Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@gizemyenikler

Yıldızların altında, çimenlerin üzerinde uzanmıştım. Gözlerim, gökyüzünde kayboluyor, zihnim derin düşüncelere dalıyordu. Yüzümde hafif bir tebessüm vardı. Belki de çocukluğuma dönmüş, yıldızları sayarken dilediğim dilekleri hatırlıyordum. Ya da belki de geleceğe dair umutlarla doluydum.

 

Kim bilir?. O an sadece yıldızlar vardı.

 

MİZAH İYİ Kİ VAR.

 

Bu ara, komedi üzerine videolar izliyordum. Gülmek, bana göre bir sanattı. O yüzden komedyenlere olan saygım sonsuzdu. Mizahi seviyordum. Bu hayatta gülmeyede ihtiyacımız vardı. Aynı şekilde, boş zamanlarımda, karikatür okumayıda severdim. Saçma sapan ilişkilerle uğraşacağıma benimde hayatımda bunlar vardı, işte. İlişkiler zordu. Yürümüyordu. Anlaşamıyordun. Ve bir kadınla, erkeğin anlaşabilmesi zordu. Bir sözde şöyle diyordu; “ Ben güçlüyüm demek istiyorsan, sevilmediğin her yeri terk et ve kendi kendine yetebilmeyi öğren”. Bu doğruydu. Eski sevgilime aşırı değer vermiştim. Onu çok sevmiştim. Fakat o benim sevgimi asla hak etmemişti. Özdemir Asaf “ Neyine bağlandım ki bu kadar... bana bakmayan gözlerine mi , yoksa benim olmayan kalbine mi?. demişti. Bu söz aynen benim eski sevgilime karşı olan hislerimi anlatıyordu. Ah siz güzel şairler nelerde yazmışsınız böyle ve yazdıklarınızla meğer ne çok insanın yüreğine, onlarında yaşadıklarına dokunmuşsunuz diye düşündüm, içimden. Güzel evim dedim içimden. Evime resmen aşıktım. Çünkü, tüm bu güzel faaliyetleri ,hafta sonları evimde gerçekleştiriyordum. Ev bana göre, insanın huzur bulduğu, rahat ettiği yuvasıydı. Herkesin evi kendineydi, özeldi. Her insan evinde rahattı.

 

Bugünde, güzel geçmişti.

 

Bakalım, yarın beni neler bekliyordu?.

 

Gene, okuldaydım. Keyfim yerindeydi. Çocuklar derse ilgiliydiler. Konularımı yavaş- yavaş güzelce anlatıyordum. İyi geçiyordu. Konuları materyellerimle süslüyor, onlara gene sevdikleri kitapları okuyordum. Çocuklarda böylece sıkılmıyorlardı. Arada ufak notlar aldırıyor, daha sonra kitaptan kaldığım yerden anlatmaya devam ediyordum. Kitapta çocuklar için keyifli dersle ilgili oyunlu, eğlenceli aktifitelerde oluyordu. Böylece oyunlarla öğrenmeleri daha kolay hale geliyordu. Bu anlamda, okulun kitaplarından memnundum. Kitaplar çocuklara ve yaşlarına uygun olarak üretilmişti. Bazı okullardan, kitapların iyi olmadığına dair velilerden şikayet geliyordu. Bu benim okulumda, şimdilik söz konusu değildi. İçimden hep böyle devam etmesini diledim.

 

İyilik ve kötülük meselesine gelirsek; ben her insanın içinde hem iyilik, hem de kötülük olduğuna inananlardandım. Bizim seçimlerimiz bizi iyi veya kötü olmaya yönlendirecekti.

 

İçindeki iyiliği ortaya çıkar, dedim içimden. Ünlü yazar Tolstoy demişti ki; “herkes dünyanın kötüye gittiğini kabul ediyor da, kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmiyor”. İşte günümüz toplumu ancak bu denli güzel özetlenebilirdi.

 

GİDENE, BİTENE ÜZÜLME.

 

Biten bitmiş, gidense gitmişti. Artık gidene üzülmüyordum. “Eğer bitmiş bir şey sana acı veriyorsa, duyduğun acı o şeyin kendisinden değil, verdiğin değerin ona değmemesindendir,” demişti ,William Golding. Fazla değer verme, diyenlerdendim. Kimse için değmezdi.

 

Hayat kısaydı. Ölümlüydü. O yüzdende ,kimseyi kafaya takmamak gerekiyordu. Uzak durmakta fayda vardı. Aksi taktirde, sinirlerini yıpratmanın, yorulmanın, kavganın, stresin sonu yoktu. Buna gerekte yoktu. Yaşıyorken yaşamak varken, henüz hayattayken yaşayan birer ölüye dönüşmenin ne anlamı vardı ki?.

 

AMSTERDAM.

 

Gecen sene, Amsterdam'da idim. Güzel şehirdi. Şehir uyurken, sokaklar bir başka canlanırdı. Kalabalık, daracık sokaklarda insanlar birbirine çarparak ilerler, müzik sesleri havada uçuşurdu. Barların kapılarından taşan sigara dumanı ve kahkahalar, gecenin nabzını tutardı. Masada oturmuş, içkilerini yudumlayan insanlar, yürüyüş yapanlar, gece hayatının tadını çıkaranlarla doluydu, her yer. Amsterdam'ın gece hayatı, sanki şehri saran kanalların yansıttığı ışıklar kadar renkliydi. Eski binaların pencerelerinden sızan loş ışıklar, dar sokaklara bir gizem katarken, köprülerin üzerindeki fenerler şehre romantik bir hava veriyordu. Leidseplein Meydanı'nda yer alan bir caz kulubünde, saksafonun hüzünlü melodileri havayı dolduruyordu. Ne zaman kanalların kıyısında yürüsem, içim huzurla doluyordu. Ve ben bu huzurun yarattığı duyguyu seviyordum. Huzuru yakalamışken, onu bırakma diye düşünenlerdendim. Bir şeyi yakaladığında, eğer bu seni mutlu eden bir şeyse bence bırakmamalıydın. Seni mutlu eden her ne ise, bırakma.

 

Uzaktan bir ses geliyordu. Pencereden kafamı dışarıya çıkardım. Duyduğum müziğin melodisi hoşuma gitmişti.Şarkının her notasıyla birlikte içimdeki coşku artıyordu, sanki havalara uçacak gibiydim. Çünkü şarkı bende böyle bir his uyandırmıştı. Hoşuma gitmişti.

 

Şarkının sözleri kalbime dokunmuştu, sanki benim için yazılmış gibiydi.

 

Hiçbir ,şarkının sizin için yazıldığını düşündüğünüz oldu mu?. Benim bu tarz şarkılarım vardı.

 

Daima yüreğimde taşıdığım...

 

GEMİ.

 

GURBET VE ÖZLEM.

 

YABANCILIK HİSSİ.

 

ADİYET.

 

Bu ara, aklımdan sürekli yazmak istediğim kısa- kısa öyküler geçiyordu. Mesele Alsancak limanda gemiyi gören bir adamla ilgili. Gemi uzak bir ülkeye doğru gitmek üzeredir. Ve adam hiç düşünmeden o gemiye binmek için şansını dener. Uzaklaşmak, istemektedir.

Loading...
0%