@gkcxkr
|
Yurdun bahçesi o zamanlarda bize çok büyük gibi geliyordu. Bir sürü ağaç ve çeşit çeşit çiçeklerle dolu olan bahçede benim en çok vakit geçirdiğim yer, dallarının göğe değdiğini düşündüğüm , çınar ağacı idi. O dallardan biri benim çıkabileceğim kadar aşağıdaydı. Aslında sadece ben çıkabiliyordum. Bunu yapabilmek iki hafta, bir ayak burkulması ve kaburgalarımda bir ay geçemeyen ağrıya neden olmuştu. Sırf bu yüzden bir sürü çocuk o zamanlarda bana maymun diye seslenmişlerdi. Okulda maymunların ağaçlara tırmandığını ve zamanının çoğunu orda geçirdiğini öğrenmişler ve bunu benim canımı sıkmak için kullanmışlardı. Bir çok kez düşmüş olamama rağmen o ağaca çıkmak benim için çok önemliydi çünkü diğer çocuklar sadece oraya çıkamıyorlar ve beni sadece orda rahat bırakıyorlardı. O zamanlarda bahçe işleriyle ilgilen bı amca vardı yurtta. Hüsnü amca, benim ağaca tırmanmaya çalıştığımı gördüğünde yanıma gelmiş ve bana nereye basarak çıkabileceğimi, yada nasıl tutunmam gerektiğini öğretmişti. Bir gün bahçeye ektiği çiçekleri merak ederek ona sorular sormaya başladım. Sonrasında ise her gelişinde bana küçük saksıda o zamanlar ismini bilmediğim, sonrasında ise menekşe olduğunu öğrendiğim, çiçeği getirirdi. Çok güzel kokardı o çiçekler. GÜNÜMÜZ
" Ece , ne kadar büyümüşsün" dedi. Ben onlara doğru yürürken Alp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. " Siz tanışıyor musunuz?" diyerek ikimizin ortasında durdu. İşin aslı bende neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hüsnü amcanın burda ne işi vardı. Daha da önemlisi bu adamlar neden Hüsnü amcanın etrafındaydı. " Gel bakalım mor menekşe" O sırada etrafıma bakma gereği duydum. Çünkü bana mor menekşe demişti ve bahçenin her yeri mor menekşeler le doluydu. Tam o sırada tüm parçalar birleştiğinde kafamda yanan lambanın ışıltısını bile görebilirdim. " Hala çiçeklerle ilgileniyorsan o mis gibi kokan menekşelerden tekrar isterim Hüsnü amca" dedim. Gözlerimin dolmasını o da beklemiyordu büyük ihtimalle. Anlamıştı. " Ama menekşeler" dediğinde sözünü keserek devam ettim. " Kokmaz ". Bana getirdiği menekşeler kokardı, hem de misler gibi. O kadar güzel kokan bir şeyi unutmak mümkün değildi. Yurttan çıktıktan sonra bütün menekşeleri kendi ellerimle yetiştirmeme rağmen o kokuyu tekrar alamamıştım. O kokunun da ne olduğunu düne kadar bulamamıştım. Alp beni annemlerin odasına çıkardığında makyaj masasının önündeki küçük parfüm şişesi dikkatimi çekmişti. Odadan çıktıktan iki saat sonra dayanamayıp tekrar odaya gitmiş ve annemin nasıl koktuğunu bilmek istemiştim. Menekşe gibi kokuyordu. Benim menekşelerim annem gibi kokuyordu. " Hangi rüzgar attı seni buraya Hüsnü amca? Yada benim yanıma diyelim daha doğru olur gibi sanki." " Şimdiden mi bahsedelim yoksa sormak istediğin başka bir şey var mı ?" dedi. " Ben öncesini anladım zaten de sen şimdiden bahset bana. Öncesini başka zaman bı kahveye gelirsin konuşuruz" dedim. Yanıma daha da yaklaşarak adamlarının onu duyma mesafesinden çıktı." Bu günü öğrenmek için önce geçmişte neler olduğunu artık bilmelisin " dedi. " Biri bana burda neler döndüğünü anlatacak mı artık " diyerek burnundan solumaya başlamıştı Alp. Benimle ilgili bilmedigi şeyler çok canını sıkıyordu. Ya da