@gizemmgurbuzz
|
*Müzik Enanın düşüncelerini yansıtmaktadır.
Ena titreyen bedeni biraz olsun durulduğunda yaklaşık bir saattir sıcak suyun içindeydi ve Bridget elindeki sabun ile saçlarını köpüklüyordu.
"Ena o adam sana bir şey yapmadı değil mi?"
Genç kız omuz silkti. Başından aşağı dökülen suyun onu yeterince köpüklerden arındırdığına kanaat getirdiğinde ayağı kalktı ve yumuşak kumaş ile iyice kurulandı.
"Dubghail ekosesini şu an sarınmak istemiyorum Bridget lütfen bana iç gömleğimi getirirmisin?"
"Elbette"
Ena gömleği giydikten sonra dekolte bağlarını sıkıca düğümleyip yatağa uzandı. Aodh yetişmemiş olsaydı ona ne olacaktı? Dizlerini karnına doğru çekti. Canı yanıyordu. O iğrenç adam her yerini mosmor etmiş olmalıydı. Bridget banyoyu toparladıktan sonra yanına oturup komidinin üzerinde duran çorba kâsesini uzattı.
"Bunu yemeyecek misin Ena? Tüm gün aç kaldın..."
"Yemek istemiyorum."
"Lütfen biraz ye, gücünü toparlaman lazım."
"Genç kız tam mızmızlanmaya hazırlanıyordu ki kapı çaldı ve içeri Aodh girdi. Bridget derhal yataktan kalkıp tepsiyi komedine koydu ve Aodh'un ona kapıyı işaret etmesi üzerine dışarı çıktı.
"Ena konuşmak ya da ona bakmak istemiyordu. Oyalanmak için çorba kâsesini alıp yavaş yavaş yudumlamaya başladı
Aodh yemeği bitene kadar ayakta onu izledi. Bu dakikalarını dahi almış olsa rahatsız edici değildi. Ona karşı kendini suçlu hissediyordu. Sadece bir gün ortalarda yoktu fakat tüm klan birbirine karışmıştı. Tanrım ne kadındı ama... Çorbasını bitirdiğinde eğilip kâseyi ondan aldı. Ardından bacaklarını kenara ittirip yatağın ucuna oturdu. Şimdi ona söyleyecekleri muhtemelen çok sevindirici olacaktı.
"Kendine geldikten sonra seni Giola vadisine geri götüreceğim." Diye geveledi. Kadın yavaşça başını kaldırıp perişan gözlerini kendisininkilere dikti.
"Ben kendimdeyim, hemen gitmek istiyorum!"
Aodh ellerini dizine vurup ayağa kalktı. Ve yere öylece atılmış ekloseli kumaşı ona uzattı.
"Öyleyse hemen hazırlan eğer hızlı olursak yarın sabaha vadide oluruz." Ena bir süre kendisine uzatılan ekoseye boş gözlerle baktı. Onu giymek istemiyordu lakin sunulan en hızlı seçenek o gibi görünüyordu. Çabucak yataktan kalktı ve ekoseyi öylece beline doladı. "Ben hazırım" Aodh onun bu denli hevesli olmasına şaşırmadı. Yine de dudaklarının neşeyle kıvrılmamasından ve gözlerindeki alaycı bakışı görememekten hoşlanmamıştı. Kapının hemen yanındaki dolapta her daim hazır olan yolculuk çıkınını, kılıcını ve matarasını yanına aldıktan sonra kapıyı açtı. Kadın hiç ses çıkarmadan yamuk bağladığı ekosesinin eteklerini tutarak kapıdan süzüldü.
Ena erkeğin huysuz kızıl kısrağı eyerleyişini somurtarak izledi. Ona hala söylemesi gerekenler olduğunu bilse bile susuyordu. Aklının bir yanı teşekkür edip gülümseyerek eve dönmesini tavsiye ederken diğer yanı onun yüzünden bu halde olduğunu hatırlatıp duruyordu. Atı eğerlerken sıkıp gevşettiği dişlerine, çatık kaşlarına ve hızla hareket eden ellerine baktı. Aodh çekilmez bir adamdı. Evet, kesinlikle öyleydi. Alev alev yanan kızıl saçları dahi onu gözünde sevimli kılmıyordu. Ena başını iki yana salladı.
