Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@gizemyenikler

İŞ HAYATIM.

 

Bir hafta daha başlamıştı. İşimi seviyordum. Çünkü öğretmen olmayı hep istemişimdir. Çocuklarla iletişimim hep iyi olmuştu. Bugün usluydular. Arada bir yaramazlık yaptıkları oluyordu, ama, onları susturmayı biliyordum. Artık tecrübeliydim. Çocuk işte dedim içimden. İlkokul çağı böyle oluyordu. Hangimiz çocuk olmamıştık ki?. Çocukluk güzeldi. En güzel, masum yıllardı.Çocukluğumu bazen özlüyordum. O yılların bir daha gelmeyecek olması üzücüydü. Çocukluğunuda kalbinde anılarla yaşatıyordu. Özlem ağır bir duyguydu. Bazı duyguları, sadece yaşayan bilebilirdi. Yaşamayan bilemezdi, sadece konuşurlardı o kadar. Oysa yaşamak bambaşkaydı. Alsancaktaydım.

 

Ders arasındaydım. Çayımı almıştım. Çocuklarda bu esnada koşarak dışarıya çıkmışlardı. Bir ara onları uyardım. “Dikkat edin, düşeceksiniz koşmayın” dedim. Aman başlarına bir şey gelse veliler bizden bilirlerdi. O yüzden çayımı içerken ,aynı anda gözümde bir yandan onlardaydı. Arada bir yokluyordum.

 

Akşam olmuştu. İş çıkışında karnım acıkmıştı. Pideciye girdim. Karnımı doyurdum. Daha sonra Ali'yi aradım. Alide Alsancakta çalışıyordu. Garsondu.

 

“Ali nasılsın?. Eğer işin yoksa gel. İşten çıktım”.

 

“Olur ne taraftasın?”. Adresi verdim.

 

“Tamam geliyorum” diyerek telefonu kapattı. Alide benim Üniversite'den arkadaşımdı. Hep görüştüğüm dediğim o on arkadaşımdan biriside oydu. Çok eğlenceliydi. Benden bir yaş büyüktü. Şu anda otuz yedi yaşındaydı.

 

“Hoşgeldin”. dedim.

 

“Seni görmek güzel”.

 

“İşler nasıl yoğun mu?”.

 

“Çok yoğun Buse. Her zamanki gibi”.

 

“Tahmin edebiliyorum”.

 

“Senin nasıl gidiyor?”.

 

“Keyifli ve yorucu”.

 

“Öğretmenlikte zor bu devirde. Şimdiki çocuklar yaramazlar. Yeni nesil öyle valla sanada kolay gelsin” dedi Ali.

 

