@gizemyenikler
|
EV.
Ev gibisi yoktu. Canım evim dedim içimden. Ev insanın huzur bulduğu yuvasıydı. Her nereye gidersen git, sonunda döndüğün yer evindi.
Yuvandı.
Evimin mobilyaları örtülerle kaplıydı. Duvarlar ise, bembeyazdı. Mutfağımı ayrıca bir başka severdim. Yemek pişirmek, benim için bir tür hobi gibiydi. Mutfak, eskiden kahkahaların yükseldiği yemek masası şimdi sanki bomboş duruyor gibiydi. Nedeni ise ölen amcamı, dedemi hatırlamamdan kaynaklanıyordu. Onlarla bu masada bir çok güzel anı biriktirmiştim. O kadar çok yemek eşliğinde sohbetlerimiz olmuştu ki hatırlıyordum da, sanki dün gibiydi. Ah canlarım diye düşündüm. Onları kaybetsemde, daima kalbimde yaşamayı sürdüreceklerdi.
Evimin ayrıca her bir köşesi, bir zamanlar yaşanmışlıkların izini taşıyordu. Çocukluk fotoğrafları, duvarda asılı kalmış bir tablo, yerde unutulmuş bir kitap... her biri, bir hikaye anlatıyordu. Ama şimdi bu hikayeler, sessizliğe gömülmüştü. Evim güzeldi. Her insana kendi evi güzel gelirmiş derlerdi, bu doğru diye düşündüm, içimden. Ah anılar... hayatımız biriktirdiğimiz anıların toplamından ibaret değil miydi, sahiden de?.
YAZMAK.
Yazmak, bana göre her şeydi.Yazmak, zihnimdeki dünyaları kelimelerle inşa etmek, hayal gücümü kağıda dökmekti. Benim için adeta mutluluğun tanımıydı. Bana mutluluğu tanımlar mısın? diye sorsalar yazmak yanıtını verirdim. Tıpkı bir ressamın tuvale renkleri sürer gibi, ben de boş sayfaya hayat veririm. Ayrıca yazmak, bir fısıldıyı büyütüp feryada dönüştürmekti. İçimdeki sessiz çığlıkları harflerle şekillendirir, onları tüm dünyayla paylaşırdım. Yazmak, bir bahçeyi özenle yetiştirmek gibiydi. Böyle düşünüyordum. Düşüncelerimde tıpkı bitmek bilmeyen bir tür okyanus gibiydi. Ve ben bu okyanusu yazmak için can atıyordum. Arada yazmanın nedenlerinden biriside buydu. Ve tohumları eker, onları sulayıp gübrelerim ve sonunda bereketli bir hasat alırım. Birde slow müzik eşliğinde şiirlerimi güzelce kelimelere dökerim. Yanımda da türk kahvesi eksik olmazdı. Bana göre işte, hayatın mutluluğu buydu. Bunda gizliydi. Yazmak, parmaklarımın klavyede dansı, zihnimin kelimelerle buluşmasıydı. Her tuşa basışımla yeni bir dünya doğar, yeni bir hikaye yazılırdı. Yazmak benim için, yaşamdaki tüm renkleri bir araya getirip, yeni bir tablo çizmek gibiydi. Yazmak, ruhumun derinliklerine inip, oradan çıkarıp dünyaya sunmak istediğim hazineleri kelimelerle süslemekti. Gökyüzü kocaman bir örtü gibi üzerimi örttü. Üzerinde binlerce pırlanta vardı. En büyüğü ay, bembeyaz yüzüyle bana gülümsüyordu.Yanındaki küçük pırlanta ise en sevdiğim yıldızdı. Göz kırpar gibi parlıyordu. Onunla konuşuyormuş gibi hissediyordum. Sanki bütün sırlarımızı paylaşıyorduk. Rüzgar saçlarımı okşarken, ben de yıldızlarla birlikte uykuya dalıyordum.
GÜNLÜK RİTÜEL.
Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, yataktan fırladım. Bugün de dolu dolu bir gün beni bekliyordu. Kahvaltımı huzlıca yaptıktan sonra, spor kıyafetlerimi giyip koşuya çıktım. Spor yapmak bana keyif veriyordu. Zinde ve sağlıklı hissediyordum. Sağlık için sporun öneminin farkındaydım.
RÜYA.
Rüyamda henüz tanışmadığım sevgilimi gördüm. Ayın ışığı altında, deniz kenarında yürüyorduk. Dalgaların sesi, kalbimizin atışlarıyla birleşiyordu. Gökyüzünde parlayan yıldızlar, gözlerindeki ışıltıyı andırıyordu. Birbirimize bakarken, sanki bütün evren sadece biz vardık. O an, yıldızlar da bizim aşkımıza tanıklık ediyormuş gibi hissettim. Rüyamda gece ise, evrenin sonsuzluğunu hatırlatan en güzel zamandı. Gökyüzündeki her yıldız, bir güneşin öyküsünü anlatıyordu. Ay ise, dünyamızın en yakın arkadaşıydı. Onun ışığıyla karanlıklar aydınlatır, denizler daha da büyülü bir hale gelirdi. Gece, düşüncelerin derinleşmesine ve ruhun özgürleşmesine olanak tanırdı. Bu rüya bitti ,ilginç bir biçimde ardından diğeri başladı. Bu seferde uzay gemisinden baktığımda, dünya bir mavi boncuk gibi parlıyordu. Ay, onun etrafında dönen gümüş bir yüzük gibiydi. Yıldızlar, ise uzak galaksilerin fısıltılarıydı. Bu sonsuzluk içinde, insanın ne kadar küçük olduğunu bir kez daha anlamıştım. |
0% |