Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm

@glsmsava0

Ev gerçekten de yakındaydı. İki katlı, geniş bahçeli evde ilk dikkatimi çeken şey etraftaki nizami ağaçlar olmuştu. Cetvelle birebir ölçülüp de dikilmiş gibi duruyorlardı. Balkonda asılı saksıların içindeyse rengarenk çiçekler vardı. Özelikle güller dikkatimi çekmişti. Geniş balkonun en uç kısmında yan yana duran pembe ısparda gülleri onun hemen arka sırasındaysa baston gülü vardı. Bunlar dışındaysa sardunya, orkide, begonya, sukulent, zambak, menekşe ve şans bambusu da dahil hemen hemen ev ortamında yetiştirilebilen her çeşit çiçek vardı. Balkon canımın hemen altındaki mermereyse birkaç kaktüs yerleştirilmişti. Çiçekleri seven biri olarak bu büyük balkon benim için âdeta cennetten bir köşe gibiydi. Gözlerimi oradan alamıyordum.

 

Babam "Eşiniz çiçekleri seviyor olmalı." Diye mırıldandı. İki dakikalık yol boyunca doktorla konuşup durmuşlardı. Hatta öyle ki o iki dakika bana yarım saat gibi gelmişti.

 

Muazzam bahçenin babam da farkındaydı. Bu sık ağaçların tam ortasında bir cennet olabileceğini kim tahmin edebilirdi ki?

 

Doktor mavi gözleriyle etrafı süzdü ve "aslında eşimden çok oğlum seviyor" Diye cevap verdi

 

"Oğlunuz mu?" Diye sordu babam. Bu güzelliğin küçük bir çocuk tarafından ortaya çıkmış olması mümkün görünmüyordu. Üstelik bir erkek çocuğu tarafından.

 

"Evet, küçük oğlum Hakan bahçe işlerini çok seviyor. Okuldan geldikten sonra tüm bitkilerle teker teker ilgilenir, otlarını ayıklar, suyunu, gübresi verir ve diğer ilaçlamalarını yapar. Hatta bu bahçe onun eseri diyebilirim."

 

"Maşallah. Azimli çoçukmuş." Dedi Babam. "Kaçıncı sınıfta."

 

"Liseye ikiye gidiyor."

 

Babam bana doğru dönerek "Demek ki Zeynep'le yaşıt." Dedi.

 

"Zeynep İstanbul'da mı okuyor?" Diye sordu doktor. Muhtemelen bizim buraya tatil için geldiğimizi düşünüyordu. Ve bende böyle olmasını dilerdim. Sonrasındaysa annemi de alıp İstanbul'daki huzurlu hayatımıza devam etmeyi...

 

Babam devam etti. "Evet ama artık burada okuyacak. Eşim ve çocuklarımla birlikte bir süre burada yaşamaya karar verdik." Dediğinde sözlerine hem şaşırmış hem üzülmüş hem de sevinmiştim. Bu sözler annemle barıştıkları anlamına mı geliyordu? Öyleyse neden burada yaşamak zorundaydık ki?

 

"Çok doğru bir karar vermişsiniz. Burası insanın ömrüne ömür katıyor. Ben de bu küçük köye ilk yerleştiğimde buranın insan yaşamanına uygun olmadığını düşünmüştüm ama sonradan çok sevdim. Hatta eşimle de buradaki görevim sürecinde tanıştım. Kendisi oğlumun okulunda matematik öğretmeni."

 

"Ne kadar da güzel. Hangi okulda oğlunuz?"

 

Bir yandan bahçe boyu ilerleyen taş yoldan yürürken bir yandan sohbet etmeye devam ediyorlardı. Babam yine başımdaki yarayı unutmuştu. Doktorsa babamın sorusuna sükunetle cevap verdi.

 

"Akçaabat anadolu lisesi. Köyümüze en yakın okul olduğu için tercih ettik."

 

"Benim eşim de akçaabat'lı." Dedi babam. "Köftelerine bayılıyorum."

 

"Öyleyse birgün meşhur köftecime götürüyüm sizi. Eminim ki seveceksiniz.'

 

Babam güldü: "Tabağıyla beraber yiyebilirim."

 

Demir kapının önüne geldiğimizde ikisi de durdu, doktor anahtarlara uzanmak için eliyle ceplerini yokladı. Sonrasındaysa çantasını kontrol etti. Aradığını bulabilmiş gibi görünmüyordu. En sonunda pes ederek "Hakan evdedir." Dedi ve zile bastı. Aradan geçen yarım saniyenin ardından kapı açılmayınca tekrar bastı.

 

"Zahmet vermeyelim." Dedi babam. "Hastaneye de gidebiliriz."

 

"Olur mu öyle şey mehmet bey. Ben hemen hallediyorum."

 

Doktor bu kez de cebinden telefonunu çıkararak küçük bir arama yaptı. Sonrasında gözlerini babasından aldığı belli olan bir oğlan çocuğu son derece uykulu bir ifadeyle açmıştı kapıyı.

 

"Yine mi anahtarını unuttun?" Dedi kısık gözleriyle. Gözlerini açmakta zorlanmasına rağmen irisinin görünen kısmından muhteşem renk cümbüşüne şahit olunabiliyordu.

