkınlık ve öfkeyi şu an üzerinden atıyor olmalıydı. Erkeğin kahkahası ile ellerini yüzünden çekip ona en kızgın haliyle baktı. Fakat adam daha çok güldü. Genç kız dudaklarını büküp geriye yaslandı. Karşısında duran bu adamdan nefret ediyordu. Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar çok!

 

"Onu ağlattın mı Aodh?" Hogan her zamanki neşeli ifadesiyle konuştu. Merakına yenik düşmüş ve sessizce aralık kapıdan içeri süzülmüştü. O birşeyler söyleyene dek farkedilmediği gerçeğini göz ardı etti.

 

"Her kadın gibi ağlamaya yer aradığına eminim." Aodh, göz ucu ile kadına bakıp sırıttı. Ona karşı fazla iyi davrandığını düşünse de aldırış etmeyecekti.

 

"İkinci bir emre kadar burada kal!" diye söylendi.

 

"Seni görmek zorunda olmadığım her yerde kalırım Dubhghail!" Ena başını yere eğip Aodh'tan gelecek tepkiyi nefessiz bekledi. Dubhghail beyi ise ona aldırış etmedi.

 

"Onunla uğraşamayacak kadar meşgul bir adamım Hogan, gidelim." Genç adam arkadaşının önünde küçük düşmekten hoşlanmamıştı. Küçük düşüp düşmediğinden emin olmak için dostuna baktı fakat adam oralı değildi. Nefesini tutmuş McGiolayı izliyordu. Kadının önüne geçip savaşçıya çenesi işe kapıyı gösterdikten sonra dışarı çıktı.

 

Hogan en az kendisi kadar afallamış görünen arkadaşına bakarak konuştu;

"Eğer ondan hoşlanmayacaksan bunu ben de dahil seve seve yapacak bir çok kişi tanıyorum Aodh."

Aodh kaşlarını çattı. Hogan'ın söylediklerini umursamadığını göstermek için kendisiyle savaşıyor fakat beceremiyordu. McGiola'dan hoşlanmıyordu. Hayır, hayır... O çok konuşan, dik kafalı bir kadındı. Dubhghail beyi emirlerini dinletemeyeceği bir kadından hoşlanmazdı.

 

"Ondan kimse hoşlanmayacak!" diye çıkıştı.

 

Hogan ise kahkaha attı."Öyleyse onun kimden hoşlanacağını merak ettiğimi belirtmeliyim."

 

"Dubhghail'in tamamından hoşlanmadığına bahse girerim." Genç adam sert konuşmuştu.

"Klanın tamamının o sert bakışlardan, güzel dudaklardan..." Hogan durdu. Korku dolu iç çekişinin ardından "ve narin vücudundan hoşlanacağına bahse girerim."

Aodh olabildiğine kaşlarını çatıp arkadaşının omzunu yumrukladı. Suratı tek avcunun içine sığacak kadar ufak vücudu dokunmaya korkacağı kadar narindi. Düşüncelerini kafasından uzaklaştırıp "Ondan uzak dur Hogan!" diye söylendi ve bir sonraki karşılaşmalarında bahane aramak için karanlık koridordaki yoluna devam etti.

 

 

Loading...
0%