Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BÖLÜM 1

@gizlibiryazarmisim

*Kendi kanında boğulmak*

"Geçmişimde yer alan bir grup insanı bulduğunu mu söylüyorsun, ajan?" dedim umursamaz bir tavırla. Dediklerinden hiçbir şey anlamamış, ne anlatıyorsun sen? Dercesine yüzüne bakıyordum.

 

Yorgun bir nefes verirken başıyla onayladı sorumu,

"Evet" dedi. "Ve geçmişinde yer edinen bu 6 kişilik grupla görüşmeni istiyorum"

"Neden?"

"Geçmişinin peşinde değil misin? Al işte sana geçmişin! Bu fırsatı kaçıracağını söyleme bana." dedi inanılmaz bir şeyden bahsediyormuş gibi.

 

Masanın üzerinde duran su şişesinin üzerindeki bakışlarım kurduğu cümlenin üzerine yüzüne çevirildiğinde onu incelemekten kendimi alamadım. Yüzüne dökülen siyah saçları buğday teniyle ayrı bir hava katıyor, kahve gözleri ve üzerine giydiği kahverengi gömleğin uyumu ise göz alıyordu. Biçimli kaşları her zaman olduğu gibi çatıktı. Hafif kemerli burnu ise ona çok yakışıyordu. Etkilenilmeyecek bir adam değildi. Fakat onunla aramızdaki ilişki abi-kardeş ilişkisinden fazlası değildi.

 

"Ben geçmişimin peşindeyken onlar beni aramamış merak etmemiş, peki ben neden onları merak ediyim? Enayi miyim ben?" diye sordum onu incelemeyi bırakarak.

 

Dediğim şeye gülerken başını iki yana salladı.

"Çocuksun, çocuk" dedi.

"Biliyorum,ajan. Günün her saati bunu bana hatırlatıyorsun." dedim bende gülerken.

 

"Her neyse" dedi boğazını temizleyerek. "Şimdi sen hızlı bir şekilde, bak, hızlı bir şekilde hazırlanıyorsun ve geçmişine doğru yola çıkıyoruz." Diyerek kapıya doğru yöneldi.

"Geleceğimi söylemedim"

"Ama gelmeyeceğinide söylemedin"

"Benimle dalga geçme ajan kılıklı yaratık!" diye bağırarak elime geçen su şişesini kafasına doğru fırlattığımda o mükemmel reflekslerini devreye sokarak tam yüzüne çarpacak olan şişeyi yakalamayı başardı. Onun eğitimli bir ajan olduğunu bazen unutuyorum.

 

"Dua et şu an işim var yoksa kimse seni elimden alamazdı. Bir ajana şişe atan ilk manyak sen olmalısın!" dedi ve şişeyi kenara fırlatarak dışarı çıktı.

 

Her şey çok ani geliştiği için hiçbir tepki veremezken kafamı kaşıyarak az önce ajanımın çarpıp çıktığı kapıya bakakaldığımda gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim ardından anahtarımı almayı onunla tanıştığımdan beri unuttuğumdan dolayı her zaman olduğu gibi onun aldığını düşünerek salonun ışığını kapattım ve dışarıya çıktım.

 

Çıkar çıkmaz kapının önündeki cipi, ardından da onun başında bekleyen ajanın iri yarı korumaları gözüme çarptı. Arabanın kapısına yaslanarak telefonla konuşan ajan görüş açıma girdiğin de başıyla arabaya geçmemi işaret etti ardından üzerimdeki kıyafetlere baktığında,

"Pijamalarla mı gideceksin gerçekten?" diye sordu Dünya'nın en garip şeyiymiş gibi. Evet, tam olarak öyle yapacağım ajancığım! Üzerimi değiştirmeye aşırı şekilde üşeniyorum ve pijama gerçekten çok rahat.

 

Olumlu anlamda başımı salladım. Bu umursamaz hallerime alıştığını sanıyordum. Sonuçta 2 haftadır üşengeçlikten saçlarını taramayan o kişi benden başkası değildi. Vallaha bi suçum yok!

 

Telefonla görüşmesini tamamladıktan sonra o, şoför koltuğuna geçerken bende yolcu koltuğuna yerleştim.

 

"Bari saçlarını tarasaydın." dedi kontağı çalıştırırken.

