@gizemyenikler
|
İSVİÇRE ANILARIM.
İsviçre'ye, dört sene önce gitmiştim. Çok beğenmiştim. Ülkenin doğası muhteşemdi. Yeşilliğine hayran kalmıştım. Doğal güzellikleri, ve sağlam ekonomisiyle, rehafıyla yaşanılacak bir ülkeydi. Eşsiz dağ manzaralarını bol bol fotoğraflamıştım. Hele kristal berraklığındaki göllere bayılmıştım. Yeşilin her tonunu barındıran ormanlarında yürüyüş yaparken resmen huzuru bulmuştum. İyi ki gezip, görmüşüm dediğim ülkelerden birisiydi. Bana tekrar- tekrar gitmek istediğin ülke neresi olur? diye sorsalar direk İsviçre yanıtını verirdim. Kendini kültürel olarak en çok hangi ülkeye yakın hissediyorsun? diye sorarlarsa işte o zaman yanıtım değişirdi. Yanıtım o zaman İtalya olurdu. İtalya'yı bir başka seviyordum. Çok güzel bir ülkeydi. Gerek mimarisi, gerekse tarihi beni epey bir etkilemişti. İtalyan mutfağınıda seviyordum. Makarna, Pizza, Şarap, Tiramisu, panna cotta,cannoli, espresso bayılırdım. Akdeniz kültürünü bu nedenlerden dolayı kendime yakın buluyordum. İtalya'ya en kısa zamanda tekrardan gitmeyi istiyordum. Gezmek bu hayatta benim ruhuma en iyi gelen şeydi.
GEZMEK.
Minik bir toz zerresi gibi, rüzgarın estiği yöne doğru savruluyordum.Yeni şehirlerin sokaklarında kaybolmayı, hiç tanımadığım insanların hayatlarına tanık olmayı ve bambaşka dillerin melodisine kapılmayı çok seviyordum. Her adımda yeni bir macera beni bekliyordu. Gazerkenki ruh halim hisettiğim buydu. Bazen yorgun düşüyor, bazen de coşkuyla doluyordum, ama, asla durmuyordum. Gezmek benim için sadece bir eylem değil, yaşama dair bir tutkuydu. Özgür bir eylemdi, gezmek. Kendim gibi özgür ruhlu, güçlü kadınları seviyordum. Bu tarz kitaplar okuyor, diziler, filmler izliyordum. Seçiyordum. Güçsüz karakterleri sevmiyordum. Bana göre bir insan kendi ayakları üzerinde durmalı, güçlü olmalıydı. Mücadele etmeliydi. Pes etmek kolaydı. Hayatta başarıya ulaşmak için pes etmemek gerekiyordu.
ÖLÜM.
Kuzenim geçenlerde babasını kaybetmişti. Bu ani bir ölüm olmuştu. Çok yaşlıydı. Annesi ise yıllar önce akciğer kanseri olmuştu ve ölmüştü. Düşünüyordumda, hayat kendini üzmek için yeterince kısaydı. O yüzden henüz hayattayken gerçekten yaşamak gerekiyordu. Bu yolun sonunda ölüm vardı. Sevdiklerimizi kaybedebilirdik, ama, onları kalbimizde yaşattığımız sürece daima bizimle olacaklardı. Bu dünyadaki en büyük acılardan birisi anne, baba, kardeş, evlat, acısıydı. Bu acıyıda ancak yaşayan bilirdi. Bazı acılar, yaşamadan asla anlaşılamazdı.
Hepimiz bir gün öleceğiz diye düşündüm. Bu bir gerçekti. Gerçeklerse asla değişmezlerdi. Bazı gerçekler acıydı. Geriye ise sadece bunu kabullenmek kalıyordu. Güzel olan gerçeklerde vardı, elbet. Ne gibi?. Yaşamak ve hayatta olan ailemiz, sevdiklerimiz gibi.
GECE.
