@gizemyenikler
|
Tabi birde, gülümsemeyi unutmamak gerekirdi. Gülüşü ,güzel olan insanıda seviyordun. Tıpkı Enes, gibi dedim içimden. O gülümseyişi ki, beni benden alır diye düşünürken, kalbim gene küt- küt onun yanındayken atmaya başlamıştı. Onu sevmek, tıpkı huzur bulduğum bir denizin yakınından yürümek gibiydi. Gözlerinde huzur bulduğum kişiydi, ve de yüreğinde.
Kadere inanmıyordum. Ancak tesadüflere inananlardandım. Hayatta güzel tesadüfler vardı. Tıpkı Enes, ile tanışmam gibi. Bu bir tür tesadüftü.
Güzel olan tesadüflerdendi.
Konu bu sefer sosyal medyaya gelmişti.
“İnternette ne çok sahte hesap var. Amaçları insanları dolandırmak” dedi Enes.
“Sorma. Artık herkes para peşinde. Dolandırıcılık ise çok arttı”.
“Geçen facebooktan bir sürü Angelina Jolie, Tarkan, Dua Lipa, Neymar sildim”.
“Hahahaha ünlülerin yerine geçenler” dedim.
“Sorma. Millet kafayı kırmış”.
“Acı olan ise o hesaplara inanıp, dünyada dolandırılanlar var”.
“O yüzden hep derim beğen, ama, aşırı hayranlık duyma diye” diyerek konuştu, Enes. Bu konuda haklıydı. Onunla aynı düşünüyorduk.
“Ünlülerinde kusurları var. Onlar da insan, bizlerde. Hepimiz öyleyiz, ve değerliyiz”. dedim.
“Çok doğru diyorsun”. diyerek katıldığını belirtti, Enes. Enes, benim ruh ikizim olabilir miydi acaba? Tamam farklılıklarımız vardı, ama, ortak yönümüz daha fazlaydı.
“İnsanlar oldukları gibi olmalılar”.
“Kendin olmak gibisi yok” dedim. Böylece ,bir kez daha birbirimize bakarak gülümsedik. Bugün birlikte epey güzel vakit geçirmiştik. Konu bu seferde Netflix'de ,son izlediklerimize geldi. Birbirimize güzel, akıcı dizi, film önerilerinde bulunmuştuk. Birazda şarkı dinlemiştik.
“Eh bugünde bitti desene”. dedi Enes.
“Evet keşke hiç bitmeseydi”. dedim. Daha sonra utandım. Ya yanlış anlarsa? diye düşünmeden edemedim. İyi de insan arkadaşınada pekala bunu söyleyebilirdi. Öyle değil mi?.
İnsan dostuylada iyi vakit geçirdiğini ve bu anın hiç bitmemesi gerektiğini söyleyebilirdi.
Hem belki de sevgili olurlardı.
Kim bilir? Belki bir gün...
“Bunu bende içimden geçirdim biliyor musun?”.
“Gerçekten mi?” diye sordum.
“Evet”. dedi Enes.
“Hislerimiz karşılıklıymış”. dedim. Hava birden soğumuştu. Gece böyle oluyordu. Ay ise gökyüzünde pırıldamaya devam ediyordu.
“Ne kadar güzel bir ay” dedim.
“Bende ona bakıyordum”. Birbirimize, veda etmeden önce aynı anda ayı seyrettik. Buda güzel anlardan birisiydi.
“Ah gizemli, sonsuz evren” dedim.
“Çok ilginç öyle değil mi?”.
“Kesinlikle”.diyerek gözlerimi biraz daha aya diktim.
“Yarın hafta sonu sinemeya gidelim mi ne dersin?”.
“Hım olur”.
“Forum Bornova yapalım mı? değişiklik olur”.
“Bana uyar” dedim.
“O halde anlaştık, yarın görüşürüz kitap kurdu”.
“Bana ne kadar daha kitap kurdu olduğumu söyleyeceksin?”.
“ Hoşlanmıyorsan demem”. “Yo bana fark etmez”.
“Tamamdır”. Birbirimize el sallayıp, evlerimize girdik. Birden instagrama istek geldi. Beni ekleyince içimdeki mutluluğu anlatamam. Sırıtarak hemen kabul ettim. Beni evde ilk karşılayan bu sefer kardeşim oldu.
“Abla nerelerdesin sen?”.
“Enes ile birlikteydik”.
“Abla siz çıkıyor musunuz?” diye sordu, meraklı bir yüz ifadesiyle.
Yok sadece arkadaşız. Buda nereden çıktı?”.
“Bilmem. Çok sık buluşuyorsunuz sanki. Hem neden olmasın ki? İyi bir adama benziyor, ve yakışıklı”.
“Umarım olur”. deyince kız kardeşim çığlık atarak bağırdı.
“Kız ne bağırıyorsun?”.
“Abla yıllar sonra aşık oldun. Bu harika”.
“Ben ona çoktandır aşığım platonik olarak”.
“Vay be ne aşk, ama”.
“Daha ortada aşk yok”.
“Bence var” dedi meraklı kardeşim. Böylece konuşarak, gülüştük.
