@gizemyenikler
|
Enes ile hep arkadaş olmak isterdim. Onu kaybedeceğime böylesi çok daha iyiydi. Bence oda benimle bu konuda aynı düşünüyordu. Onunla ne zaman sohbet etsek ,sohbetimden keyif aldığını bana belli ediyordu. Gözler insanı ele veriyordu. Dudaklar yalan söyleyebilir,ama, gözler asla.
İş çıkışında telefonum çalmaya başladı. Arayan Enes, idi.
“Nasıl geçti ameliyat?” diye sordum.
“İyi geçti. Hasta atlattı”.
“Oh çok sevindim, tekrar çok geçmiş olsun, yazık valla adamcağıza”.
“Sağol. Bir an için hastayı kaybedeceğimizi düşündük. O kadar büyük, ve ciddi bir ameliyattı. Neyseki adam kurduldu, ve ona bir şey olmadı”.
“Haklısın. Siz doktorlarında işi zor”.
“ Öyle. Bazen elimizden geleni yapıyoruz, ama, kurtaramıyoruz. Geriye gözü yaşlı aileler kalıyor”.
“Çok, acı, ama, elden ne gelir ki?”.
“Doğru. Senin işin nasıl geçti?”.
“İyiydi. Şimdi eve gideceğim”.
“ Eve dönme. Alsancak'a ,geleyim. Biraz dolaşalım ne dersin?”.
“Hım tamam o halde anlaştık. Öyle yapalım”.
“On beş dakikaya oradayım. Yoldayım”.
“Tamamdır görüşürüz”.
“Görüşürüz kitap kurdu” dedi Enes. Telefonu kapattım. Bana kitap kurdu demesi ,hem hoşuma gitmişti, hem de bugün kitaplardan bol- bol konuşacağımızın sinyalini almıştım. Gerçi Enes'de kitap kurduydu. İkimizde öyleydik. Onunla kitaplar hakkında sohbet etmek hoşuma gidiyordu.
ALSANCAK KORDONU.
Onu kordonda beklemeye başladım. Deniz her zamanki gibi oldukça güzeldi. Güneş, denizin üzerinde parıldarken martılar, masmavi gökyüzünde özgürce süzülüyordu. Alsancak Kordonu, sabah sporu yapanların, yürüyüşe çıkanların ve denizin keyfini çıkaranların uğrak noktasıydı. Hafif esen rüzgar, yüzlere ferahlık verirken dalgaların kıyıya vurmasıyla oluşan köpekler, çocukların oynaştığı bir oyun alanına dönüşmüştü.
Kordon boyunca uzanan kafeler, günün her saatinde canlılık taşıyordu. İçilen kahveler, sohbetler, ve manzara birleşince ortaya huzur dolu anlar çıkıyordu. Özellikle gün batımı, Alsancak Kordonu'nun en güzel manzaralarından biriydi. Gökyüzünün turuncu ve pembe tonlara bürünmesi, denizin aynaladığı bu eşşsiz manzara, izleyenleri büyülüyordu.
Alsancak Kordonu, sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda tarihi dokusuylada dikkat çekiyordu. Kordon üzerindeki eski binalar, şehrin geçmişine ışık tutarken modern yaşamla iç içe bir atmosfer sunuyordu. İşte böyle bir manzarada onu gördüm. Bana doğru yürüyordu. Benimse bu esnada saçlarım rüzgardan dolayı uçuşuyordu. Biz ise Kordon'da kaybolan bakışlar gibiydik. Deniz, kentin karmaşasından uzak, sakin bir nefes alıyordu. Alsancak Kordonu, her zamanki gibi kalabalıktı. İnsanlar yürüyüş yapıyor, sohbet ediyor, denizin keyfini çıkarıyordu.
“Merhaba hoşgeldin”. dedim. Bu esnada bir kez daha gözlerinin içine bakarken erimiştim.
“Hoşbulduk” diyerek yanıma oturdu. Gene heyecanlanmıştım.
“İyi olmana sevindim”. dedi Enes.
