Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@gizemyenikler

Dinlenmekte bir tür ihtiyaçtı, nede olsa. Kahvemi yudumlamayı sürdürürken, birden telefon çaldı. Arayan Enes, idi. Onun ismini görünce ,yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Heyecanlanmıştım. Onunla ne zaman konuşsam heyecanlanırdım. Elimde olan bir şey değildi, bu. İnsan sevdiğini görünce, onunla konuşunca ister istemez mutlu olur ve heyecanlanırdı.

 

“Merhaba Buse nasılsın?”.

 

“İyiyim sağol sen nasılsın?”.

 

“Bende iyiyim. Ne yapıyorsun? Bir sesini duymak istedim”.

 

“İyiyim. Bende ders arasındayım. Birazdan devam edeceğim”.

 

“Çok kolay gelsin”.

 

“Sağol sana da çok kolay gelsin. Senin işler nasıl?”.

 

“Çok yoğun. Şimdi muane için yeni hastaya gireceğim”.

 

“Anladım görüşürüz”.

 

“Sağol görüşürüz. Akşam gene yapalım bir şeyler”.

 

“Olur” diyerek telefonu kapattım. Onun sesini duymak, hoşuma gitmişti. Beni araması iyiydi. Demek ki merak ediyordu. Neyse kafamda kurmasam iyi olurdu. Biz sadece arkadaştık o kadar. Fazla umut beraberinde hayal kırıklığı getiriyordu. Fazla bağlanmamakta fayda vardı.

 

Akşam belki gene sahile çıkar, yürüyüş yapardık.

 

Derse geri döndüm. Vakit gelmişti. Çocuklar bugün usluydular. Bende dersi rahat bir şekilde işledim. Bazen yaramaz oluyorlardı, bazen ise uslu. Günden güne değişiyordu. Çocuk işte dedim, içimden. Son derste onlara kitap okudum. Kitap konuyla ilgiliydi. Yaşlarına da uygundu. Çocuklar ilgiyle beni dinlediler. Sessizdiler. Kitabı sevmişlerdi. Bunu dinlemelerinden, ve gözlerinden okuyabiliyordum.

 

“Ders bitti çocuklar. Yarın görüşürüz”.

 

“Hoşçakal öğretmenim. Yarın görüşürüz” dediler hep bir ağızdan. Bende eşyalarımı topladım. Sırt çantamı sırtıma takıp, eve gitmek üzere yola koyuldum. Ehliyetim vardı. Ancak araba kullanmayı bir süredir erteliyordum. Biraz cesaretimi toplayabilirsem, gene eskisi gibi trafiğe çıkabilirdim. Neden olmasın? diye düşündüm. Eğer istersem olurdu. İsteyen başarırdı.

 

Geçenlerde bu konu üzerine Enes, ile konuştuk. Bana başarabileceğimi söylemişti. Bende ona teşekkür etmiştim. İnsanın iyi bir arkadaşı olması önemliydi. Beni destekliyor, ve motive ediyordu. Hislerimiz bu konuda karşılıklıydı. Buda beni mutlu ediyordu.

 

Tam eve girmek üzereydim ki, Enes'i, aradım. Çıkışta beni ara demişti.

 

“Enes ben dışarıdayım. Vardım. Ara demiştin. Haber vereyim dedim”.

 

“Bende varmak üzereyim. On dakikaya kadar varmış olurum” dedi Enes.

 

“Tamam görüşürüz” diyerek telefonu kapattım. Deniz kenarında oturuyordum. Deniz kokusunu bir kez daha doya- doya içime çektim. Deniz güzeldi. Hava almak insana iyi geliyordu. Sadece ruhuna da değil, bedenine de iyi geliyordu.

 

Ve onu gördüm. Gelmişti.

 

“Hoşgeldin” dedim.

 

“Merhaba naber?”.

 

“Gayet iyi ya sen?”.

 

“Bende iyi” dedi. Ve biz gene uzun- uzun sohbet ettik. Kalbimse her zamanki gibi onun yanında huzurla çarpmaktaydı. Duygularımı belli etmemeye çalışıyordum. Gene de bana bir gün onunla arkadaş olabileceğimi söyleseler buna asla ihtimal vermezdim. O platonikti. Fakat artık arkadaşım olmuştu. Hayatta buyük konuşmamakta fayda varmış. İlk defa bana yakındı, uzak değildi. Çünkü arada buluşuyor, sohbet ediyorduk. Arkadaşlık kadar güzel bir şey var mıydı zaten? bence yoktu.

 

“ Demek İtalya'ya gitmek istiyorsun” dedi.

