@gizemmgurbuzz
|
*Müzik Aodh'un düşüncelerini yansıtmaktadır.
Ena önüne konulan tepsinin içindeki bir parça somun ve sararmış peynire bakıp yere çömeldi. Fiona gerçekten kötü bir kadındı. Tüm gün aç kaldıktan sonra kurumuş boğazından bu şeyler nasıl geçecekti? Öğlen bir orduya yetecek kadar güveç yapmamışlar mıydı? Ekmeği eline alıp evirip çevirdikten sonra kopardığı parçayı ağzına attı. Birkaç defa çiğneyip zorla yuttu. Karnı ölesiye açtı ve elindeki malzemelerle derhal pratik birşeyler yapması gerekiyordu. Etrafına bakındı. Karşıda duran şömine aklına biraz kızarmış ekmek ve peynirin iyi gidebileceğini düşündürdü. Ayağa kalkıp şöminenin üzerindeki şamdanı eline aldı. İçinde hâlihazırda bekleyen birkaç tahta ve saman kağıdını alevlendirdikten sonra eliyle alevi yelledi. Ateşin iyice körüklendiğine emin olunca ekmeği biraz suyla nemlendirerek iyice yumuşamasını sağlayıp araladı içine tastaki peynirin tamamını koydu ve akşam yemeğini ısınmak üzere ateşe uzattı.
Aodh genç Dubghaillerin atış talimlerini izledikten sonra kaleye girdi fakat bu kez ön merdivenleri kullanmayacaktı. Genç adam merakına yenik düşmüştü. Sabahki küçük tartışmanın ardından McGiolalı kadının yanına gidecek bir bahane bulamamıştı. Olduğu yerde duraksadı. Birinin yanına gitmek için ne zamandır bahanelere ihtiyaç duymaya başlamıştı. Merdivenleri tırmanıp odanın olduğu yöne doğru ağır adımlarla ilerledi. Koridoru saran lezzetli koku dikkatini çekti. Mutfak buraya oldukça ters kalıyordu. Kokunun yoğun olarak geldiği kapıyı araladığında karşılaştığı manzara karşısında gülümsemeden edemedi. Ardından toparlanıp şömine başında oturan kadına doğru ilerledi. Ekmek ve peynirin hiç bu denli lezzetli kokacağını düşünmemişti. Ena ekmeği ateşten çekip koca bir ısırık aldıktan sonra arkasına baktı lakin karşısında görmeyi beklediği kişi Fionaydı. Histerik bir iç çekişin ardından "Neden sürekli seni görmek zorundayım?" diye söylendi. Elbette ağzı dolu olduğundan kelimelerin anlaşılmayacağı aşikardı. Omuz silkip yüzünü ateşe çevirdi ve ekmeği bir kez daha ısırdı.
"Benim vadimde benim kalemde kimi görmeyi planlıyordun?"
"Diğer herkesi! McGiola Kılıcını mesela." Ena yutkunup ayağa kalktı.
"Kılıcı bana geri vereceksin Dubhghail."
Aodh başını iki yana salladı. "Sadece vakit öldürüyorsun, vakit öldürürken kendini de öldürüyorsun."
"Öyleyse neden buradasın?" Ena fazla ileri gittiğinin farkındaydı. Susup ekmeğinden bir ısırık daha aldı. Erkeğin kaşının üzerindeki yara hiç hoş görünmüyordu. Yakında mikrop kapıp kör olabilirdi. Durum böyle olduğunda üzülmeyecekti. "Eğer bana kılıcı geri verirsen seni mikrop kapıp ölmekten kurtarırım." deyiverdi. Aodh sırıtıp elini kaşının üzerine götürdü. Kadının teklifi ona pek iç açıcı gelmemişti doğrusu. "Mikrop kapıp ölmeyeceğim ve kılıcı alamayacaksın." dedi. İlginç bir inatlaşma halindeydiler. Genç adam ise bu durumdan hiç rahatsız değildi. Şömine alevinin kızıl ışığı kadının yüzüne renk katıyordu. Güzeldi. Ressamların fırçalarının hayat verdiği tanrıçalar gibiydi. Pürüzsüz tenine dokunmak istedi bir an için. Gerçi birkaç kez yakın temasta bulunmuştu fakat yeterli değildi. Biraz daha yaklaşıp baş parmağıyla dudağının yanındaki kırıntıları temizledi. Teni ipeksiydi. Yaptığının farkına vardığında onunla birlikte kendiside bir adım geriye çekilip elini aşağı indirdi.