“Bende öyle” diyerek yanıt verdim. Hislerimiz bu konuda karşılıklıydı. Enes, az önce yanıma oturmadan önce, yürürken bile, gözlerimiz sanki bir mıknatıs gibi birbirimizi arıyordu. Öylesine büyük bir çekimdi, bu.
“Güzel bir gün değil mi?”. diye sordum.
“Çok güzel. Özellikle de seninle burada olmak”.
“Kesinlikle”. İyi ki arkadaşız ,dedim içimden. Kordon'da batan güneş, kalplerimizde de bir umut ışığı yakmıştı. Belki bir gün, bu platonik aşk gerçek bir aşka dönüşecekti.
Kim bilir?. Belki bir gün...
Zordu, ama, imkansız değildi. Bir zamanlar imkansızdı. Çünkü o zaman merhabam bile yoktu. Ve henüz Enes'i tanımıyordum. Şimdi ise iyi birer arkadaştık. Ayrıca sık- sık da buluşuyorduk.
Bugünde bol- bol kitaplar üzerine sohbet ettik. Bir ara, konu meşhur Baba filmine geldi. Baba serisi ikimizinde en sevdiği filmdi. Bu ortak yönlerimizden biriydi. Baba filmi gerçektende müthişti.
“Kesinlikle bir tür başyapıt” dedim.
“Eşi ve benzeride yapılamadı” diyerek katıldığını belirtti, Enes. Baba filmi üzerine konuşmak, bizi mutlu etmişti. Bazı filmler bir kere yapılırdı. Bu İtalyan asıllı bir mafya ailesi olan Corleone'lerin yükseliş ve düşüsünü anlatan epik bir üçleme olan film bizi oldukça etkilemişti. Film, savaş sonrası Amerika'sında gücün, ailenin ve sadakatin ne anlama geldiğini sorguluyordu. Film eskide olsa, üzerinden yıllarda geçse klasik bir başyapıt olma özelliğini koruyordu. Al Pacino, Marlon Brandonun oyunculuğu harikaydı.
“Epik anlatımı çok iyi bir kere” dedim.
“Olmaz olur mu? Savaş sonrası Amerika'sının atmosferini ve mafya dünyasının karmaşıklığını gözler önüne bu yönetimi uygulayarak başarıyla anlatmış”. dedi Enes.
“Buda onun kült bir klasik olma özelliğini ve güncelliğini hala koruyor”. dedim.
“En sevdiğin baba filmi karakteri hangisi peki?” diye sordu, Enes. Bende aslında onunkini merak ediyordum.
“Benim Vito Corleone karakteri ya senin?”.
“Benim Michael Corleone”. diyerek yanıt verdi, Enes. “ o Vito karakterinin en çok nesini sevdin peki?”.
“ Vito Corleone karakteri bence ailenin saygı duyulan ve karizmatik lideriydi. Adalet duygusu ve geleneklerine bağlılıyla tanınıyordu.
“Güzel açıkladın. Benim Michael Corleone dememin sebebi ailenin bir kere en küçük oğlu. Ve başlangıçta ailenin işlerinden uzak durmak istese de, babasının suikasta uğramasıyla aile işlerine girmek zorunda kalması beni epey bir etkilemişti. O karakteri seçmemin nedenide tam olarak bu etkileyici bulmam” diyerek açıkladı, Enes. Böylece, film üzerine güzelce, detaylıca konuştuk.
Önceden aşkın sadece bir hayal gerçeğe dönüşmesinin çok zor olduğunu düşünürdüm. Oysa şimdi Enes sayesinde hayatımda ilk defa inanmaya başlamıştım. Bazen bir kişi bile ,seni aşka inandırmaya yetiyordu. Birde sohbeti hoş olan insanı seviyormuşsun, meğer diye düşündüm. Eskiden sadece tipe bakardım. Meğer çok yanlışmış. İnsanı güzel yapan karakteri, iyi olan kalbi, ve seni karşılıksız, çıkar beklemeden sevmesiymiş. Sohbeti güzel olan insanla iyi anlaşıyordun. Gerisi hikayeydi.
|
0% |