“Sağol Ali” dedim. Sonra bara gitmeye karar verdik. Birer bira içerek sohbet etmeye başladık. Kendimizi çalmakta olan şarkılara bıraktık. Mutluydum. İyi zaman geçiriyordum. İnsanın hayatta iyi arkadaşlarının olması güzeldi. Kafa dengi olması dahada güzeldi. Ali de evlenmemişti. Takıldığı kadınlar olmuştu, sadece. Onlarda ağırlıklı olarak geçiciydi. Ali bana anlattığı kadarıyla gerçek anlamda sadece bir kez aşık olmuştu. Oda Rus bir kızdı. Onunla ilişkisi iki sene sürmüştü. Bittiğinde Ali kollarında ağlamıştı. Bu olayı sanki daha dün gibi hatırlıyordu. Ali o zaman gençti. Yirmili yaşlarının sonlarındaydı. Çok acı çekmişti. İlişkisi sevdiği kızın onu aldatmasıyla sonuçlanmıştı. Kız aşırı güzeldi. Ali benimle resimlerinide paylaşmıştı. Ali'nin kalbi çok kırılmıştı. Bir daha da aşık olmamıştı. Ona her kadının aynı olmadığını söylüyordum. Ancak o bir kere kalbini kapatmıştı. Yıllardır sadece takılıyordu ,o kadar. Neyse mutluysa bize ne? diyenlerdendim. Hayat onun hayatıydı ,nede olsa. İnsan bazen bağlanmakta istemiyordu. Nedeni ise acı çekmek istememesinden kaynaklanıyordu. Buse, Ali'nin eski sevgilisi İrina ile olan ilişkilerini Tiffany'de kahvaltı filmindeki Holly Golightly ve Paul Varjak karakterlerine benzetmişti. Bu benzetmeyi anlattıklarından yola çıkarak yapmıştı. Filim büyük bir aşkla bağlı olan iki kişiyi anlatıyordu. Filimde çift birbirlerinden farklı olsalarda, her şeye rağmen aralarındaki çekim çok değerliydi. Ve birbirlerine büyük bir aşkla bağlıydılar. Nedense bu ilişki birden aklına o filmi getirmişti. Ali haklı dedi içinden. Çünkü kalbin bir kez kırıldığında, tekrardan tamiri oldukça zor oluyordu. Hayat böyle dedim içimden. Hatalarımızla, pişmanlıklarımızla, ayrılıklarımızla, bitişlerle, ve yeniden başlangıçlarla bir bütündü. Böyle- böyle yaşıyoruz işte diye düşündüm. Gerçekten yaşayabiliyor muyduk gerçi? Ondan da emin değildim. Ben yaşadığımı düşünüyordum. Gene de bambaşka bir ülkede olsaydım ,ya da doğsaydım neler değişirdi? diye düşünmedende duramıyordum. Farklı yaşamları, hayatları merak ediyordum. Gezmeyi çok seviyordum. Gezmek, farklı kültürlerle buluşmak bu hayatta beni en mutlu eden şeydi.

 

Doksanlar çalmayı sürdürürken Ali, konuştu.

 

“Şu eski şarkıların tadı yenilerde var mı?”.

 

“Kesinlikle yok” diyerek yanıt verdim. Doksanları çok seviyordum. Eski şarkılara resmen aşıktım.

 

“Yasasın doksanlar diyelim mi? o halde”.

 

“Diyelim” dedim. Biralarımızı içerken, sohbet etmeye devam ettik. Bizim için güzel bir gün olmuştu. İnsanın arada bir hava almaya, değişikliğe ihtiyacı vardı. Yoksa evde otur- otur çatlıyordun.

 

“Valla güzel bir gün oldu. Buna ihtiyacım varmış”.

 

“Benimde öyle”.

 

“İşler çok yoğun. Kafa dağıttık biraz iyi oldu”.

 

“Kesinlikle. Görüşürüz”. dedim. Ali, beni arabayla eve Güzelyalı'ya, bıraktı. Oda Hatay'da oturuyordu. Çok yakındılar. Arabayla giderlerken Ali, radyoda Tarkan açtı. Giderkende karşılıklı dinlediler. Müzik zevki genelde arkadaşlarıyla benziyordu.

 

Eve varır varmaz uyudum. Yorulmuştum. Ertesi gün iş vardı. Gene erken kalkacaktım. Her gün yeni bir başlangıçtır, sözünü boşuna söylemiyordum. Çünkü bir gün daha bitmişti. Yarın yenisi başlayacaktı. Hayat kısa diye boşuna demiyordum. Ömür dediğimiz bitiyormuş,bunu otuz beş yaşını geçtikten sonra dahada iyi anlamıştım. Keşke hep genç kalabilsek, ama, maalesef her gün yaşlanıyorduk. Ömrümüzden ömür geçiyordu. O halde yaşamın, sırrı anı yaşamakta diyebilir miydik?.

 

Anı yaşa, sözünü yaşam felsefem haline getirmiştim. Bu ara gerçekleştirmek istediğim bir hayalim vardı. Oda bu yaz İtalya'ya gidip gezmekti. Gezmek istediğim şehir Roma, idi. O tarihi şehri merak ediyordum. Listemdeydi. Ve düşünürken, bile heyecanlanmıştım. Ben ne zaman kendimi başka bir ülkeyi gezerken, hayal etsem kendimi oldukça mutlu hissediyordum. Para biriktirip, en kısa zamanda Roma'yı gezecektim.