“Ay abla keşke daha önce açılsaydın”. dedi Elif.
“Kız öyle durduk yere açılma mı olur? Yan apartmanda yaşayan, merhabamın bile olmadığı birine insan nasıl açılabilir?”.
“Sende haklısın. Belki görünce bir merhaba derdin”.
“Onu hep sokakta balkondayken görüyordum”.
“Anladım. Cumhur amca sağ olsun diyelim mi peki?”.
“Valla öyle” dedim.
“Onun sayesinde aşkı buldun”.
Gülümsedim. Karşılıklı sevilmek insanı mutlu ediyordu. Enes, ayrıca hayata pozitif bakan bir adamdı. Olumsuz durumlarda bile olumlu bir yan görürdü. Her şeyin bir çaresi bulunur derdi. Aklıma birden Sertap Erener'in, bir çaresi bulunur adlı şarkısı gelmişti. Bana birden hatırlatmıştı. Güzel şarkı, severdim.
Enes, ayrıca son derece düşünceli bir adamdı. Ne zaman akşam dışarıya çıksak, buluşsak beni arabasıyla eve kadar bırakıyordu. Eve birlikte dönüyorduk. “ Kötülük çok arttı” demişti. Oda endişeleniyor, korkuyordu. Bu endişesindede bence haklıydı. Son yıllarda artan şiddet olayları, ve cinayetler son derece korkunçtu. Her daim dikkat etmeliydik. Hiçbir yer güvenli değildi. Dikkat etmek zorundaydık. Bunca kötülüğün artması karşısında hepimiz oldukça şaşkındık. Bir cinnet, öfke, şiddet dönemiydi. İnsanoğluna akıl, sır erdirmek ne mümkün, dedim içimden.
Odama girdim. Biraz Sertap Erener, dinledim. Sesini, ve şarkılarını çok beğeniyordum. Şarkıları resmen yüreğime dokunuyordu. Enes'den mesaj gelmişti.
“İyi geceler”.
“İyi geceler” diyerek yanıtladım, hemen.
“İnstagram resimlerin çok güzel” dedi.
“Çok teşekkür ederim”.
“Rica ederim. Tatlı rüyalar”.
“Sanada” dedim. Sıcacık yatağımın içine girdim. Kulaklığımı taktım. Kışında güzel yönü buydu. Ve uyudum.
Ertesi güne gene Enes'in içten, samimi mesajıyla başladım.
“Günaydın”.
“Günaydın” diyerek yanıt verdim. Kahvaltımı yaptım. Peynirli tost, çay yetmişti. Birazdan Enes, ile birlikte Bornova'ya gidecektik.
“Vay bu ne güzellik böyle”.
“Her zamanki gibi giyindim ”. dedim. Üzerimde sade siyah bir elbise vardı. Makyaj yapmamıştım. Sadece her zamanki gibi, pembe rujumu sürmüştüm, o kadar. Fakat sanırım Enes, beni her halimle beğeniyordu. Buda beni mutlu ediyordu.
“Siyah sana çok yakışıyor”.
“Arada elbise arada da, ceket” dedim.
“Sana yakışıyor”.
Böylece Enes, ile birlikte Bornova'ya ,gitmek üzere arabayla birlikte yola koyulduk. Arabanın içindede güzel sohbetlerimize kaldığımız yerden devam ettik. Arada gülüştük de. Komik haberlerden bahsettik. Karikatürlerden konuştuk.
“E çalışmaya devam. Peki ya boş vakitlerinde ne yapıyorsun?”.
“ Kitap okuyorum”.
“Şu anda hangi kitabı okuyorsun?” diye sordu, Enes.
“Matt Haig'den gece yarısı kütüphanesi” diyerek yanıt verdim.
“O kitabı bende okudum. Güzeldi. Bende şu anda Ahmet Ümit'in, Yırtıcı kuşlar zamanını okuyorum”.
“Güzel kitap”.
“Okudun mu?”.
“Evet okudum”.
“Seninde hızına yetişilmiyor, valla bak sana boşuna kitap kurdusun demiyorum, öyle değil mi?”.
“Bak bu konuda haklı olabilirsin işte”. “ Bu arada çok güzel araba kullanıyorsun”. diyerek iltifat etmektende geri kalmadım.
“Sağol iyi olduğumu söylerler” dedi Enes. Ettiğim iltifat hoşuna gitmişti. Kendisine güvendiği davranışlarındanda belliydi.
Enes, arabayı park ederken bende dışarıdaki soğuk, ama, güzel havanın tadını çıkarıyordum.
“Hazır mısın?” diye sordu, Enes.
“Evet hazırım”. diyerek yanıt verdim. Nihayet Forum Bornova'ya gelmiştik. Avm her zamanki gibi kalabalıktı. Buranın açık hava oluşu hoşuma gidiyordu. Güzel dizayn edilmişti.
“Burayı seviyorum” dedim.
“Öyle mi? bende ara bir gelirim. Değişiklik oluyor. Tabi yakın oluşu nedeniyle İstinye Park'ı daha çok tercih ediyorum”.
