Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@gizemyenikler

BALKON KEYFİ.

 

Günlerden pazardı. Her zamanki gibi ,balkonda oturmuş, çay içiyordum. Bu esnada karşımdaki denizi izliyordum. Denizi izlemek bana daima huzur verirdi. Güzelyalı, canım memleketim benim diye düşündüm. Bu semti bir başka seviyordum. Çünkü burası benim doğup, büyüdüğüm yerdi. Kim hangi semtte büyüdüyse, yaşıyorsa kalbide, kendide oraya aitti.

 

Arka bahçeye indim. Çiçekleri, suladım. Bahçemdeki eski elma ağacı, her sene olduğu gibi yeniden canlanmıştı. Beyaz çiçeklerim açmış, arılar bu çiçeklerden bal yapmaya başlamıştı. Arıların uğultusu, kuşların ötüşüyle birleşince bahçede huzurlu bir atmosfer oluşturmuştu. Yaşlı bir adam, yan balkonda oturmuş tıpkı benim gibi bu manzarayı seyrediyordu. Birkaç kez amcayla merhabalaşmıştık. Oda hemen yan apartmanımda oturuyordu. Oda sık- sık balkonda oturuyor, denizi izliyor, gazete okuyup, çay- kahve içiyordu. Yaşlı, tatlı bir adamdı. Kış gelmişti. Gene de kazağımı giyince, saatlerce balkonda oturabilirdim. Ve asla da üşümezdim. Pazar benim için balkonda vakit geçirmek demekti. Bunu her pazar yapardım. Kalın giyinince, üşümüyordun.

 

Bir ara yaşlı adamı inceledim. İçimdem onu betimleyen kısa bir öykü yazdım. Şöyleydi, yaşlı adam bembeyaz saçlarını okşadı, parmaklarının arasından kayan tellerde hayatının hikayesini okur gibiydi. Her bir tel, ayrı bir mevsim, ayrı bir hatıra taşıyordu. İlk kar yağışında oynadığı kardan adamın soğuğu, ilk aşkıyla el ele tutuştuğu parkın yeşili gibiydi....

 

Adamın bembeyaz saçları, onun bilgeliğinin ve deneyiminin bir simgesi haline gelmişti. Semtin en yaşlısı olarak herkes onun sözüne uyardı. Gençlere hayatın zorlukları ve güzellikleri hakkında öğütler verirdi. Saçları, dinlediği sayısız hikayenin ve verdiği sayısız öğüdün birer tanığıydı.Tecrübesiyle herkese örnek olan bir yaşlıydı.

 

Eğer yazsaydım, bu şekilde yazardım. Çayımdan bir yudum alırken, ve denizi izlerken gene ilham geldiğini fark ettim. Oturdum, biraz şiir yazdım. Denizi izlerken şiir yazmak da ayrıca hoşuma gitmişti.

 

Hafta içi şehre yağmur yağmıştı. Yağsın diye düşündüm. Deniz kokusuyla özdeşleşmiş semtte, gökyüzü gri bulutlarla kaplanmıştı. Rüzgar, denizden koparıp getirdiği serin havayla birlikte, yağmur damlalarını camlara vuruyordu. Kordon boyu, genellikle insanlarla dolu olan kaldırımlarıyla değil, yağmur damlalarının ritmik sesi ve deniz dalgalarının hafif uğultusuyla dikkat çekiyordu.

 

Kışları, pencereden dışarıyı seyretmeyi severdim. Sıcak bir kahve yudumlarken, yağmur damlalarının camda oluşturduğu desenleri izlerdim. İzmir'de yağmur yağışı sık görülse de, bu yağmurun bir başka güzelliği vardı. Belki de kışın ortasında olmasından, belki de havanın serin olmasından...

 

Dışarıda cafede oturmakta olan yaşlı bir adam, gazete okurken gülümsüyordu. Genç iki sevgili, ellerini tutarak pencereden dışarı bakıyordu. Herkes bu yağmurlu havanın keyfini çıkarıyordu.

 

Alsancak'ın meşhur sokakları, yağmur altında daha da romantik bir hale gelmişti. Şemsiyelerle yürüyen insanlar, ıslak kaldırımlarda izler bırakıyordu. Eski bir İzmir evi olan Kızlarağası Hanı, yağmurun altında daha da tarihi bir görünüme bürünmüştü. Akşam olunca, sokak lambaları yandı. Yağmur damlaları, ışıkların altında daha da büyülü bir görüntü oluşturdu. Ben işten eve dönerken, işte böyle bir manzarayla birlikte yürüdüm.