etrafındaki herkes beni tanırken bir tek o mahrum kalmış gibi hissediyordu belki de kestiremiyorum. " Hüsnü amca, ben yurtta kalırken yurdun bahçe işleri ile ilgilenirdi. Yani işte ağaç budama, çiçeklerin bakımı gibi şeyler" diyerek çardaktaki tekli sandalyeye doğru ilerledim. Onlar kahve içiyordu. Salih'e kahveyi göstererek bende istedim. " Biz ordan tanışıyoruz tanışmasına ama benim merak ettiğim siz nerden tanışıyorsunuz?" dedim. Alp bizim tanışma hikayemizi daha da merak etmeye başlamıştı ama soru sorma işini bana bırakmış gibiydi. O sırada gelen kahveden bir yudum alıp arkama yaslandım. " Hüsnü amca babamın en yakın arkadaşlarından. Annemle babama kaçmaları için o yardım etmiş. Aslına bakarsan başarılı da olmuşlar ama işte dedem değilse başkaları bulmuş bizi. O yüzden dönmek zorunda kalmışız. O günden beri babamla hiç ayrılmamışlar desek yeri." diyerek bitirdiğinde benim gözüm Hüsnü amcanın üstündeydi. Kaçma kısmı geldiğinde hafiften oynayan kaşına ve gerilen dudaklarına bakılırsa herkesten saklanan şeyler olduğu kesindi. " Yardımına ihtiyacım var Ece" dedi hiç beklemeden. " O masaya oturmam gerekiyor " dediğinde ona bakmaya devam ediyordum. Söylemesi gereken başka şeyler vardı. " Bu konular böyle herkesin içinde konuşulmaz ya amca çalışma odasına çıkalım" diyerek ayaklandım. " Ama adamlarına şöyle dışarı çıksınlar Hüsnü amca, burası benim evim ve başka silahlar mülküme girince, o silahları kontrol edememek beni geriyor" dedim. Beni anladı mı bilmiyorum ama adamlarına dışarı çıkmaları için işaret verdi. Eve girerken merdivenin etrafındaki renk renk menekşelere baktım. Canım bir kez daha yandı. Bu kadar yakın olup nasıl bu kadar uzak durabilmişlerdi benden. Beni izleyip , bana kokularını gönderirken ne düşünmüşlerdi ki. Hüsnü amcanın bana getirdiği menekşeler de annemin parfümü kokuyordu. O kadar çiçek çiçek bir kokuydu ki ben o küçücük yaşında bu kokunun o çiçeğe ait olmadığını ayırt edemedim ama hiç unutmadım o kokuyu. Belki sırf o yüzden di benim koku merakımın sonrasında başıma bela olması. Ben bunları düşünürken çalışma odasının önüne vardık. Etrafıma baktıktan sonra şifresini girip kapıyı açtım. Kenara çekilip hem Alp' in hemde misafirimin içeri girmesini bekledim. Daha sonrasında kapıyı kapatıp üst kısımdaki tuşa bastım. Geldiğimde ne kadar temizlesem de işimi şansa bırakamazdım. Alarm devreye girdiğinde pencerenin önündeki tekli koltuğa doğru yürüyüp kendimi bir çuval gibi onun üzerine bıraktım. Eğer anladıklarım doğruysa bile bunu duymaya hazır değildim. Bir süre bana izin vermiş gibiydi ikisi de. Alp yerinde huzursuzca kıpırdanınca konuşmayı daha fazla erteleyemeceğimi anladım. " Babam ne zamandan beri bizimkilere birlikte çalışıyor Hüsnü amca?" diye sordum hiç dolandırmadan. O da sanki bana bunu anlatmaya gelmiş ve aslında gelmeden önce çok fazla hazırlık yapmış gibi hemen anlatmaya koyuldu. " Aslında her şey babanla değil annenle başladı Ece" dediğinde kalan parçalar da yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı. " Annen bizden biriydi. O ,önce görev için yaklaşmıştı babana ama sonuç bizim istedigimiz gibi olmadı pek. Aşık oldular birbirlerine" dedi. Sanki buna en çok beni inandırmak istiyor gibiydi. " Çok aşık oldular Ece. Annenle baban