@gizli1ruh
|
✨3.bölüm✨
~Yardım~
Bu adam gece onu izlediğim adamdı...
Birbirimize kenetlenmiş gibi bakarken biri hafifçe öksürerek onda ki bakışlarımı çekmemi sağladı. Saçlarımdan bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırıp küçük masanın yanına doğru ilerledim.
Yaklaşık 13 kişi falan vardı burada ve hepsinin bakışlarının odağı olmak benim için işleri zorlaştırıyordu.
Ne diyeceğimi bilemezken boğazımı temizleyip "Benim adım Feyza.." diye başladım konuşmaya.
"Edebiyat öğretmeniyim."
"Bunları biliyoruz hocam." Dedi biri arka sıralardan. Başımı kaldırıp kimin söylediğine baktım. Yirmili yaşlarının ortasında olduğu belliydi. Kıvırcık saçlı, oldukça tatlı biriydi. Diğerlerine nazaran daha genç duruyordu.
"Peki, hakkımda merak ettiğiniz bir şey varsa sorabilirsiniz. Yoksa derse geçeceğim."
Bunları söylerken hep ön taraflarda oturan mahkumlara bakıyor, arka taraftaki adamla göz göze gelmemeye çalışıyordum. Her ne kadar onun beni dikkatle izlediğini bilsem de...
"Kaç yaşındasın?" Diye sordu hemen ön sıradan biri.
Elimi kitap kapağında gezdirip " 23 yaşındayım." Diye cevapladım.
Hemen ardından gelen "Suçun neydi de bu dört duvar arasına mahkum edildin?" Sorusu beni şaşırtmış olsa da bunu soracaklarını tahmin ediyordum açıkçası. Olsun, cevabım da hazırdı sonuçta...
Bakışlarımı mahkumların üzerinde gezdirirken "Doğu da öğretmenlik yapıyordum." Diye başladım kısaca anlatmaya. "Lisenin bulunduğu kesim biraz dağlık ve köyden uzak bir yer. Bir gün lisenin bulunduğu yerin biraz uzağında köylüler ve terör yandaşları arasında büyük bir eylem çıkmıştı. Tabi jandarmalar ve askerlerde vardı." Durdum. Derin bir nefes alıp bakışlarımı en köşede beni izleyen o adama çevirdim. Sanki anlatacaklarımı ortamda bulunan herkesten daha çok merak ediyor gibi bir yüz hali vardı. Geceyi anımsatan bakışlarının odağı kehribar gözlerim olurken başımı eğip önümde ki kitabın kalın kapağıyla oynamaya başladım.
"Okul çıkışına denk geldiği için öğrencileri başka yoldan evlerine göndermeye çalışıyorduk. Bu sırada ortamı feci bir sis bulutu sarmış kalabalığa sıkılan biber gazı nedeniyle boğazlarda bir yanma, acılık oluşmuştu. Okulun deposunda bulunan maskelerden alarak görüş açımda olan askerlere maske vermeye gitmiştim. Çünkü öksürmekten kendilerine gelemiyorlardır amacım tamamen onlara yardım etmekti. Onların yanlarına gidip maskeyi verdikten sonra bir tane de ben taktım. Sonra olan oldu ve beni terör yandaşı olmakla suçladılar. Kendimi ifade etmeye devlet memuru olduğumu bildikler halde nasıl beni terör yandaşı olarak gördüklerini defalarca kez sormak istedim. Hep susturdular ve mahkeme de hakim tutuklu yargılanmamı istedi."
Cümlem biter bitmez ön sıralardan biri tekrar soru sordu.
"O askerler, şahitlik etmedi mi sana?"
Başımı iki yana sallayıp "Maalesef. İkisini bir türlü bulamadık. Avukatım söz de beni buradan çıkarmak için çabalıyor ama görünürde bir şey yok." Diyerek dudaklarımı büzdüm.
Ardından konuyu dağıtmak için "Her neyse, derse geçelim."diyerek küçük tahtanın önünde ki tebeşiri alarak ilk giriş kısmını anlatmaya başladım.
...
2 saatin ardından ben kendi dersimi bitirip erkek mahkumların yanından ayrıldım. Gardiyan Sevgi ablayı beş dakikalık bir molanın ardından içeri alacağını söyleyerek bizi küçük bit hücreye götürüp beklememizi söyledi.
"İçeridekiler nasıl, korkunç görünüyorlar mı?" Diye soran sevgi ablaya tuhaf bir bakış atıp "Korkunç görünmüyorlar." Diye gülerek yanıtladım.
"Yani bir tane adam dışında. Zaten içeriye girdiğinde göreceksin en köşede oturuyor. Çok iri bir gövdesi , Simsiyah gözleri ve sert bir mizacı var. Sakalları desen ayrı bir hava katmış. Yani yanımdan geçse rüzgarıyla beraber alıp götürecek beni."
