Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@glsmsava0

Keskin deniz kokusunu alarak uyandığımda derin bir falezin tam kenarından geçmekte olduğumuzun farkına vardım. İlk kez gerçek bir falez gördüğüm ve ayrıca uyku sersemi olduğum için bunun kötü bir rüya olabileceğini düşündüm. Ama her şey gercekti. Hatta öylesine gerçekti ki Karadeniz'in virajlı yolları karşısında boyaları dökülmüş antik arabamız, dans edercesine sağa sola yalpalıyordu. Bense sanki sabitlenmişcesine gözlerimi uçuruma dikmiş kıpırdamadan oturuyordum. Falezin dehşet verici derinliği karşısında irileşen gözlerim yuvalarından fırlama raddesindeydi. O anda derince Bir nefes aldım ancak aldığım nefesi geri verme fırsatı bulamadan oturduğum koltuktan ileri fırladım. Bir kez daha keskin bir viraj atlatmıştık anlaşılan. Bu kez kafamı babamın oturduğu şoför koltuğuna çarpmıştım. bu sayade yumuşakmış gibi görünen koltuk başlığının aslında bir taş kadar sert olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşme fırsatı buldum. Başımı Oflaya puflaya çarptığım koltuktan geri çektiğim sırada arabanın aynasından babamla göz göze geldik.

 

"Sen iyi misin tatlım?" Diye sordu fısıldarcasına. Konuşurken çok net ve temiz bir üslup kullanmasına rağmen "tatlım" kelimesini bir erkekten beklenilmeyecek kadar yumuşak bir üslupla söylemişti.

 

"Evet. Bir şeyim yok." Dedim elimi başımı çarptığım noktadan çekmeden. Sanki elimi öylece tutunca psikolojik olarak başımın acısı geçecekmiş gibi hissediyordum. Bu adeta kanayan bir yarayı elle kapatmaya benziyordu. Ama benim asıl korktuğum elimi çektiğim anda aynadan görecek olduğum korkunç manzaraydı.

 

Babam bakışlarını aynadan alarak tekrardan yola çevirdiğinde durumumu umursamadığını düşünerek öfkeye kapıldım. Annem olsa hemen çarptığım yere pansuman yapar hatta ortalıkta "Doktor, doktor!" Diye bağırarak yeri göğü inletirdi. Gerçi babamdan bu kadar coşkulu bir performans göstermesini istemiyordum ama en azından umursuyormuş gibi görünmesini dilerdim.

 

Böylelikle babamın fark etmesini umarak oturduğum yerden söylenmeye devam ettim. Bir yandan da elimle başımı tutmayı ihmal etmiyordum tabi.

 

"Off! Hep de beni buluyor böyle şeyler."

 

Babam istifini hiç bozmadan "Nasıl şeyler?" Diye sordu ve yola bakmaya devam etti. Gözü hâla ben de değildi.

 

"Kafamı çarpmamdan bahsediyorum işte baba."

 

Babam ukala bir ifadeyle tek kaşını havaya kaldırdı. Kafası hafifçe öne yöneldiğinden güldüğünü fark etmiştim.

 

"Böylelikle emniyet kemerini takman gerektiğini öğrenmişşindir."

 

Bu yüzden beni mi suçluyordu yani?! Eğer antika arabamızı değiştirmiş olsa araba bu kadar çok sarsılmayacaktı. Üstelik başımı çarpmış olmama rağmen benimle ilgilenmek şöyle bir dursun yüzüme bile bakmıyor, yalnızca ders verme çabasına giriyordu.

 

"Hangi emniyet kemeri baba? Bizim arabada emniyet kemeri mi var?"

 

"Var tabi."

 

"Allahımm! O ip parçasından bahsetmiyorsun değil mi? Kendimi bir tutsak gibi ipe dolamayacağım elbette."

 

Sözlerimin üzerine babam şaşırmış görünüyordu. Tekrardan aynadan göz göze geldiğimizdeyse ikimizde aynı şaşkınlık duygusunu yaşayıp sessizliğe kapılmıştık. Ama her zamanki gibi sessizliği bozan babam oldu.