“Bende öyle. Agoraya filan daha çok gidiyorum”. derken istediğimiz filme girdik. Türü komedi idi. Biz insanoğlunun arada gülmeyede ihtiyacı vardı. Enes ile en son Felsefe üzerine konuşmuştuk. Gerçi her konu üzerine sohbet ediyorduk, ancak felsefe ile ilgili sohbetimiz beni bir hayli derinden etkilemişti. Birbirimize biz insanları sorgulayan sorular sormuştuk. Sorgulamakta, tıpkı araştırmak gibi güzeldi.
“Bugün dünya felsefe günü” dedi Enes. “Öyle mi? Bilmiyordum”. Enes, her şeyi bilen, kültürlü bir adamdı. Konuştuğumuz konular son derece ilginçti.
“Hiç doğmamış olduğunu hayal et: bu düşünce seni rahatsız eder mi? Hiç yaşamamış gibi unutulacağını hayal et: bu seni rahatsız eder mi?”.
“Vay be” dedim. “ Bu nasıl bir soru böyle”.
“Felsefe böyle” dedi Enes.
“Sanırım umurumda bile olmazdı. Zaten yaşamamışım. Öyle değil mi?”. diyerek yanıtladım.
“Haklı olabilirsin”.
“Frisch şöyle sorular sormuş “ kaç yaşına kadar yaşamak istiyorsunuz”. “ Ölümsüz olmak ister misiniz? “ Teknolojinin ölümü ortadan kaldırmayı başaracağına inanıyor musunuz? “ İnsan ruhunun ölümsüz olduğuna inanıyor musunuz? “ Sizin ve tanıdığınız herkesin ölümünün ardından insan soyunun korunması sizin için hala önemli midir?”. “ Kiminle asla karşılaşmamış olmayı dilersiniz? “ Erkekseniz kadınlara acıyor musunuz? Kadınsanız erkeklere acıyor musunuz? “ evlilik kurumunu kendiliğinden keşfedebilir miydiniz? “ Evliyseniz karınızın/ kocanızın yerinde olmak ister misiniz? Yanıtınız evet veya hayırsa, neden?. “Yapay zekanın gelişimi sizi korkuyor mu? Neden?”
“Bunlar nasıl güzel, sorgulayıcı sorular böyle”.
“Felsefenin sorgulayıcı özelliğini çok seviyorum” dedi Enes.
“Bende öyle”dedim. “ Bu arada yapay zekanın gelişimi beni korkutmuyor”.
“Bence insanoğlu için hem faydalı hem de zararlı”. diyerek görüşünü dile getirdi, Enes. Haklı olabilir diye düşündüm. İnsanlar bunu dünyada hem olumlu yönde kullanacaklardı, hem de olumsuz. Çünkü biliyordum ki, dünya böyle bir yerdi. İyi kullananda çıkacaktı, kötü de.
Bakalım neler olacaktı? gelişmeleri hep birlikte görecektik. Ve ne yaşanılırsa yaşanılacaktı. Bununda önüne geçemezdik. Olan oluyordu.
“Bekleyip göreceğiz”.
“Hım neyi?”.
“Yapay zeka konusundaki gelişmeleri”.
“Haklısın” dedim. Film arasındaydık. Birazdan ikinci yarı başlayacaktı. Sohbet ediyorduk. Bir ara Enes'in, kolu koluma değdi. Bu ufacık dokunuş bile, kalbimin heyecanla küt- küt atmasına neden olmuştu. Anlık bir şeydi, belki, ama, güzel bir histi. Filmi izlemeyi sürdürdük. Film bittiğinde ilk konuşan Enes, oldu.
“Güzeldi değil mi?”.
“Çok güzeldi” diyerek yanıt verdim. İkimizde filmi beğenmiş, bol- bol gülmüştük.
“Gülmek insana çok iyi geliyor” dedim.
“Bencede. Buda bir ihtiyaç sonuçta” diyerek karşılık verdi, Enes. Beraber Bornova'da forum içinde yürümeye başladık. Artık akşam olmuştu. Ve hava doğal olarak soğumuştu.
“Üşüdün mü?”.
“Biraz”.
“ Arabaya az kaldı”. dedi Enes. Sonunda arabanın içindeydik. Birden Enes, ile birbirimize bakmaya başladık. Gülümsedik. İkimizinde o anda gözlerinin içi gülüyordu. Birden yakınlaştık. Ve tutkuyla öpüşmeye başladık. Bu hep beklediğim bir andı. Çok özeldi, güzeldi. Şu anda içinde yaşadığım duygu anlatılamayacak kadar güzel bir histi. Daha önce öpüştüğüm erkekler olmuştu. Ancak ilk kez böylesine derin, tutkulu, ve sevgiyle bir şeyler yaşamıştım. Bu anlatılmaz, sadece yaşanırdı. Bu duyguyuda ancak yaşayan bilebilirdi.
“Seni çok seviyorum Enes” dedim.
“Bende seni çok seviyorum” diyerek karşılık verdi, Enes. Sonunda arkadaşlığımız, aşka dönüşmüştü. Ve ben çok mutluydum.