 

Eve vardım. Balkona çıktım. Köpeğimi seviyordum ki, yan apartmanda onu gördüm. Onu görmek benim için bir tür mucize gibiydi. Çünkü yan apartmanımda oturuyor olmasına rağmen o bana daima uzak, ve yabancıydı. Cesaretimi toplayıp, merhaba demeyi düşündüm. Sonra utandım. Hemen vazgeçtim. Derken yaşlı amcanın sesini duydum. İsmi Cumhur idi.

 

“Oğlum nasılsın görüşmeyeli?”.

 

“İyiyim Cumhur abi seni sormalı”.

 

“İyi valla evladım ne olsun. İşler nasıl?”.

 

“Valla işler yorucu. Malum doktorluk nasıldır bilirsin”.

 

“Çok kolay gelsin evladım. Gene de, sen şükret bak bir işin var, okumuşsun yıllarca başarmışsın. Ortalık işsiz dolu, serseri dolu, berbat bir hale geldi güzelim ülkemiz” dedi Cumhur.

 

“Valla haklısın abi”.

 

“Kızım Buse sen nasılsın?”.

 

“İyiyim Cumhur abi sağolsasın”. Derken onun sesini duydum.

 

“Merhaba” dedi bana.

 

“Bende ona “Merhaba” dedim. İlk kez konuşmuştuk. Hoşlandığım platonik ,gizemli adamın sesini böylece duymuş oldum.

 

“Ben Enes” dedi bana.

 

“Bende Buse”.

 

“Komşummuşsun benim”.

 

“Evet yan yanayız”.

 

“Hayret daha önce nasıl denk gelmedik ki?”.

 

“Bilmem ki”.

 

“Demek ki tanışmamız bugüneymiş” dedi Enes.

 

“Öyle valla”.

 

“İyi tanışın, tabi ne güzel. Bak siz benim burada evladım gibi oldunuz, güzel komşularım benim. Sizleri çok seviyorum”.

 

“Bizde seni çok seviyoruz Cumhur abi” dedim. Enes'de “Cumhur abi bir tanedir ya, çok tatlıdır o” diyerek bana karşılık verdi.

 

“O halde artık arada konuşuruz” dedim.

 

“Elbette baksana hem komşuymuşuz” deyince gülümsedim. Ne hoş adam dedim içimden. O hiç bir şey bilmiyordu, ama, ben sanki onu yıllardır tanıyor gibiydim. Kalbim çarpıyordu.

 

Ve işte o gün ilk kez bana çok uzakmış gibi gelmedi. Aksine yakın hissettim.

 

Bana ilk kez yakındı.

 

Kalbim ise, bu esnada heyecanla ona bakarken, hızlıca çarpmaktaydı. Onu sevdiğimi bilmiyordu. Bilmesin zaten diye düşündüm. Şu anda onunla sadece arkadaş olmak istiyordum. Tabi eğer oda bunu isterse.

 

Hayatta her şey karşılıklıydı. Arayanı arardım, aramayanıda aramazdım. Seveni sever, sevmeyenede hoşça kal derdim. Böyle olmalıydı, zaten.

 

“O halde anlaştık görüşürüz Buse” dedi Enes.

 

“Görüşürüz” diyerek el salladım. Cumhur abide bu esnada içeriye girmişti. Hava kararınca birden soğumuştu. Oda üşümüş olmalıydı. Bende içeri girdim.

 

“Abla kiminle konuşuyorsun” diye sordu kardeşim.

 

“Cumhur abiyle konuştuk” dedim.

 

“A o yaşlı adam çok tatlı bir amca” dedi kardeşim.

“Evet öyle ”. dedim.

 

“Birinin sesi daha geliyordu sanki”. dedi Elif. Gözünden hiç bir şey kaçmıyordu.

 

“Onunlada ilk defa konuştuk. Yan komşumuz. İsmi Enes imiş. Öyle tanışıverdik”.

 

“Hım ne güzel iyi olmuş. Yaşıtsanız arkadaş filanda olursunuz belki”.

 

“Yaşını bilmiyorum, ama, bana yakın gibi duruyor canım” dedim.