 

"Ay, benim giyimim sana mı kaldı? Sen kendi kılığına bak ajan!" diyerek gözlerimi devirdim ve kafamı cama yasladım. Bu yolculuğu yapmak istemiyorum çünkü kötü şeylerin olacağının kokusunu alıyor gibiyim. Ya da iyice şizofrene bağladım!

 

Arabayı sürmeye başladığında yol boyu bana işin ciddiyetini anlatsada pek umursadığım söylenemezdi. Geçmişimin peşinde olan bendim fakat ajanım benden daha çok çabalıyor gibi gözüküyordu.

 

Onunla 18 yaşımdayken verdiğim bir karar sonucun tanışmıştık. Ve bazen iyiki bu kararı vermişim diyordum. Çünkü eğer o kararı vermeseydim belkide şimdi onunla tanışmadan önce olduğu gibi kimsesiz tek başına yaşayan bir kimse olacaktım.

 

Yeni insanlarla tanışmayı çok sevmiyordum bu yüzden o kişilerle görüşmekte istemiyordum. Sırf Görkem’in hatrı için gittiğimi bilmesede olurdu değil mi?

 

Yol boyunca içimdeki kötücül düşünceleri unutmaya ve iyi şeylerin olacağına onların bana zarar vermeyeceğine iyi insanlarla tanışacağıma kendimi inandırmaya çalışıyordum çünkü zihnimde dolanıp duran kötücül düşüncelerden bir tanesinin ağına takıldığımda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Acaba ajanıma bir eczanede durup psikoloğumun yeni verdiği ilaçları almamız gerektiğini söylese miydim?

 

Bir süre ondan herhangi bir ses çıkmazken ben ise kendi içimde savaş verirken bir anda arabayı sağ çektiğinde ne olduğunu anlamak için kafamı kaldırarak bakışlarımı gözleri yüzümün her zerresini izleyen adama çevirdim.

 

"Sana..." diyerek duraksadı ama devam etmesi gerektiğini düşünerek yarım kalan cümlesini devam ettirdi.

"Söylemem gereken bir şey var." dediğinde sesindeki gerginliği hissettiğimden dolayı kaşlarımı çatarak anlat anlamında başımı salladım ve onu dinlemeye devam ettim.

 

"Şu an yanına gittiğimiz insanlar..." yeniden duraksadığında gerilmeden edemedim. Normalde böyle duraksayan bir insandan ziyade her şeyi hemen söyleyen bir yapısı vardı. Bu beni dahada tedirgin ediyordu.

 

"Senin geçmişinde önemli bir yeri olan insanlar" dediğinde hiçbir şey anlamayarak

"Açık konuş ajan." dedim.

 

Derin bir nefes alarak söze başladığında ister istemez dediklerini dikkatle dinlediğimi fark ettim.

"Şu an yanına gittiğimiz bu 6 çocuk, geçmişinde derin izleri olan insanlar, yani kardeşin gibi gördüğün insanlar diyebiliriz." Dediğinde kaşlarımı çattım. Benim kardeşim gibi gördüğüm insanlar var ve bu insanlar bana ne olduğunu merak etmeyecek kadar değer vermiyor öyle mi?

 

"Bu kardeşim gibi gördüğüm insanlar, neden beni bunca yıl merak etmemişler acaba?" dedim nefretle karışık alayla. Yüzlerini küçüklüğümde gördüğüm şu an ise hiçbir şeylerini hatırlamadığım insanlara karşı ön yargısız davranmak için elimden geleni yaparken şimdiden nefretimi kazanmışlardı. Helal olsun ne diyebilirim ki?

 

Bir şey diyeceği sırada hiddetle başımı cama doğru çevirdim ve cama iyice yaslandım. Yeniden içimde durmak bilmeksizin büyüyen saf nefret yüzünden bir kriz daha geçirmekten korkmuyor değildim.

"Bir an önce şu cehenneme gidip geri dönelim başka bir şey istemiyorum." dediğimde ses tonumdaki nefret tohumları kendini fazlasıyla belli ediyordu. Herkesten ve her şeyden nefret etmeyi ben istemedim ki…

 

Bunun olmasını istemediğini, benim artık tek kalmamı istemediğini ve bunun için çabaladığını biliyordum fakat ben buydum. Bana biçilen kaderde, olumlu hiçbir duyguya yer yoktu sadece saf nefret vardı. Bunu ben bile kabullenmişken o, neden hala kabullenmiyordu anlayamıyordum.

