Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@gizliokur12

1. Bölüm

Karanlık ve kötü kokan sokaklarda, çocukluğumuz başlamak zorundaydı. Annem, bir mafya lideri olarak, ikiz kardeşimle beni hiçbir zaman şefkatle sarmaladı. Büyüdüğümüz ortam, sadece hayatta kalmanın değil, acımasızlığın da öğretildiği bir yerdi. Çocukluğumuz, sert eğitimlerle doluydu; zayıflıklarımıza asla yer yoktu. O yüzden içimdeki duyguları bastırmayı öğrenmek zorundaydım.

 

Kardeşimle birlikte, annemiz bize yetenekler kazandırmak için her anı değerlendiriyordu. İnsanları nasıl manipüle edeceğimizi, ona karşı itaatkâr olmayı ve geçmişin yüklerini kaldırmayı öğrendik. Çocuk oyunlarımız, hayatta kalma egzersizlerine dönüşmüştü. Her gün bir sonraki aşamaya talip olduğumuz, düşmanlarla dolu bir dünyada yarışıyorduk. Ama bu dünyada hayatta kalmak için motivasyonumuzu anne sevgisi değil, hayatta kalma isteğimiz oluşturuyordu.

 

Kardeşim, benim karşıtım gibi görünüyordu. O daha fazla duygusal, daha yumuşaktı; ama benim gözümde duygusallığa yer yoktu. Bizim için hayatta kalmanın yolu, sert olmaktı. Oysa birlikteliğimiz, acı ve tutkuyla örülmüştü ve annemiz tüm bu durumu pekiştiriyordu. Zamanla, büyüdüğümüzde birbirimize sahip çıkışımız, sadece aramızdaki kapıyı değil, aynı zamanda bizi korumak için geliştirdiğimiz cephaneliği de açığa çıkarıyordu.

 

Ama her sonuncu gün, onun hayat hapsi, benim için bir savaşın başlangıcını işaret ediyordu. Annemiz yakalandığında, ikiz kardeşimle ben karanlığın içerisine daha fazla gömüldük. Artık yalnızdık; gizli kutularımızın içinde hayatta kalmanın yollarını ararken, birbirimize tutunup kendimizi savunmak zorundaydık. Karanlık düşüncelerle doluydum, ama bu yalnızlık içinde bile, içinde adaletsizlik hissi büyüyordu.

 

Çocukluğum, tehditler ve korkular arasındaki bir yürüyüşten başka bir şey değildi. O küçücük vücutlarımız, hayatın acımasızlığının ağır yüklerini taşırken, annemizin gölgesinde büyüdük. Ben de bu oyunun bir parçasıydım; aramızdaki bağı güçlendiren bir ikili olarak, birbirimizi korumak için her şeyi göze alacağız. Ve o günden beri içimde büyüyen karanlık, ona olan düşmanlığımın besleyeni olacaktı.

 

Küçüklüğümüz boyunca yaşadıklarımız, bizi birbirimize daha da sıkı bağladı ama bir o kadar da karanlık bir geleceğe sürükledi. Annemizin bıçak gibi keskin eğitimleri altında, birer yudum acımasızlık içerek büyüdük. Ben, sahte gülüşler arkasında sakladığım öfkeyle, onu daha fazla koruma kararlılığına kapıldım.

 

Zamanla annemiz içeride yatan o soğukkanlı, acımasız kadına dönüştü. Onun gücü ve etkisi, bizlerin hemen yanında, ayakta duruyordu. Gerçekliğin acımasızlığına maruz kaldıkça, kalbimdeki duyguları daha fazla geriye atıyordum. Ama kardeşim, derindeki yaraları görmekteydi; belki de içindeki dengeye ulaşma çabası bir umut ışığıydı. Ancak benim için karanlıkta yürümek, yalnızca güçlü kalmanın bir yoluydu.