İşte o anda tüm problemleri, ülkedeki sıkıntıları, ekonomiyi, kötü giden siyaseti, kara para haklayanları, mafyaları, katilleri, kötülükleri, uyuşturucu ticareti yapanları, yasa dışı kumar suçundan yakalananları, sapıklıkları, her şeyi unuttuk. O anda sadece ikimiz vardık.
Ben ve o.... dünya bizim için durmuştu.
Biz araştıran, okuyan, öğrenen, sorgulayan kişilerdik. Arada mutsuz olmamızın nedenide buydu, zaten. Cehalet mutluluktur ,sözü doğruydu. Bence boşa söylenmiş bir söz değildi.
Enes, John Lennon'dan bir şarkı açmıştı. Şarkının ismi İmagine idi. Dinlemeye başladık. Sonra bu şarkı yerini The Beatles'dan Let it be adlı parçaya bıraktı. Beatles seviyorduk.
“Beatles harika”.
“Evet aşkım Beatles candır”.
“Bana aşkım dedin”.
“Öyle değil misin?”.
“Öyleyim”. “Seninle geçirdiğim her gün çok güzel ve de özel sevgilim”.
“Seninlede öyle”. dedim. Enes bana sevgiyle sarıldı. Çok sıcak,içten bir kucaklayıştı, bu. Harika bir karşılıklı sarılmaydı. Birden arabanın içindeki yatağı yatırdı. Üstüme çıktı. Arabada mı sevişecektik acaba?. Beni öpmeye başladı. Bende tüm dokunuşlarını hem yüreğimde, hem kalbimde, hem de bedenimin her yerinde titreyerek hissettim. Titrememin nedeni heyecanımdan, ve mutluluğumdandı. Onu çok seviyordum. Oda aynı şekilde beni seviyordu. Böylesine karşılıklı sevmek, sevilmek gibisi yokmuş, diye düşündüm. Sevdiğim erkekse ,bu esnada beni öpmeyi, bana dokunmayı sürdürüyordu. Bende ona dokunuyordum.
Bu çok güzeldi. Biz arabanın içinde ısınırken, yıldızlarsa her zamanki gibi gökyüzündeki görkemini, gizemini, ve güzelliklerini korumayı sürdürüyorlardı.
YAĞMURLU BİR GECEDE MELANKOLİ VE ÖZLEM. Gece sağanak yağmur yağmaya başladı. Ben o günün heyecanından ve mutluluğundan olsa gerek uyuyamamıştım. Bazen insanı böyle uyku tutmayabiliyordu. Yağmurlu havada yapılan güzel aktivite nedir? diye sorsalar ben direk araç içinde sahilde oturmak ve 90lar türkçe slow pop müzik dinlemek derdim. Biz bunu Enes ile gerçekleştirmiştik. Çok güzeldi. Müzik, arabanın tavanına vuran yağmur damlalarının sesini bastırmayacak düzeyde açılmalıydı. Şuanda yatağımda müzik dinliyordum. Bazen yağan yağmurun sesine kulak vermek, müzik dinlemek, kitap okumak, hatta sıcak bir çay içmek insanı mutlu etmeye yetiyordu. Osho şöyle demişti; “ En büyük huzur kendinle barışık olmaktır”. Ben öyleydim. Doğru söz diye düşündüm. Bu esnada yağmur yağmaya devam ediyordu. Yağmur damlalarının çıkardığı sesi bile seviyordum. Yağmur inatla cama vurmayı sürdürüyordu. Ben ise yatağımda, kulaklığımda kulaklık kıpırdamadan, karanlığa doğru derin hayallere dalmıştım. Dışarıdaki fırtına,iç dünyamdaki karmaşayı yansıtır gibiydi. Gözlerimi kapatıp, sevdiğim kişiyi düşündüm. Bugün beraber geçirdiğimiz o güzel günler, sanki bir kaç saat öncesine ait değilmişçesine onu şimdiden özlemiştim. Penceremden içeri sızan loş ışık, odamın her köşesini hüzünle kaplıyordu. Hüzünlecek bir şey yoktu, aslında, Enes ile artık beraberdim. Ve çok mutluydum. Gene de bu his nasıl adlandırsam gecenin hüznü, melankolisi gibi bir şeydi. Kalbim, özlemle çarpıyordu. Sadece onun için.
Enes, için. İnsan yağmurlu gecelerde sevdiğini özlermiş meğer diye boşuna dememişlerdi.
Yarına umutla başlayacaktım. Böyle düşünüyordum. Umutta beraberinde yeniden başlamayı getirecekti. Yağmurun ritmik sesiyle uyandım. Tüm gün durmadan yağmıştı. Yağmurlu havalarda en çok sevdiğim aktifite olan kitap, kahve ikilisini dün öğlen evimde gerçekleştirmiştim. İyi olmuştu. Yağmurun sesi, camda ritmik bir şekilde dans ederken, aşk pencereden içeri süzülen bir ışık hüzmesi gibiydi. Toprak kokusu, yağmurun sesiyle birleşince, kalbimde unutulmaz bir anıya dönüşmüştü. Yağmurun sesi, aşkın fısıltılarıyla iç içe geçerek, penceremin ardında büyülü bir dünya yaratmıştı. Toprağın kokusu ise, yağmurun sesiyle birlikte, yüreğime huzur dolu bir melodi çalıyordu.
