Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm: Vampir Doğası

@glsmsava0

Kızın çığlıkları git gide artarken ormandaki huzurlu baykuşların bile uçup gittiğine şahit oldum. Ortamda avıyla oynayan bir avcı olduğu çok açıktı. Kızı direkt avlamak yerine kaçmasına izin vererek üzerine doğrudan korku salacak kadar soğuk kanlı bir katildi bu kişi...


Bir insanla hayvanın avlanılması arasındaki en büyük fark, insanların kafasından binlerce farklı ihtimalin geçiyor olmasıdır. O an nasıl kaçağını, kaçıp kaçamayacağını, kaçarsa sonrasında ne yapacağını veya ölümünün ne şekilde olacağına dair pek çok ürkütücü düşüncede bulunur insan. Ama aslında temelde ilker olarak tanımladıkları hayvanlardan çok da farklı değillerdir. Tehlikenin kodu tüm canlılar için aynıdır: Kaç ya da Savaş...


Benimse bu hikâyede kaçmamı ya da savaşmamı gerektirecek herhangi bir rolüm yok. Yalnızca av ve avcı arasındaki ilişkiyi incelemek isteyen davetsiz bir misafirden daha fazlası değilim. Bunu izlerken de tamamen tarafsız olarak avcıya bir katil ya da ava bir kurban gözüyle bakmayacağım. Bu da beni gördüklerimin Dünya'da her zaman gerçekleşen, doğal bir olay olduğuna ikna edecek. Sonuçta kurbanın bir insan olması doğanın kanunlarını değiştirmez değil mi? Kural basittir: Güçlüler hayatta kalırken zayıflar av olur.


Kızın çığlıkları biraz daha netleşmişken hâla görüş alanıma girmediği için gerilmeye başlamıştım. Bu avcılığın gözlerimin önünde gerçekleşmesini istediğimden sessizce sıkı çam ağaçlarının üstünde ilerledim. Kızın gözlerimin önünde avlanışını izleyeyememem durumunda kaçırdığım tavşanın da bir anlamı kalmazdı. Hem gerçek bir avı hem de bir insan avını izlemek emimimki içimdeki vampir dürtülerinin ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktı.


Hem ben zaten bir vampirdim değil mi? Yalnızca ne şekilde avlanacağına henüz hakim olamamış tecrübesiz bir vampir. Aslında annem hep avcı olmanın kendiliğinden doğal olarak gerçekleşen bir olay olduğunu söylerdi. Ancak sanırsam işler bende biraz daha farklı işliyor. Eminim ki nihayetinde avcı olmayı bu ormandaki avcı sayesinde öğreneceğim. O kişi farkında bile olmadan benim rehberim olacak, sadece bir kez avlandığını görmek benim için yeterli.


İçimdeki gereksiz merhamet duygusundan bir an önce kurtulmak istiyorum çünkü biliyorum ki ben güçlü ve yetenekli bir vampirim. Yapmam gereken tek şeyse geçmişi tamamen unutup harekete geçebilmek...


Ağaçların üzerinde biraz daha ilerlediğimde artık orman seyrekleşmeye başlamıştı. Hatta öyle ki dalların açıkta kalan kısımlarından süzülen ay ışığı toprakla buluşuyordu. Birazdan bu toprağın üzerinde genç bir kızın bedeninin olacağını düşünmek bir anlığına içimi ürpertti. Sanırım kurbanın erkek olmasını tercih ederdim. Ama bunları düşünürken kendime birkez daha kızdım çünkü hâla duygusal davranmaya devam ediyordum.


"Erkek ya da kız ne fark eder ki? Av avdır!" Diye söylendim kendi kendime ve sesleri takip etmeye devam ettim. Çığlık çığlığa koşuşturan kız nihayet görüş alanıma girdiğinde kızla ilgili gözüme ilk çarpan şey, arkadan gördüğüm ve beline kadar uzanan kızıl saçları olmuştu. Ay ışığında öylesine parlak ve güçlü görünüyorduki gözlerimi ondan alamıyordum. Sanki canlı bir varlık gibiydi...Nedensizce tanıdık gelen bu saçlar kalp atışlarımı hızlandırmıştı.


Vampirlerin vücutlarının her zaman buz gibi soğuk olması gerekmez miydi? Öyleyse ben neden ısınıyordum? Bunun sebebinin hâla o kızın avlanmasını istememem ve kendimi ikna edememiş olduğumu düşündüm. Kız avlandığında eminimki ben de normale dönecektim. Ayrıca canım da aşırı derecede kan çekiyordu. Bu kızın kanının normal bir hayvanınkinden çok daha lezzetli olduğundan emindim.