çok sevdi birbirini. Buna hiç birimiz engel olamadık. Hoş ben engel olmak gibi bir gaye de gütmedim. Annen babana durumu anlattığında Alp' e hamileydi . Baban zaten bu dünyayı istemiyordu. Kaçmak ikisinin de işine gelmişti. Alp' i burdan uzakta büyütmek istediler. Ama sonrası da onların istediği gibi olmadı. Deden kendisinin tek varisinin ondan kaçırıldığını duyduğunda tüm gücünü onları bulmak için kullandı ama bulamadı . Çünkü ben saklamıştım onları" bunları anlatırken o zamanı tekrar yaşıyor gibiydi. " Sonrasında deden daha da acımasız olmaya başladı. Kimse önünde duramıyordu. Annense her geçen gün daha da kendini suçlu hissediyordu babana karşı. Çünkü baban varken en azından dedenin yapacaklarının önüne bir set çekebiliyordu. Bu kadar kan akmıyordu. " Şimdi anlatacağı şeyler sanki daha çok canını sıkıyor gibiydi. " Bir gün annenden bir mesaj aldım. Görevine geri dönmek istediğini ve babanın da onun yanında olduğuna dair. Babanla konuştum. Bütün bu pisliklerin temizlenmesi gerektiğini ve bunu için her şeyi yapabileceğini söyledi. Alp'in doğumundan sonra ,göz önüne izler bırakarak yerlerinin başkaları tarafından öğrenilmesini sağladık. Bunu kullanarak geri dönmüş gibi yaptılar ve dedeni de Alp' le yumuşattılar." dediğinde Alp' e bakma dürtümle savaşıyordum. " Çok yaklaşmıştık aslında ,yani baban bu işlere beni de dahil ettiğinde kontrol etmek daha kolay hale gelmişti. Dedenin kaçacak yeri kalmamıştı. Tam o sırada nerden geldiğini bilmediğimiz bir darbe aldık. Babanın açığa çıkmasına annenin de bu işlerin içinde olduğunu öğrenmeleri an meselesi haline geldi ve o sırada sana hamile olduğunu öğrendik. Seni kaybetmekten çok korktu ikisi de. Bu dünyanın içine doğamazdın. O yüzden seni daha güvenli bir yere aldık." Güvenli dedikleri alan çocuk yurduydu. Ben onlar yüzünden bebek bile olamamaştım. Bebek dediğin her zaman ağlar mesela ama çocuk yurdunda çocuklar ağlamaz çünkü ağladıkların da kimsenin bakmayacağını hayatlarının muhtemelen ilk aylarında öğrenirler. Hüsnü amca bunları anlatırken Alp bana bakıyordu. Kaç kez bir şeyler söylemek için ağzını açıp kapattı saymadım. Her anlatılanın arkasından onuda söyleyecek şeyleri vardı. Her seferinde ise bana bakarak sustu. İtiraz edeceği her şeyde benim daha da zor durumda olduğumu bildiği için vazgeçiyordu. En haklı olduğu konuya sıra geldiğinde ise sesini duyabildim. " Bir ben mi fazla geldim yani bu sır için Hüsnü amca. Herkes Ece' yi bilirken " dedi ve durdu. Cümleleri kafasında toparlaması uzun sürüyordu. " Bana bunu ne zaman söyleyecektiniz? Yoksa öyle bir düşünceniz yok muydu?" Siniri gittikçe artıyordu. " Benim bütün hayatım boyunca istediğim tek şey bir kardeşti. Hadi saklanması gerekiyordu kimsenin bilmemesi gerekiyordu, onu dedemden koruyordunuz onu anladım. Peki sen niye daha sonra gelip söylemedin Hüsnü amca. Ben herkesi gözümün önünde tek tek kaybederken" ne söylemesi gerektiğini kestiremiyor gibiydi. Dolu dolu olan gözlerinden sol yanağına bir damla yaş süzüldü o sırada. " Ben kimsesiz kalışıma senin omzunda ağlarken de mi sızlamadı için. Hem bana hem Ece' ye kimsesizlik yakıştı mı amca. Seni bile tanıyor ama bana hala bir yabancıymışım gibi bakıyor" derken hızlıca kalkıp çıktı odadan. En çok da bu yaralıyordu