 

“Güzelmiş” dedi Elif. Gençliğinin verdiği enerjiyle evde spor yapmakla meşguldü.

 

“Spora iyi başladın bakıyorum. Sevindim”.

 

“Hem formumu korumam gerekiyor. Ve bu sağlık açısındanda oldukça önemli”.

 

“Haklısın doğru düşünüyorsun. Bende bu ara başlasam iyi olacak. Bir kilo almışım”.

 

“Bir kilo çok değilki abla, merak etme başlarsan kısa zamanda verirsin. Bu arada yaşına göre gayet iyisin. Umarım bende senin yaşına geldiğimde senin gibi olur, görünürüm”.

 

“Sağol canım benim olursun, yeter ki iste. Bu şekilde devam et”.

 

“Sende sağol abla” diyerek yotobe kanalında açmış olduğu spor hareketlerine devam etti, Elif. Babam ise bu esnada televizyonda maç izliyorduç

 

“Baba keyfin yerinde bakıyorum”.

 

“Yerinde- yerinde. Galatasaray kazanırsa daha da iyi olacak”.

 

“İşallah kazanır baba” dedim. Babam maç izlemeye devam ederken, annem ise kitap okuyordu. Oda benim gibi tam bir kitap kurduydu. Yıllardır okuyordu. Bize göre okumak gibisi yoktu. Stephen king okuyordu. Ben ise biraz odamda müzik dinlemeye karar verdim. Bu her zamanki gibi, ruhuma çok iyi gelecekti. Oh be dedim. İşte hayat bu gibi ufak mutluluklarla güzeldi. Bence öyleydi. Mutluydum. Elimdekilerle yetinmeyi biliyordum. Fazlasında gözüm yoktu. Benim yerimde olamayanlar vardı. Bunu biliyordum. Şanslıydım. Birden “ Osimhen gol” diyen babamın sesini duydum. Galatasaray gol atmıştı. Babamda bu esnada sevinmişti. “ İcardi gol” dedi bir kez daha. Takım iki gol birden atmıştı. Bu durumda babamın keyfine diyecek yoktu. Maçı izlerken ,bir yandan da çekirdek yiyordu. Bu ara çok yiyordu. Onu bu konuda uyarmıştım. “ Fazlası zarar baba” demiştim. “ Oda tamam kızım” demişti. Fakat halen daha yemeyi sürdürüyordu. Bu ara kilo almıştı. Göbeği baya bir çıkmıştı.

 

BULUŞMA.

 

Günlerden pazardı. Biraz Güzelyalı'da, sahilde yürüyüş yapmak istiyordum. Spor ayakkabılarımı giydim. Üstümde spor bir buluz, altımdaysa tayt vardı. Hazırdım.

 

“Keyifli yürüyüşler abla”.

 

“Sağol Elif” dedim. Oda birazdan arkadaşlarıyla Alsancak'a, eğlenmeye gidecekti. Onunda üç kişilik eğlenceli bir gurubu vardı. Gençlik diye düşündüm. Şimdi yapmayacaktı da ne zaman yapacaktı?. Kardeşimi sonuna dek destekliyordum. Gençler bırakalım eğlensinler dedim içimden. Gençken bende böyleydim.

Gerçi halen daha genç sayılırdım. Günümüzde otuz yedi yaş artık gayet gençti. Tam karşıya geçmek üzere hazırlanıyordum ki, “ Hey merhaba” diyen bir ses duydum. Kafamı çevirdiğimde onu gördüm. Enes idi.

 

“Merhaba nasılsın?”.

 

“İyiyim seni sormalı. Güzel bir tesadüf sencede öyle değil mi?”.

 

“Evet öyle kesinlikle”.

 

“Ne yapıyorsun?”.

 

“Biraz yürüyüş yapayım dedim”.

 

“Hım belli zaten”.

 

“Anlamadım?”.

 

“Giyiminden yürüyüşe veya spora gideceğin belli oluyor”.

 

“Hım anladım”.

 

“Beraber yürüyelim mi? Bende hava almaya çıkmıştım.”

 

“Tamam olur”.

 

“Hem böylece birbirimizi dahada iyi tanımış oluruz”.

 

“Doğru diyorsun”. dedim. Böylece Güzelyalı, sahilinde beraber yürümeye başladık. Birbirimizi tanımaya başladık.