Genç kız koluyla ağzını silip elindeki ekmeği ateşin içine attı. Birkaç adım daha gerileyip adama fırlatabileceği bir şey aradı. Sonunda kenarda duran sopayı yavaşça kavradı.
Aodh ona dokunduğu için kendini suçlu hissetmeye başlamıştı. Ne düşünüyordu ki? Kadınlara dokunmaktan hoşlanmıyordu. Onların tepkilerindense hiç... Genç adamın her daim dimdik karşıya bakan gözleri yere indi. Küçük ama onu dahi yere serebilecek bir anı belirdi hafızasında. Acı dolu...
"Yarından başlayarak bahçedeki ağıl ve ekinler ile ilgileneceksin. Burada yat!"
Ena sopayı bırakıp doğruldu. Birşeyler söylemeli miydi? Ellerini önünde birleştirip erkeğin yüzüne baktı. Henüz kendine açıklayamadığı bir sebepten ötürü karşı gelemiyordu. Belki susması gerektiği yeri hissetmişti. Evet şimdi sessiz kalmalıydı. Karşısında duran devin gözlerindeki alev sönmüş bakışları aniden yere inmişti. Ena bir şeyi daha fark etti. Kaşlarını öylesine çatıştı ki gerilen yara şimdi kanıyordu. Genç kız bu kez düşünmeksizin öne atladı.Göğsünde duran mendili çıkarıp çabucak Aodh'un alnına bastırdı. Dubhghail mendili tutmak için elini kaldırdığında dahi geri çekilmedi.Sadece elinin basıncını azalttı. Fakat bu defa geri çekilen, beklide ona daha önce görmediği bir nefretle bakan Aodh'tu. Ena onun görünüşünden ürperdi ya da titriyordu. Adama daha fazla bakamadı. Dev siluetini gözlerine sığdıramamıştı bir an. Saçları da gözleri gibi alev almıştı. Neyse ki karşısında daha fazla durmayıp kapıyı ardından çatırdatarak gitti.
---
Aodh bir anda odaya dolan günışığıyla beraber gözlerini açtı. Yatakta doğrulup bugün ona fazlasıyla ağır gelen başını elleri arasına aldı. Karşısında duran şöminenin üzerinde büyükçe ahşap bir bardak ve yerde kimisi devrilmiş toprak testiler vardı. Genç adam hayatında ona engel olan en büyük şeyin viski olduğunu biliyordu. "Uisce Beatha" dedi kendi kendine. Yaşam sıvısı. Onu rahatlatan, beraber geçirdikleri zamanda sessizce mutlu kılan şeydi. Ayağa kalkıp ekosesinin pililerini katlamaya başladı. Az sonra kapı iki defa vuruldu. Gelen Fiona'ydı. Kadın yüzünü alabildiğince buruşturarak, elindeki tepsiyi yatağa bıraktı ve pencereye koşturdu. Aodh sesini çıkartmadı. Pililerini katlamayı bitirdikten sonra kalan kumaşı omzundan geriye sarkıttı. Karmakarışık olduğunu tahmin ettiği saçlarını iri parmakları ile tarayıp geriye sallandırırken yatağın yanında duran mendil dikkatini çekti. Beyaz ipeğin güzelliğini kan lekesi bozmuştu. Aodh eğilip mendile dokundu fakat Fiona ile göz göze geldiğinde kumaşı yataktan savuşturup odadan çıktı. Biraz at binmek ona iyi gelecekti. Temiz havaya ve sorunsuz bir güne ihtiyacı vardı. "Ve banyoya..." diye mırıldandı. Merdivenlerden inerken elinde koca meyve tepsisiyle yukarı çıkan Bridget'e göz ucuyla baktı. Meyveler muhtemelen Hogan'a gidiyordu. Bridget'in uzun zamandır Hogan'a olan ilgisi genç adamın dikkatinden kaçmamıştı. Kaseden özenle seçilmiş büyük kırmızı bir elma alıp yoluna devam etti. -Hogan şanslı bir adam- diye düşünmeden edemedi. Başını iki yana sallayıp kendisine bu konu hakkında düşünmeyeceğini hatırlattı. Birkaç adamın sorununu dinledikten sonra nihayet ahırların bulunduğu arka bahçeye ulaşmayı başarmıştı. Toplanan sebzeleri görmezden gelip iki büyük ısırık aldığı elmayı toprağa fırlattı. Elinin tersiyle ağzını silip ahıra girdi.