Sevgi abla anlattıklarıma sesli bir şekilde gülerken "Ama öyle..." diye yüzümü buruşturdum.
"Korkutma beni kız."
"Korkulacak kadar değil abartmış olabilirim."
Biz böyle beş dakika boyunca sohbet ettik. Sonrasında gardiyan gelerek Sevgi ablayı alıp beni burada 2 saat boyunca yalnızlığıma terk etmişti. Bekleyişimin otuzuncu dakikasında sıkıntıdan patlamak üzere olduğumu anladığımda oturduğum yerden kalkıp hücrenin kapısına adımladım ve açık olan küçük pencereden efrafı görmeye çalıştım. Gözlerim etrafı gözetlerken aniden hücrenin önünde biri belirdi. Ani çıkışıyla beraber ufak bir çığlık atıp elimi kalbime koyarak bir kaç adım geri çekildim.
Yine aynı bakışlar gözlerimin hedefi olurken onun burada ne aradığını merak ediyordum.
"Aç kapıyı." Dedi sert sesiyle emir verircesine. Kaşlarımı çatıp kime ithafen söylediğini soracaktım ki nereden çıktığını bilmediğim gardiyan lafını ikiletmeden kapıya anahtarları takıp açtı.
Hücrenin Demir kapısı sonuna kadar açıldı ve gardiyan "Fazla oyalanma, yakalanırsak hiç iyi olmaz." diyerek tersi yönüne dönüp koridorun sonuna ilerledi. Şok içinde giden gardiyanın ardından bakarken henüz adını bilmediğim bu adam hiç istifini bozmadan üzerine giymiş olduğu siyah kumaş pantolon ve siyah gömlek ile kuşanmış bedenini hücreden içeriye attı. Tabi kapıyı da kapatmayı ihmal etmemişti. Burada bir hakimiyet kurmuş galiba. Elini kolunu salla sallaya istediğini yapıyor valla.
Kutu kadar küçük olan hücrenin içerisinde uzun bacaklarına nazaran attığı ilk adımda yatağın kenarına ulaşıp bedenini bana çevirişini izledim. Bakışlarıyla yatağı işaret edip "Otur." Diye yine otoriter ve emredici ses tonunu kullanarak geçmem için yol verdi.
Başımı iki yana sallayıp iki adım atıp önünden geçmek için hamle yaptığım sırada üzerine sıktığı parfüm kokusu burun deliklerimi aşıp genzime doğru yol aldı. Gözlerimi kapatıp kokunun dağılmasını beklemem saniyelerimi aldı fakat koku inatla etrafımı sarıyor gibiydi. Yavaş bir şekilde ondan uzağa, yatağın en ucuna oturdum. Bu hareketim onun hoşuna gitmiş olacak ki erkeksi bir şekilde güldüğünü işittim. Ardından hemen toparlanıp benim aksime yatağın tam ortasına oturup iri cüssesini bana doğru çevirip gecenin karanlığına benzettiğim bakışları kehribar rengi gözlerime sabitledi.
Gözlerinin içine bakmak istemediğim için bakışlarımı elinde ki tesbihe çevirip konuşmasını bekledim. Fakat geçen dakikaların ardından konuşmayacağını anladığımda bakışlarımı kaldırıp gözlerine çıkardım.
Kıstığı bakışlarını yüzümün her ayrıntısında hissediyordum adeta. "Seni buradan çıkartacağım."
Sert sesi kulaklarımı delip geçerken söylediği cümleyi anlamayarak "Anlamadım." Diye soru sorarcasına yüzüne baktım. Aslında anlamıştım fakat durduk yere böyle bir şey söylemesine anlam veremedim. Elinde ki tesbihi koluna takıp ellerini birleştirdi ve bedenini bana biraz daha yaklaştırdı.
"Seni buradan çıkartacağım." Diye tekrar etti.
İyi de ne alaka şimdi. Hem sen nasıl çıkartacaksın? Diye sormak istedim. Sonrasında cümlelerimi toparlayıp "Nereden çıktı şimdi bu?" Diye bir soru çıktı ağzımdan.
Gözlerini asla gözlerimden çekmezken "Anlattığına göre hiçbir suçun yok, suçsuzluğunu kanıtlayan bir delil de yok. Ben o delili bulup seni burdan çıkartacağım." dedi.
"Bunu neden yapacaksın, illa ki bir karşılığı vardır." Dedim söylemesini umarak. Sonuçta beni burdan keyfine çıkartmazdı öyle değil mi?
Ben ondan cevap beklerken ellerini gömleğinin yakalarına atarak düzeltti. Şu an onunla yan yana oturmak bile beni tedirgin ediyorken sözleri iyice kafamı karıştırmıştı.
"Yardımımın karşılığı, yardımın olacak."
"Nasıl?"
"Onu zamanı gelince öğrenirsin."
"Peki böyle herkese yardım eder misin?"
"Hayır."
"Neden bana edeceksin?"