"Buraya gel Ena."
Ena gözlerini devirip birkaç adım öne doğru ilerledi ve elini kısrağın boynuna koyup onu okşadı. Aodh ise alışılmışın dışında bir hızla ata bindi. Genç kadın onun ne yaptığına bakarken o aşağı doğru eğilip kendisini belinden kavramış ve eyerin üzerine oturtmuştu.
"Tek başıma gidebilirim!" Ena kendisine dokunulduğu anda başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetmişti. Oldukça farkedilir bir şekilde yüzünü buruşturdu ve uzaklaşmaya çalıştı.
"Tek başına gitmeyeceksin..." Aodh yeniden dişlerini sıktı. Kadını kendisinden uzaklaştırıp eğere tutunmasını sağladı ve olabildiğince geri çekildi. Atını ahırdan çıkarıp meydanda salına salına ilerlemesine izin verirken kendisinde tedirgin olmuştu. Lakin tek başına at sürerken ne denli dikkatsiz davrandığını görmüştü. Etrafta işleriyle meşgul olan Dubghailliler dönüp onlara baktığında garip bir grur ile dolduğunu hissediyordu. Sırtını dikleştirip eyere tutunan kadının güneşte parıldayan yumuşacık saçlarına baktı. Kollarını iki yanından uzatıp dizginleri eline aldığında ise göz ucuyla tepkisine baktı. Kendince somurtma rekoru kırıyordu. Genç adam ona aldırış etmedi. Nazlanan kısrağın karnına hafifçe vurup hızlanmasını sağladı.
Ena sopa yutmuş yeni yetme kızlar gibi dimdik durmaktan fena halde sıkıldığını hissetti. Üstelik yorulmuştu da.
"Durmayacak mıyız?"
"Henüz yola çıkmışken mi?"
"Bir saattir yoldayız."
"Güzel, o halde geriye yirmi üç saatimiz kaldı." Aodh sırıttı. "Her saat başı duracaksak iki günde Giolaya giden tek Dubghail olarak tarihe geçeceğim."
"Her şeyin bir ilki vardır." Ena bakışlarını erkeğin gözlerine kaydırdı. "Ben de bugün bir ilk yaşadım. Eğer yetişemeseydin asla unutamayacağım bir ilk olacaktı. Bir Dubghail'e teşekkür etmek onur kırıcı mı olurdu?"
"Bir McGioladan teşekkür duymak garip olurdu."
Ena ister istemez gülümsedi. İtiraf etmek zorundaydı, bu adamın yanında kendini güvende hissediyordu. "Şu an senden nefret etmem gerekiyor bu yüzden beni güldürmekten vazgeçmelisin." Aodh kahkaha attı. "Senden kurtulduğumda bir daha asla kadınlara yaklaşmayacağım. Siz lanetlisiniz ve işini doğru düzgün yapan bizleri engelliyorsunuz..." Ena duyduğu yorum üzerine kaş çattı. "O halde zamanı geldiğinde çocuğunu Hogan doğursun!" diye söylendi fakat Aodh eliyle onun ağzını hafifçe kapatarak gülmeye devam etti.
--
Aodh uyukladığı halde hala dik durmaya çalışan kadını yavaşça kendine çekti Ena derhal boyun kıvrımına kurulurken genç adam pelerininin uç kısımlarındaki parmaklıklarını takıp onu korumaya aldı. Bu durumdan hoşnut değildi. Bir kadını kolları arasında tutuyor olmak ve ona ne kadar istese de dokunmaya çekiniyor olmak oldukça rahatsız edici ve alışılmadık geliyordu. Evet, kesinlikle alışılmadık bir durumdu. Kadının eteği üzerinde sımsıkı birleştirdiği ellerine göz ucuyla baktı. Ardından boynundan omzuna kayan başı, saçlarının kokusu ve güzel yüz hatları karşısında çatık kaşlarını serbest bıraktı. Ena gerçekten çok güzel bir kadındı. Bambaşka bir havaya, sert bir mizaca ve içten bakışlara sahipti. Aynı anda hem tatlı tatlı esen bahar meltemi hem de fırtına olabiliyordu.