 

Gözlerimi kapatarak kendimi uykunun güzel kollarına teslim ederken ajanımın,

"Geldikten sonra mı uyumayı akıl ediyorsun?" diyen homurtusu duyduğum son şeylerdi.

 

 

"Afra!" diyen ajanımın sesine benzer bir sesle açtım gözlerimi.

 

Gözlerimi ovuşturarak etrafa bakındığımda, geçmişimdeki o önemli yere sahip insanların olduğu yere geldiğimizi anladım. Gelmez olaydık! Rahat bir uyku bana haram mı anlayamadım gitti!

 

Ön camdan gözüme çarpan ev, 4 katlı fakat müstakil bir evdi. Küçük tatlı bir bahçeside vardı ve dışı sarı renkliydi aralarına ise grinin tonları serpiştirilmişti. Bu kadar ıssız duran bir yerde bu kadar ihtişamlı bir evin olmasıda ayrı bir olay.

 

Gözlerimi bir kez daha ovalarken ajanım üzerime eğilerek kemerimi çözdü ardından kapımı sonuna kadar açarak inmemi bekledi.

 

"Çok uykum var acaba gitm-" dediğim sırada sözümü keserek,

"Hadi ama! Beni buraya kadar boşuna getirmiş olamazsın! Gerçekten psikoloğunla görüşmeliyim!” diyerek eve doğru hiddetle ilerleyen adama gözlerimi kırpıştırarak baktım. O da neydi öyle?

O, ajan tipli yaratık az önce bana racon mu kesti?

 

İçimden küfürler ede ede arabadan indim ardından kapıyı sertçe kapattım ve arabayı kilitlemesini bekledim. Kilitlediğinde kızgın boğalar gibi burnumdan soluyarak dış kapının önünde bekleyen adama doğru ilerledim. Bu devirde rahat bir uyku bile yok! Geçmişimin canı cehenneme benim uykum var! Hem böyle ıssız bir yerde bu evin ne işi var?

 

Gözlerimi ovalayarak öfkeli bakışlarımı ajan kılık yaratığa diktiğimde, sanki her gün buna maruz kalıyormuş gibi hiç etkilenmiş gözükmüyordu. Hayır Tabikide! Her gün beni uyandırdığında ona böyle bakmıyordum!

 

Kapıyı çaldığında sanki biri kapının önünde bunu bekliyormuş gibi kapı hızla açıldı.

 

Kumral saçları yüzüne dökülen otuzlu yaşlarda uzun boylu güler yüzlü bir adam bizi karşıladığında, ajanım da aynı şekilde güler yüzlü adam rolünü takındı. Bu adam benim yanımda hep somurtmaya yer arıyordu!

 

Adam banada aynı şekilde gülümsediğinde ona bakmayarak sanki normalde çok saygılıymışım gibi direkt içeriye geçtim. Şu geçmişimle ilgili ne öğreneceksek öğrenelim ve buradan gidelim!

 

Arkamdan ajanım mahçup gibi çıkan fakat mahcup olmadığı her halinden belli olan bir ses tonuyla,

"Biraz fevridir" dedi.

"Seni duyuyorum ajan"

"Beni duyduğunu biliyorum çocuk"

"21 yaşındayım!" 22 yaşıma gireceğim bu adam hala bana çocuk diyor! Sanki kendisi çok büyük! Alt tarafı aramızda 5 yaş var!

"Olabilir" Bu adam harbiden bana kafayı sıyırttırmak için uğraşıyor!

"Beni çıldırtıyorsun!" diye bağırdığımda ses tonum beklemediğim bir şekilde fazla çıkmıştı. Yüksek çıkması normal, bağırdım sonuçta.

 

Direkt karşımdaki odaya girdiğimde odada resmen birbirlerinin üzerlerine çıkmış 4 çocuğun bakışları aynı anda beni buldu. Tamam, böyle bir yıllar sonra ilk tanışma kimse beklemiyordu. Hem bunlar 6 kişi değiller miydi? Diğer ikisini yediler mi? Ay ALLAH’ım iyice sıyırdım kafayı!

 

Onları gördüğümde bir saniyelik duraksasamda kendimi hızla toparlayarak onlardan uzak olan kapının dibineki koltuğa yerleştim ve ellerimi cebime sokarak kapının ağzında kumral adamla konuşan ajanımı beklemeye başladım. Hayır Afra! Hepsinin bakışlarının üzerinde olduğunu bilsende oraya bakmayacaksın!

