@gizemmgurbuzz
|
Ena, Dubghail'in onu tek kolu ile zorlanmadan attan indirdiğini düşünürken ürperdi. Yol boyunca pek konuşmamışlardı. Yalnızca alnına dikiş atılırken Aodh'un homurdanmasını işitmişti. Fazlasıyla kızgın olmalıydı. Genç kız, zemin kattaki odalardan birinde kilitli olduğunu göz önünde bulundurunca "Kızgın"diye mırıldandı. Peki ya kaçabilseydi? O zaman ne yapacaktı? Köyünün yerlebir olduğunu biliyordu. Dudaklarını büküp küçük pencerenin altındaki tabureye otururken Drothilleri düşündü. Oldukça yaşlı olsalar bile henüz ölmek için iyi bir zaman değildi. Az sonra demir kapı yavaşça açıldı. İçeri ufak tefek, şirin bir genç kız girdi. Kendisinden yaşça küçük görünüyordu. Ena yirmi dört yaşında olduğunu hatırlayınca başını iki yana sallayıp tüm dikkatini kıza verdi. Oldukça alımlı ve hoş bir görünümü vardı. Yaklaştı, elindeki torbayı uzattı. Güzel yüzünü gölgeleyen üzgün bir ifadesi vardı. "Bunları sana beyim yolladı." dedi yavaşça. "Aodh ne için bana erzak yollasın ki?" Ena derin bir nefes alarak elindeki torbayı sımsıkı tuttu. "Bey değil!" Genç kadın karşısındaki kızcağızın içlenerek göz yaşı dökmesi üzerine ayağa kalktı. "Bir sorun mu var? Erzakları kim yolladı?" "H-hogan..." Ena gülümsedi. Anlayışla başını salladı ardından torbayı kızın ayaklarının dibine koydu. Karnı ne kadar aç olursa olsun onları yiyemezdi. Ağlayan kızı kendi taburesine oturtup önünde diz çöktü. "Ağlama, ben beyini tanımıyorum ve onun da beni tanıdığını düşünmüyorum." "O beni görmezden geliyor. Her gün, her an onun için hazırım, ağzından çıkacak tek bir kelime benim için herşeyden değerli ama o bunu görmüyor bile..." Genç kız kaşlarını çattı. "Bak, nasıl hissettiğini anlıyorum diyemeyeceğim çünkü daha önce hiç böyle duygularım olmadı. Lakin bana kalırsa hata sende olabilir." Ena kaş çattı. "Ne için ona avuçlarının içinde olduğunu hissettiriyorsun ki?" "Etrafında dolanıp dururken dahi yüzüme bakmıyor! Nasıl uzak kalayım?" Genç kız derin bir iç çekti. Ena biraz düşündü. Doğru kelimeleri seçmeliydi. Fazla eleştiri yaparak kırıcı olmamaya özen göstererek konuştu. "Sürekli seni gördüğünü söyledin, bu ona seni düşünme fırsatını vermiyor olabilir mi?" Gülümsedi. fakat kız acı çeken ifadesinden ödün vermedi. "Düşünmek..." Bridget duraksadı. Sonrasında nezaketsizlik ettiğinin farkına varıp gülümsemeye çalıştı. "Senin adın ne?" "Ena, Ena McGiola." "Ben Bridget Morgan" Genç kadın onun ardından sımsıkı örülü altın sarısı saçlarına itina ile sarılmış ekosesine, kuvvet kullanarak bağlanmış büstiyerine baktı. Yakasından sarkan kırmızı bir kurdele vardı. Yuvarlak yüz hatları olan iri gözlü oldukça sevimli bir kızdı. Fakat tüm bunlar onu Higlandstan çok uzak gösteriyordu. Ena kıkırdadı. kendini tutamamıştı. "Tıpkı bir ingilize benziyorsun." Bridget kaş çattı. "Ben zaten bir ingilizim!" Genç kadın daha çok güldü. Bridget ise ağlamaya devam etti. "Tatlım... İskoçyaya ingiliz kültürünü tanıtman güzel lakin bunu yalnızca kadınlar arasındayken yapmalısın. Erkekler hoş karşılamayacaklardır." Kız tatlı tatlı ona baktığında Ena başını salladı. Hogan ona karşı en ufak birşey hissediyor olsa dahi bu fazla İngiliz görüntüsünden utanırdı. "Öncelikle kendi topraklarından ayrıyken bu denli kibar olmak doğru değil." "Burası benim toprağım Bey Aodh beni getirdiğinden beri öyle." Bridget omuzlarını dikleştirdi. "Aodh seni buraya neden getirdi?" "Kendim istedim..." Ena, genç kızın kaçamak cevabını algılayamamış olsa da daha fazla soru sormamaya karar verdi. Bir insan ne diye yaşadığı yeri bırakmak istesindi ki? Aklına hucum eden soruları uzaklaştırmak adına konuyu