 

“ Sen epey eğlenceliymişsin”. dedi Enes.

 

“Sende öylesin ”. dedim.

 

“ Demek türkçe öğretmenisin. Ne güzel”.

 

“Evet işimi seviyorum”.

 

“İnsanın işini severek yapması harika”. dedi Enes.

 

“ Kesinlikle. Bende bu konuda seninle aynı düşünüyorum”.

“Lisede mi öğretmensin?”.

 

“İlkokulda öğretmenim”.

 

“A ne güzel, küçük çocuklar tatlıdırlar değil mi?”.

 

“Evet, ama, bazen yaramaz olabiliyorlar”.

 

“Çocuk olunca öyle tabi”. dedi Enes.

 

“Uslusuda var, yaramazı da. Değişken”.

 

“ Kaç yıldır öğretmensin?”.

 

“On yıldır”.

 

“Güzelmiş. Epey bir tecrübelisin”.

 

“Öyle. Peki, ya sen?. Sen ne iş yapıyorsun?”.

 

“Ben doktorum”.

 

“Ne güzel. Güzel meslek, ama, çokta yoğundur. Kolay değil öyle değil mi?”.

 

“Haklısın. Zor. Fakat bende senin gibi işimi severek yapanlardanım. Yıllarca çalıştım, okudum, istedim, ve başardım”. dedi Enes.

 

“Başarının sırrını resmen özetledin. İstemek, sevmek, çok çalışmak, ve başarmak”.

 

“Kesinlikle”. dedi Enes. Hem konuşuyor, hemde yürüyorduk. Hava soğuk olsada güzeldi. Esmekte olan serinlik yürürken hoşuma gitmişti. Birden yanıma bir tane golden köpeği koştu. Onun başını güzelce okşamaya başladım. “ Sen aynı benim kızım gibisin” dedim. “ “Bende de bir tane golden varda” dedim. “ Ne güzel köpekleri severim. Çok tatlı oluyorlar” diyerek karşılık verdi, Enes. “ Sizede mi geldi. Bu ara sokakta kim varsa yanına gidip, kendini sevdiriyor kızımız” dedi orta yaşlarda kumral bir kadın. Yanında da kocası vardı.

 

“Çok tatlı maşallah” dedim. Biraz daha sevdim. Köpek daha sonra sahiplerinin yanına giderek gözden kayboldu.

 

“Seni sevdi. Nasılda yanına geldi, ama”. dedi Enes.

 

“Evet çok tatlıydı” dedim.

 

“Biraz şurada oturalım mı?” diye sordu, Enes.

 

“Olur tabi” dedim. Güzelyalı köprüsünün oradaydık. Yürümeye ara vermiş, sahildeki bankta oturmuştuk. Deniz hemen yanımızdaydı. Gemilerse yollarına kaldıkları yerden devam ediyorlardı.

Güzelyalı'nda iki siluet.

 

Güneş, Ege denizi'ne dokunurken altın rengi bir örtü sermişti. Güzelyalı sahili, bu ışıltılı manzarayla adeta bir tablo gibiydi. Sahilde yan yana yürüyen iki siluet, bu tablonun eksik parçasıymışçasına uyum içindeydi. Yaşlı adam, kır saçlarını hafif esen rüzgara bırakırken denizi seyrediyordu. Gözlerinde yılların biriktirdiği derinlik vardı. Yanında yürüyen genç kız ise, dalgaların sesiyle ritmik adımlar atıyordu. Gözleri, ufukta kaybolan martıları takip ediyordu.

 

Deniz şu anda ikimizede hem huzur hem de umut vermişti. Sohbet ederken, bize böyle hissettirmişti. Tıpkı bizim gibi oturmakta olan genç bir kız gördüm. Henüz hayatının baharındaydı. Çok gençti. Kim bilir ne umutları, hayalleri vardı. Gerçi ülkemizde artık umutta kalmamıştı. Genç kız ise, sanki hayatın yeni başlangıçlarına doğru yelken açan bir gemi gibiydi.

 

Bir tanede dede, ve torunları yan yana oturmuşlardı. Dede, torununa masal okuyordu. Çocuk küçüktü. Diğer yorunu genç bir kızdı. Daha büyüktü. İki farklı nesil, iki farklı dünya görüşü, tek bir sahil üzerinde buluşmuştu. Yaşlı adam, genç kıza hayatın derinliklerini anlatırken, genç kız da yaşlı adama gençliğin coşkusunu aşılıyordu.

