@gkcxkr
|
Uyumaya hazırlandığım sırada Bili ' den gelen telefonla onun odasına gitmek için odamdan çıktım. Tek başına mutfak alanında oturan Ceyhun' u gördüğümde elindekini saklamaya çalıştı . Ne olduğunu göremedim, sorduğumda ise önemli bir şey değil diyerek geçiştirmişti. "Seninle bir ara konuşalım Onbaşı" dediğimde bunun onu korkutmasını beklemiyordum. Gözlerinden geçen endişeyi gördüğümde bunu en kısa zamanda yapmayı aklımın bir köşesine yazdım. Bili' nin odasına vardığımda kapıyı çalıp" gel"demesini bekledim. Çok kısa sürede kapı açılınca içeride ordan oraya koşan Bili' yi görmeyi bende beklemiyordum. Tam ne olduğunu soracağım sırada gözümün önüne kadar getirdiği kağıtdaki sembol bana bir yerlerden tanıdık gelirken kağıdı ters tuttuğunu fark etti ve düzeltti. " Bunun ne olduğunu biliyor musun Araf " diyerek bana hızlıca bir şeyler anlatmaya başladı. Kağıdı elime aldığımda bu sembolün nerden tanıdık geldiğini bulmaya çalışıyordum. Siyah, yuvarlak bir çerçevenin içinde kafaları zıt yönde bakan iki kafalı bir ejderha sembolü vardı. " Bu sembol bir Türk ailesi tarafından kullanılıyor. Yani o ailenin erkekleri bu sembolü taşımak zorundalar. Bu aileyi biraz araştırmaya başlayınca anlam veremediğim şekilde kullandığım sistem bilgisayarıma virüs yollamaya başladı. Virüsleri temizleyip tekrar araştırmaya başlayacağım sırada, hatırlıyor musun kendi kurduğum bir anti virüs programı vardı, onu kullandım ve giriş yapabildim ama sistem o kadar güçlü bir savunma ile karşıladı ki sadece bir kaç bilgi alabildim ama pek işe yaramazlar. Üstünde çalışıyorum o sisteme girmenin bir yolunu bulacağım. Bizi ilgilendiren kısmı, Gökhan sorguda böyle dövmesi olan biri ile görüştüğünü bir üst basamakta onun oldugunu söylemiş." Biliyordum bende görmüştüm çünkü o adamı. İsmimi söyleyen ve sonra ortadan kaybolan kişi oydu ." Birde bana verdiğin ikinci görevle ilgili " dediğinde sesindeki kırgınlık beni korkutmuştu. Bizim en korktuğumuz şey karşımızdaki düşman değildi. Sırt sırta çarpıştığımız insanların ihanetiydi. Yüzüm nasıl bir ifade aldı bilmiyorum ama Bili ne düşündüğümu anlamış gibi hemen konuşmaya başladı." Hayır hayır düşman gibi değil ama Tolga senin söylediğin saatte " dedi ve sustu. "Kiminle konuşuyordu Selahattin" dediğimde sesimden ürkmüş olmalı ki gözlerini ayakkabılarına dikerek " Çakır' la " dedi. Kanım donmuş gibi hissettim. Bu kadarını yapmazdı dimi. Burnumun dibine kadar birini sokamazdı diye düşünürken o gün Tolga'nın onlarla birlikte geldiğini hatırladım. Sonradan neden başka biri ekibe dahil olmuştu ki. Yurt dışı görevlerinde çok tecrübeli diyerek girmişti ekibe ama öğrendiğim kadarıyla Ali' de bu görevler için çok uygundu. Bir süre sonra izlendigim hissiyle etrafa baktığımda biraz gerimde Tuğrul'u onun biraz daha gerisinde Aslan' ı gördüm. Arkama döndüğümde ağladığımı görmüştü ikiside. Saklamak istemedim bu sefer. Bende insandım. Çenemin titremesi ile Tuğrul bana