değiştirdi. "Öncelikle..." Bridget'in boynundaki kurdeleyi çıkarttı ve altın sarısı saçlarını sıkı örgülerden kurtarıp doğal bir hal verdi. Bridgetin geri çekilmesi üzerine "Bana bırak olur mu?" diye söylenirken üzerinde kalıp gibi duran büstiyerin bağlarını çözdü ve kiltinin kemerine tutturulmuş parçasını omuzundan geriye attı. "Şimdi çok daha iyi görünüyorsun. Tanrım, Hogan böyle bir güzelliği nasıl olur da görmez..." "Hepsi ingiliz olduğum için!" Bridget tekrar histeri krizi geçirmeden önce iç çekerek konuşmuştu. Ena başını iki yana sallayıp yiyecek torbasına yöneldi. taze somun ekmeğinin kokusu açlıktan midesine kraplar girmesine neden oluyordu. "Ondan bir parça alabilirmiyim?" "Ah evet, bencil davranışım için özür dilerim Ena. Tüm gün birşey yememiş olmalısın. Yaran da çok acı verici görünüyor fakat Bey Aodh'un elinden kaçma cesareti gösterdiğini duyunca şaşırmadım diyemem. Kadınlar arasında oldukça büyük bir nam saldın. Bak burada taze somun biraz peynir ve elma var. Fakat ben artık gitmeliyim." Yeni görünümünü şöyle bir yokladı. "Teşekkürler." "Ben teşekkür ederim. Sanırım bir süre daha burada olacağım Beni sık sık ziyarete gel olur mu?" Bridget ona altın değerindeki gülümseyişi ile karşılık verirken ısak yanakları hafifçe pembeleşmişti. Ena derhal erzak torbasını karıştırmaya koyuldu. Genç kız odadan çıkarken ise aniden konuştu. "Bridget!" "Evet?" "Düşünmesine zaman vermelisin..."

Müzik Aodh'un düşüncelerini yansıtmaktadır. --- Ertesi gün---
Aodh tam koltuğuna yayılmış bardağındaki içkiyi yudumlarken çalışma odasının kapısı bir defa sertçe vuruldu. Genç adam çok yorgun olduğunu belirtircesine esneyip içeri girmeye hazırlanan kişiyi beklemeye başladı. McGiola kadınını kovaladıktan sonra bir sürü Dubghail ile uğraşmak zorunda kalmıştı. "Tanrım ne kadar sorunlusunuz" diye söylendi. K
apı yavaşça açıldı ve Hogan ardına bakarak içeri girdi. Şaşkın görünen adam ancak ayaklı giyim askısına çarptıktan sonra kendine gelebilmişti. Aodh yerinde doğrulup arkadaşını baştan aşağı süzdü. Sarhoş ya da sinirli görünmüyordu. Hogan birkaç hızlı adımda kendisine doğru yürüyüp elindeki bardağı aldı ve tek dikişte hepsini içti.
"Onun sorunu ne?" diye çıkışmıştı kendi kendine.
"Bugün burada ki herkes sorunlu Hogan..."
"Hayır" Hogan başını iki yana salladı. Aodh adamın yüzüne daha dikkatli baktı. Gerçekten şaşırmış görünüyordu.
"Peki senin sorunun ne dostum?"
"Bridget... Bu gün yalnızca iki defa tesadüfen karşıma çıktı. Az önce ise beni görmezden geldi."
"Bunu ne için umursuyorsun?" Aodh başını yana yatırdı ve sırıttı. Hogan ise omuz silkip yeniden kapıya doğru baktı.
"Hiç böyle yapmazdı..."
Aodh kaşlarını kaldırıp yerinde iyice yayıldı ve McGiolayı düşünmeye başladı. Onu kilitleyerek cezasını verdiğini düşünüyordu. Fakat bugün yanına gidip uslanıp uslanmadığına bakacaktı. Kolları arasındaki cılız varlığını hissettiğinde tek ayağını hızlıca sallamaya başladı. Genç adam böylesine arzuladığı lakin dokunma düşüncesinin bile içini titrettiği bir kadınla uzun süredir karşılaşmamıştı. Onu gördüğü kısacık zaman içerisinde vurulmuştu. Fakat bedenine değil. Hayatında ilk defa adını titremeden söyleyen gözleriyle, sözleriyle kendisine meydan okuyan bir kadın vardı. Korkutucu görüntüsünü umursamıyormuş gibiydi.
"Sen beni dinliyor musun?" Hogan homurdandı.
"Hayır!" Aodh huzursuzca doğruldu. Böyle olmazdı. Onu tatmin etmedikleri sürece kadınları düşünmeyeceğine yemin etmişti.
Arkadaşı homurdanarak odadan çıkarken ayağa kalkıp onunla gitmeye kendini zorladı. Eğer düşüncelerini uzaklaştıracaksa değil Dubhgahail, tüm iskoçyanın sorunlarını dinleyebilirdi
|
0% |