Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@gizemyenikler

HAFTA İÇİ.

 

Şu anda ,iş yerindeydim. Ders arasındaydım. Her zamanki gibi, kahve molası vermiştim. Hava esiyordu. İzmir'de, kışta güzeldi. Bazen soğuğu iliklerime kadar hissediyordum, ama, bu güzel bir histi. Çocuklar derse ilgiliydiler. Arada bir dikkatleri dağılıyordu, ama, bugün gayet sessizdiler. Konuları öğrenmişlerdi. Hatta aralarında, öğretmenim benim en sevdiğim ders artık Türkçe diyenlerde olmuştu. Buna mutlu olmuştum. Onlarla son ders okuma etkinliği yapmıştık. Onlara kitap okuma alışkanlığı kazandırıyordum. İş çıkışımda gene arkadaşlarımla buluşacaktım. Anlaşmıştık.

 

Ders başlamıştı. Kitapta kaldığım, yerden dersi anlatmaya devam ettim. Arada çocuklara konuyla ilgili dinleme yaptırıp, ufak notlar aldırdım. Çıkışta evlatlarımı besledim. Evlatlarım dediğim köpekler,kedilerdi. Onlar benim için öyleydiler. O yüzdende, bu şekilde niteliyordum. Onları sevdim, besledim. Çantamda mama vardı. Ünlü filazof Nietzsche şöyle demişti; Nasıl bir devirdir ki bu; “insanlar arasında olmak, hayvanlar arasında olmaktan daha tehlikeli” diyordu. Ne kadarda doğruymuş, dedim içimden. Yaşadığımız olaylar adeta bunun birer ispatıydı.

 

Bu çoğu kişiye belki saçma gelecekti, ama, benim kalbimde unutamadığım, bir sevgilim vardı. İşin ilginç yanıysa, onu tanımıyor olmamdı. Ona olan sevgimden haberi yoktu. Asla da olmayacaktı. Çünkü yıllar önce sokakta yürürken, sadece yanımdan geçen biriydi. Bakıştığım biri. Onu bir daha asla görmeyecektim. İmkansızlığın tanımını isteselerdi, herhalde bu olurdu. Birden aklıma şair Özdemir Asaf'ın bir sözü geldi. “Ve bazen hayattır sevmek. Birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek”. Bu sözü çok seviyordum. Sevmemin nedeni ise beni anlatmasıydı.

Bu ara, birde platonik olarak komşundan hoşlanıyordum. Evimin yan apartmanında yaşıyordu. Onunla henüz merhabam bile yoktu. Sadece arada bir balkonda otururken, onu yürüyüşe çıkmış olarak görüyordum. Çok tatlı bir tane kız golden köpeği vardı. Onu dolaştırıyordu. Çokta tatlıydı. Bir iki kerede Güzelyalı, sahilinde kafede otururken uzaktan görmüştü. Durum böyleydi. Bu kadardan ibaretti. Gene imkansızdı. Artık bu duruma sanırım alışmıştım. Yapacak bir şey yoktu. Olmayınca olmuyordu. Uzaktan sevmek güzeldi, genede. Masum, saf bir duyguydu. Hayallerdeyse oldukça tutkuluydu. Bu tarz duygularda hayatın birer parçasıydı. Hepimiz insandık. Ve duygularımız vardı. Bu normaldi. Ne demişti Cemal Süreya; “ Uzaktan sevmediyseniz birini, hiç sevdim demeyin”.

 