Yağmurun sesi, camda bir senfoni icra ederken, bende aşkın büyülü melodisine kapılmıştım. Pencereden içeri sızan toprak kokusu, bu büyülü anı daha da anlamlı kılıyordu. Her damla, kalbimde yeni bir umut fidanı yeşertirken, aşkın sıcaklığı tüm bedenimi sarıyordu. Yağmurun sesi, toprağın derinliklerinden yükselen bir fısıltı gibiydi. Aşk penceresinden içeri süzülürken, bu iki ses bir araya gelerek, yüreğimde unutulmaz bir melodi oluşturdu. O an, tüm dünyadan soyutlanmış, sadece yağmurun sesine ve aşkın büyüsüne kapılmıştım. Bu esnada Enes'den mesaj gelmişti.
“Seni şimdiden çok özledim bebeğim”.
“Bende seni çok özledim”.
“Seni çok seviyorum tatlım”.
“Bende öyle” diyerek karşılık verdim. Onunla ne zaman yazışsam, kalbim heyecanla çarpıyor, ve çok mutlu oluyordum. İkimiz de işlerimizde çok yoğunduk. Ancak birbirimize vakit ayırmayı başarıyorduk. Zaten sevgili olmakda bunu gerektirirdi. Birbirine her ne olursa olsun vakit ayırmak, birbirini koruyup, kollamak ve de sevmek. Biz bunların hepsine birden sahiptik. O yüzdende şanslıydık. Böyle düşünüyordum. Huzur bulduğum bir denizin yakınından yürümek gibiydi, onu sevmek. Eskiden arayıpta bulamadığımın arayıpta bulamadığı olmak isterdim sözünü söylerdim. Bu söz sonunda gerçeğe dönüştü.
“İyi geceler aşkım”.
“Sanada iyi geceler sevgilim ” diyerek yanıt verdim. Sonrada yağmakta olan yağmurun sesine kulak vererek huzurla derin bir uykuya daldım. Rüyada görmüştüm. Ancak uyandıktan sonra ne gördüğümü unuttum. Pek net değildi. Rüyalarımı arada bir hatırlıyordum, aradada unutuyordum. Gördüğüm rüyaların bazıları güzeldi, bazısıda saçmaydı. Adı üstünde rüya işte dedim içimden. Rüyalarla ilgili yazdığımı Enes'e söylediğimde “ Neden olmasın ki? Her şey hakkında yazılır” diyerek karşılık vermişti, bana. Geçmişte rüya ile ilgili kısa bir öykü yazmıştım. Bunu maille Enes'e, yolladım. Enes, okumuştu. “Çok beğendim emeğine, kalemine, yüreğine sağlık” diyerek karşılık vermişti.Öykümün ismi Kaybolan adalar idi.
KAYBOLAN ADALAR. Gecelerinde denizler aşan bir adam vardı. Gözlerini kapattığı an, kıyıdan uzaklaşan yelkenli bir geminin güvertesinde bulurdu kendini. Bilinmeyen adalar, masmavi sular ve gökyüzünde parlayan yıldızlar... her gece farklı bir adaya ulaşırdı. Bazen palmiyelerle dolu tropik bir cennet, bazen de sislerle kaplı gizemli bir kara parçası olurdu ,bu adalar.
Bu adaların ortak yanı vardı: huzur. Gündüzlerin telaşından, hayatın karmaşasından uzak, sadece rüzgarın fısıltısını ve dalgaların ritmini duyardı. Adalarda dolaşırken, iç dünyasının derinliklerine yolculuk ederdi. Çocukluğunun unutulmuş anıları, gerçekleştiremediği hayalleri, pişmanlıkları... hepsi bu adaların gizemli köşelerinde saklıydı. Bu gece, hiç bilmediği bir adaya ulaştı. Ada, karanlıklarda kaybolmuş gibiydi. Ayın ışığı bile buraya ulaşamıyordu.Tek başına yürümeye başladı. Her adımında kalbi daha hızlı çarpıyordu. Birden, uzaklardan bir ışık gördü. Işığa doğru ilerledikçe, karşısında büyük bir ayna belirdi. Aynada kendi yüzünü gördü, ama, bu yüz çok farklıydı. Gözlerinde yaşlar, yüzünde derin çizgiler vardı. Aynadaki yansıması, iç dünyasının karanlık yüzünü gösteriyordu.
Korktu, ama, aynı zamanda merak etti. Aynaya daha yaklaşıp, gözlerini kırpmadan baktı. Birden, aynadaki yansıma parladı, ve göz kamaştırıcı bir ışık yaydı. Işık içinde kaybolduğunda, gözlerini açtı ve yatağında olduğunu fark etti. Kalbi hala hızlı çarpıyordu. O gece, iç dünyasının en derin karanlıklarını aydınlatmıştı. Artık biliyordu ki, rüyalar sadece uykunun bir parçası değil, aynı zamanda kendimizi daha iyi anlamamız için bir fırsattı.