 

Onlara bakmamak için içimden verdiğim savaş, diğerlerine ve bana göre daha küçük duran mavi gözlü kahve saçlı kızın bana bakarak diğerlerine,

"Bu kim?" diye sormasıyla son buldu.

 

Bakışlarım ona dönerken sorusu havada cevapsız bir şekilde asılı kaldı. Neden benim kim olduğumu ona söylemiyorlar? Hem bu kız neden onlardan 3-4 yaş küçük duruyor? Acaba küçüklüğümden bu yana çok fazla değiştiğimden dolayı beni tanıyamadılar mı?

 

Bakışlarımız birbirimizin üzerinde garip bir şekilde dolaşırken sonunda ajanım ortama giriş yaptı. Şükürler olsun gelebildin!

 

Oturduğum yerden ona dik dik bakarken gülümseyerek bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirdi. Afra’yı kim ciddiye alsın ki zaten?!

 

Ardından içeriye ellerinde havluyla ellerini kurulayan ve yüzündeki tebessümü bir an olsun silinmeyen adam da içeriye giriş yaparak ajanımın yanında durdu. Ev manyak kaynıyorken bu işin içinden nasıl çıkacağıma dair hiçbir fikrim yok!

 

"Onun kim olduğunu size ben açıklıyayım." Diyen kumral saçlı adama doğru çevirdim bakışlarımı. Ben onu daha önce hiç görmemişken, o beni nereden tanıyordu?

 

Gözlerimi kısarak onu incelediğimde bu yanlış bir algıdan çok, onu tanıyıp tanımadığımı anlama çabasıydı.

 

Beynimi zorlasamda herhangi bir sonuca varamadığımda ajanımın her konuda olduğu gibi bu konudada tüm sorularıma eksiksiz cevap vereceğini bildiğimden sorularımı ajanımın başını ağrıtmak üzere bekletiyordum. Şimdiden söylüyorum gram sabırlı bir insan değilim her an taramalı tüfek gibi sorularımı ortaya dökebilirim o yüzden en yakın zamanda gidersek mükemmel olur!

 

"Bu kız, geçmişinizde önemli bir yere sahip olan Afet Afra Akpınar" dediğinde kardeşten öte birbirine sıkı sıkı bağlı gözüken bu 4 çocuğun bakışları bir biriyle kesişti. Üff, herkes papağan gibi aynı şeyi tekrar edip duruyor! Anladık, geçmişlerimizde önemli yerlere sahip insanlarız!

 

"22 yaşına girecek 21 Ağustosta. Bu bilgiyi nereden biliyorsun bu bir! Onları bu gram alakadar etmiyor bu da iki! Ailesi tarafından iyi şeylere maruz kalmamış bir kız kendisi maalesef ki." dediğinde ailemin nasıl olduğuyla alakalı ilk defa bir şeyler öğreniyordum fakat bunu yabancı insanların yanında öğrenmek fazlasıyla canımı sıkmıştı. Neden geçmişimi yabancı insanlara sunuyor bu mutlu surat?

 

"Annesi ve babası tarafından türlü türlü işkencelere maruz kalmış dayaklar yemiş cezalar almış bu kızın, başına bir şey gelmesinden korktuğunuz için camının önünde yattığınız günler hat safhada" dediğinde bunları bana anlatmalarını anlayabiliyordum fakat onlara neden anlatıyordu ki? Onlarda hafızasını kaybetmiş olamaz, değil mi?

 

"Onlarda mı geçmişlerini hatırlamıyorlar?" dediğimde bu sefer bütün gözler bana çevrilmişti.

 

"Evet Afra, senin bir araba kazası sonucu hafızanı kaybettiğin gün yanında kardeşlerinde vardı.”Tanımadığım insanlar hakkında kardeşlerim diye konuşulması pek hoş bir durum değil. “Fakat onların hafızlarını nasıl kaybettiklerine dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz" dediğinde işlerin iyice ilginçleşmeye başladığını fark ettim. Hafızamı kaybederken oradalarmış! Araba bana çarpacağı sıradada! Beni kurtarmak akıllarına gelmemiş mi!? Gerçekten insanoğlu acımasız bir varlık! Bu lanet yerden bir an önce gitmek istiyorum!

 

"Peki siz bu kadar bilgiyi nereden biliyorsunuz?" diye sordum kumral saçlı adama.