 

“Çok görmek istiyorum. Gezmek kadar güzel bir şey var mı?”.

 

“Bence yok. Bende Hollanda'yı görmek isterdim”.

 

“Hım orasıda güzel”.

 

“Ben şimdiye dek on tane ülke gezdim”.

 

“Vay iyiymiş. Hangileri?” diye sordum.

 

“ İsviçre, İsveç, Norveç, Fillandiya, Danimarka, Mısır, Lübnan, Güney Afrika, Gürcistan, Azerbaycan”.

 

“Epey gezmişsin. Ne güzel”.

 

“Peki ya sen?” diye sordu.

 

“ Ben İsviçre, Hollanda, Çekya, Macaristan ve Avusturya” diyerek yanıt verdim.

 

“İyiymiş sende az gezmemişsin”.

 

“Evet ama daha çok istiyorum. Hep gezmek istiyorum”.

 

“Bende öyle. Artık bu saatten sonra mümkün olduğunca gezmek lazım”.

 

“Bu yaştan sonra zaten gezmekten başka ne yapılır ki?”.

 

“Bence hala genciz”.

 

“Sence öyle miyiz?” diye sordum. Otuz sekiz yaş günümüzde gençti, evet, ama, bana pek gençmiş gibi gelmiyordu.

 

“Seni bilmem, ama, benim yaşım kırk ve halen daha gencim”.

 

“Kesinlikle öylesin. Zaten genç de görünüyorsun”.

 

“Diyene bak. Seninde benden pek bir farkın yok bence. Hatta sen benden çok daha genç duruyorsun”.

 

“Abartma”.

“Hayır ben gayet ciddiyim”. Gülümsedim. Akşamları deniz kokusunu içine çekip, Güzelyalı sahilinde insanın sevdiği kişiyle sohbet etmesi kadar güzel bir şey yoktu. Derken iş özel konulara geldi.

 

“Senin gibi kültürlü bir kadının hayatında neden birisi yok peki?.”

 

“Tamamen tercih desem. Yalnızlığımı ve özgürlüğümü seviyorum”.

 

“Hım bu güzel”.

 

“Peki ya sen?”.

 

“Vardı. Ayrıldım. Şu anda bende işimle meşgulüm. Çok yoğunum. Biliyorsun ,doktorluk çok yorucu. Pek vakit kalmıyor açıkçası”.

 

“Epey yoğunsun ve birine vakit ayırmakta senin için zor”. dedim.

 

“Hem öyle, hem de ben günümüzde pek aşkı bulacağıma inanmıyorum. Daha doğrusu ortalık yapay ilişkilerle dolu. Geçekten birisiyle tamamen anlaşabilmek, ciddi ilişki kurabilmek mümkün mü? Bu soruyu düşünüp, duruyorum”.

 

“Sence mümkün mü?”.

 

“Bunu bilemem, ama, bildiğim bir şey var oda şu; sohbetini sevdiğin, keyif aldığın, sana iyi gelen kişiyi her kim olursa olsun bırakma. Bu normal bir arkadaşında olabilir, illa sevgilin olmasına gerek yok”.

 

“Sana katılıyorum”. dedim.

 

“Aynı düşünüyor olmamız güzel”. dedi. Bu esnada köpeğini gezdirmekte olan bir kadın gördüm. Öyle yürüyüp gitmişti. Arada bir böyle dışarıyı, sokağı izlemeyi, gözlemlemeyi severdim. Gözlemlemenin yazarlık kariyerimde de önemli olduğunu düşünüyordum.

 

“Ben böyle akşamları sahile inmeyi, hava almayı seviyorum. Hep evde otur- otur sıkılıyorum”.

 

“İyi yapıyorsun. Hava almak gibisi var mı? Hem insanada iyi geliyor”.

 

“Kesinlikle” dedi Enes. Bazı konularda aynı düşünüyorduk. Arada farklılıklarımızda vardı, ,ama, buda çok normaldi. Her insan birbirinden farklıydı, nede olsa. Hava eserken bende gözümü yanımdaki denize diktim. Uzaktan gemiler geçmekteydi. Yıldızlar ise gökyüzünde pırıl- pırıl gecenin sessizliğinde parlamayı sürdürüyorlardı. Onları arada izleyerek sohbet etmekte güzelmiş, diye düşündüm içimden. Derken konu film, dizi tavsiyelerine geldi. İzlediğimiz filmlerden, dizilerden konuştuk. İkimizde de Netflix vardı. Birbirimize beğendiğimiz dizileri, filmleri önerdik. Sonra Enes, ile beğendiğimiz şarkıları dinledik. Telefonundan spotify açtı. İkimizde doksanları seviyorduk. Dinlemeye başladık. Güzeldi.