Ena kapının açılması ile birlikte içeri giren ağır viski kokusunu içine çekti. Bir an için kendini ahır yerine şaraphanede gibi hissetmişti. Saatlerdir kendini fırçalatmamak için inat eden kızıl kısrağın yanından dolaşıp başını kapıya doğru uzattı. Aodh atının yanından kafasını uzatan kadını görünce elini kapıya dayayıp kaşlarını çattı.
"Senin burada ne işin var kadın?"
"Kadın?" Ena kendi kendine gülüp elindeki fırçayı saman yığınının üzerine attı. "Oradan bakıldığında otuz-kırk yaşlarında gibimi görünüyorum? Üstelik insanlara isimleriyle hitap etmek nezakettir. Benim bir adım var tıpkı seninde olduğu gibi Aodh!"
Tanrım, Aodh kulaklarına inanamıyordu. Karşısındaki cılız kadın ona ismiyle, tamamen saygısız bir şekilde mi hitap etmişti yoksa? Tam konuşacaktı ki sözünün bölünmesi ile sustu.
"Dün akşam ahırlar ile ilgile ilgilenmem gerektiğini bana başka birimi söyledi? Hatta ekinleri dahi topladım. Onları daha ne kadar süre toplamayacaktınız? Hem ekin tarlasına funda ekmekte nereden çıktı? Bezelyeleri böceklendirmişsiniz!"
Aodh ileri atılıp kadının ağzını kapattı. Sesi beyninde yankılanıyor akşamdan kalmışlığının verdiği baş ağrısını gittikçe daha da katlanılmaz kılıyordu. "Sus kadın sus!"
Ena Aodh'un elini ısırıp geri çekildi. "Lanet olsun Ena, adım Ena! Kadın, kadın deyip durmaktan vazgeç." Genç adam Ena'nın huysuz tavrı üzerine çileden çıkıp onu boynunun gerisinden kendine çekti. "Benimle konuşurken seçtiğin kelimelere dikkat et kadın! Tabii ömrünün sonuna kadar susmak istemiyorsan..." Ena o an McGiola beyinin babası ile konuştuklarını anımsayınca yüzünde bir zafer tebessümü belirdi. Kelimeler dudaklarından dökülürken erkeğin konforsuz tutuşuna rağmen hala gülümsüyordu.
"Dubhgahail nişanı ve mührü..." dedi. Ardından durdu. Erkeğin gözlerinin içine direkt olarak baktı. " Sana istediklerini söylemeyeceğim bu yüzden ölene kadar konuşamayacağım. Ne yazık!"
Aodh başını yana yatırıp Ena'nın söylemek istediğini düşündü ve ardından gülümsedi. "Mealduine'deki nişan ve mühür mü?"
Genç kız başını evet manasında sallayıp şaşkın ifadesini gizlemeye gerek duymadan erkeğin kara gözlerine baktı. Boynunu sıkan eller rahatsızlık vericiydi. Öne doğru bir adım atarak aralarındaki mesafeyi kapattı. Aodh'un kokusu onu sarhoş etmiş olmalıydı.
"Mühür sahte, nişan ise..." Aodh kahkaha attı. "Nişan yok, Dubhghail nişan taşımayan tek beyliktir." Genç adam cümlesini bitirirken kadının yüz ifadesinin komikliğine bir kez daha güldü. Onu bu denli keyiflendiren almış olduğu tehdit olabilir miydi? Kadının yumuşak nefesi... Tanrım onu hissediyordu. Pembe dolgun dudaklarını da hissetmek istiyordu. Güçlükle yutkunup gözlerini kapattı ve Ena'yı serbest bıraktı. Şu an akıl sağlığını koruyabilmesi için yapması gereken en doğru şey atını eğerleyip rüzgarı karşısına alarak hızla klandan uzaklaşmaktı.
Ena, verdiği göz dağında dahi başarısız olup küçük düştüğü için ölesiye utandı. yine de sahte olan mührü merak etmişti.Samanlığın üzerine attığı fırçayı alırken boynundan aşağı sallanan kolyenin ucundaki yüzüğe baktı. O da sahte olabilir miydi? Doğrulup arkasını döndü.
"Aodh?"
Genç adam başını Ena'nın bulunduğu bölgeye çevirdi. Onun kendisine sürekli olarak ismiyle hitap etmesi hoş değildi. Hayır, bu tamamiyle alışık olmadığı birşeydi. Ena aklındakileri bu adam ile konuşmanın doğru olmadığının kanaatine vardığında omuz silkti. Fırçayı ahşap duvara birkaç kez vurup silkti ardından aralık kapıdan ikinci bölmeye geçti. Buradaki benekli at onu daha sakin karşılamıştı.
"Atından dahi hoşlanmıyorum!" diye mırıldandı.