 

Biz ise Enes ile oturmuş, sohbet ediyorduk. Enes'e, bakarken gülümsedim. Çok güzel gözleri vardı. Yanında çok mutluydum. Aşk böyle bir şeymiş, dedim içimden. Daha önce aşık olmuştum,ama, aşkı hiç bu denli yoğun hissetmemiştim. Hiçbir erkeğin yanında kalbim bu denli atmamış, ve hiç bir erkeğin yanında bu denli güvende ve de rahat hissetmemiştim. Aşkın yaşı yok derlerdi, haklıymışlar. Bunu kırk yaşına merdiven dayamış bir kadın olarak şimdi daha da iyi anlıyordum. Ruhumsa, halen daha sevdiklerimin yanında oldukça genç ve çocuk gibiydi.

 

Güneş batarken, sahilin renkleri de değişmeye başlamıştı. Pembe, turuncu ve mor tonları, gökyüzünde muhteşem bir tablo oluşturuyordu. Yaşlı adam torunlarına şöyle demişti. Bunu uzaktan duymuştum. “ Hayat, deniz gibidir güzel torunlarım. Bazen sakin, bazen fırtınalı olur. Önemli olan, her daim umutla ilerlemektir” dedi. Bilge dede haklı dedim içimden. Ta uzaktan bile adamın ne denli kültürlü olduğu adeta gözlerinden bile okunuyordu.

 

Güzelyalı sahiliyle bugünde huzurla vedalaştık. Biz iki arkadaş , bir daha bir araya gelecek miydik? Bilinmez, ama, bugün yaşadığımız her ikimizinde hafızasına kazınmıştı.

 

Bazı anlar vardır, iki kişi arasında yaşanan ve hep sır kalan. İşte böyle anlardan biriydi, kurduğumuz bu güzel, dostluk.

 

Hem mucizeler gerçeğe dönüşüyorlarmış, dedim içimden. Çünkü imkansız, ulaşılamaz olarak gördüğüm platonik aşık olduğum adam artık yanımdaydı. Ve arkadaşımdı. Bu hayattan ben daha ne isteyebilirdim ki?.

 

Şanslıydım.

 

Bugünde sona ermişti. Bir an içimden günün hiç bitmemesini diledim. Bazı anlar vardır, içinden o anın hiç bitmemesini dilersin ya, şu anda yaşadığım duygu tıpkı bunun gibiydi.

İnsanın sevdiği kişiyle vakit geçirmesi, sohbet etmesi böyle bir şeymiş, demek ki diye düşündüm. Deniz ise bu esnada her zamanki parlaklığıyla parlamayı sürdürüyordu. Mavi rengi bu yüzden de seviyordum. Mavi renk bana huzur veriyordu. Bazen işe giderken mavi gömleğimi giyerdim. Arada masmavi denizi izler, gökyüzüne bakarak havayı doya- doya içime çekerdim. Mavi güzel bir renkti. Mavi renk ile ilgili şöyle bir anım vardı; sokakta yaşayan mavi gözlü bir kedi vardı. Bazen geceleri hep aynı saatte kapımın önüne gelirdi. Bende onu güzelce sever, beslerdim. Kedinin gözleri masmaviydi. O kadar güzeldi ki,onu hep güzel kedi diye beslerdim. Geçenlerde bir baktım, karnını doyurmuş, köşeye kıvrılmış derin bir uykuya dalmıştı. Hemen üşümesin diye üstünü örttüm. O benim beyaz kendim olmuştu. Onu beyaz kızım diyerek severdim. Ne zaman yumuşak tüylerine dokunsam, kedi huzurla uykuya dalardı. Mavi gözlerin verdiği güven, benide karanlıktan korurdu. Sakinliğin, güvenin, huzurun rengi, maviyle ilgili böyle bir anımda vardı. Sadece Golden köpeğim yoktu, bahçede beslediğim kedimde vardı. Canım Aryam iyi ki vardı. Köpeğimin ismi Arya idi. Enes bana köpek almak istediğini söylemişti. Fakat şimdi düşünmüyordu. Bana ileride almak istediğini söylemişti. Şu anda doktor olduğu için çok yoğun çalışıyordu. Ve köpeğe bakacak vakti yoktu. Arada da zorunlu yurt dışı, iş seyahatleri oluyordu. İşi gereği yurt dışına sık çıkan insanlar bu yüzden hayvan sahiplenmiyordu.