 

Gülerek "Demek kendini tutsak gibi hissediyorsun." Diye söylendi. Babam yalnızca anı kurtaracak olan Alternatif çözümler üzerine düşünür ve bulduğu basit çözümlerin son derece dahiyane olduğuna inanırdı. Yalnız, benim artık tüm bunlara tahammül edebilecek kadar sabrım kalmamıştı.

 

Başımı hafifçe salladım ve "Evet." Dedim. Artık İçimdeki tüm duyguları dökmeye hazırdım:

 

"Hem böyle bir durumda başka nasıl hissedebilirim ki baba? Biri beni kaçırıp zorla karadenizin dumanlı ve medeniyetten uzak ıssız dağlarına getirmiş gibi hissediyorum. Buraya tamamen yabancıyım. Üstelik hurda arabamız ve bu yol olduğuna bir türlü ikna olmadığım yol yüzünden midem birbirine girdi. Uçurumlar korku filminde fırlamış gibi. Sis bulutları önümüzü kapadı ve neredeyse hiçbir şey göremezp olduk. Yolculuğumuzun en başından beri iyi giden tek bir şey bile yok. Neden bunu zorluyoruz ki? Lütfen, annemi alıp biran önce geri dönelim."

 

Özellikle son cümlemi olabildiğince yüksek sesle söylemiştim. Tüm bunları söylerken de elim hâla başımı çarptığım bölgenin üstündeydi. Orada sebebini anlayamadığım bir şekilde yoğun bir sıcaklık hissediyordum.

 

Ben sustuktan sonra babamında yüz ifadesi biraz olsun değişmişti ve bu değişimi görebilmek beni rahatlattı. En azından sözlerimi biraz olsun dikkate aldığını düşünmeye başlamıştım. Bir şeyler söylemesini bekleyen meraklı gözlerimi babama doğru diktim Ama o , normalin aksine ağzını açıp tek bir kelime bile lütfetmemişti. Öfkeyle taş devrinden kalma sert koltuğuma geri yaslandığım sıradaysa babam arabayı durdurdu ve bu kez yüzünü tamamen bana döndü.

 

"Tuhaf davranışlarının sebebi şimdi anlaşıldı. Bende bu konuyu ne zaman açacağını merak ediyordum."

 

"Hangi konuyu?" Diye sordum ilgisizce. Modum tamamen düşmüştü. Kendimi tekrardan İstanbul'un buram buram tarih ve yaşanmışlık kokan sokaklarına atmak ve Sahile vurmuş bir deniz kabuğu gibi oradan oraya sürüklenmek istiyordum. Birilerinin bana zorla bir şeyler dayaması -o kişi babam bile olsa - asla tercihim değildi.

 

"Tabiki karadenize yerleşme konusunu." Diye cevap verdi babam. O konuşurken bir anda yumruklarımı sıkmıştım. Bu gördüklerimden sonra karadeniz lafı bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Ben yalnızca eski hayatımı geri istiyordum. Arkadaşlarımı, öğretmenlerimi, eskisi gibi huzurlu ailemi ve güzel olan her şeyi geri istiyordum.

 

Babama bakıp gözlerimi devirdim. "Bir süreliğine kalacağımızı söylemiştin."

 

"Annenle işler düzelene kadar dedim. Ve muhtemelen tahmin ettiğimden daha uzun sürecek."

 

Korkuyla "Yeni bir gelişme mi var?"diye sordum. Kalp atışlarım gereksiz yere hızlanmıştı yine. Çünkü onların barışacaklarına emindim. Annemle babam evlendikleri güden beri birbirlerine büyük bir sadakat ve sevgiyle bağlıydılar. Bu gerçek hiçbir zaman değişmemişti.

 

Babam yutkundu ağzından sadece tek bir kelime çıkarabildi "Annen..."

 

O lafını bitirmeye kalkmadan heyecanla atladım. "Barışmayı kabul etti değil mi? Boşanmayacaksınız..." Ses tonumda bu kez yalvarır gibi bir ifade vardı.

 

"Elimden geleni yaptım Zeynep ama..."

 

"Ama ne baba? Barışmamak için hâla ne tür bir gerekçeniz olabilir? Sana söylediklerimi yapmadın mı? Dediklerimi uygulasaydın annem daha fazla dayanamayıp barışmayı kabul ederdi!"

 

Bu kez de babamı suçluyordum işte. Ama bu sinir bozucu Karadeniz dağlarına kadar gelip annemsiz geri dönmek gibi bir niyetim yoktu.