 

Annemizin yakalanması, hayatımızda büyük bir boşluk oluşturdu. Artık o koruyucu ve sert disiplinin yokluğunda, kendi başımıza hayatta kalmamız gerekiyordu. Kardeşimle bu yeni hayatın anlamını keşfetmeye çalışmalıydık: düşmanlar, dostlar ve acımasız sokaklar arasında bir yere gelmek. Ama her an, geçmişimizin gölgeleri peşimizi bırakmıyordu.

 

Gün geçtikçe, annemiz hapsolmuş olmasına rağmen, onun gözyaşları ve acısı içimizde yankılanıyordu. İkizim, kaybettiğimiz o annelik sevgisini yeniden bulmaya çalışırken, ben daha da sertleşiyordum. Bana göre, affetmek zayıflıktı. Kardeşim ise, bir gün annemizi geri kazanabileceğimizi düşlüyor; ona karşı duyduğu özlem, beni daha da öfkelendiriyordu.

 

Geceleri, karanlıklarda birbirimizle mücadele ederken, aramızdaki bağla birlikte düşmanlarımıza karşı birleşiyorduk. Bizim için düşman, yalnızca bir mücadele unsuru değil, aynı zamanda kendi içimizdeki çatışmalara da dönüştü. Belki de bu çatışmalar, aslında kaybettiğimiz o sevgiye duyduğumuz özlemdi.

 

Bütün bu süreç, hayatımızı şekillendirecekti. İkizim, içindeki iyiliği beslerken ben, içimdeki karanlıkla daha da derinleşiyordum. Düşmanlarla savaşmayı, annemin yokluğunda kendi iç savaşım olarak görmeye başladım. Artık hayatımızın her köşesi, kaybettiğimiz o sıcaklığın bıraktığı bir boşlukla doluydu. Ama bu boşluğu beni alacak, düşmanlık ve intikamla dolduracaktım. Birlikte büyüdüğümüz bu karanlık yolda ilerlemeye yeminle, yangınlarımızı alevlendiriyordum.

 

Ve bir gün, o hesabı sorma zamanı geldiğinde, düşmanlarımın karşısında sadece ben olacağım. Kardeşimle kurduğum bağ, beni bu savaşa sürüklerken, o an, içimdeki karanlığın gerçekleşmesine tanıklık edecektik.

 

Her geçen gün aklımdan geçen delice katliyamlar, delice öldürme arzusu her geçen gün vücudumu ele geçiriyordu. İçimi saran öfke, anneme yapılanlar, benim içimdeki ateşi harlıyordu. Annem orada her gün işkence görürken ben burada onun yarım bıraktıklarını tamamlıyordum ve kimse beni bulamıyordu. Annem Beyza akkor ve kardeşim Eren akkor, hepimiz katildik.

 

Babam annemin mafya olduğunu öğrendikten sonra onu terk etmişti, üstelik annem bize hamileydi. Şuan babam tam karşımda duruyordu. Onun da anneme yaptıklarını unutmamıştım. Sigaramdan derin bir nefes daha çektim içime. Karşımda tir tir titreyen adama baktım. Ona baba bile demek istemiyordum. Gözleri kapalıydı, kendi kurduğum yer altı şehrindeydik.

 

Annemi şikayet eden kişiydi.

 

Annemin aşkından faydalanıp onu yemeğe çağırmıştı.

 

O hiç gelmemişti, polisler büyük bir operasyonla annemi götürmüşlerdi. Uzunca bir mahkeme süreci olmuştu, 3 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası vermişlerdi. Aklıma gelenlerle öfkeyle ayağa kalkıp karşımdaki adama yürüdüm. Biz küçükken yapmıştı bunu, benim büyüyüp annemin intikamını alacağım aklının ucundan bile geçmemişti. Ama ben emindim, kardeşim Eren kadar salak olmayacaktım. Onu öldürüp annemin intikamını en iyi şekilde alacaktım. Siyah topuklu ayakkabılarımın sesi yankılanıyordu. Her yankıda biraz daha öfkem artıyordu. Kalçamın altında biten kırmızı elbisemi çekiştirip ona ulaştım. Yüzüne sert bir yumruk attım. Yumruğun darbesiyle oturduğu sandalyeyle beraber yere düştü.