Sanki ortada komik bir şey varmış gibi gülerek cevapladı sorumu,

"Sen nasıl geçmişinin peşindeysen ve bir ajanın varsa, kardeşlerinde geçmişlerinin peşinde ve onlarında tabikide bir ajanları var" sonlara doğru gururlu çıkan sesi göz devirilecek türdendi. Sanırım bu adama karşı da içimde nefret tohumları ekilmeye başladı.

 

Ajanın dediğine göre onlarda geçmişlerinin peşindelermiş. Beni merak etmişler mi? Beni aramışlar mıydı gerçekten?

 

"Ondan ve bizden bahsederken kardeş kelimesini kullanmaktan vazgeç" diyen fırtınadaki sessizliği andıran tok bir erkek sesi ses duyuldu.Kafamı sesin olduğu yere çevirdiğimde siyah dalgalı saçlı mavi gözlü ve simsiyah giyinmiş olan baygın bakışlara sahip çocuğun konuştuğunu anladım. Fazla sessiz ve gizemli dursada bana karşı olan soğuk bakışlarını gizlemek istemiyordu anlaşılan. Hepsinden nefret ediyor olabilirim ama en çok bu kendini gizemli sanan çocuktan nefret ediyorum!

 

Bende aynı şekile yüzümdeki alaylı ifadeyi sildim ve ona soğuk bakışlarımı gönderirken buz gibi sesle,

"Bencede kullanma. Çünkü onlar benim kardeşlerim olacak kadar iyi kimseler değiller" dediğimde dudaklarımın sinsice kıvrılmasına engel olamadım. “Malûm, ben hafızamı kaybederken orada olmalarına rağmen bana yardım etmeye tenezzül etmemişler!"

 

Hiddetle kurduğum cümlemin üzerine hepsinin bakışları bana çevrilirken onlarında bakışlarına nefret tohumlarının ekildiğine şahit oldum. Nefrete karşılık nefret mi? Severim.

 

Ajanlar ortamın gerginliğini azaltmak adına boğazlarını temizlediler ve bu sefer sözü benim ajanım devraldı.

 

"Afra, uzun bir süredir geçmişinin peşindeydi. Bende geçmişinde belli bir yere sahip 6 kimsenin hayatta olduğunun haberini aldığımda, onu buraya getirmenin geçmişini öğrenmesi hakkında en iyi karar olduğunu fark ettim. Birbirinizden şu an nefret etmenizi anlıyorum çünkü psikolojik olarak ne hissettiğinizin az çok farkındayım. Fakat birbirinize alışacağınıza karşı da güvenim tam." dediğinde ajan kendinden ödün vermeyerek fazlasıyla emin konuşuyordu. Umarım aralarından hiçbirini öldürmeden bu evden çıkabilirim.

 

Ajanlar birbirine bakıp gülümsediğinde ayağımı yere vurarak ajanımın bana bakmasını sağladım ve hayırdır? Anlamında göz kırptım. Fakat o bunu gram umursamayarak önüne döndüğünde ondan da nefret etmeye başladığımı fark ettim. İnsanlardan çok çabuk soğuyabiliyordum ve nefret edebiliyordum. Bu da o anlardan birisi olmalıydı. Hayır, ondan nefret etmeyeceğim! Bunu istemiyordum.

 

Karşı tarafın ajanı yani mutlu surat olan ajan gülümseyerek,

"Fazlasıyla önemli bir görevi halletmek üzere Amerika'ya gitmemiz gerekiyor ve bu süre boyunca Afra burada kalacak. Ne itiraz ne de herhangi bir sıkıntı çıkmasını istemiyorum" dediğinde herkes ağzının içinde bir şeyler geveleyerek homurdanmaya başladı. Beni istemediğinizi bu kadar belli edemezsiniz canım kardeşlerim! Ve nasıl nasip kısmetse bende sizi istemiyorum!

 

"Ben istenmediğim yerde asla ve asla durmam!" diye sesimi yükselttiğimde hepsinin bakışlarının hedefi yeniden ben olmuştum fakat ben sadece ajanıma bakıyordum. O, bu konuya karşı sessiz kalmayacaktı, değil mi? Onlardan nefret ettiğimi biliyordu ve damarıma basılacak bir şey yapacaklarınıda. Bunu bakışlarından anlamak mümkündü ve damarıma basılacak bir şey yapıldığında her şey çığırından çıkacaktı.