Bazı anlar vardı, insan hiç bitmesini istemiyordu. Buda öyle anlardan birisiydi.

“ Müzik dinleyerek konuşmanın keyfi başka”.

 

“Bu doğru. Ben her gün dinliyorum. Bazen yeni şarkıları, bazense eski şarkıları. Eski şarkılarda çok güzeldi” dedi Enes.

 

“Bende 90ları çok seviyorum. Sürekli dinlerim”.dedim.

 

“Çocukluğumuz iyi yıllarda geçti. Biz gene kuşak olarak şimdikilere nazaran daha şanslıyız bence”.

 

“Evet şimdi devir kötü”.

 

“Öyle, ama, hayatta bir şekilde devam ediyor öyle değil mi?”.

 

“Kesinlikle. Mutlu olmalı, hayatın güzellerinin tadını çıkarmalıyız” dedim.

 

“Ve bol- bol gezmeliyiz”dedi Enes.

 

“Harika bir fikir”. Bazı şeylerin hayali bile güzeldi. Hareketli şarkılar çalmayı sürdürürken keyfimizde yerindeydi. Derken hareketli şarkılar yerini romantik parçalara bıraktı. Onlarda güzeldi.

 

“Eh bir gün daha bitti desene” dedi Enes.

 

“Öyle oldu” diyerek karşılık verdim.

 

“Görüşürüz”.

 

“Görüşürüz”. Enes, yan apartmana girerken, bende hemen bir yandaki evime girdim. Saat geç olmuştu. Herkes uyumuş olmalıydı. Bu yüzden eve gürültü yapmadan girdim. Kapıyı sessizce kapattım. Beni karşılayan sevimli köpeğim olmuştu.

 

“Kızım uyumadın mı sen daha?”. Köşede durmuş bana bakıyordu. “ Uyumak için beni mi bekledin sen hı”. Hav diyerek karşılık verdi. Önce biraz suyundan içti. Susamıştı.

 

“Gel yatalım artık haydi” deyince hemen benimle birlikte yürümeye başladı. Böylece odama girdim. Köpeğimse köşeye kıvrılmış, oda uyuma posizyonunu almıştı. Yuvarlak bir biçimde kıvrılarak gözlerini kapatmıştı. Bende ışığı kapattım. Sonrada derin bir uykuya daldım.

 

Güne kuşların ötüşleriyle başladım. Kalktım. Giyindim. Siyah bir ceket giymiştim. Pantolonum siyahtı. İşe hazırdım. Sonra kahvaltı yaptım. Ve işe gitmek üzere yola koyuldum. Günler birbirinin tekrarı gibiydi sanki, ama, ben hayatımdan memnundum. Bir şikayetim yoktu.

 

İşe vardığımda eşyalarımı her zamanki gibi masaya dizdim. Sonrada kahve içmek üzere dışarıya çıktım. Daha dersin başlamasına vardı. İş yerimin hemen yanında bir cafe vardı. Arada bir orada oturmayı, oyalanmayı seviyordum. İyi oluyordu.

 

Aradada kahvemi yudumlarken, kitabımı okuyordum. Buda bana keyif veriyordu. Bir insanın kendisine keyif veren şeyleri yapması önemliydi. Bu her ne olursa olsun fark etmezdi. Benide kitap okumak, yazı yazmak mutlu ediyordu. Bu ara kafamda kısa bir öykü yazmak vardı. Fakat halen daha bunu uygulamaya geçirememiştim. Vakit bulursam yapacağım ilk iş bu olacaktı. Türü bilim kurgu idi. Eğer bunu yazmayı başarabilirsem, değişik olacağı kanısındaydım. Bu ara bilim kurgu hikayeleri ilgimi çekiyordu. Okuduğum kitapta Fahreheit 451 idi. Klasik çok okunmuş, bir eserdi. Bende şimdi okuyordum. Yazarı Ray Bradbury idi. Konusunu beğenmiştim. Sarmıştı.

 

Kahvemi içerken, biraz okudum. Sonrada işe başlamak üzere sınıfa girdim. Vakit gelmişti.

 

“Günaydın çocuklar” dedim.

 

“Günaydın öğretmenim” dediler hep bir ağızdan. Yerlerine oturdular. Çok küçük, sevimli, ve tatlıydılar. Küçük çocuklar sevimli olurlardı. Tabi bazısı da yaramazdılar. Yaramaz öğrencilerimin olduğuda doğruydu. Çocuktan çocuğa göre fark vardı. Değişiyordu.

