@gizemmgurbuzz
|
Müzik Enanın düşüncelerini yansıtmaktadır.
Ena, Dubghail ekosesini burnuna kadar çekip yatağın karşısında duran şömineye baktı. Tam bir hafta olmuştu. Köyünün yerli yerinde oluşu, Jane ile dans etmiş olmak... Drothillerin dahi hala sıcak yataklarında uyuyor olmalarına sevinmek onun için yeterli gelmiyordu. McGiolada değişen hiçbir şey yoktu. Dubghailden olduklarını söyleyen kadınlar etrafta hizmetteydiler ve klanın başına bir McGiola ile Dubghail'i iki bey duruyorlardı. Genç kız elini boynundaki kolyeye attı. Oraya geri dönebilmesinin tek yolu Mealduine mührüydü. Bu kolye Aodh'un ilgisini çekerdi. Peki, emaneti ona vermek ihanet olmaz mıydı?
Ena yatakta doğruldu. Aodh'un yanında olabilmesinin tek yolu buydu. Fakat mühür gerçekte Aodh'a aitti. Babası Mealduine klanını ele geçirdikten sonra Dubghail'i bastırmak için kullanacaktı mührü. Birsüre saçlarını çekeleyip yüzünü ovaladıktan sonra yataktan kalkıp kızıl ekoseyi omuzlarına sardı. Sandalyede asılı duran yolluğun içine kişisel eşyalarını koyup dışarı çıktı. Saat oldukça erkendi. Şimdi yola çıkarsa yarın sabah orada olacaktı. Az ilerdeki ahırın önünden geçen at arabasına baktı. Ardından büyük ve tekerlekli bir kasayı sürüklüyordu. Tüccarlar olmalıydı. Onları tanımıyordu fakat at üzerinde tek başına yolculuğu da göze alamıyordu. "Siz nereye gidiyorsunuz?" diye sordu büyük bir ümitle. "Kasadakileri Dubghaile bırakıp Mealduine gideceğiz." Ena çabuk çabuk konuştu. "Bende Dubghail'e gidiyorum. Sizinle gelmemde bir sakınca var mı?" Arabanın kasasında oturan kadına baktı. "Atla, tanrı aşkına neden tüm genç kadınlar o düğüne gitmek istiyor?" Ena kasaya çıkıp oturduktan sonra duyduklarını tekrar gözden geçirdi. Bir düğün mü vardı? "Hangi düğün?" "Dubghailde bu gece başlayacak düğün üç gece sürecek..." Kadın sırıttı. "Bey mi evleniyor muş Duncan?" Ena öksürmeye başladı. Göğsünü yumruklayarak öksürüyordu. "Ki-kim?" "Bilmiyorum gidince göreceğiz." Adam umursamazca konuşmuştu. "Bu oldukça garip olmaz mıydı?" Kadın Ena 'ya döndü. Genç kadın kendine gelebildiğinde sırıtan kadına baktı. "Neden garip olurdu?" diye sordu. Tanrım ağlamak istiyordu. "Aodh Dubghail hala hanımıma âşık çünkü!" "Hanımın?" Ena gözlerinin karardığını hissetti. "Ah evet, benim güzel İngiliz leydim Irene... Bilmiyor muydun? Oysaki Dubghaillilerin hepsi bu hikâyeyi bilir." Kadın Ena'nın sarındığı kızıl ekoseye baktı. "H-hayır..." "Ah tatlım hiç evden çıkmıyor musun? Altı ya da yedi sene kadar önce Hanımım ve yanındaki Bridget" Kadın Bridget adını tükürür gibi söylemişti. "Dubghail'e sığındılar. Aodh Irene'e deliler gibi aşık oldu Fakat hanımım ondan korkuyor dahası nefret ediyordu. 'Dubghail beyinden kim korkmuyor ki' Diyorlar ki Aodh'un her şeyi bırakıp onunla ilgilenmesine rağmen hanımım ondan hoşlanmamaya devam etti. Aslında bende Leydi Irene'in hizmetine girdikten sonra öğrendim ki Dubghailde kalış sebebi yalnızca Mealduine beyini bulabilmek içinmiş. Bende bu konuda ona yardım ettim. Bridget ise geride kaldı. O ve saçma sadıklık anlayışı..." Kadın nefes almak için durdu. "Ah, hanımım öyle güzel ki... O taş gibi görünen Aodh hanımımın kaçışının ardından günlerce yataktan kalkamamış. Komik değil mi?" Atları dizginleyen adam elindeki sopayı kadının sırtına vurdu. "Çeneni kapat! Yoksa yedi yılda Mealduineli mi oldun!" Ena dikkatler üzerinden dağıldığında arkasını dönüp başını tahta kasaya yasladı. Duydukları onu paramparça etmişti. Ya düğün? Genç kadın ekoseyi başının tepesine kadar çekip sessiz hıçkırıklara boğuldu. Aodh kemerini ekosesine geçirirken çantadan yatağın altına düşen şeyi almak için eğildi. Elini dar alandan uzatıp dokunabildiklerini kendine doğru sürükledi. Tozlu beyaz bir mendil ve ceviz... Genç adam elindekilerle yavaşça ayağa kalktı. Sahi bu hafta onu birkaç kez düşünmüştü? Ah hayır, aklı meşgul olmadığı her an kadının yüzü gözleri önündeydi. Başını iki yana sallayıp cevizi çantasına geri koydu ve mendili lekeden arındırmak için odadan çıktı.