Kız bağırarak koşuşturmaya devam ediyordu ancak nereye girmesi gerektiğini de biliyor gibi değildi. Ay ışığı yolunu aydınlatmasına rağmen tamamen kör gibiydi, sağa sola yalpalıyordu. Yardım için yalvaran çığlıklarıysa istemsizce içimi sızlatmaya devam ediyordu.


"Kimse yok mu? Lütfen biri yardım etsin! Ağabeyy... Ağabey neredesin?.."


Kız bir anda dizlerinin üstüne toprağa yığılıverdiğinde şok içinde ona bakakalmıştı. Ama Yine Görebildiğim tek şey şey kızıl saçlarından daha fazlası değildi. Tamamen gücü tükenmiş olmalıydıki kıpırdamıyordu. Toprağa kapaklandığı anda çığlıkları kesilmişti ve yerini derinlerden gelen içli hıçkırıklar almıştı. Artık ölümün kaçınılmaz olduğunu kabullenmiş olmalıydı. Av olmanın kaderi olduğunu fark etmiş ve teslim olmuş olmalıydı.


Ama hayır.. asıl sebep bu değildi. Yaşamayı böylesine isteyen bir insan ölümün gelişini bu kadar çabuk kabullenmezdi değil mi? Kaçmak için uğraşmıyor, hiçbir şey yapmıyordu çünkü kaç ya da savaş kuralına uyabilecek durumda değildi. Asıl Sebep ölümü kabullenmesi değil güçsüzlüğüydü... O, güçsüz ve zavallı bir kızdan daha fazlası değildi.


Gözlerimi bir anlığına kızdan ayırdığımda karşımdaki ağaçtan beni izleyen kırmızı gözleri fark ederek irkilmiştim. Tanrım... Bu avcı olmalıydı. Ne zamandır orada durup beni izlediğine dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Her şeyi gözetleyen kişinin ben olduğumu zannederken tongaya düşürülmüştüm. Nasıl olmuştu da bu kadar yakınıma gelmiş bir vampiri fark edememiştim. Hayal kırıklığıyla gözlerimi yere indirdim. Benden avcı değil anca av olurdu...


Karşımdaki vampir hemen metrelerce yükseklikten yanıma zıpladı. Benim aksime sağlıklı güçlü ve konsantre olduğu çok açıktı. Tam da bir avcı gibi...Bense kemdimi hiç olmadığım kadar rezil hissediyordum. Vampirlerin yüz karasıydı. Kendimden nefret ediyordum.


Ona baktığımdaysa ailemin eski günlerini anımsadım. Belki de bana zarar verebilirdi ama olduğum yerde kaldım. Tüm ümitsizliğime rağmen korkuyormuş gibi görünmek istemedim sonuçta ikimizde vampirdik.


Kırmızı gözlerini doğrudan üzerime dikerek "Ona neden saldırmadın?" Diye sorduğunda şaşırmıştım. Kendi avına saldırmamı mı istiyordu yani?


"O sana ait."


İstemsizce sesim titrediği için kendime bir kere daha kızdım. Adamın yüzündeki maskeye rağmen güldüğünü hissedebiliyordum. Kendine başka bir alay malzemesi daha bulmuştu.


"Hadi ama... Beni fark etmedin bile. Avlamak için çok fırsatın oldu ama yapmadın."


Haklıydı. İstesem avcı ortaya çıkmadan kızı kendim avlayıp susuzluğumu giderebilirdim. Ama bunu yapacak cesarete sahip olmadığımdan korkaklık edip kaçmış ve bunu yapması için avcının ortaya çıkmasını beklemiştim. Ama tüm bu durumu karşımdaki bu duygusuz katile açıklayacak değildim elbette.


"Fark etmediğimi nereden çıkardın?" Diye sordum öfkeyle. "Beni izlediğini biliyordum ama belli etmedim."


Ukala herif bu kez güldüğünü gizleme gereği bile duymamıştı.


"Beni fark edemediysen bile susuz kalmış olduğun için bu çok normal."


"Susuz değilim." Diyerek karşı çıktım. Ne yapmaya çalıştığımı bende bilmiyordum ama gardımı indirmeye hiç niyetim yoktu.


"Suzuz değilsin öyle mi?"


"Evet."


"Senin gibi birini ilk kez görüyorum. Susuzluktan gözlerinin rengi bile değişmiş ama hâlâ inkar ediyorsun."


Demek susuz kaldığımı bu şekilde anlamıştı. Susuz kalınca vampirlerin göz renginin değiştiğini İlk kez duyuyordum.


Adam kollarını birbirine kavuşturarak konuşmaya devam etti.