 

"Ne istiyorsun benden, yeter!" diye haykırdı. Yüzüme tehlikeli bir gülümseme kondurup ona yaklaştım, topuklu ayakkabımın ucunu yüzüne batırdım. Acıyla inledi. Saçı sakalı birbirine karışmıştı, yaklaşık 5 yıldır buradaydı. Onu öldürmüyordum, süründürüyordum. İntikam anlayışım o kadar farklıydı ki. Öldürmek yeterli gelmiyordu. Iskatamı elime alıp sivri ucunu orta parmağımda çevirdim. Sinsice gülümseyerek ıskatayı karın boşluğuna sapladığımda tüm depoyu inleten sesiyle bağırdı. Yüzümü buruşturup elimi ensesine atarak sandalye ile beraber kaldırdım.

 

"Acaba ben babaya ne yapsam?" diye mırıldandım. "Buldum!" Aniden aklıma gelenle gözlerimi açtım. "Merhaba Haluk Bilgin, yine ben." dedim ıskatama büyük bir aşkla sarılarak. Ağzındaki kanı tükürüp bana yalvaran gözlerle baktı.

 

"Ne olur öldür beni, ne olur!" diye bağırdı. Dudaklarımı büzüp onu izledim. Yüzüme bakınca korkuyla irkildi. "Sen Beyza'sın, onun bakışları? Ama sen benim kızımdın. Annene neden çektin sen Ceren!" diye bağırdı. Annemin adının onun ağzından duyunca gözlerim öfkeyle açıldı. Vücudunda yara almadığı bir yeri yoktu.

 

"Acaba neden anneme benzedim." Parmağımı dudağıma koyarak düşünüyor gibi yaptım. "Sizin gibi iki salak o savaşın ortasında çocuk yaptığı için olabilir mi!" Öfkeyle ıskatayı boynuna bastırdım. "Bana bak Haluk! Annem sana aşık olduğu için kendi kendini bitirdi, ama ben bunu yapmayacağım, ben annemden de senden de nefret ediyorum, ama annemden daha az nefret ediyorum." Iskatayı kalbine doğru indirdiğimde kesik bir nefes döküldü dudaklarından. "Seni daha fazla yaşatmanın anlamı olmadığını biliyorum, ama ölmek sana ödül olur." Iskatayı kalbinden çekip yere attım. Cinsel organını ise yaklaşık 2 yıl önce kesip atmıştım. Daha yaratıcı şeyler bulmam gerekiyordu. 28 yaşındaydım, bunca zaman intikamla büyütülmüş bir çocuktum. Annemden nefret etmek istesemde yapamıyordum. İkiz kardeşim benim zıttımdı o böyle şeylerden uzak durmaya çalıştıktça onu zorluyordum.

 

"Ne olur öldür beni kızım." dedi. Ona döndüm gözlerimiz aynı renkti ona fazlasıyla benziyordum. Ela gözlerinde gezindi bakışlarım. Saçlarımız ve yüz hatlarımız dahil aynıydı. Yüzündeki yaralar yüzünden seçilmiyordu. Belimin aşağısına kadar gelen siyah saçlarımı geri savurdum ve ona sırtımı döndüm. Uzun ve geniş depodan topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sesler eşliğinde çıktım. Burada kendimize küçük bir krallık kurmuştuk, herkesin aradığı seri katildim. Ama bir türlü bulamıyorlardı. Kanlı bilardo adıyla aranıyordum. Kimin aklına gelebilir ki Türkiye'nin en büyük bir moda tasarımcı şirketinin sahibinin seri katil olduğu. Gündüzleri şirketimin başına, geceleri karanlık işimin başına geçiyordum.

 

Yeraltı şehrinin karanlık köşelerine adım attım ve herkesin fısıldadığı o adı duyabiliyordum: "Kanlı Bilardo." Evet, benim adım Ceren. Beni böyle tanıyorlar çünkü hem gözlerindeki korkuyu hem de gücümü hissettiriyorum. İçimdeki karanlığı ve acımasızlığı taşıyorum; bu benim yaşam şeklim.