 

O sırada öfkeyle elimi başımdan çektiğimde babamın yüz ifadesi de değişmişti. Dehşete kapılmış ifadesine anlam veremediğim gibi sinirlerimi bozmuştu.

 

"Ne var baba? Söylediklerimde haksız mıyım?" Diye söylendim. Babamsa Yine aynı dehşet ifadeyle yalnızca ismimi sayıklamakla yetindi.

 

"Zeynep! İyi misin tatlım? Sakın kıpırdama."

 

Babam alalece arabadan inip kapımı açtığında ters giden bir şeyler olduğunu düşündüm. bir an gözüm elime kaydığında elimdeki yoğun, berrak ve akıcı kırmızıyı fark etmem zor olmamıştı. Bu benim kanım mıydı? Hiç canım yanmamıştı ya da o kadar başka konulara odaklanmıştım ki başım umurumda olmamıştı. Ama bu kez babamın ilgi alanına girdiğim için içten içe hatta birazda psikopatça mutluydum.

 

"Sen haklıydın Zeynep, ben berbat bir babayım." Dedi babam. Babamın bazı yöntemlerini onaylamasam da hiçbir zaman berbat bir baba olduğunu düşünmemiştim. Hatta bu itirafı beni fazlasıyla şaşırtarak onun fazla üstüne gittiğim izlenimini uyandırmıştı.

 

"Ben bile fark etmedim baba. Sen nasıl fark edecektin?"

 

"Fark etmeliydim. En azından dönüp bir bakmalıydım. Şimdi annene nasıl hesap vereceğim?"

 

Annem konusunda haklıydı. Üstelik ikisini barıştırmaya çalıştığım bir dönemde, çocukları konusunda hassas olan annemi kızdırmamak gerekiyordu. Söz konusu biz olduğumuzda annem normal sevimli ve tatlı halinin aksi bir şekilde korkunç bir canavara dönüştürdü. Gerçi bütün anneler böyle değil midir?

 

"Bir şekilde hallederiz baba merak etme. Gerekirse ben devreye girerim."

 

Babam arabanın bagajını açarak pansuman malzemelerinin olduğu devasa kutuyu çıkardı. Buna yalnızca bir pansuman kutusu demek mümkün değildi çünkü cerrahi müdahale için gerekli malzemeleri bile içinde barındırıyordu. Annemin hazırladığı bir acil durum kutusundan da ancak bu beklenirdi.

 

"Yarım saatlik bir yolumuz kaldı. Gider gitmez hastaneye uğrarız ama şimdilik yaranı temizleyeyim."

 

Babam o kadar ilaç ve dezenfektanın içinden doğru malzemeyi bulabilecek miydi pek emin değildim.

 

"Gerek yok baba. Yarım saat daha beklerim."

 

"Olmaz. Hemen halledeceğim."

 

Derin bir nefes aldım, babam her zamanki gibi inatçıydı. O sırada kulağımı etraftaki dalga seslerine vermiştim. Belki de ilk kez bu kadar dalgalı bir deniz görüyordum. Sis ve dalga karamsarlığın yanı sıra huzur verici duygularda oluşturabiliyordu. Üstelik temiz havanın ciğerlerime işlemesiyle kendimi çok daha iyi hissediyordum.

 

"Burada deniz hep böyle midir?" Diye sordum babama. Karadeniz'in Türkiye'nin diğer denizlerine göre daha dalgalı olduğunu biliyordum ancak bu kadar estetik görüneceğini düşünmemiştim.

 

Babam başını salladı: "evet, bazen."

 

O sırada hemen arkamıza son model siyah bir araba durmuştu. Böyle bir ortama yakışmayacak kadar lüks bir araba olduğu için dikkatimi çekti ve Başımı arkaya doğru çevirdim.

 

"Baba, şu arabaya bak."

 

Babam dikkatini başımdan alıp arabaya baktığında o da benimle aynı tepkiyi vermişti.

 

"Vaovvv! Tam bir afet."

 

İstemsizce güldüm. Babam hurda kırmızı arabasına çok düşkün olmasına rağmen gördüğü tüm lüks arabalara da düşmeden edemiyordu.

 

"Zavallı ihtiyar Nazlı'yı aldattığına inanamıyorum." Diye bir sitemde bulundum gülümseyerek.