 

“Sayfa yirmi” dedim. Hemen kitaplarından dediğim sayfayı açtılar. Süre vermiştim.Hemen çözmeye başladılar. Bazısı çözerken, bilmediği kelimelerin anlamını yanlarındaki deftere yazıyorlardı. Bir ara Kerem izinsiz ayağa kalmıştı.

 

“Kerem yerine” dedim. Kerem'de bunun üzerine “ Tamam öğretmenim, canım sıkıldı da “ diyerek yerine oturdu. O biraz yaramaz olan öğrencilerimden biriydi. Dersten arada bir sıkılabiliyordu. Dikkati çabuk dağılan bir çocuktu. Arada bir konsantirasyonu bozuluyordu. Ben dersi ona elimden geldiğince sevdirmeye çalışmıştım. Ancak bunda başarılı olamamıştım. Seven seviyordu, sevmeyense sevmiyordu. Bazısı ilgiliydi, bazısı ise zorunlu olarak derse giriyorlardı. İlgisiz olanlarda mecburen sınıflarını geçmek için çalışmak zorundaydılar. Yapacak bir şey yoktu. Bende öğrenci olmuştum. Sevdiğim derslerde vardı, sevmediğimde, ancak geçmek için hepsini çalışmak zorundaydın. Olay bu kadar basitti. Hayatta herkes her şeyi sevemezdi. Herkesten her şeyi sevmesini beklemekte hataydı.

 

Teneffüs olmuştu.

 

“On beş dakika mola çocuklar”.

 

“Yasasın” dedi öğrencilerden birisi. Bir diğeri ise “ Tamam öğretmenim” diyerek koşa- koşa sınıftan çıktılar. Arkalarından seslendim.

 

“Koşmayın düşeceksiniz”. Çocuk işte dedim, daha sonra. Bende ders arasında elime telefonu aldım. Enes'den, mesaj gelmişti. Bana ne zaman yazsa mutlu oluyordum. Heyecanlanıyordum.

 

“Nasılsın? Nasıl gidiyor?”.

 

“İyi gidiyor. Ya senin? ders arasındayım”.

 

“Bende moladayım. Hastayı muane ettim. Şimdi sırada bekleyen başka bir hasta var. Durumu ciddi. Acil ameliyata almamız gerekiyor”. dedi Enes.

“Çok geçmiş olsun. Acil şifalar. Umarım hasta ameliyatı atlatır, ve bir an önce eski sağlığına kavuşur” diye yazdım.

 

“Umarım” dedi Enes'de. Bende bunun üzerine mesajına kalp yolladım. Sonra eyvah dedim içimden. Ya yanlış anlarsa?. İyide insan sadece beğendiği kişiye kalp yollamazdı ki, insan arkadaş olarak gördüğü birinede, pekala içten gelen bir kalp yollayabilirdi.

 

Öyle değil mi? yanlış mı düşünüyordum acaba?. Umarım yanlış anlamaz diye düşündüm. Bunu düşünürken yüzümde bir gülümseme vardı. Bu durum gene de hoşuma gitmişti. İnsanın sevdiği kişiyle yazışmasıda insanı mutlu ediyormuş, meğer. Ah aşk demiştim, içimden. Bu yaşta aşkı bulmuştum. Hayatta hiç bir zaman için asla geç değildir. Enes'in özgürlüğüne olan tutkusunuda sevmiştim. Bana bu yönden gerçekten benziyordu. İkimizde özgürlüğümüze son derece düşkündük.

 

Onu seviyordum. Kalpten, ve de içten.

 

Ayrıca Enes'in, mizah yönüde güçlüydü. Beni sürekli olarak güldürüyordu. Bende onu güldürüyordum. Bu karşılıklıydı. Mizahta bence ayrı bir yetenekti.

 

Gülmek güzeldi. Sevdiğin insanla karşılıklı gülümsemek ise daha güzeldi. Bambaşkaydı. Enes'e, “sevgidir ihtiyacımız olan” dediğimde bana gülümseyerek “ Kesinlikle öyle” diyerek karşılık vermiştim. Ben ise o esnada onun gözlerinin içine bakarken resmen erimiştim. Duygularımı ona belli ediyor muydum acaba?. Hım belki de ediyordum. Peki duygular insanın elinde miydi? Bence değildi. Aman anlarsa anlasın dedim. Sadece arkadaşlığımızın bitmesini istemiyordum, o kadar.

Sohbetinden bu denli keyif aldığım birini kaybettiğim taktirde özlerdim. Bu gerçekti. O halde arkadaşlık kalıcı, aşk ise geçici diyebilir miydik?.

 

Loading...
0%