 

Başını iki yana sallayarak burada duracağımı belirttiğinde ondan iyice nefret etmeye başlamıştım fakat ondan nefret etmek istemiyordum. Nefret her zerreme hücum ederken onu daha fazla görmenin sadece nefretimi harmanlayacağını bildiğimden içimdeki kötücül duygulara direnmek adına dişlerimi sıkarak hışımla ayağa kalktığımda içimde ettiğim mücadele bu hayattaki en büyük sınavımdı.

 

Dış kapıyı çarparak çıktığımda, ajanımın bana araba sürmeyi öğretmek üzere verdiği çabaya kayıtsız kaldığıma pişman olmuştum. Çünkü burayı bilmiyordum ve fazlasıyla ıssız bir yere benziyordu!

 

Ne yapacağımı bilemeyerek bahçenin ne icra köşesine geçtim ve bacaklarımı kendime doğru çektim.

 

İçimdeki saf nefret büyüdükçe büyüyor ve her zerreme hücum ediyordu. Kafamın içinde dönen ve bir an olsun susmayan seslerden kurtulmanın bir çaresini aradım fakat bulabildiğim tek şey koca bir hiçlikti.

 

Ellerimi saçlarımdan geçirerek kafamın içinde ajanıma karşı kötü senaryolar kuran sesi susturmaya çalıştım.

 

Bu sırada ajanımın telaşlı sesi her şeyin yeni farkına varmışa benziyordu. "Ben yıllardır böyleyim ajan" demek istesemde sustum. Ben, benimle ilk tanıştığındada böyleydim, söylesene? Neden hala alışamadın bana? Bana alışamayacak kadar mı kötüyüm yoksa?

 

"Afra!" diye bağırarak etrafta beni arayan adamın gözleri üzerimde durduğunda bana doğru gelmeye yeltendi fakat hiddetle ellerimi öne doğru uzatarak onu durdurdum. Başımdaki ağrı inanılmaz bir hal almaya başlamıştı ve en kötüsüde kafamın içinde dönen kötülüklerden bir tanesine kapılırsam kelimenin tam anlamıyla bir canavara dönüşüyordum ve bunu bir kez daha yaşamak istemiyordum. Hayır, ben sadece hayatımdaki tek insana, Görkem'e zarar vermek istemiyorum. O, bu hayattaki tek dostumdu ve ben ona zarar vermeyecektim! Kahretsin! İlaçları eczaneden almayı nasıl unutmuştum?

 

"GELMEK GİBİ BİR HATA YAPMA!" diye bağırdığımda başımdaki ağrı katlanarak arttı ve sesler artık dahada canlı gelmeye başladı.

 

Korkuyla yutkunan ajanım ne yapacağını bilemez bir haldeydi ne gidebiliyor ne de yanıma gelebiliyordu. Endişeyle ellerini saçlarından geçirerek etrafa bakındığında onunda bir çözüm aradığının farkındaydım. Ama içimdeki kötülüğün susmasını sağlayan tek şey o kötülüklerden birinin ağına takılmam ve birine zarar vermem, kan dökmemdi. Eğer dökmezsem kendi kanımda boğulacağımı da biliyordum.

 

Başımdaki ağrı ölümcül boyuta uzandığında tırnaklarımı koluma sertçe batırarak kendime zarar vermeye başladım. Hayır! Yeniden böyle oluyor! Başka birisine zarar vermediğimde kendime zarar veriyorum! Bunu istemiyorum!

 

Tırnaklarımla kollarımı boydan boya çizerken etraftaki seslerin hepsi yok olmuş, arka planda kalmış gibiydi. Sadece ben vardım. Sadece, ben ve bana kan dökmemi fısıldayan o iç sesim.

 

Tırnaklarımla kollarımı çizdiğimde bu çok az bir miktarda olsa rahatlamamı sağlamıştı fakat beynimdeki sesler fazlasını istiyordu, çok daha fazlasını...

 

Ağlamak istedim, bağıra çağıra ağlamak istedim beynimdeki seslerin hepsinden kurtulmak onları söküp atmak istedim fakat yapamazdım çünkü biliyordum ki, o evin içinde bulunan herkes şu anda beni izliyordu. Başka insanlarla olduğum ortamda ağlayamazdım. Çünkü bunu yaparsam güçsüz benliğimi gözler önüne sermiş olurdum ve ben güçsüz değildim. Güçlü olduğumu da hiçbir zaman iddia etmemiştim. Ben her konuda olduğum gibi bu konudada arafta sıkışıp kalmıştım.