Ay ışığının loş hüzmesi, pencereden içeri süzülerek odanın her köşesini gümüş bir örtüyle kaplıyordu. Saat, gece yarısını gösteriyordu. Dışarıdan tek duyulan, rüzgarın ağaç yapraklarına fısıldaması ve denizin hafifçe iniltileriydi. Yalnızlık, odanın her köşesine sinmiş, bir ağırlık gibi üzerime çökmüştü. Gece, bana göre düşüncelerin derinliklerine inmeye davet eden bir davetti. Evim Güzelyalı'da idi. Karşıdan denizi seyrediyordum. Arada bir balkona çıkar saatlerce oturur, denizi izlerdim. Onu izlerken, adeta huzur bulurdum. Evimin manzarasını seviyordum. Balkondan denizi görüyordum. Bu yüzden şanslıydım. Bazen yıldızlarla dolu gökyüzüne bakardım. Gece, maceranın ve keşfin kokusuyla doluydu. Peki, ya yağmurlu havalara ne demeli? Sokak lambalarının loş ışığında, yağmur damlaları camı dövüyordu. Böyle günlerde içimde bir umut kıvılcımı yanıyordu. Gece, yeni bir başlangıcın habercisi gibiydi. Dünleri geride bırakıp, yarınlara doğru adım atmaya hazırdım. Bu gece, yine karanlıktan sonra doğacak güneşi bekliyordum.
KABUS.
O gece nedense kabus görmüştüm. Resmen çığlık atarak uyanmıştım. Korkmuştum. Gerçek gibiydi. Kalkar kalmaz su içtim. Banyoya gidip yüzümü yıkadım. Bu bana iyi geldi.Rahatlamıştım.
Rüyam şöyleydi; eski mahallenin koridorları, karanlığın içinde kaybolmuş, gibiydi. Her adımda duvardaki gölgem büyüyerek beni takip ediyordu. Rüzgarın uğultusu, ürkütücü bir melodi gibi kulaklarımda yankılanıyordu. Birden, uzaklardan gelen bir inilti beni yerimde dondurdu. Kalbim göğsümden fırlayacak gibi atarken, karanlığın içindeki gözlerimi kocaman açtım. Gördüğüm kabustan ötürü korku dolu bir gece oldu. Arada böyle oluyordu işte. İnsan bazen böyle kötü rüyalar görebiliyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra tekrar uykuya daldım. Yarın yeni bir gün beni bekliyordu.
Yeni başlangıçlara sözü resmen felsefem haline gelmişti. Bu benim sözüm olmuştu. Hafta içi sevdiğim işi yapıp, çalışmak ve hafta sonlarınıda arada bir arkadaşlarımla dışarıya çıkıp gezerek, film izleyerek, araştırmalar yaparak geçirmeyi seviyordum. Kendime ait bir dünyam, odam vardı. Huzuru bulup, mutlu olduğum yerdi, odam. Hani dünyada kendini geliştirmek için uğraşanlar, hobilerine zaman ayıran insanlar vardı ya, işte ben onlardandım. Saçma sapan tartışmalara dahil olmuyordum. Kendi kurduğum dünyada mutlu mesut yaşıyordum. Böyle insanlar vardı. Onlardan biride bendim.
Zamanın ne denli hızlı geçtiğini gece yastığa başımı koyduğumda anlıyordum. Sabah işe gidiyor, akşam altıda eve varıyordum. Sonra yemek yiyor odamda takılıyordum. Derken saat on iki oluyor, uyuyordum. Bir gün daha bitmiş oluyordu, böylelikle. Şaka gibiydi, ama, gerçekti. Ah zaman dedim içimden. Ömür gidiyor muydu cidden?.
Evet gidiyordu. Akıp geçiyordu.
AİLEM.