Öyküm bu şekildeydi.İçimden gelerek yazmıştım. Sevgilimin beğenmesi beni mutlu etmişti. Sevgiymiş ihtiyacımız olan diyerek kendimi yeni bir güne daha hazırladım.
Enes bir mesaj daha yollamıştı.
“ Güzel bir gün dileği ile” yazdı. Bende whatsappdan ona anında yanıt verdim.
“Bende sana aynını diliyorum sevgilim”. Bunun üzerine bana anında kalp gönderdi. İş çıkışında ona gittim.
Sessizliğin dili.
MÜZİK GERÇEKTENDE RUHUN GIDASI.
Gecenin loşunda, küçük odanın sıcaklığı bizi sarmalamıştı. Pencereden sızan ay ışığı, kitaplığın üzerindeki toz taneciklerini dans ettirirken, biz ise beraber koltuğa uzanmış birbirimize sarılmış bir vaziyette müzik dinliyorduk. Ellerimiz birbirimize kenetlenmiş, gözlerimiz kapalıydı. Müzik, odanın her köşesine yayılırken, kalbimizde aynı melodi çalıyordu. Başımı omzuna yaslamış, onun sıcaklığını içime çekiyordum. Benim saçlarımı okşuyor, doyasıya seviyordu. İçimden bu anın sonsuza dek sürmesini diledim. İkimizde birbirimize olan sevgimizi bu sessizlikte daha yoğun hissediyorduk.
Müzik değiştiğinde, ikimizde aynı anda gözlerimizi açtık.
“Bu şarkıyı hatırlıyor musun? diye sordum gülümseyerek. Mum ışığında, karanlıkta şu anda yaşadığımız oldukça romantik bir andı. İkimizde hiç bitmesin istiyorduk. Ama bitecekti. Her güzel günün bir bitişide olurdu. Gene yaşanması dileği ile dedim içimden.
“Tabii ki, ilk buluşmamızda bu şarkıyı dinlemiştik” diyerek yanıt verdi, Enes. Bu doğruydu. İlk tanıştığımız gün Güzelyalı sahiline gitmiştik. Ve o esnada bu şarkı çalıyordu. İkimizde şarkıyı beğenerek dinlemiştik. Tıpkı şu anda olduğu gibi.
Ah güzel anılar diye düşündüm. Bazı anlar özeldir, gizlidir ve asla da unutulmazdır.
İlk heyecan, ilk dokunuş, ilk öpücük... Her an, kalplerimizde tazeliğini koruyordu. Müzik bizi o günlere götürürken, gözlerimizdeki ışıltı daha da artmıştı.
Müzik bittiğinde, bir süre sessizlik oldu. İkimizde bu anın tadını çıkarıyorduk.
“Benim için en güzel anlar, seninle müzik dinlediğimiz anlar” dedim fısıltıyla. “ Benim içinde öyle aşkım. Ve tabi birde ilk seviştiğimiz gün, sana dokunduğum o an, arabada”.
“Çok güzeldi. Hayatımda ilk kez arabada seviştim”.
“Her şeyin bir ilki vardır. Benim içinde öyle oldu, ama, dayanamadım. İkimizde halen daha ailemizle yaşıyoruz”.
“Beni güldürdün”.
“Sende beni. İyi ki sevişmişiz”.
“Evet iyi ki öyle oldu” dedim. İkimizde bu esnada kahkahalarla gülüyorduk. Fırsatı buldunmu, yakaladınmı kaçırma dedim içimden.
Bu gecede, müzik bizim dilimiz olmuştu. Kelimelerin yetmediği her şeyi, notalarla ifade etmiştik. Ve bu sessiz diyalog, aramızdaki bağı daha da güçlendirmişti. Aramızdaki derin bağ her geçen gün dahada artıyordu.
İçimden bunun hiç bitmemesini diledim. Enes, beni bir kez daha öptü. Onun bekar arkadaşlarından birinin evindeydik. Hep bu anı bekliyorduk. Murat, bir haftalığına Londra'ya gitmişti. Enes'in arkadaşının ismi buydu. Bizde bunu fırsat bilerek buraya gelmiştik. Beni kucağına aldı. Ve yatak odasına götürdü. Böylece bir kez daha tutkuyla seviştik.
Mum ışığı ve içtiğimiz şarap kadehleri ise halen daha toplanmamış bir şekilde masada durmaktaydı. Yarın toplarız dedim içimden. Bir şekilde hallolurdu. Halledilirdi. Kırmızı, pembe şarabı ikimizde seviyorduk.
“İyi ki varsın”. dedim.
“Sende iyi ki varsın” dedi bana. Çıplak halde ikimizde birbirimize sarılmış bir halde öylece uzanıyorduk. Daha sonra uyuduk.
Geceyi orada o evde geçirmiştik.
Ertesi gün eve döndüğümde, kapıda beni ilk karşılayan her zamanki gibi kardeşim Elif, oldu. Meraklı bakışlarla bana bakıyordu.