Aodh önündeki kararmaya yüz tutmuş göğe bakıp başını iki yana salladı. Bir kadına güvenmezdi o. Kadınlar güzel yüzleri altında saklı şeytandılar. Atını şaha kaldırıp kucağında yatan kadını uyandırdı. "Ena zamanında tutunmamış olsaydı düşebilirdi. "Ne yapıyorsun!" diye bağırdı. Aodh ona cevap vermedi kene gibi göğsüne yapışan kadını kendisinden uzaklaştırıp yoluna devam etme isteği ile atının karnına sert bir tekme attı. Genç kadın sesini çıkartmadı. Tırnaklarını eyere geçirip sıkıca tutundu. Kavga ederek zaten kötü olan moralini iyice bozmaya hiç niyeti yoktu. Tanrım nasıl bir gündü ama! O adamın dokunuşunu üzerinde hissettikçe çıldıracak gibi oluyordu. Baştan aşağı titredi. Bunun tenine değen soğuk rüzgârdan dolayı mı yoksa ürperdiği için mi olduğunu bilmiyordu. Titreyişi durmadığında göz ucuyla arkasındaki deve baktı.
"Saatler oldu!"
"Hala 19 saatimiz var..."
"Ben bir kadınım! At üzerinde senin kadar uzun kalmamı nasıl beklersin?"
"Evet gördüm..." Aodh onu kızdırmak için içgüdüsel olarak harekete geçmişti. Ena sinirlendiğinde oldukça eğleniyordu çünkü.
"Genç kız öfke dolu bakışlarını ona çevirmişti ki hemen önüne döndü. Karşılık vermek istemiyordu. Kendine söz vermişti. Dişlerini sıkıp gevşetmekle yetindi. Aodh pes etmedi. "Tüm vücudun bacaktan ibaret olmalı." Diye mırıldandı.
"Kendime söz verdim..." Ena dişleri arasından konuştuktan sonra zorla gülümsedi.
"Bana katlanıyorsun..."
"Hayır!"
"Katlanıyorsun..."
"Susmayacak mısın?"
Aodh tekrar kahkaha attı. Ena ise kaşlarını çattı. İyiden iyiye huysuzlanmıştı.
"Artık Durmayacak mısın?"
"Hayır."
"Peki..." Ena ata binmek konusunda her ne kadar çok iyi olmasa da nasıl durdurulacağını biliyordu. Dizginlere asılıp sertçe kendine çekti. Hayvan rahatsız olduğunu belirten bir kişnemeyle tekrar şaha kalktı ardından durdu. Bu defa tutunmak zorunda kalan Aodh olmuştu. Beline dolanan güçlü kollara bir müddet baktıktan sonra onu ittirip aşağı atladı.
Bacakları üzerine sert bir iniş gerçekleştirmiş olmasına rağmen ses çıkartmadı. Göz ucu ile kendisini azarlama hazırlıkları içine girmiş adamı süzdükten sonra bulundukları noktaya en yakın ağacın altına doğru ilerledi.
"Benden at üzerinde bilmem kaç saat geçirmemi isteyen Bir adam nasıl biri olabilir ki? Hangi insan bacakları arasında saatlerce koca bir hayvanı tutabilir?" Olduğu yerde durup ağacın uygunluğuna baktıktan sonra konuşmaya kaldığı yerden devam ederek arkasını döndü. " Nasıl bir insan..."
Aodh konuşmakta sınır tanımayan kadının onu fark etmediğine hayret etti ve hızlı dönüşüyle göğsüne çarpıp irkilerek geri kaçışını kaş çatarak izledi. Bir an için keskin mavi renkteki gözlerini üzerinde gezdiren kadın konuşmak için yeniden ağzını açtı.
"Nasıl bir insan senin kadar inatçı...." Genç adam bu konuşmanın akabinde öfkeleneceğini biliyordu o nedenden atını ağaca bağlamak için harekete geçti.
"Kendi kendime gidebilirdim. O zaman..."
Aodh sonunda onu kızdırayım derken kendi çileden çıktı. Ne için sürekli tek başına gitmekten bahsediyordu. Ne için kalmayı bir an için olsun dahi düşünmüyordu? Genç adam içine düştüğü tek taraflı duygu karmaşasının onu daha çok öfkelendirdiğinin farkına vardı.