 

“Bugün güzeldi görüşürüz” dedi Enes.

 

“Görüşürüz” dedim.

 

Eve vardığımda, beni ilk karşılayan kardeşim Elif, oldu.

 

“ Abla nerelerdesin sen? merak ettik”.

 

“Yürüyüşe çıkmıştım, biliyorsun. Tam karşıya geçeceğim tesadüfen Enes'i gördüm. Beraber yürüdük. Sonrada oturduk sohbet ettik. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım”.

 

“Sohbet epey sarmış olmalı” dedi Elif.

 

“Evet sardı. İyi birisi”.

 

“Ne güzel. Bir arkadaşın daha oldu. Üstelik komşumuz”.

 

“Kesinlikle”. Enes, ile arkadaş olmak hoşuma gitmişti. İyi bir adamdı. Sohbeti eğlenceliydi. Kültürlüydü. Bilgiliydi. Sohbeti sarmıştı. Benden iki yaş büyüktü. Kırk yaşındaydı. Hayat tesadüflerle doluymuş, demek ki. Asla tanışacağımıza ihtimal vermezdim, ama, sonuçta aynı mahallede oturuyorduk, ve yakındık. Yani neden olmasın ki?. Bazen sevdiğimiz insanları kafamızda çok fazla abartabiliyorduk. Hepimiz insandık. Eğer yolun keşişirse, arkadaş ya da sevgili olabiliyordun.

 

Birde ben her insanın değerli olduğunu düşünüyordum. Ve hayat her şeye rağmen bence güzeldi.

 

Hayattan, hobilerimizden, kitaplardan konuştuk. Konu daha sonra dünyanında gündeminde olan yapay zekaya gelmişti.

 

YAPAY ZEKA: GELECEĞİN TEKNOLOJİSİ.

 

Yapay zeka üzerine birisiyle derinlemesine konuşmayı özlemiştim. Çünkü çevremde bu konuya ilgi duyan pek insan yoktu. Yapay zeka bilgisayarların insan benzeri görevleri yerine getirmesini sağlayan bir teknolojiydi. Öğrenme, problem çözme, karar verme gibi insan zekasına özgü özelliklerin makinelere aktarılmasıyla yapay zeka sistemleri geliştirilmişti. Enes, yapay zekayı veri analizi üzerine kullanıyordu. Bu şekilde büyük veri kümelerini hızlıca analiz ederek değerli bilgileri ortaya çıkarıyordu. Ben ise bilimsel amaçla kullanıyordum. Bilimsel araştırmalarda yapay zeka yeni keşiflere öncülük ediyordu. Artık gündelik hayatta akıllı telefonlar, sesli asistanlar, yüz tanıma, fotoğraf düzenleme gibi özelliklerle dünyada yapay zeka kullanımı gittikçe artmıştı. Daha da artmaya devam edecekti. Bunu sosyal medyada içerik önerileri, ve hedefli reklamlarda kullananlarda vardı. E- ticarette de ürün önerileri, kişiselleştirilmiş alışveriş deneyimlerinde kullanımı epey yaygındı.

 

Enes, bana gelecekte insan zekasına eşit veya üstün bir zekaya sahip yapay zeka sistemlerinin geliştirileceğini söylemişti. “ Haklısın” demiştim ona. Bende robotların daha karmaşık görevleri yerine getirebilen, insanlarla etkileşim kurabilen robotların olacağı bir dünyayı bizlerin beklediğini düşünüyordum. Yaşım gereği belki ben görmezdim, ama, yeni neslin bunu göreceği kesindi.

 

Enes, bana ileride yapay zeka sayesinde, yeni iş modelleri kurulacağınıda söylemişti. Bence haklıydı. Yapay zeka sayesinde yeni iş alanları ve fırsatlar ortaya çıkacaktı. Artık devir teknoloji devriydi.