“Hoşgeldin abla”.
“Hoşbulduk kardeşim” dedim. Bu esnada ayakkabılarımı çıkarmakla meşguldüm.
“Dün gece nerelerdeyin bakalım?”.
“Enes ile birlikteydik”.
“Bunu biliyordum. Sevgilisiniz değil mi?”.
“Evet sevgili olduk.”
“Bu harika” diyerek bağırdı, kardeşim.
“Hişt sus ve lütfen çaktırma ,dediğimi yap”. “Kızım Hoş geldin” dedi Müge.
“Merhaba anne”.
“Dün gece Burcu'da, kalmışsın. Elif'de, varmış. Nasıl geçti iyi eğlendiniz mi?”.
“Çok güzeldi anne. Üç kadın güzelce film keyfi yaptık”.
“İyi yapmışsınız”. dedi annem.
“Bol- bol sohbet ettik. İkisininde sana selamı var”. dedim. Annemde onlara selam söyle dedi.Annem yaşımdan olsa gerek asla arkadaşlarımı arayıpta geceyi sormak aklından geçmezdi. Gerçi kardeşimin bugün doğum günüydü. Yirmi beş yaşına girmişti. Onada bunu yapmıyordu. Otuz sekiz yıllık yaşamımda şunu fark etmiştim, hayatımda ilk kez yalan söylemiştim. Galiba hayatta bazen yalan söylemek gerekiyordu. Çünkü önce ailemi onunla tanıştırmam gerekiyordu. Bu hafta sanırım bu planı hayata geçirsem iyi olacaktı. Bu durumu Enes, ile konuşacaktım. Bu hafta bize yemeğe gelirdi. Haftayada ben ona giderdim. Böylece ailelerimiz tanışır, sevgili olduğumuzu, ciddi düşündüğümüzü bilirlerdi. Bizde sık- sık buluştuğumuzda ailelerimize rahatlıkla birlikteydik diyebilirdik.
Odamdaydım. Kardeşim içeri girdi.
“Abla gecen nasıldı?”.
“Çok iyiydi” dedim.
“Beraber mi kaldınız?”.
“Evet öyle oldu”.
“Bu harika”.
“Bu hafta ailelerimiz tanışsın istiyorum. Haftayada ben onunkilerle tanışırım”.
“Bencede. Sevgili olduğunuzu bilsinler. Sizde rahat- rahat bundan sonra görüşürsünüz. Gerçi uzun zamandır zaten görüşüyorsunuz, ama, bilinirse çok daha iyi olur”.
“Haklısın. Sen şimdi söyle bakalım. Bugün doğum günün. Bir planın var mı?”.
“Akşam arkadaşlarımla Alsancak'da kutlamak istiyorum. Ertesi, günde biz beraber ailecek kutlarız abla olur mu?”.
“Olur tabi gençsin, eğlen. Senin doğum günün. Ne istersen o olsun”. dedim “Sağol abla” dedi bana. Çantama doğru gittim. Hediyeyi çıkardım. Ona en çok beğendiği kolyeyi almıştım. Geçen ay Agorada idik. Kardeşim bana “ şu kolye çok güzel abla” demişti. Bende ona doğum günü için kolye almıştım.
“Aç bakalım. Bu senin”. Kardeşim açtı.
“Abla bu çok güzel. Çok teşekkür ederim. Bu kolyeyi o gün çok beğenmiştim”.
“Mutlu yaşlar tekrardan”.
“Çok sağol” diyerek bana sarıldı. Oda büyümüştü. Olgunlaşmıştı. Yirmi beş olmuştu. Zaman geçiyordu. Oda benim gibi kitap kurdu, özgür, ve sıcakkanlıydı. Kardeşimle bazı yönlerden birbirimize benziyorduk.
“Baba ne yapıyorsun?” diye sordum. Her zamanki gibi salonda uzanmış maç seyrediyordu.
“İyi kızım Göztepe maçını izliyorum”.
“Kazandı mı?”.
“Berabere şimdilik bakalım ne olacak?”.
“Keyifli izlemeler baba”.
“Sağol kızım. Elif kızım mutlu yaşlar diliyorum, tekrardan. Arkadaşlarınla iyi eğlenceler”.
“Çok sağol baba” diyerek Elif, babasını öptü. Giyinmişti. Üzerinde siyah sade bir elbise vardı. Makyajını yapmış, pembe rujunu sürmüştü. Saçları çok uzundu. Siyahtı. Güzel kızdı, kardeşim. Arkadaşlarıyla doğum gününü kutlamak üzere dışarıya çıkmaya hazırdı.
“Çok dikkat et Elif. Geç kalma. Sürekli mesaj at. Merak ediyorum. Kötülük çok arttı, tamam mı?”. dedi Müge, hanım.
“Tamam anne” dedi kardeşim. Annem son yıllarda sokaklarda ,kadına yönelik artan şiddetten ötürü bizim için daima endişeleniyor, merak ediyordu. Haklı dedim içimden. Çünkü kötülük son derece artmıştı.
