@gizli1ruh
|
Keyifli okumalar...
🔥
3.Bölüm
~küçük kuş kafeste~
...
Korku!
Endişe!
Tüm bedenim bu iki duygu tarafından esir alınmıştı. Tam çıkmak üzereyken yakalanmıştım. Üstelik ayaklarım sanki bana ihanet edercesine hareket etmiyordu.
"Nereye kaçıyorsun sen!" Diye bağırdı Mert.
Bakışlarımı asla o tarafa çevirmiyordum. Çünkü az sonra Melih denen adamın gazabına uğrayacaktım.
Buse'ye dolu gözlerimle bakarak "kaç" diye fısıldadım.
"Seni bırakamam." Dedi hıçkırıklarının arasından.
Mert'in yanıma gelmesine bir kaç adım kala var gücümle bağırıp "Sana kaç dedim Buse. Merak etme en kısa zamanda buradan çıkacağım. " diyerek koluma yapışan eller tarafından çekiştirilip hızla yere fırlatıldım.
Acı eklenmişti birde bedenime. Dizlerim düşmenin etkisinden sızım sızım sızlarken gözlerim hemen önünde beliren bir çift ayakkabıya takıldı.
Az çok tahmin edebiliyordum bu ayakkabıların sahibini. Ona bakmak ve bakmamak arasında gidip gelirken yavaş bir şekilde eğildiğini hissettim. Ardından çenemi sıkı sıkıya kavrayan parmaklar yüzümü yüzüne acımasız bir şekilde eşitledi. Gözlerimi kapattım o an. İçimi titreten bu Adamın gözlerine bakıpta ateşinde kavrulmak en son isteyeceğim şeydi.
"Gözlerini aç!" Diye emretti düz bir sesle. O an fark ettim sesinin güzelliğini. Sesi bu denli güzel olan bir Adam neden o hoş tını acımasız tutmaya çalışırdı ki.
"Hayır!" dedim sessiz bir şekilde. Çenemde ki eli konuşmama fırsat dahi vermiyordu.
Derin bir nefes aldığını hissettim. Bu kadar yakınımda olması aldığı nefes seslerini duymama sebep oluyordu.
"Eğer açmazsan Mert, arkadaşının leşini buraya atacak!" Diyerek bağırdı bu sefer. Bu kadar sinirlenecek ne vardı anlamıyordum.
Sıkı sıkıya kapattığım gözlerimi yavaş yavaş araladım. Ve o an zifiri karanlığı andıran bakışların tutsağı olmuştum. Bana, beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. Sahi gözleri neden bu kadar karanlığı andırıyordu?
Bir kaç saniye baktı gözlerime. Ardından çenemi tutan eli kolumu kavrayarak koltuğa oturttu. Ellerimle dizlerimi ovuşturup Buse'yi çıkardığım pencereye baktım. Onu kurtardığım için rahattım.
Fakat ben buradan nasıl çıkacaktım. İşte onun cevabını bulamıyordum.
Odada yalnızca ben ve Melih vardık. Üzerine giydiği takım elbisenin ceketini çıkarıp siyah deri çalışma sandalyesinin üzerine attı. Ardından beyaz gömleğinin bileğini dirseklerine kadar kıvırıp sakin adımlarla karşımda ki tekli koltuğa oturdu.
Heybetli ve iri bir vücuda sahipti. Açıkçası ondan korkmaya başlıyordum.
"Akşamın bir saatinde bu sokakta ne işiniz vardı?" diye sordu kömür karası gözlerini, gözlerime sabitlerken.
Sustum. Verecek cevabım vardı elbette fakat konuşmak istemiyordum.
"Dilini mi yuttun? Konuşsana." diyerek üsteledi.
Konuşmam gerektiğini anladığımda dudaklarımın arasından "Sadece eve gidiyorduk." Kelimeleri döküldü.
Gözlerini kıstı.