 

Tırnaklarımı boğazıma batırmaya başladığımda bundan ciddi anlamda zevk alan benliğim açığa çıkmıştı. Ve ben bu benliğimdende nefret ediyordum...

 

Bağırarak tırnaklarımı etime geçirmeye devam ederken arkadan endişe ve korku dolu sesleri duyuyor fakat seçemiyor ve herhangi bir tepki gösteremiyordum.

 

Kendime zarar verdiğimi öğrenen psikoloğumun verdiği ilaçlarda bittiğinden dolayı şu an yapılabilecek tek şey psikoloğumu ve sağlıkçıları buraya çağırmaktı. Çünkü ben buna daha fazla katlanabilecek miyim bilmiyordum. Bu ajan neden hala psikoloğumu aramıyor!? Herkesin mi beyni durdu ALLAH aşkına?

 

Boğazımı da boydan boya çizdiğimde artık ciddi anlamda durmalıydım çünkü tenimde çıplak olan tek yer artık yüzümdü.

 

Kendimi zar zor kontrol altında tutmaya çalışırken delirmeye başladığımı fark ettim. Ciddi anlamda deliyordum ve yine kimse hiçbir şey yapamıyordu, buna izin vermiyordum.

 

Bir anda beynime hücum eden bir anıyla, psikolojik olarak daha fazla kendimi ayakta tutamadım ve bir ağız dolusu kan kustum. Kustuğum kandan elime bulaşan kısma baktığımda gözlerim yuvasından fırlayacakmışçasına açıldı ve bana bir fısıltı gibi gelen fakat aslında bir haykırış olan bir cümle dudaklarımdan döküldü,

"B-ben gerçekten kendi kanımda boğuluyorum." Gözlerim belkide sonsuzluğa kapanırken son gördüğüm şeyler psikoloğunun ve birkaç sağlık çalışanının bana doğru koşuşu olmuştu...

 

*15 Yıl Önce*

"Seni ben boğmayacağım ki" dedi annesi Afra'nın boğazını orta derecede sıkarken. Siyah saçlarını at kuyruğu yapmıştı ve ela gözleri yuvasından fırlayacakmışçasına açılmıştı. Delirmiş gibi zangır zangır titrerken kızının hayatını berbat etmekten kendini alıkoyamıyordu, her zaman olduğu gibi.

"Sen kendi kanında boğulacaksın. Kendi kendini öldüreceksin!" diye bağırdığında gür çıkan sesi evin içerisinde yankılandı.

 

Kızını boğazından tutarak ayaklarını yerden kestiğinde, Afra ciddi anlamda nefes almakta zorlanmaya başladı.

 

Kızını boğazından tutarak havaya kaldırdı ve bir süre zevk alıyormuş gibi kızının nefessiz kalmasını izledi. Dudakları istemsizce aldığı hazdan kıvrılırken,bir anda elini Afra'nın boğazından çekerek Afra'nın nefes almasına izin verdi.

 

Sertçe yere düşen kız bir elini ağrıyan göğsüne koyarken diğer eliyle yerden destek almaya çalışıyordu. Öksürüklerinin ardı arkası kesilmezken kumral göğüs hizasında biten saçları yeniden yüzüne düşmüştü. Cezalı olduğundan dolayı 3 gündür yemek yemiyordu ve artık bedeni bu kadar şeyi kaldıramayacak duruma gelmişti. Oysaki cezası 1 haftalıktı fakat o, 1 hafta daha nefes alıp alamayacağından emin değildi.

 

Kızının can çekişen halini izleyen kadın bir süre sonra kızını yaşadığı işkenceyle tek başına bırakarak merdivenlere doğru yönelerek aşağıya indi.

 

Kızın öksürükleri kesilmek bilmiyor, göğsünü ve boğazını ağrıtıyordu.

 

Birkaç kuru öksürüğünün ardından artık öksürüğünü kuru kılmayacak bir gerçekle baş başa kaldı.

 

Kan kusuyordu.

 

3-4 ağız dolusu kan kustuğunda artık vücudu hem besinsizlikten hem kansızlıktan hemde nefessizlikten ayakta duramayacak hale geldi ve yerden destek alan eli artık gücünü kaybetti.

 

Kendi kanının üzerine düşen kızın kulağında annesinin söylediği sözler çınlıyordu,

"Sen kendi kanında boğulacaksın"

Loading...
0%