 

Nazlı, hurda arabamıza benim taktığım bir isimdi. Her ne kadar fazlasıyla sorunlu olduğunu düşünsemde kendimi bildim bileli bu arabanın içindeydim. Ve Nazlı'yı seviyordum.

 

"Babam bu aldatma sayılmaz."diyerek söylendi. O sırada lüks arabanın içinde orta yaşlarda kır saçlı, beyaz benizli ve son derece uzun boylu bir adam indi. Gözleri hırçın denizle aynı renkti. Bakışlarını doğruca arabamıza dikmişti. Muhtemelen ilk kez bu kadar hurda bir araba görüyordu.

 

"Merhaba beyefendi. İyi misiniz?" Diyerek babana seslendi ve " arabanız mı arızalandı?" Diye de ekledi. "Buralarda çekici bulmak biraz zor oluyor."

 

Adamın karadeniz ağzıyla konuşmuyor olması dikkatimi çekmişti. Demek ki buralı değildi Ya da İstanbul ağzıyla da konuşabilenlerdi.

 

Babam da aynı şekilde gülümseyerek adama selam verdi.

 

"Teşekkür ederim. Arabada sorun yok. Kızım başını çarptığı için onunla ilgileniyorum."

 

"Öyle mi?" Dedi adam. Şaşkın görüntüsünü anlayabiliyordum çünkü bu arabanın yola çıkabilecek seviyede olduğuna bile inanmak zordu.

 

"Buralı değil misiniz? Uzun bir yoldan gelmiş gibi görünüyorsunuz."

 

"Eşim buralı." Dedi babam. "İstanbul'dan geliyoruz."

 

Adam yavaşça yaklaşarak bu kez de bakışlarını bana çevirdi. Doğrudan alnıma bakıyordu.

 

"Yardımcı olabilir miyim? Ben doktorum."

 

"Elbette." Dedi babam ve kenara çekildi. Adamın ne kadar uzun boylu olduğunu bir kez daha anlamıştım. Boyu neredeyse benim iki katım kadardı.

 

"İsmin nedir küçük hanım?"

 

Bu hitap şeklinden pek hoşlanmazdım çünkü artık kendimi küçük bir çocuk olarak görmüyordum. Yaş itibariyle henüz yetişkin sayılmasam da kendimi öyle kabul etmemem için hiçbir sebep yoktu.

 

"Zeynep."diye cevap verdim. "Benim adım Zeynep."

 

Biraz daha yaklaşarak başımı ellerinin arasına aldı, yaraya üstün körü bir göz gezdirdi. Sadece iki üç saniye bakması yeterli olmuş görünüyordu.

 

"Zeynepcim yaran ciddi görünmüyor ama dikiş atmam gerekli."

 

"Ne? Yani burada mı?" Diye sordum. Hem madem ciddi değildi neden dikiş atması gerekiyordu ki? Bende gelecekte bir doktor olmak istiyordum ama bana kalırsa doktorların çok daha dürüst davranması gerekliydi.

 

Adam bakışlarını devasa acil durum kutumuza doğru çevirerek sesli bir şekilde güldü.

 

"Siz hazırlıklı gelmişsiniz ama hayır." Diyerek ayağa doğruldu ve babama döndü.

 

"Evim yakın isterseniz oraya geçelim. Uzun yoldan geldiniz. Biraz dinlenmek sizin için de iyi olur yorgun görünüyorsunuz."

 

Babam kararsız bir ifadeyle bana baktı.

 

"Ne dersin Zeynep? İster misin?"

 

"Olur ama çok oyalanmayalım lütfen baba. Annem bekliyor."

 

Babam adama dönerek elini uzattı. "Yardımlarınız için teşekkürler. Bu arada ben Mehmet."

 

"Salih." Dedi Adam ve babamın elini kuvvetlice sıktı. "Doktor Salih. Ne zaman ihtiyacınız olursa burdayım."

 

İşte zengin doktorla fakir bir mühendis olan babamın arkadaşlıkları bu şekilde

başlamıştı. Karadeniz'de beni bekleyen daha nice maceralardan tamamen habersiz bir şekilde adamın orman patikasının üzerindeki evine doğru yola koyulduk...

 

 

 

 

Loading...
0%