 

Burası, düşmanların hapiste bile saygı gösterdiği bir dünya. Ama asıl mesele, bu saygının arkasındaki neden. Duydukları kahrım, ben burada yokken bile yüreklere etki ediyor. Bir bilardo masasında, düşmanlarımı nasıl alt ettiğimi ve yeraltı işlerine nasıl hükmettiğimi görebiliyor musun? Hayatım tam olarak bir oyun; şansımı ve stratejimi oynuyorum. Her atışımda, düşmanlarımın ruhları katledilirken, ben sadece kazanan oluyorum.

 

Ama bu oyun, beni asla tatmin etmiyor. Ortada bir pişmanlık yok, ama her hareketimde gerilim artarken, burası sadece bir oyundan çok daha fazlasına dönüşüyor. Artık tehditler beni kesmiyor; onların korkusu benim çarklarımın dönmesinde yardımcı oluyor. Ama bilirsin, bıçak ve kurşun kullanmak, yüzleri kapalı bir oyun değil. Herkesin bunu bilmesini istiyorum: onlar benim kurbanım, masamda sadece birer taş.

 

Son zamanlarda, Alan Duran'ın ortaya çıkmasıyla işler daha da karmaşıklaştı. Onun gibi bir rakip, beni ilgilendiriyor. Benim için bir meydan okuma; ama aynı zamanda hırsımı ateşle besleyen bir gerilim. Duran, benden daha temkinli; en azından o, beni hafife almaya cesaret edemeyecek kadar akıllı. Ama bu beni korkutmuyor. Sadece daha dikkatli olmamı sağlıyor.

 

Beni nerede durduracaklarını sanıyorlar. Yeraltı şehrinde yürüyüş yaparken, düşmanlarımın gözlerindeki korkuyu hissediyorum. Onlar, her an benim hamlemi bekliyor, ama farkında değiller; ben, saklıyı da çözmeyi severim. Elde ettiğim bilgi ve stratejilerle, her bir adımımı dikkatli atıyorum. Onların güce ulaşması ne kadar zor, benim için de düşmanlarımla savaşmak hıçkırıklarla birleşiyor.

 

"Kanlı Bilardo" olmaktan gurur duyuyorum; bu unvan, gerilimi ve gücü temsil ediyor. Ama aynı zamanda asla tek başıma kalmak istememek duygusunu da besliyor. Beni soğuk ve acımasız yapan şey, düşmanlarıma verilen korkuyu başkalarına yansıtmamı sağlamaktır.

 

Bir masada kaybedenlerin kanı dökülürken, ben gülümsüyorum. Ama bu oyun, sadece bir oyun değil; bu, hayatta kalmak için savaşın bir parçası. İnsanlar beni sadece bir kadın satranç oyuncusu sanıyor; ama beni bulmalarını istemiyorum. Hedefim her zaman daha yüksektir, düşmanlarımın boynuna asılacak olan ip gibi.

 

Kurduğum küçük krallığın karanlık koridorlarında yürümeye devam ederken, içimdeki kararlılık daha da güçleniyordu. Alan Duran, cesaretini toplamak için gelen bir tehdit gibiydi. Ancak bu, beni korkutmuyordu; asla. Onun geçmişteki sokaklardan gelen ünü, benim için sadece bir meydan okuma değil, aynı zamanda bir fırsattı. "Kanlı Bilardo" ismimi duyuran fısıldamalar, içinde kaydedilmiş düşmanlıklarla doluydu ama şimdi bu düşmanlık, hızla karşılaştığım bir darbe olacaktı.

 

Ellerimdeki bilardo topu gibi birbirine geçmiş sokakların oyunlarını kontrol ediyordum. Duran'ın adamları sokaklarda dolanırken, onları dışarıda görünce gülümseyemiyordum. Düşmanın beni tanımadığını sanıyor ama benim yüzümdeki maske, aksiyon aldığım her ana hazırlık olarak geçiyor. Harekete geçme vakti geldiğinde ise asla tereddüt etmeyeceklerdir.