Alp' i. Beni bir tek o bilmiyormuş gibiydi. " Sen devam et amca. Onunla ben ilgilenirim daha sonra" derken kapı tekrar açıldı Alp ,olanları birinci ağızdan duymak için geri dönmüştü. " Ondan sonrası senin zaten eline geçen belgelerde vardı Alp. Benimle ilgili olan kısma gelirsek. Ece yeminli Alp bunu sana değil hiç bir Allah'ın kuluna söyleyemezdim. Ayrıca ben onu sana getiremedim ama seni ona götürmeye çok uğraştım. Seni terörle mücadeleye almak için neler yaptım ben ama sen beni dinlemedin. İstifa ettin sen. Elimden daha fazlası gelmedi " derken Alp'in kafasını kurcalayan soruyu görmüyordu. " Ne demek yeminli, uydurmayın, ben yeminli bütün çocukları tanıyorum. Ece onlardan biri değildi. Unuttun galiba amca ben yeminli bütün çocuklarla aynı çatı altında bulundum ,hepsini tanıyorum. O gün bizi sen bir araya getirdin. O günden sonra yeminli tek çocuk çıkmadı teşkilattan. 12 çocuktan 11' i o gün oradaydı diğeri de öldü zaten. Ne anlatıyorsunuz siz bana" derken gözlerinin akı artık kırmızı olmuştu. Çünkü öldü olarak bilinen çocuğun ben olma ihtimali bile onu öldürmeye yeterdi. O çocuğun başına gelenlerin raporunu tutmak onun ilk göreviydi. O gün orda olanları en iyi o biliyordu. Bu kadar etrafımda dolanıp beni bulamamak bu sefer onu bitirebilirdi. O sıralarda ise onun elinden gelen bir şey de olmazdı benim için. Bunun doğru olmadığını benden duymak istiyordu. Bana döndüğünde konuşmama gerek kalmamıştı. Anlamıştı. 13 yaşında o kadar işkenceyi ben çekmiştim ama şu anda sanki bütün o işkenceler ona yapılıyormuş gibi görünüyordu. Yıkıldı, iki ayağının üzerinde duruyordu ama artık gözleri de aklı da burda değildi. Tuttuğu raporları tek tek ,sayfa sayfa beyninde döndürüyordu şu an. " Onlar sonraki konular Alp. Konuşuruz. Hüsnü amca devam etsin artık. Onun vakti var gibi ama benim pek vaktim yok bı an önce konuşalım" dediğimde bu konuların konuşulmaması benim için daha iyi olacaktı. Ne yaşadığımı anladı mı yoksa aklındakiler onu esir mi almıştı bilemedim ama sustu. Hüsnü amca bana dönerek devam etti. " Seni oraya yerleştirdikten sonra bir süre annenle baban sana gelemedi ama ben her gün yanındaydım. Biraz büyüdüğünde her yönüyle annene benzediğin o kadar belliydi ki anneni bir kez görmüş biri seni gördüğünde bu onun kızı derdi. Hem görünüş olarak hemde karakter olarak onun kızıydın. Aslında o yüzden uzak kalmak zorundaydı senden" Bunları duymak zor geliyordu yani insan annesine benziyor diye böyle bir ceza verilebilir miydi ki. O zamanları hatırlamak daha çok canımın sıkılmasına neden oldu. " Bu kadar eskiler yeter amca kalanını daha sonra konuşuruz her ne ise yada ne olduysa bu kadarı bana çok fazla şimdi ki zamana dön Hüsnü amca. Niye burdasın? Benden ne istiyorsun?" dediğimde artık ne olduğunun benim için pek bir önemi yoktu. Bana anlattıkları benim giden yıllarımı geri getirmeyeceği, ayrıca çok daha fazla canımı yakacağı için bunları ötelemek zor değildi. Bu gibi durumlarla baş etmek benim en büyük yeteneğim. " Masaya oturmam gerekiyor Ece. Bu işin en kısa zamanda bitmesi gerekiyor. Yoksa ben oğlumu kaybedeceğim. Senin peşinden gelmek için tüm yolları deniyor ama bu onun için çok tehlikeli. Aslan senin güvende olman için bütün dünyayı karşısına almaya uğraşıyor"
|
0% |