"Emin ol o senden çok hoşlanmıştır!" Aodh sırıttı. Eğerleme işlemi neredeyse bitmişti. Yanına alacağı birkaç şeyi daha kontrol etti ve göz ucuyla genç kadının bulunduğu bölmeden eğidiği için direk göze çarpan kalçalarına baktı.
"Bu bir eksiklik değil!" Ena iç çekti.
"O kadar eksikliğinin içinde fark edemeyeceğinden eminim."
Genç kadın maruz kaldığı hakaretin ardından dişlerini sıkıp kapıya doğru yürüdü ve ayağıyla sertçe tekmeleyerek kapattı. "Ah şu berbat koku. nasıl oluyor da bir ahırdan daha kötü kokabiliyor? Burnumu kaybettim sanırım artık hiçbirşeyi fark edemeyeceğim."
Aodh, tahammül yeteneğini yitirmeye başlamıştı. Kadında deli cesareti vardı. Fakat şu bir gerçekti ki hiçbir kadın Aodh Dugbhail ile bu şekilde konuşamazdı!
"Gitmeyecek misin?"
"Tanrı aşkına!" Genç adam kapıyı sertçe açıp diğer bölmeye geçti. Belki dilini kopartırsa bu patırtıdan kurtulurdu.
Ena öfkeden gözleri alev saçan adamın aklından geçenleri az çok tahmin ediyordu. Kendisine doğru yürümeye başladığında atın arkasından dolanarak diğer bölmeye koştu ve kapıyı kapatıp sürgüsünü çekti.
"Seni küçük..." Aodh kapıyı tekmeledi.
"Hemen kapıyı aç!"
"Orada çürü Dubghail!" Genç kız kızıl kısrağın tepesine çıkmak için yaptığı denemede başarısız olunca yutkunarak çatırdayan kapıya baktı. Neyseki kapı kırıldığında ata binmeyi başarıp var gücü ile tekmeledi. Aodh koşmasına rağmen kadına yetişemedi. İçeri girip Hogan'ın beneklisini yelesinden sürükleyerek dışarı çıkarttı ve üzerine atlayıp ileri atıldı. Onu ele geçirdiğinde bu defa canına okuyacaktı.
Ena gittikçe kendisine doğru yaklaşan adamı gördüğünde çığlık attı. Atın karnını daha sıkı tekmeledi. Ne yazık ki işe yaramamış, hayvan sahibinin ıslığı işe manevra yaparak tersi yöne koşmaya başlamıştı. Genç kadın Dizginin sağ kanadını kendine doğru çekerek bir kez daha onu döndürmeyi denedi Fakat kısrak şaha kalkarak dengesini yitirmesine neden olmuştu. Aodh, Ena'nın toprağa serildiği anı kaşlarını çatarak izledi. Bu ona müstahaktı. Lakin kadının düştüğü yerde hala yatıyor oluşu onu duraksattı. Ardından çabucak aşağı atlayıp hızlı adımlarla o tarafa doğru yöneldi. Genç adam hedef noktasına vardığında tuttuğu nefesini yüzünü buruşturarak geri üfledi. Ena'nın alnında derince bir yarık belirmişti ve kanıyordu. Aodh derhal onu kucaklayıp az ilerisindeki ağacın gölgesine yatırdı. Yüzünün sağ tarafı kırmızıya bulanmıştı. O ıslığı çaldığına ölesiye pişman olduğunu hissetti.
Ena çok geçmeden başındakı korkunç yanma hissi ile gözlerini araladı. Aodh karanlık gözlerini üzerine sabitlemiş ona bakıyordu.
"Öldüm, cehennemdeyim ve yine sen!"
"Ölmedin..." Genç adam yutkundu. Ses tonu tahmininden daha yumuşak çıkmıştı. "Lakin Dubghail'i sana cehennem yapacağıma söz verebilirim."
Ena belli belirsiz tebessüm etti. Eliyle yarasını yokladıktan sonra dirseği üzerinde doğruldu. Aodh kadının toprak ve kan ile lekelenmiş yüzüne doğru eğildi. İçindeki dürtü yarasına dokunmasını, iyi olup olmadığını sorması gerektiğini söylesede birşey demedi. Bir bey olarak bu durumda onu affetmişti. Doğrulup onu da beraberinde yerden kaldırdı. Kadının cılız iteklemesine aldırış etmeden atının üzerine atladı ve onu kucağına çekti. Şimdi kaleye dönecekler ve Ena McGiola onun bir bey olduğunu ne pahasına olursa olsun küçücük kafasına kazıyacaktı.
|
0% |