Bedenini öne doğru eğerek dirseklerini dizlerine yasladı.
"Sadece eve gidiyordunuz demek. Peki benim sokağıma girme cesaretini nerden buldunuz?"
Al işte. Yine sinirleniyordum.
"Ya ne saçmalıyorsunuz siz! Bir tutturmuşsunuz bu sokağa girilmez falan! Görende tapulu sokakları sanacak."
Sesim olduğundan da yüksek çıkmıştı.
Melih sinirlenmiş olacak ki olduğu yerden hızla kalkarak yanıma gelmiş koluma parmaklarını sarmıştı. Yüzü, yüzümün hemen bir-kaç santim uzağındaydı ve ben delicesine korkuyordum.
"O sesini..." derken iyice dibime girdi. "Birdaha..." diye devam ederken kolumu sıkmayı da ihmal etmiyordu. "Yükselttiğini görmeyeceğim. Aksi takdirde-"
Lafını hızla bölerek "Ne yaparsın?" Diye bağırdım.
Gözleri topuz yaptığım saçıma kayınca boşta kalan elini saçlarıma götürüp tokayı yavaşça çekti. Ben ne yaptığını anlamaya çalışırken o, dağılan saçlarımdan yüzüme düşen bir kaç tutamı kulağımın arkasına sıkıştırıp kulağıma doğru "Sonuçlarına katlanırsın." diye fısıldadı.
Önce kolumu bıraktı. Ardından gözlerime son bir bakış atıp büyük masanın etrafından dolanarak sandalyesine oturdu.
Ben transa girmiş gibi tepki veremiyordum.
"Otur."
Soğuk sesi kulaklarıma ilişince dediğini yaparak oturdum.
"Beni bırak. Söz birdaha asla görmeyeceksin beni."
Sesim yalvarır bir tonda çıkmıştı. Karşımdaki adam acımasız bir şekilde gözlerini bana çevirdi.
"Bunu aklından çıkar. Arifin köstebeği olmadığın ne malûm?" diye konuştu sinir bozucu bir tavırla.
"Yemin ederim tanımıyorum o dediğin kişiyi. Lütfen bırak gideyim."
Acımasız adam en ufak bir duygu kırıntısı barındırmayan bakışlarını benden çekerek masa'nın üzerinde bulunan telefonuna uzandı.
Bu adam kesinlikle dengesizdi. Davranışlarına bir türlü anlam veremiyordum.
Telefondan birinin numarasını bulup kulağina götürdü.
"Mert kızı bulabildin mi?"
Buse den bahsediyor olmalıydı.
Allahım inşallah kaçmıştır diye geçirdim içimden.
"Boşver sen onu. Nede olsa küçük kuş kafeste. Topla adamları kasvete gidin. Orda ki kızı işten çıkar. Diğer mekânda işe sokun."
Küçük kuş kafeste...
Bunu benim için mi söylemişti? Ama neden?
Telefonu kapatarak masaya koydu.
"Hadi gidiyorsun." Dedi ayağa kalkarak.
Büyük bir sevinçle yerimden fırladım. Sanırım sonunda eve gidiyordum.
Yüzümde oluşan büyük sevincimi fark etmiş olacak ki " Neye sevindin?" Diye sordu sert bir sesle.
"Evime gidiyorum ya."Diyerek cevapladım onu.
Yüzü daha da sert bir hâl aldı. Dediğim gibi bu adam tam bir dengesizdi.
"Gideceksin elbet. Ama ondan önce beni Arifin adamı olmadığına inandırman gerek."
Tebessümüm yüzümde solarken "Ya Sabır." diye mırıldandım.
"Peki beni nereye götürüyorsun?"
Ceketini üzerine giyerek bedenini bana çevirdi.
"Ömrünün sonuna kadar bana hizmet edeceğin yere..."
...
Sevmek, belki bir gün okur diye şair olmaktır... |
0% |