 

Ah güzel hayallerim, dedim içimden. Hayallerimde aslında beni hayata bağlıyordu. Hayallerim bitmek bilmeyen bir tür okyanus gibiydi. Kimse beni hayallerimden vazgeçiremezdi. Beni ben yapan hayallerimdi. Kusurlarımdı. Takıntılarımdı. Ve tutkularımdı. Bende zaman- zaman zor biri olabiliyordum. Bunun farkındaydım. Hayatımdaki insanlar beni böyle kabul etmişlerdi. Sinirlendiğim zaman öfke patlaması yaşayabiliyordum. Bazen sevdiklerimi bende kırabiliyordum. Bunu istemeden yapıyordum. Gene de, özür dilemesini bilen bir kadındım. Hatamı kabul eder, ve hatalarımdan ders çıkarırdım. Aksi taktirde ,sevdiğim birinin kalbini kırdığımda bende kendimi üzgün hissediyordum. Eğer çok seviyorsam, o kişiyi neden kaybetmek isteyeyim ki?. Çok seviyorsam mücadele ederdim. Fakat bu karşılıklıydı. Eğer karşımdaki bana benim ona değer verdiğim kadar değer vermiyorsa, bende aynı şekilde karşılık verirdim. Eğer olmuyorsa zorlamam. Bırakmayı bilirim. Eğer yürümüyorsa, yollarını ayırmalıydın. Bazen vazgeçmekte gerekiyordu. Hayat bana bunuda öğretmişti. Seven seni mutlu ederdi. Yanında olurdu. Bunları yapmıyorsa, geriye onu bırakmak kalıyordu.

 

Bir diğer, yaşam felsefem ise vazgeçmeyi bilmekti. Acı veriyorsa unut, ama, mutlu ediyorsa o her ne olursa olsun ona sıkıca sarıl. Ayrıca bana göre vazgeçebileceğini bilmek insanı özgürleştiriyordu. Fakat bu içimdeki umudu kaybedeceğim anlamına gelmiyordu. Asla. İçimdeki umudu koruyordum. Çünkü biliyordum ki, umut her zaman vardı. Ve olacaktı.

Bir şeylerin düzeleceğine, dair olan umudu yitirmek istemiyordum. Çünkü o olmazsa nasıl yaşayıp, hayata tutunacaktım ki?.

 

Umut olmalıydı.

 

ALSANCAK.

 

İş yerimin Alsancak'da, olmasından dolayı mutluydum. Hem merkezdeydi. Hemde ulaşım rahattı. Güzelyalı'da oturuyordum. Alsancak'da, bana uzak değildi. Zaten İzmir'de, semtler arasında İstanbul kadar uzaklık yoktu. Alsancak, İzmir'in en canlı ve hareketli semtlerinden biriydi. Denize sıfır konumu, tarihi binaları, modern yaşam alanları ve zengin gece hayatıyla dikkat çekiyordu. Alsancak'da yürümek bana daima keyifli geliyordu. Çünkü Alsancak'ın uzun ve güzel bir sahili vardı. Yürüyüş hele ki ,güzel havalarda benim için spor anlamına geliyordu. Spor yapmayı seviyordum. Bana kendimi iyi hissettiriyordu. Bazen iş çıkışında bir saat kadar takılırdım. Hemen eve dönmek yerine, biraz gezmeyi tercih edenlerdendim. Arkadaşlarımda buraya yakın bir yerdeyseler onları aramayı ihmal etmezdim. Arkadaşlarımla, semtteki tarihi binaları gezmekten keyif alırdım. Avm, butik mağazalar, biz kadınların olmazsa olmazıydı. Kafeler, ve restoranlarsa arada bir karınını doyurmak, birisiyle buluşup sohbet etmek için güzel seçenekler sunuyordu.

Loading...
0%