Babam bu ara evde vaktini youtobe kanallarında abone olduğu kişileri izleyerek salonda geçiriyordu. Annem dışarıya çıkıyor Alsancak, Karşıyaka, Güzelbahçe sürekli geziyordu. Orada oturan arkadaşlarıyla buluşuyordu. Bazende onlar bizim bu tarafa Güzelyalı'ya geliyorlardı. Kardeşim Elif, ağırlıklı olarak okuldaydı. Derslerini, ödevlerini, sunumlarını genelde okulun kütüphanesinde tamamlıyordu. Abla demişti bana, orası çalışmak için çok güzel, ideal bir yer. Bende sen nerede rahatsan orada çalış kardeşim diyordum, ona. Kısacası kardeşim vaktinin çoğunu Üniversite'de geçiriyordu. Elif, bir ara okulun popüler çocuğu Cem'den hoşlanıyordu. Onu o konuda uyarmıştım. Çocuğun amacı sadece takılmaktı. Oysa benim kardeşim daha o küçücük yaşında ciddi, romantik ilişkiler arayışındaydı. Bana abla neden böyle? diye sormuştu. Bende ona sizin kuşak böyle canım bir okulun bitsin sonrasında ilerleyen yaşlarda emin ol karşısına ciddi birliktelik isteyen birisi çıkacaktır demiştim. Sonra çocuğun okulda aynı anda on kızı birden idare ettiği ortaya çıkmıştı. Abla haklı çıktın deyince , bende ona haklı çıkarım abicim demiştim. Yakışıklı çocuktu, iyiydi her şey tamam, ama, insan neyse oydu. Hayatı sadece eğlenceden ibaret olan ve makro sistemin yarattığı düzende yetişmiş, bazı erkekler, kadınları sadece cinsel meta olarak görüyordu. Ve sistem değişmedikçe bu düzende değişmeyecekti.
Kardeşimi, arada bir yoklar onu dışarıdaki, sokaktaki kötülüklere karşı daima uyarırdım. Son yıllarda kötülük çok artmıştı. Her zaman her daim dikkat etmekte fayda vardı. Derken okulun müdürü beni aradı. Bana çocuklara hiç ödev vermediğimi, onlara ödev vermem gerektiğini söyledi. Bu konuda bir kaç veliden şikayet gelmiş. Ah şu kurallar dedim içimden. Ben çocuklara ödev vermeye karşıydım. Fakat kurallar gereği bundan sonra bir sayfa vermek zorundayım, diye düşündüm. Müdürede telefonda tamamdır anlaştık dedim. Kurallara istemesemde uymak zorundaydım, sonuçta. Ben ezbere sisteme karşıydım. Öğrencilerimede mümkün olduğunca dersi sevdirmeye çalışıyordum. Dersi keyifli hale getirmeye çalışıyordum. Bana göre öğrenci eğer dersi sadece ders olarak görmeyip, severse keyif alırsa o zaman daha rahat, çabuk öğreniyordu. Bende Türkçeyi, kitapları onlara sevdirmeye çalışıyordum. Çocukluk arkadaşım Esra'da, lisede ingilizce öğretmeniydi. Oda aynı şekilde, dilin önemini çocuklara anlatanlardandı. Çocuklara ileride, ingilizce bilmenin ne denli önemli ve gerekli olduğunu anlatıyordu. Dil artık günümüz dünyasında şarttı. Düzenli tekrar etmek, unutmayı engellerdi. Çünkü dil nankördü. Tekrar etmediğin, pratik yapmadığın taktirde unuturdun. Bu yüzden düzenli çalışmak gerekiyordu. Hayatta başarılı olmanın en büyük etkeni istemek, işini sevmek, ve çalışmaktı.
Günlerden pazartesiydi. Artık alışmıştım. Pazartesi sendromu durumunu atlatanlardandım. İşe ilk başladığım yıllarda biraz zorlanıyordum. Fakat artık hafta içi erken kalkıp, erken yatmaya alışmıştım. Uyku insan sağlığı açısından önemliydi. Eskiden yeni mezun olduğum yıllarda uzun bir süre iş bulamamıştım. O zamanlar gece üçte yatıyor, ertesi gün öğlen ikide kalkıyordum. Uyku düzenim eskiden çok bozuktu. Ne zamanki düzenli bir iş hayatım oldu düzeldi. |
0% |