 

Planımı yapmıştım; bu iş sürekli bir oyun ve bu oyunda ikili oynama sırası bendeydi. Duran'ın güvenli alanını ihlal etmek gerekiyordu. Onun anlaşma yapma ve işbirliklerini sorgulayan yolu, benim için yeni bir kapı açacaktı. Bilardo masasında hareket etmek, bir sonraki hamlemi ayarladım. Bunun için onları çekmeyi başarmalıydım.

 

Karanlığın bile korkacağı gidişatımı hatırlatacak bir akşam yemeği önerdim. Yeni bir başlangıç, belki de düşmanımın cesaretinin sonunu getirebilirdi. Adının yankısı, yeraltı şehrinin her köşesinde nam salmış olsa da, bu onu güçlü kılmaya yetmiyordu. Onun katil ruhu ile benimki arasındaki fark, önceliklerimi belirlemem belirledi. İki rakip, sadece bir masada hesaplaşacak, kim kazansa bu sokakların sahibi olacaktı.

 

...

 

Yeraltı şehrinin karanlık köşelerinde, bir bilardo masasının etrafında toplanmış bir grup adam vardı. Işıklar loş, atmosfer ise gerilim doluydu. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sesler eşliğinde masaya yöneldim. Alan'nın bakışları bana döndü "Kanlı Bilardo!" dedi. Keyifle güldü beni görünce.

 

Karşımda, kurnaz ve güçlü bir adam duruyordu: Alan Duran. Yeraltı dünyasına hükmeden bir lider olarak, geçmişten gelen bir düşmanlık ve rekabet barındırıyordu. Alan'ın karizmasını hissediyordum ama onunla asla ilgim olmadığınıda biliyordum. Masaya doğru ilerledikçe, herkesin dikkatleri bana çevrildi. Bu, sadece bir bilardo oyunu değil; ikimiz arasında uzun süredir devam eden bir güç savaşıydı.

 

Toplara vurarak masanın yanında durdum. Daha önce birçok zafer kazanmıştım; ama bu seferki rakibim, aynı zamanda hayatımın en büyük tehditi olacaktı. Alan, kabaca gülümsedi. "Bu sefer seni yeneceğim, Ceren. Oyun bittiğinde, bu kenti benim kontrolümde göreceksin." Dudaklarımda sinsi bir gülüş belirdi. Bordo elbisemi yukarı doğru çekiştirdim ve onun gözlerine baktım.

 

Soğuk bir gülümseyle yanıtladım.

"Unutma, Alan. Oyun sadece senin için bittiği an başlar. Burada ben oynuyorum." İçimdeki ateş, bütün o karanlığı aydınlatıyordu. Rakibimi yenme arzusu, beni daha da keskinleştiriyordu.

 

Topları dizmeye hazırlandığında, dinamik bir hareketle bilardo çubuğunu eline aldı. Oyun, strateji ile dolu bir savaş gibiydi. Masaya birinci vuruş yaparken, topların aralarına girip hareket etmesiyle farkında olmadan ortamı gerginleştirdi. Yaydığı güç, alanındaki herkesin dikkatini çekiyor; onları duygusuzca zayıflatıyordu. "Geçmişin ve geleceğin sadece birer taş, Ceren," dedi Alan. "Bu masada hepsi düşecek!"

 

Ama ben, her biriyle birer birer yüzleşmeye kararlıydım. "Sadece gözlerinle değil, aklınla da beni görmek zorundasın," diye yanıtladım. Vuruşumu yaptım ve toplarla oynamaya başladığında, her bir karar verirken aklımda düşünceler dönüyordu. Geçmişte kazandığım deneyim, bana bu çatışmanın kontrolünü sağlamak için güç veriyordu.

 

Alan, adamlarından aldığı güven duygusuyla hareket ederken, kararlılığım altında daha fazlasını bulmak zorundaydı. Büyük resmi gözlemleyerek her hamlesini dikkatlice yaptı. Duran'ın blöflerini görebildim, onun zayıf noktalarını tespit ettim.