"O zaman benim beyliğimden dahi olmayan haydutlar tarafından..." Aodh sustu. Şimdi ne diyordu böyle? Onu götürmek zorunda olmasının sebebi bizzat Dubghail değil miydi? Kayışı fazla sıkarak hayvanı ürküttü. Ena susmuştu. Genç adam dişlerini sıktı. Evet, onun durmasını istiyordu lakin böyle değil. Kararan gökyüzündeki dolunaya bakıp yavaşça susan kadına doğru döndü. Ağacın altında büzülmüş oturuyordu. En kötüsü ise başını dizleri üzerine koymuş, ona yüzünü göstermiyor olmasıydı. Aodh bu durumdan nefret ediyordu. Belindeki kemeri çıkarıp su matarasını eline aldı. O mataranın içinde genelde viski olurdu. Hafifçe kapağını açıp kokladı. 'Her zamanki gibi' diye düşündü belki biraz içkinin vücudunu ısıtması ona iyi gelirdi. Matarayı kafasına dikerken göz ucu ile Ena'ya baktı. Kadının orada öylece kapanıp oturmuş olması ağzındaki koca yudumu tükürmesine neden oldu. Aodh aklını kaybedip ona zarar verecek olmaktan hoşlanmazdı. Kesinlikle hoşlanmayacaktı! Kadının McGiola olması bile bu konuda onu harekete geçirmezdi. Matarada kalan içkiyi başka bir zamana saklayıp yerine koydu ve kendisi de ağacın dibinde oturdu.
Ena özel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra dinlenmek için durdukları yere geri döndü. Aodh hala uyuyordu. "Bu şekilde uyumaya devam edersen kalan on dokuz saat nasıl biter?" diye söylendi. Karnı fazlasıyla acıktığı için direkt olarak ata yöneldi yanında getirdiği çıkında güzel bir şeyler olmalıydı. İri iri dilimlenmiş ekmekleri eline alırken duraksadı. Ufak sayılabilecek fakat tehlikeli bir ses duymuştu. Ekmekleri torbaya gerisin geri koyarak yavaşça arkasına döndü. Görünürde dikkat çekecek herhangi bir şey yoktu. Yanıldığını sandı. Tam yarım kalan işi için çıkına yönelmişti ki ilerde dalların çatırtısı dikkatini çekti. Parmak ucunda ilerleyip Aodh'un yanında dizleri üzerine çöktü. Tanrı aşkına bu adam ne için hala uyuyordu ki? Tek elini erkeğin hararetle inip kalkan göğsüne koyup diğeriyle aynı bölgede adeta küçük bir delik açmak için kullanmaya başladı. "Aodh, Aodh... Bri var..." "Aodh tek gözünü açıp ritmik olarak göğsüne vuran kadına baktı. Korku dolu gözlerle ilerideki çalılıkları süzüyordu. Genç adam o yöne doğru başını çevirdiğinde iki savaşçı bulundukları yerden çıktılar. Aodh onların ekoselerine dikkat etmeden önce taş kesen kadını iyice yanına çekti. Ardından savaşçılara döndü. Açık kahverengi ekose giyen savaşçılar McGiolalırardan başkası değildi. Aodh yeniden kadına doğru döndü. Ena savaşçıların giydiği ekosenin Kendi renkleri olduğunu görünce başını Aodhun omzu ile ağacın arasına soktu. "Ne istiyorsunuz?" Aodh tok bir sesle konuştu. "Kimsiniz?" Adamlar bir ağızdan konuşmuştu. Aodh kendisini göstermek için Hafifçe öne doğru eğildi. "Dubghail, Aodh Dubghail!" Ena erkeğin omzu üzerinden savaşçılara baktı. Dehşete kapılmış görünüyorlardı. "İşe yaramazlar" diye fısıldadı. Aodh sırıtıp başını yana çevirdiğinde kadınla burun buruna geldi. Tatlı kokusu ve güzel dudaklarının bir an duraksamasına neden olsa da mavi gözlerine kayıtsız kalarak konuştu. "Yola onlarla devam edecek misin?" Ena şimdi ne istediğini bilmiyordu. Doğru olan kendinden