 

Yapay zeka, geleceğimizde önemli bir rol oynayacaktı. Hem hayatımızı kolaylaştıracak hem de yeni sorunlar ortaya çıkaracaktı. Bu nedenle, yapay zekanın gelişimini dikkatle takip etmek gerekiyordu. Ben bu ara merak ettiğim soruların amacını hep chatcpt den öğreniyordum. Ne sorsam yanıtlıyordu. Bence oldukça bilgilendiriciydi.

 

Hatta bir ara uzaylılarla ilgilide sohbet etmiştik. O gizemli dünyayı ikimizde merak ediyorduk.

 

Uzaylılar var mıydı acaba?. Kim bilir? bu varlıklar halen daha gizemini korumayı sürdürüyorlardı.

 

“Koskoca evrende yalnız olamayız bence varlar” dedi Enes.

 

“Haklı olabilirsin”. dedim. Bana gülümsedi. Bende ona bu esnada gülümsemiştim. İçimden ne kadarda güzel gülüyor dedim. Onu sırf gülümseyişi için bile sevebilirdim. Sevmek güzeldi. Karşılıklı sevilmekse bir başkaydı.

 

Sevgidir ihtiyacımız olan daima...

 

Yağmur dinmişti. Güneş, bulutların arasından yüzünü göstermeye başlamıştı. Bense bu esnada pencereden dışarıyı izliyordum. Birdenbire gökyüzünde rengarenk bir yay belirdi. Bu gökkuşağıydı. O kadar güzel görünüyordu ki, onu izlemeye doyamadım.

 

RÜYA.

 

Uzaylılar üzerine konuştuğum için olsa gerek uzaylılarla ilgili rüya görmüştüm. Rüyam şu şekildeydi.

 

UZAK GEZEGENDEN GELEN MESAJ.

 

Her gece gökyüzüne bakıp, hayaller kurmayı çok severdim. Parlak yıldızlar arasında kaybolup gitmek, uzak gezegenlere seyahat etmenin hayalini kurardım. Bir gece, teleskobumu odamın penceresine dayadığımda, parlak bir ışık gördüm. Işık, giderek büyüyerek odamı aydınlattı. Korkmak yerine merakla ışığın geldiği yöne döndüm. Ve orada, şeffaf bir kürenin içinde oturan minik, yeşil bir yaratık gördüm.

 

Yeşil yaratık, gülümseyerek bana el salladı.

 

“Merhaba, ben zıp” dedi sevimli bir sesle. “ Uzak bir gezegenden geliyorum, ve seninle arkadaş olmak istiyorum”.

 

Ben bu esnada şaşkınlıkla Zıp'a baktım. “ Sen... sen bir uzaylı mısın? diye sordum.

 

Zıp başını salladı.

 

“Evet, ben bir uzaylıyım. Gezegenimizde, büyük bir festival var ve seni de davet etmek istedim”.

 

Ben çok heyecanlanmıştım. Çok şaşkındım. Uzaylı bir arkadaş edinmek hiç de beklediğim bir şey değildi. Zıp'ın uzay gemisine binerek uzak gezegenine gitmeye karar verdim. Gemi, beni yıldızlar arasında büyülü bir yolculuğa çıkardı.

 

Zıp'ın gezegeni, tıpkı hayal ettiğim gibiydi. Rengarenk evler, uçan arabalar ve gülümseyen yüzler her yerdeydi. Festivalde, ben ve Zıp birlikte dans ettik, oyunlar oynadık ve birbirimize uzaylı yemeklerinden tattırdık.

 

Festivalden sonra, ben tekrar dünya'ya dönmek zorunda kaldım. Zıp ise, bana veda ederken, “ Unutma canım, arkadaşlığımız sonsuza kadar sürecek. Bir gün tekrar görüşeceğiz” dedi.

 

Ben ise o günden sonra her gece gökyüzüne bakarken Zıp'ı hatırladım. Ve biliyordum ki, evren çok büyük bir yerdi ve içinde birçok sürpriz saklıydı.

 

Zıp'e veda ederken gözyaşlarımı tutamadım. Zıp gittikçe kaybolmaya başladı. “ Gitmeeeee ne olur beni terk etme, bırakma” diye bağırırken uyandım.

 

Rüyam sona ermişti.Vay be dedim içimden. Ne rüyaydı, ama. Etkileyiciydi. Bazı rüyalar etkileyici olabiliyordu. Bir ara ,rüyalar üzerine yazsam iyi olacaktı. Rüyalarda bana enteresan geliyordu.

 

Loading...
0%