 

Oyun ilerledikçe, hem işte hem de duygusal düzeyde gerilim artıyordu. Masanın balistik topunu hedef aldım, yalnızca fiziksel değil, içimdeki şiddeti de şekillendiriyordu. "Herkes bir gün düşer," dedim ama aslında bu söz, benim için geçerli değildi. Varoluşu, ona korkusuz bir özgürlük sağlamıştı. Cevap vermedi. Bir süre sessizce oynamaya devam ettik.

 

Bir an için nefesimizi tutmuş gibiydik. Son hamlemi yapmak için doğru zamanı bekliyordum. Alan'ın elindeki zarif görünümlü köpeğin titremesi onun kıpırdanmasında saklıydı. Bu, benim operasyonumu sürdürdüğüm andı. Bir son vuruşla, topları masanın üstüne gönderdim ve bu, masanın ortasında dönerken bir güven simgesi oldu.

 

Başardığımı bilerek ve Alan'ın yüzündeki kaygıyı görerek güçlü bir gülümseme kondurdum dudaklarıma. Şimdi, yeraltı şehrinin kontrolü için bir başka oyun daha oynanacaktı ve rakiplerim bana saygı duymak zorunda kalacaktı. "Bu oyunda kaybeden kim?" diyerek zihnimdeki tahtıma oturdum ve Duran üzerinde hakimiyet kurmayı başardım.

 

Şimdi, harekete geçme zamanı. Alan Duran'a karşı atacağım her hamle, onun masasında patlayan bir bomba gibi olacak. Evet, beni "Kanlı Bilardo" olarak tanıyacaklar ve düşmanlarım, beni korkusuyla anmayı öğrenecek. Bu savaşta sona erene kadar pes etmeyeceğim. Düşmanlarım elimi sıkı tutarken, ben ise sona doğru ilerleyeceğim.

 

...

 

Yıllar önce:

 

Geçmişin karanlık sokaklarında, Ceren ve Eren'in hayatları, hiçbir çocuk için olması gereken gibi değildi. İstanbul'un çürüyen köşelerinde, anneleri onları birer mafya lideri olarak yetiştirmek üzere hedef belirlemişti. Ama bu hedef, geçmişin acımasız uygulamalarıyla doluydu. Olaylar, anneleri Beyza'nın gözlerinin derinliklerinde bir hayal kurmasını sağlıyorken, ikizlerin savunmasız ruhları da yavaş yavaş yok oluyordu.

 

Ceren, daha küçük yaşlarda annesini hiç tanımıyormuş gibi hissetmeye başladı. Yılların geçmesine rağmen zorluklarla verilen eğitim ve öğretiler yoğunlaşıyordu. Her zaman asık bir yüzle karşılanan, duygusuz olmalarına ikna edilen, yalnızca güç ve kontrol peşinde koşmalarını sağlayacak olan karanlık bir liderin çocukları olarak yetiştiler. O anların içinde büyüdüklerinde, annelerinin gözlerinde, birer acıma umudu barındıracak kadar saf kalmadıklarını da öğrenmek zorunda kaldılar.

 

Küçük yaşlarındaydılar; ama anneleri tüm sıcaklığı ve sevgiyi ayaklar altına alarak onlara sert eğitimler vermeye karar vermişti. Günler, haftalar boyunca acımasızca süren çalışma saatleriyle doluydu. Sadece dayanıklılıklarını test etmek değil, zayıflıklarını görerek onları bastırmak amacındaydı. Duygular, onlardan uzak tutulmaya çalışılıyor; yaşam, acı ve eziyetle doluydu. İkizlerin her biri, yalnızlıklarının ve çaresizliklerinin, annelerinin gözleri önünde mürekkep hale geleceğini anlamadılar.

 

O günlerden birinde, anneleri onları alarak karanlık bir depoya götürdü. O an, hayatlarının en unutulmaz anlarından olacaktı. Beyza, önlerinde akan karanlık bir dünya kurmaya kararlıydı. "Bugün size gerçekleri göstereceğim," dedi. Gözlerinde bir boşluk vardı; ama çocukların kalplerinde beliren korku daha derindi. "Bugün, birer mafya çocuğu olmanın ne demek olduğunu öğreneceksiniz. Duygularınız, zayıflıklarınızdan başka bir şey değil. Onları bir kenara atın."