olanlar ile dönmesiydi. Genç kız dolunayın içinde parladığı gözlerini Aodh'unkilerden ayırıp savaşçılara doğru baktı ve sessizliğini bozmadan, "Onları korumak için mi?" dedi. Rüzgârda titreyen ağaç dallarına benziyorlardı. Ne için herkes bu adamdan korkuyordu? Düşüncesi erkeğin havayı dolduran koyu kahkahasıyla uçup gitti. "Kalıp seni zor durumda bırakmayı yeğlerim!" Aodh yüzündeki gülümsemeyle ayağa kalktı. Kızı savaşçılara verip içine düştüğü sinir bozucu ruh halinden kurtulmak oldukça cezbedici bir seçenekti. Fakat o muhtemelen delirdiği için oldukça uzun bir yolu onu çileden çıkarıp duran bu kadınla gitmeye razıydı. "Yok olun!" dedi keyifle. Ena yüzünü dev adamın sırtından ayırıp yan taraftan savaşçıların koşar adım uzaklaşışını izledi. "Yüz karaları!" diye söylenmeden edemedi de. Onlar gittikten sonra Aodh arkasını döndü. Ena bir iki adım gerileyip ona baktı. Gölgeler içindeki yüzü oldukça sert görünüyordu. Yine de Ena onunla birlikte olduğunda korkmuyordu. "Neden onlarla gitmedin?" Aodh oldukça ciddi konuşmuştu. Alacağı cevap kendisi için önemliydi. Ena ise surat astı. Tam olarak hayal kırıklığına uğramış hissediyordu. Öyle ki neredeyse ağlayacak oldu. "Fazla uzaklaşmış olamazlar!" diye terslenip savaşçıların peşinden gitmek için döndü. Aodh aldığı nefesi dişleri arasından geri verdi. Ağacın dalından koparttığı cevizi çabuk çabuk yürüyen kadına doğru fırlattı. "İyi, git!" Genç kadın kafasına isabet eden sert cismin verdiği sızıyla ufak bir çığlık attı. Ardından adama doğru yürüyüp tam karşısına dikildi. İşaret parmağı ile âdemelmasına bastırmayı da ihmal etmiyordu elbet. "Yanlış kişiyle uğraşıyorsun Dubghail. Görüp görebileceğin en büyük bela tam karşında duruyor!" "Baş belası mı?" Aodh kadının yüz ifadesinin komikliğine karşın sırıttı. Ena eğilip yerden sert bir yumru aldı ve adama doğru salladı. Fakat onun bir taş değil de ceviz olduğunu görünce oyuncak bebek bulan küçük kız çocukları gibi sevindi. Ceviz kutsaldı. Onun ailesi için önemliydi. Genç kadın tepesinde sallanan dallara doğru baktı. "Ceviz ağacı..." diye mırıldandı. Aodh kadının ses tonunun büyüleyiciliği karşısında ağacın dile geleceğini düşündü. "Daha önce görmedin mi?" diyerek dalga geçti. "Güzel şeyler olacak Aodh, bu ceviz ağacı yeni bir başlangıcın habercisi..."Ena tepedeki dala uzanmak için zıpladı. Aodh neredeyse onun saçmalıklarına inanacaktı. Uzanmaya çalıştığı dalı indirip nazikçe toplayışını izledi. Ağacı tükettikten sonra ise ata doğru ilerledi. "Sen kendin gitmeyecek miydin?" "Beni ceviz ile geri çağırdın..." Ena sırıttı diğer yandan eteğine doldurduğu cevizleri Aodh'un yolluğuna doldurmaya başladı. "Tanrı aşkına kadın, o cevizi kafana attım!" Aodh kadının kendisini duymazdan gelişi karşısında dişlerini gıcırdattı. Bu kadın onu çıldırtacaktı. "Son on yedi saat" diye mırıldandı. Hatta hızlanırsa belki on iki saate ondan kurtulurdu. Ena erkeğin yardımıyla ata binerken gülümsüyordu. Elindeki cevizi iki parmağı arasına alıp Atın üzerinde hala homurdanan adama gösterdi. "Bunu beni kurtardığın için sana veriyorum Dubghail." dedi. Aodh anlam veremiyordu. "Onu senin kafana attım." diye ısrar