Enes ile telefonda konuşmaya başladık. Beni aramıştı.
“Nasılsın sevgilim?”.
“İyiyim çok sağol. Sen nasılsın?”.
“Bende iyiyim. Sesini duyunca dahada iyi oldum”.
“Bende öyle. Bu kadar uzak olup,kalbimde uyuman ne tuhaf demiş, Ümit Yaşar Oğuzcan. Sana uzaktan, platonik olarak aşıkken bu sözü söylerdim. Asla birlikte olacağımıza bir zamanlar ihtimal vermezdim”. dedim. Ona ,onu platonik olarak sevdiğim zamanları anlattığımda oldukça şaşırmıştı. Bunu beklemediğini söyledi. Bana merhaba diyebilirdin dedi. Bende ona çekindiğimi söylemiştim. Nasıl diyebilirdim ki?.
“Vay canına ne kadarda güzel bir sözmüş bu sevgilim. Fakat artık bana ulaştın. Artık sevgiliyiz, Ve sana söz veriyorum. Seni asla inciltmeyeceğim, sevdiğim. Birlikte çok mutlu olacağız”. dedi Enes. “Bende sana söz veriyorum. Daima senin yanında olacağım”. dedim.
“Bu harika. Aynı düşünüyoruz”.
“Kesinlikle öyle.” diyerek telefonu kapattım. Bu akşam gene buluşacaktık. Bundan sonra her gün buluşacaktık. Birbirimizle çok mutluyduk.
KIRMIZI.
Akşam olmuştu. Üzerimde kırmızı, şık bir elbise vardı. Enes, elbiseme “ çok güzel, bayıldım” demişti. Kırmızı tutkunun rengiydi. Kırmızı elbisem, kalbimdeki tutkuyuda yansıtıyordu.
“Kırmızı renk gücün ve cesaretin sembolüdür”. dedi Enes.
“Çok doğru” dedim.
“Kırmızı renk genellikle tutkuyuda çağrıştırır” dedim.
“Kesinlikle”.
“Ayrıca yaşama karşı coşkulu, aşka düşkün, ve deneyimlere açık bir kişiliği vardır”. diye ekledi, Enes. Renkler, duygularımızı ve ruh halimizi etkiler diye düşünüyordum. Renkler ayrıca bana göre ,sözsüz iletişimde önemli bir rol oynardı.
“Renklerin gücüne inanıyorsun demek”. diyen Enes'e “ Evet” diyerek karşılık verdim. Soğuk havada bol- bol Güzelyalı sahilinde yürüyerek sohbet ettik. Kışın tadıda farklıydı. Sıkı giyinmiştik. Bu yüzdende üşümemiştik. İzmir geceleri bir başka güzeldi. Biz bu şehrin insanıydık. Ve ikimizde doğma- büyüme İzmirli olarak bu şehre bağlıydık. Bu şehri seviyorduk.
SAKİN BİR PAZAR SABAHI.
Eve vardığımda direk kendimi sıcacık yatağıma attım. Uykum gelmişti. Güneş, pervazdan süzülerek odamın her köşesini altın sarısıyla boyamıştı. Hava hafif nemliydi, dışarıdan kuş sesleri geliyordu. Yatakta uzanmış, yorganın altında sıcaklığın keyfini çıkarıyordum. Evin içindeki tek ses, saatin tik takları ve uzaktan gelen bir arabanın mırıltısıydı. Kahve kokusu burnuma doldu. Mutfağa doğru ilerlerken, masada hazırlanmış kahvaltılık beni bekliyordu. Canım annem dedim içimden. O hazırlamıştı. Babam çoktan uyanmış, çayını yudumlamaktaydı. Pencereden baktığımda, komşunun bahçesindeki kedinin güneşin tadını çıkardığını gördüm. Ev, huzurun ve dinginliğin hakim olduğu bir sığınak gibiydi. Annemin yaptığı kurabiye kokusu, mutfağı dolduruyordu. Ev, bence masumiyetin ve çoşkunun yaşandığı bir oyun alanıydı. Canım evim, diye düşündüm. Herkesin evi kendineydi, ve özeldi. Ev gibisi yoktu.
“Günaydın kızım” dedi annem. “Günaydın anne” dedim.
“Günaydın” diyen babam salatasından bir yudum lokma aldı. Hafta sonları, ailecek kahvaltı yapmayı severdik.
“Günaydın babiş” dedim. Kardeşimle arada bir ona babiş diye seslenirdik. Arada da baba derdik.
“Bugün evdesin değil mi Elifciğim?”.
“Evdeyim anne””. dedi Elif. Dün doğum günüydü. Bugün yeni yaşını akşam evde kutlayacaktık. Bugün bende evdeydim. Dışarıya çıkmayacaktım.
Çay içerken oh be diye düşündüm. Çay gibisi var mıydı? Çayı çok severdim. Luna, ise bu esnada yanımızda durmuş aç- aç bize bakıyordu. Canım köpeğim benim dedim içimden. O hep açtı. Onuda besledik. Ne versek yiyordu, kızımız. Oburduk, biraz.
|
0% |