 

O gün, birer birer çeşitli "görevler" verilmişti. Zorbalık, korku ve tehdit gibi öğretilerle dolu bir eğitim sürecinde, her ikisi de sırayla düşmanlarına karşı koymayı öğreneceklerdi. Ceren, annesinin söylediklerinin ağırlığını hissederken, Eren içindeki o duygusal dengeyi nasıl koruyabileceğini sorguluyordu. Annesinin her hareketindeki acımasızlık, Ceren'in gözlerinde yaşadığı derin hayal kırıklığı olmuştu. Ne yazık ki ikisi de bu yolda aynı şekilde ilerlemeye zorlandıklarını biliyordu.

 

İkiz kardeşler, ikisinde birer ruh ve kalp taşıyarak sarsılmaz bir bağla büyümüşlerdi. Ceren, her zaman Eren'in duygusal yapısını anlamaya çalışırken, Eren ise Ceren'in karanlık taraflarını belirlemeye çalışıyordu. Ama annelerinin acımasız eğitimleri, ikizlerin arasındaki sevgi dolu bağı yavaş yavaş sarsmaya çalışıyordu. İkisi de bu çift taraflı savaşta birbirini destekleyerek ilerlemeye ve hayatta kalmaya çalışıyordu.

 

Annesi, onlardan giderek beklediği sertliği ve acıyı görmediği an, özlem dolu bakışlarla masanın üzerine vurdu, "Güç, bunu isteyenler içindir!" Dedi. Geri dönüş olmadan, yalnızca acımasızca sonlandırılacak düşmanları ezmek için kendilerini hazırlamak zorundaydılar. Artık çocukluklarından geriye ne kalmıştı ki? Yaşadıkları travmalar ve savaş benzeri eğitimler, onları acımasız ve sert birer birey haline getirmeye çalışıyordu.

 

Geceleri, kardeşiyle birlikte odalarının köşelerine uzandıklarında, karanlık düşünceler sararken Ceren, hayallerinin bile mümkün olamayacağını düşünmeden edemiyordu: Hangi gün, hangi güç sağlanabilirdi ki? Ama Eren, zayıflıklarının peşini bırakmadan ona güç vermeye çalışıyordu. Her zaman birbirlerinin yanındaydılar; ama annelerinin onlara öğrettiği acımasız dünyada hayatta kalmak adına sertleşmek zorundaydılar.

 

Günler geçtikçe, ikizler birbirinde kalmayı öğrenmişti; ama duyguların birer engel olduğunun gerçeği göründü. Ceren, güçsüzlüğün savunmasız olduğunu anladığında, kalbini bir kenara atmayı kabullenmeye karar verdi. Eren'in içindeki özlem, onların bağlantısını daha da güçlendiriyordu. Ama annelerinin onlara biçtiği kader, ondan ne kadar uzaklaşabilme şansı bulabileceklerini sorgulamalarına neden oluyordu.

 

O an, ikizlerin yaşadığı travmanın önüne geçmek mümkün müydü? Birbirlerinden güç alarak, acımasız bir hayatın ortasında daha güçlü durmalarına yardımcı olmaya kendilerini zorlayacaklardı. Geçmişin korkunç anıları, geleceğin ne olacağını şekillendirecekti. Ama ikisi de bu karanlık dünyada birbirlerine tutunarak kendilerini hayatta kalmaya çabalayarak pekiştirmeyi öğreneceklerdi. Ve bir gün, annelerinin bıraktığı o derin yarayı yüzleşecek kadar güçlenebilirlerdi.

 

 

...

 

İlk bölümümüz bu şekildeydi.

 

Düşüncelerinizi buraya yazınn

 

Şimdilik bu kadar gelecek bölümlerde görüşürüz🩵

 

 

​​

Loading...
0%