"Dedim ya zamanı gelince öğrenirsin."
Cümlesinin ardından ayağa kalkıp elini arka cebine attı. Çıkardığı küçük tuşlu telefona gözlerimi sonuna kadar açıp bakarken "Telefon yasak, sende ne işi var?" Diye sordum hızla. Herhangi bir gardiyan bu telefonu görecek olursa işin içinden çıkamaz hücre cezasını çekmek zorunda kalacaktık.
Sakin fakat bir o kadar da sert bakışlarını yüzümden çekmeksizin tuşlu telefonu bana doğru uzatıp "Bu sende kalacak. Sana burdan ulaşacağım." Diyerek telefonu almamı bekledi. Fakat ben almak şöyle dursun kaşlarımı hızla çatarak "Bunu alamam, hem saklayamam bile hemen yakalanırım." Diye çıkıştım. Onu sinirlendirmiş olabilir miydim şuan? Çünkü çok tuhaf bakıyor da...
"Al bunu, iyi saklayacağına eminim. Geçen gece beni gördüğün o küçük camın kenarına koyarsan kimse görmez.
Gözlerim şokla açılırken ağzımdan "Ne?" diye bir soru çıktı. Yüzüme bir kaç saniye baktıktan sonra elini uzatıp elimi tutarak havaya kaldırdı. Teni, tenime değince bedenimi ele geçiren ürpertiyi yok etmek istedim. Elimin sırt kısmını avucuna sıkıca hapsedip telefonu avucuma sinir bozucu bir yavaşlıkta bıraktı.
Sonrasında soğuk eli tenime usulca veda ederken hücre kapısına adımlayıp açtı.
Aklıma gelen şey ile hızla "Hey, adını söylemedin." diyerek sesimi hafifçe yükselttim. Hareket eden bedeni durdu. Başını omuzunun üzerinden bana doğru çevirip gözlerime baktı öylece.
"Vural."
Vural.
Demek adı Vuraldı...
İsmini söyledikten sonra hücreyi terk etti. Onun gidişinin ardından elimde ki telefonu nereye sokacağımı bilemeyerek bir sağa bir sola ilerledim. Nereye koyabilirdim bu telefonu. Koğuşa kadar sütyenimin içine koyabilirdim sanırım. Sonra onun dediği gibi camın kenarına koyardım.
Hücrenin dışını kontrol edip tişörtümü kaldırarak telefonu sütyenimin arasına sıkıştırıp tişörtümü düzelttim. Koğuşa gittiğim gibi hemen ortadan kaldırmalıydım aksi takdirde olası bir arama da yakalanmam an meselesiydi.
...
Akşam saat 12:00 olduğunda kızların yanından ayrılıp yatağıma geçtim. Dediği gibi telefonu küçük pencerenin demirlik kısmında ki çukura sıkıştırmıştım. Herkes yataklarına geçince Sevgi abla ışığı kapatıp yatağına adımladı. Telefon olayını henüz koğuştaki kimseye bahsetmemiştim. Elbet onun da zamanı gelirdi.
Herkesin uyuduğuna emin olduğum bir anda pencereye usulca yaklaşıp bakışlarımı direk karşı cezaevinin duvarlarına odakladım. Erkekler henüz uyumamıştı çünkü ışıkları yanıyordu. Bir müddet orada oyalandı bakışlarım. Sonrasında görüş açıma Vural'ın yine sırtı girmiş oldu. Önce birşeyler yaptı. Sonra hareketlerini hızlandırıp yatağına uzanmak için döndü ve yine benim bulunduğum yere baktı.
Kaşlarını çattığını buradan bile görebiliyordum. Ben ona bakmaya devam ederken elinde her ne varsa ona bir süre baktı. Ardından bakışlarını kaldırıp tekrar bulunduğum yere odaklandı. Kendimi geri çekip bu bakışmaya bir son vermek istedim. Ama bunu yapamadan camın kenarına koyduğum telefonun görünen ucu dikkatimi dağıttı. Üstüne üstelik telefonun ışığı yanıyordu. Kaşlarımı çatıp hızla yerinden çıkarıp sessiz olmaya özen göstererek kilidini açıp gelen bildirime baktım.
"İyi dikizledin burayı. Uyu!"
Gözlerim sonuna kadar açılırken bugün bilmem kaçıncı şokumu yaşıyordum. İkimiz de ayrı ceza evlerindeydik ve yanımızda telefon bulunduruyorduk. Hadi bunu geçtim bir de mesaj atıyordu.
Bundan sonra daha dikkatli olmam gerektiğini aklımın bir köşesine yazıp telefonu hızla kapatıp yerine yerleştirdim. Bu telefondan bir an önce kurtulmalıydım aksi takdirde başıma bela olacaktı...
...
Sonra ki bölüm de görüşmek üzere.
Lütfen ama lütfen oy vermeyi unutmayın:) |
0% |