doğru adım attığı sırada Aslan koşmuş ve bana sarılmıştı. O kadar sıkı sarıldı ki sanki ruhumdaki tüm çatlaklar kapanmış gibi hissettim. Bir süre öyle kaldıktan sonra ellerimi kaldırıp onun beline sardım. Sonrasında duyduğum ayak sesleri ile Tuğrul' un gittiğini anladım. Ne oldu diye sormasını bekledim ama sormadı. Beni bıraktığında boşluğa düşmüş gibi hissettim. " Bende yürüyebilir miyim yanında izin verirsen " dedi. Kafamı olur anlamında aşağı yukarı salladığımda yavaş yavaş yürümeye başlamıştık. Benim tek kulağımda ki kulaklığı gördüğünde " Ne dinliyorsun " dedi. O söyleyene kadar kulaklığım olduğunu unutmuşum. Kulaklığın birini ona uzattığımda " Bu seferlik şarkıyı ben seçsem olur mu ?" dedi. Ben ona telefonu uzattığımda istediği şarkıyı buldu ve telefonu bana geri uzattı. Berk Baysal' dan ' Gel Yaralarını Ben Sarayım ' çalmaya başlamıştı. Sabah kalktığımda işlerimi halledip odadan çıktım. Hava aydınlanmaya yakındı. Toplantı odasına geçip dünkü sorgunun detaylarını incelerken saatin kaç olduğunu anlamamıştım. Bir sürü şey öğrenmiştik sorguda. Üst sıra ile bağlantıların çoğunu çözmüştük. Burnuma gelen sıcak simit kokusu ile mutfak bölümüne doğru yürüdüm. Ali ve Melek çaylarını doldururken beni gördüler. Melek " Sende ister misin" dediğinde " Ben alırım ,elinize sağlık " diyerek çaydanlığa doğru ilerledim. Doldurduğum çay ile masaya geldiğimde önüme bir tane dereotlu poğaça koydu Melek " Bu seninmiş " dedi gülümserken. "Aslan sabah erken çıkmış da dönerken bunları almış. Bize bunun senin olduğunu özellikle belirtti " diye ekledi. Ben çok severdim dereotlu poğaçayı. Buna dikkat etmiş olması minik bir gülümseme oluşturdu dudağımda. Ben masadan kalktığım sırada Bili' den acil kodlu bir mesaj almıştım. Onun odasına doğru hızla yürürken elimdeki çaydan bir kaç damla elime damlamıştı. Çayı pencerenin kenarına bırakıp daha hızlı hareket ettim. Odaya girdiğimde beni görmüyor gibiydi. O kadar dosya etrafa dağılmıştı ki adım atacak yer yoktu. Bir süre kapının kenarında beni fark etmesini beklerken kendini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Onu bu kadar heyecanlandıran şeyi bir an önce öğrenmek için kağıtların üzerinden atlayarak yanına doğru yürüdüm. Yaklaştıkça çıkan topuk tıkırtısına döndü. Önce bana sonra elindeki kağıda baktı. Hızlı hızlı konuşmaya başladığında " Araf daha önce anlattığım konu üzerinde çalıştım sabaha kadar. Ulaşmaya çalıştığımız ailenin koruma için kurdukları sistem o kadar güçlü ki kırmak için çok uğraştım. Sana bir sembol göstermiştim hatırladım mı. Ailenin erkekleri bu sembolü taşıyor diye. Sabaha kadar ugrasmana rağmen ulasabildigim tek şey o ailenin kadınlarının kullandıkları sembol oldu." dedi bana doğru elindeki kağıdı uzatırken. Kağıdı alıp baktığımda kırmızı bir çember içerisinde kanatlarını açmış bir anka kuşu sembolü gördüm. Olduğum yerde kalırken elim kolyeme uzanmıştı. Çünkü benim kolyemde de aynı sembol vardı.
|
0% |