Kuzenim, Banuyla telefonda konuştum. Az önce aramıştı. Oda yeni Tayland'dan dönmüştü. Gezmeyi çok seven bir kadındı. Telefonda Tayland halkının güler yüzlü olduğundan bahsetti. Sıcakkanlı insanlar demişti. Mesela sokakta size sürekli gülen, sürekli güler yüzlü, sürekli saygıyla yaklaşan insanlar gördüm, demişti. Ülke olarak özlediğimiz bir şeydi, bu. Çünkü, durum bizde tam tersiydi. Kuzenimin Türkiye'ye gelir gelmez, dediği ilk laf, sokakta insanlar gülmüyorlar olmuştu. Bende ona telefonda konuşurken “Çok haklısın Banu” dedim.Yazık diye düşündüm. Güzelim, ülke ne hale gelmişti. Durum içler acısıydı. Gittikçe artan şiddete, kötülüğe artık dur demek gerekiyordu. Ah insanoğlu ah dedim. Tramvaydan indim. Nihayet eve varmıştım. Güzelyalı, sahili köprüsünün önündeydim. Temiz havayı doya- doya içime çektim. Deniz havasını oldum olası sevmişimdir. Eve doğru yürümeye başladım. Kendimi direk duşa attım. Sonrada, biraz müzik dinleyerek dinlendim. Müzik dinlerken, aynı anda kahvemide yudumluyordum. Keyfim ,yerindeydi. Bu keyifli aktiviteden sonra yarınki ders programımı hazırlayacaktım. Çocuklara anlatacağım konuyu odamda çalışmaya başladım. Planlı bir şekilde yavaş- yavaş gidiyordum. Yarınki konuda keyifliydi. Bir insanın sevdiği işi yapması mutluluk vericiydi. Tamamladığımda, derin bir nefes aldım. Sonunda bitmişti. Şimdi benim için, 90lar pop zamanıydı. Müzik ruhuma iyi geliyordu. Daha öncede söylemiştim. Bence herkesin bir şarkısı vardır. Balkona çıkmıştım. Karşımdaki denizi yani huzuru seyrediyordum. Bazende yürümekte olan insanları izliyordum. Millet, yürüyüş yapıyordu. Yürüyüş yapmayı bende seviyordum. İyi geliyordu. Rahatlatıcıydı. “ Here comes the rain” adlı parça çalarken kendimi tekrardan uzaklara dalarken bulmuştum. Güneş batmak üzereydi, bu zamanları çok seviyordum. Ruhuma iyi geliyordu. Güzel bir histi. Rüzgar, güzel esiyordu. Kendimi esmekte olan rüzgara bıraktım. Derken tekrar onu gördüm. İşte oradaydı. Her zamanki gibi köpeğini yürüyüşe çıkarmıştı. Bu gizemli esmer adamdan epey bir etkilenmiştim. Her ne kadar benden haberi olmasada onun iyi biri olduğuna inanıyordum. Ya da öyle hayal etmiştim. Bunu bilmiyordum. Ve geçip, gitti. Sonrada içimden dedim ki, en azından ayda birde olsa görüyordum. İşin ucunda hiç görememekte vardı. Hiç yoktan iyiydi. Daha fazla düşünmedim. Çünkü kitap okuma zamanım gelmişti. Bu ara polisiye okuyordum. Akıcı- heyecanlı oluyordu. Bence bir kitap sardığında daha çok keyif alıyordun. Ve hemen bitiveriyordu. O yüzden kalın ya da ince olması önemli değildi. Benim için önemli olan akıcılıktı. Akıcı olduğunda çabuk okunuyordu, ve kitap hızlıca bitiyordu. Kitaplar, benim içlerinde huzur bulduğum bir dünyaydı. Ve kitaplar her zaman benim dostlarım olarak kalacaklardı. Onlara değer veriyordum. Zaten benim bu hayatta bencil olduğum tek konu kitaplardı. Kimseye ödünç olarak bile vermek istemiyordum. Geri gelmeyeceğinden korkuyordum. Onun yerine satın alıyordum. Çünkü bana göre kitaplarım, canım dostlarım daima kütüphanedeki yerlerini korumalıydılar.

 

Daima...

 

Canlarım dedim tekrardan. Sonrada kendimi tekrardan kitap okurken buldum. Kısacası huzurda buldum. Akşam oluncada, yıldızları seyredecektim. Bana göre keyfin bir diğer tanımıda buydu. Ben yıldızlara oldum olası hayrandım. Göz alabildiğine, uzanan bu evrende, ben ne kadar küçük bir noktaymışım... diyerek kendi varlığımı evrenin büyüklüğü karşısında sorguluyordum.

 

Acaba, şu uzaktaki yıldızda hayat var mı? Evrende başka zeki canlılar olabilir mi? gibi sorularla evrenin sırlarını çözmeye çalışıyor gibiydim. Kafamda bu tarz sorular canlanıp, duruyordu. Sürekli düşünüyor, ve sorguluyordum. Ne zamanki şehir hayatının gürültüsünden uzaklaşsam, yıldızların altında kendimi çok daha huzurlu hissediyordum. İç huzur dediğim, bu olsa gerekti. Eskiden rahmetli babaannemle birlikte yıldızları izlerdik. Birazda bu yüzden yıldızlara dair yüreğimde güzel anılar biriktirmiştim. Çocukken uzayda yaşamayı hayal ediyordum. Bir gün ,uzayda yaşamak isterim derdim. İşte, belki de o zaman yıldızlara daha yakından bakabilirdim. Yıldızlar, bana gerek öykülerim, gerekse hayatı sorgulamaya yönelik ilham verirdi.

 

Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?gibi derin sorular sorarak varoluşun anlamını sorguluyordum. Sorgulamakta aynı şekilde bana ilham verirdi.

Loading...
0%