Ertesi gün Ena gaydanın hızlı ritimli ezgisiyle gözlerini açtı. Etrafta bir sürü iyi giyimli adam ve sayamadığı kadar çok kadın dolaşıyordu. "İşte geldik!" dedi kadın, Melanie idi yol boyunca karı koca ona çok iyi davranmışlardı. Ena derin bir nefes aldı. Yolculuk için uzun uzun uzun teşekkür ettikten sonra aşağı atladı ve kalabalığa doğru koşmaya başladı. Dans eden çiftlerin arasına karıştığında dikkatle etrafı süzdü. Tam ortada dans eden beyaz elbiseli kız ile iri yarı geleneksel kıyafetli adamı gördüğünde sevinçten neredeyse çığlık atacaktı. "Tanrıya şükür..." Ena kalabalığın arasından yavaşça sıyrılıp kaleye doğru yöneldi lakin aniden önüne çıkan Bridget hızını kesmişti. Boynuna atılan kızı kendisinden uzaklaştırıp ona gülümsedi. "Ena, seni çok özledim fakat bana veda etmeden ayrıldığın için hala kırgınım." "Yanlış bir seçimdi Bridget, çok yanlış bir seçim... Hem veda etmek için gerçekten ayrılmak gerekmez mi? Şimdi git..." Ena duraksadı. "Ah hayır, senden öğrenmem gereken bazı şeyler var." "Nedir?" "Bazı şeyler duydum Irene hakkında..." Bridget başını aşağı yukarı salladı. Neşeli yüzü aniden değişmiş kaşlarını çatmıştı. "Daha sessiz bir yer olmak zorunda" diye fısıldadı. Ena avlunun arkasına doğru geldiklerinde merakla sordu. "Olanlar doğru mu? Sen Irene'i tanıyor musun?" Bridget altın rengi saçlarını geriye ittirdi ve keskinleşen yeşil gözleriyle Ena'ya baktı. "Evet, o zamanlar on dördümdeydim. Aradan altı yıl geçti. Irene ve ben kuzeniz. Onun sosyete tanıtım davetinde 'ki Londrada çok görkemli bir davetti." İskoç kralı ve yanında birkaç bey gelmişti. Irene oracıkta Mealduine beyine âşık oldu. Fakat o ikisi fazla yakınlaşamadan davet sona erdi. Ertesi gün bildiğimiz tek şey beyin Mealduine soyadına sahip olduğuydu." Bridget gözlerini devirdi. "Irene ile iyi anlaşırdık ve yaşım küçük olduğundan direkt onu örnek alırdım. O her zaman daha güzel ve akıllı olandı. Yakışıklı bay Mealduine'yi bulmak için Highlands'a gideceğini söyledi. Ona karşı çıkmadım. Dahası buraya gelip kendimde bir bey bulacağımı umuyordum." Ena gülümsedi. "ve buldun..." "Yapma Ena, hala çok ümitsizim!" Genç kız omuz silkti. "Daha sonra eşyalarımızı toplayıp değerli olan her şeyimizi yanımıza alarak büyük annemiz kontes Barruen'in yanına gidiyoruz diye evden kaçtık. Düşünebiliyor musun? Irene'nin aşkı uğruna tüm servetimizden vazgeçerek buraya kadar geldik. Tanrım koca bir aptalım..." Bridget içinde bulunduğu duruma kahkahalar atarak güldü ve devamı için sabırsızlanan Enayı bekletmemek adına hızlı hızlı konuştu. "kendimizi Dubghailde bulduk çünkü Mealduine McGiola ve Dubghail savaş halindeydi. Bey Aodh'un ağabeyi savaşta öldü o da henüz yirmi beş yaşındayken klanın başına geçti. Mealduine ise Giola topraklarına katıldı." Ena "Geçen yıl bize ihanet edene kadar!" diye homurdandı. "Bey Aodh tehlike arz ettiği için bizi Mealduin'e göndermedi. Fakat Itene'in ne denli inatçı olduğunu bilemezsin. İstediği her şeyi alır o. Uzunca bir süre burada misafir edildik. Eh bu süre içinde bey Irene'i fark etti. O gerçekten çok güzeldi. Fakat Aodh'dan hep korktu. Beyim ne kadar yumuşak davranırsa davransın... Ne ise, benim ısrarlarım sonucu bey ile evlenmeye razı geldi. Ya da ben öyle sanıyordum... Irene nişandan birkaç hafta sonra gelip bir tüccar kadın ile görüştüğünü ve bizi Mealduine'e götürecek bir yol bulduğunu söyledi." Güzel kız şefkatle kalenin duvarlarına dokundu. "Bir kez daha bırakmak istemedim... Başka biri için kendi düzenimi mahvetmek... Üstelik bu kez kendi sevdiğim adamı bırakamazdım." Ena yutkunarak "Peki ya sonra?" diye sordu. Bridget iç geçirdi. "Ah, Ena ne kadar korkunçtu bilemezsin... Bey Aodh yıkıldı. Günlerce yataktan kalkamadı..." "Böyle olması gerekmezdi..." Ena dudaklarını dişledi. "Hogan başka biriyle evlenirse intihar ederim!" Bridget ona gözlerini devirdi. "Ah Bridget... Bu konuda Aodh'un nasıl üzerine gittim bilemezsin! Onu nasıl da kırdım..." "O odasında, bir hafta da üç fıçı bitirdi yine! Dahası Hogan da ona katılıyor. Bu hiç hoşuma gitmiyor." Güzel kız bakışlarını yere indirdi. "Ve tüm bunlar benim yüzümden mi?" Bridget omuz silkti. Ena ona bir an bakıp omzunu sıvazladıktan sonra koşar adımlarla kaleye yöneldi
|
0% |