etti. Ena cevizi onun kemerinde asılı duran çantasının içine attıktan sonra yolluktan iki dilim ekmek ve iki ceviz çıkardı. Aodh kadını ilgiyle izliyordu. Atı yavaşça harekete geçirdi. Genç kadın somunları eteğine koyup cevizleri minik elleri arasında sıkıştırarak ezdi. Aodh, kaşlarını yukarı kaldırdı. Ena ufak tefek boyuna göre oldukça güçlü bir kadındı. Genç kadın cevizi kabuklarından arındırdıktan sonra bir kısmını ağızına attı ardından somunu ısırdı.Ekmekten bir parça koparıp kalan cevizi üzerine koydu. Tek eliyle eyere tutunup Aodh'a döndü. Erkeğin onun etrafından dizginlere uzanan kolları hem düşmesini engelliyor hem de üşümemesini sağlıyordu. Elindeki cevizli ekmeği uzattı. "Bana mı?" Aodh şaşkınlığını gizleyemedi. "Başka tarafa uzatıp yiyebilme özelliğine sahip değilim." Genç kadın gözlerini devirdi. Ekmeği kendisine öylece bakıp duran adamın dudaklarına dayayıp öylece bekledi. Aodh tam olarak ne kadar ekmek yediğini bilmiyordu fakat tüm bunları eritebilmek için üç gün idman yapması gerektiğinin farkındaydı. "Bu sonuncusu!" "Daha fazla istemiyorum. İki savaşçının yiyeceği yemeği tek başına yediğinin farkında mısın?" Ena lokmayı konuşan adamın ağzına tıkıp susmasını sağladıktan sonra eteğini ve ellerini silkti. "At üzerinde bu kadar yol gittikten sonra iki dilim ile doyacak mıydın?" "Bazen gün boyu iki dilimle tok kalmak gerek!" Babam gibi konuştun. Ena güldü. Aodh ise kaşlarını çattı. Onun gerçekte kim olduğunu hatırlamak istemiyordu. Sırtını dikleştirip hızını arttırdı. McGiola sınırları içine girdiklerinde Ena, yorgun olmasına rağmen oldukça neşeli bir kahkaha attı. Uzaktan gayda sesleri duyuluyordu. Tanrım, bu iyi bir şeydi değil mi? "Bak Aodh, gayda çalıyorlar." "Iı-hı" "Bir düğün mü var? Ah çok yorgunum... Jane dans ediyor mudur? Öyleyse bende etmeliyim..." Aodh histerik iç çekişinin ardından "Kadınlar..." diye mırıldandı. "Aodh, hiç evlenmedin mi?" Genç adam duyduğu sorunun ona geçmişini hatırlatması üzerine geride kalan tüm güzel saatleri mahvedecek bir öfkeyle konuştu; "Bundan sana ne!" Ena kendisine bağıran adam karşısında ne yapacağını bilememişti. Aodh, yeniden ürkütücü halini almıştı. Oysaki Ena'nın sorusunun altında kötü bir anlam yoktu. "Yalnızca soru sordum." dedi şaşkınlıkla. "Haddin olmayan sorular soruyorsun!" "Evet, kesinlikle hatalı bir soruydu. Şu ifadeye ve gösterdiğin tavra baktığımda cevabını alabiliyorum." Ena atı durdurmak için dizginleri kendine doğru çekerek aşağı atladı. "Gerçekten hastalıklısın!" Dolan gözlerini köyüne doğru çevirip iç çekti. "Neden bağırıyorsun ki!" Aodh, hararetle inip kalkan göğsüne ve öfkesine söz geçiremiyordu. "Bu şekilde davranmaya devam edersen yalnızca düşmanlarını değil sana yaklaşmak isteyen herkesi korkutursun tabii!" Ena ayağını toprağa vurdu. Aodh gözlerini kapadı. Boğazına düğümlenen yumruyu yutkunarak indirmeye çalıştıktan sonra yeniden bağırdı kalbindeki acıyı haykırarak geçirebileceğini sanan bir korkaktı; "Atımı üzerine sürüp seni parçalara ayırmadan önce evine geri dön!" Evet, asıl korkak kendisiydi. Kadına ikinci bir defa bakmayı reddederek yıldırım misali ters istikamete doğru gitti
|
0% |