"Senin kadar susuz kalmış olan her vampir hiç düşünmeden gördüğü ilk canlının üstüne atlardı. Ama sen susuzluktan boğazın çatlamak üzere olmasına rağmen öylece duruyorsun. inanması güç. Taş gibi bir iraden olmalı değil mi? Ya da gerçek bir vampir değilsin."


"Kendi ırkını tanıyamayacak kadar kör müsün? Ben de en az senin kadar vampirim."


Gözlerimi tekrardan yerde öylece yatmakta olan kızcağıza yönlendirdim. "Acaba bizi duyabiliyor mudur?" Diye de düşünmeden edemedim. Ama cevap basitti. Böyle bir yükseklikten bizi duyması son derece imkansızdı.


Tekrardan ona dönmemi isteyen adam gür bir sesle söylendi.


"Doğru! Zaten ben de buna şaşırıyorum. Nasıl bu kadar güçlü olabildiğine? Vampir olup canavar olmamana..."


Bir anda duraksadım ve adamın sözlerini tekrar ettim.


"Vampir olup canavar olmamama.."


"Evet. Niye bu kadar şaşırdın ki? Biz vampirler canavarız. Taş kalpli kan emicileriz."


Onun için söylemesi kolay olabilirdi ama ben hayatım boyunca bu gerçeği reddetmiştim. Çünkü tüm vampirleri kendim gibi zannediyordum. Ya da tüm durumu doğadaki gibi av avcı ilişkisiyle açıklamaya çalışarak kendimi kandırmıştım. Ama Vampirler sıradan avcılar gibi davranmıyorlardı. Pek çoğu merhamet yoksunu ve öldürme meraklısıydı. Bu adam susuz bile değildi ama o kızı zevkine öldürecekti. Çünkü o bir vampirdi değil mi? Bunu yapmaması için hiçbir sebep yoktu.


"Kendi adına konuş. Biz katil değiliz. Yalnızca hayvan kanıyla beslenerek yaşayan pek çok vampir var."


Adam doğrudan yüzüme bakarak "Mesela sen misin?" Diye sordu. "Hayvan kanı yetersizdir. Seni yaşatır ama güçten düşersin. İnsanlar için açık bir av haline gelirsin. İstediğin bu mu? Gerçekten ölmek mi istiyorsun?"


Bir orta yol olamaz mıydı yani? İlla iki ırktan birinin ölmesi mi gerekiyordu? Güçlü bir vampir olmamın tek yolu insanları öldürmemse ve bunu yapmadığım durumda av olacaksam aslında en başından beri kendi doğama mı karşı geliyordum?


"Bir şey söylemeyek misin?" Diye sordu. Maskenin ardındaki meraklı yüzü görür gibiydim.


"Ne söylememi bekliyorsun? Beni manipüle edebileceğini mi sandın?"


Bu halimle bile hâla ısrarla ona kafa tutuyordum. Daha bir kaç dadika öncesine kadar onun bana yol gösterecek bir rehber olduğunu düşünürken şimdiyse acımasız bir katil olduğunu düşünüyordum. Neyim vardı benim böyle? O kızın ölümünü izlemek isteyen ben değil miydim? Burada öylece bekledim, şimdiyse kendimle çelişiyorum.


"Ben senin düşmanın değilim ufaklık.Biz aynı taraftayız. Susuzluğundan faydalanıp sana zarar verecek de değilim. O yüzden rahat ol."


Ufaklık mı? Bana bu şekilde hitap etme cesaretini susuz olmamdan mı buluyordu yani?


"Zaten istesen de bana zarar veremezsin."


Neyime güvenip adamı kışkırttığımı bilmiyordum. Şu anda bana saldırsa yapabilleceklerim oldukça kısıtlıydı. O ise formundaydı. Ama ben her şeye rağmen kendimi hâla güçlü hissediyordum çünkü her daim kullanabileceğim son bir hamlem vardı.


Maskeli adam bana doğru biraz daha yaklaştı. Karanlıkta görebildiğim tek şey bir çift kırmızı göz olmasına rağmen fazlasıyla yakın olduğumuzu anlamıştım. Biraz daha yaklaşsa birbirimize değecektik belki de. Ama bunu yapmadı.


"Bugün şanslı günündesin. Kızı sana veriyorum. Git ve susuzluğunu gider."


Onu öldürmemi istiyordu. Bunu bana merhamet ettiğinden mi yoksa sadece tepkimi görmek istediğinden mi yaptığına emin değildim. Bildiğim tek şeyse gerçekten çok susuz olduğumdu.


Hiçbir şey demeden adamın yanından ayrılarak yerde yatan parlak kızıllığa doğru indim. Kızın yüzünü görmek istiyordum. Tavşana arkadan yaklaşmak ya da kurbanımın yüzünü asla görmemek benim gibi bir vampir için en uygunu olurdu ancak içimdeki merak dürtüsüne engel olmak mümkün değildi.


Kıza yaklaştım. Yaralı olmalıydı çünkü çok yoğun bir kan kokusu hissediyordum. İştahım hiç olmadığı kadar açılmıştı. Kafamı yukarı çevirdiğimdeyse hâla ağacın üstünden beni izleyen o adamı gördüm. Aklından neler geçtiğini merak ediyordum. Tam olarak ne yapmamı istiyordu? Kendimde vampir olduğum için o adamı ne tam olarak suçlu ne de masum olarak görebiliyordum. İşin en kafa karıştırıcı kısmı da buydu.


Nihayet kızın yüzünü gördüğümde tanıdık siması duraksamama sebep olmuştu. O gece karası parlak kömür gözleri nerede görsem tanıyabilirdim sanırım. İşte o an bu yerde yatan bedeni izlemek hiç olmadığı kadar rahatsız edici olmaya başlamıştı. Kızı sertçe sarstım


"İsabell! İsabel aç gözünü ve bana bak. Kanaman mı var? Nerenden yaralandın?"


Kız gözlerini az da olsa açabildiğinde beni tanıyıp tanımadığından emin değildim.


"Lilith..."


"Evet. Evet isabel benim. Ben lilith."


Bir anda yüzünde o tatlı tebessümü belirmişti. Bu, dünyadaki tüm insanları iyi hissettirebilecek kadar güzel bir tebessümdü.


"Tanrıya şükür... Rüya değilsin."


"Ben burdayım..sen de burda kal, benimle kal. kendini bırakma."


Ellerini bana doğru uzatmaya çalıştı ancak dengesini sağlayamıyordu. Bu sebeple ellerini ben tuttum.


"Uzun zaman sonra seni görmek çok güzel isabel."


"Seni de öyle. Bir daha hiç görüşemeyeceğimizi sanmıştım."


Onu burdan götürmek için kucaklamaya hazırdım ki maskeli adamın aniden aşağıya fırlamasıyla hemen isabel'in önüne atıldım.


"Ondan uzak dur." Dedim tüm sesimle


"Pek kanını içmek ister gibi değilsin ufaklık. Sen yapmayacaksan ben yapacağım."


"Onu bana verdin. Ne yapıp ne yapmayacağıma da ben karar veririm. Lütfen burdan git. Seninle savaşmak istemiyorum."


"Savaşmak mı?" Diye sordu kahkaha içinde gözlerini kısarken. "O kızı öldürmek için savaşmama gerek yok. Seni kenara çekmem yeterli olacaktır."


Haklıydı. Normalde bu şartlarda altında ona karşı direnemezdim. Ama sevgili annemden öğrendiğim son bir numaram vardı. Gözlerimi kapattım ve ellerimi iki yana doğru olabildiğince açarak hayatım buna bağlıymışcasına odaklandım. Maskeli bana yaklaştığındaysa çoktan isabel ve kendi çevremi kapsayacak genişlikte bir savunma duvarı oluşturmuştum. Maskeli adam bana çarptığı anda geriye savruldu. Bu beni bir hayli zorlamıştı, zar zor nefes alıyordum.


"Demek büyü yapabiliyorsun ufaklık? İşte beni asıl şimdi şaşırttın."


Maskeli adam kalın bir kaç kütük parçasını oluşturduğum duvara doğru fırlatmaya başlamıştı. Uzun zaman direnemeyecek olduğumun farkında gibiydi. Yalnızca sabırlı davranıyordu.


O sırada isabel tekrardan elime doğru uzandı. Enerjisini bana aktardığını fark ettiğimde elinden hemen kurtuldum.


"İsabel bunu yapmak zorunda değilsin."


"Zorundayım lilith. Maalesef başka bir çaremiz yok."


Hangi durumda olursam olayım isabel'in enerjisini bu şekilde kullanma hakkına sahip değildim. Kendi istediği olsun ya da olmasın bunu yapamazdım.


Maskeli adamsa aniden kütükleri atmayı bırakarak bana seslenmişti. Bu kez oldukça sert görünüyordu.


"Kızı bana ver lilith. Burada büyü yapmayı bilen tek kişi sen değilsin. Duvarı kırmam en fazla iki saniyemi alır."


"Sadece blöf yapıyorsun. Yapmayı bilsen çoktan yapmaz mıydın?"


"Çok safsın ufaklık."


Öfkeyle bağırdım: "bana şunu demeyi kes!!"


Aniden odağımı kaybetmeye başlamıştım ve duvarın yıkılması artık işten bile değildi. Konuşturarak beni oyuna getirmişti.


"Üzgünüm isabel. Daha fazla dayanamayacağım."


Loading...
0%