 

"Ya sana ne demeli? Bu saatte uyulur mu oğlum? Yine tüm gece bilgisayar oyunu mu oynadın?"

 

"Biraz." Diye cevap verdi mavi gözlü çocuk. Gözlerini biraz daha açtığında babamı ve beni ancak şimdi fark edebildiğini anladım. Doğrudan başıma bakıyordu.

 

"Hasta mı getirdin?" Diye sordu çocuk. Bu özensiz haliyle bütün bahçeyi ve balkonu onun dizayn ettiğine inanmak benim için zordu. Gerçi babası da bir doktora göre fazlasıyla unutkan ve dikkatsizdi. Tüm bu zenginliğe, iyi yaşam şartlarına rağmen aile ilişkileri bile bizimkinden farklı görünmüyordu.

 

"Misafirlerim İstanbul'dan geldiler." diye cevapladı kır saçlı doktor. "Zeynep'e muayene odasını göster. Ben de ellerimi yıkayıp geliyorum. Mehmet bey sizde isterseniz salona geçin."

 

Babam başını salladı. Geniş Hole adımını atar atmaz sanki kendi eviymiş gibi yolunu bulmuştu. Bense hayatımda ilk kez bu kadar büyük bir ev görüyordum.

 

Çocuk bakışlarını bana çevirdi. "Beni takip et."

 

Dediği gibi peşinden hol boyunca yürüdüm. Ardından geniş merdivenlerden yukarı çıktık. Her yer birbirinin aynısı gibiydi. Beyaz zemin, beyaz merdivenler ve beyaz tavan... Evde beyaz olmayan tek şey renkli çiçeklerdi. Balkondaki kadar yoğun olmasa da evin de her heryerinde güzel çiçekler vardı.

 

Eliyle merdivenin başındaki odayı gösterdi ve kapıyı açtı.

 

"İçeri girebilirsin. Burası babamın odası."

 

İçeriye girdiğimde dikkatimi çeken ilk şey bu odada çiçek olmamasıydı. Sade ama geniş bir odaydı. Koltuklardan birine oturduğumda çocuk da karşıma geçti.

 

"Nasıl oldu bu?"

 

"Başım mı?"diye sorarak sorusuna soruyla cevap verdim.

 

"Evet."

 

"Araba koltuğuna çarptım."

 

"Gerçekten mi?"diye sordu inanmadığını ima edercesine. Bense karşılık olarak derin bir iç çektim.

 

"Koltuğu görsen anlardın. Arabamız yirmi yıllık ve değiştirilmedik hiçbir yeri kalmadı."

 

Karşımda pijamayla oturuyor olmasını biraz özensiz ve sinir bozucu bulmuştum. Bu sebeble de doğrudan yüzüne bakıyordum. Bu kezde dağılmış saçları dikkatimi çekmişti. "En iyisi sadece gözlerine bakmak" diye düşündüm.

 

"Akçaabat'da çok iyi bir araba tamircisi tanıyorum. Bakmanızda yarar var. Alnın yerine gözüne de gelebilirdi. Böyle şeyler ihmale gelmez. En azından daha yumuşak bir malzemeyle kaplanabilir değil mi?"

 

Emin olduğum tek şey onunda en az babası kadar yardımsever bir çocuk olduğuydu.Nedense kendilerinin son model bir arabası varken beni ezikleyebileceği düşüncesine kapılmıştım. Oysa sadece sağlığımızı düşünüyor olması taktirimi toplamıştı.

 

"Haklısın. Teşekkür ederim." Diyerek önüme döndüm. Ardından tekrardan açıklama yapma ihtiyacı hissetmiştim. "Aslında genelde böyle şeyler olmaz. Bu kez emniyet kemerimi unutmuşum."

 

Bunun berbat bir bahane olduğunun farkındaydım. Emniyet kemeri unutulacak bir şey değildi. Üstelik arabamızda düzgün bir emniyet kemeri de yoktu ancak bu konuya girmeyecektim bile.

 

"Dikkat etsen iyi olur. Karadeniz'in yollari İstanbul'a benzemez."dedi ve duraksayarak " İstanbul'dan gelmiştiniz değil mi?"diye de ekledi.

 

"Evet. Orada doğup büyüdüm."

 

"Şanssızmışsın. İstanbul yaşanılacak bir şehir değil."

 

"Neden?" Diye sordum. Patavatsızlığı yüzümün asılmasına sebep olmuştu. "Orası bir dünya şehri."diyerek savunmaya geçtim.

 

"Haklısın ama benim için değil. Kalabalıktan hoşlanmıyorum."

 

Tamamen kendi tercihiydi ve bununla ilgili herhangi bir sorunum yoktu. Mesela ben de Karadeniz'i sevmiyordum. Konuyu değiştirmek adına çiçekleri sordum.

 

"Çiçekleriniz çok güzel ama dikkatimi çekti. Bu oda da neden hiç çicek yok?"

 

"Hastalar rahatsız olabileceği için koymadık." Diye cevapladı. Ses tonu hep tekdüzeydi. Anlaşılan uykusu yeni yeni açılıyordu.

 

"Çok sık hasta geliyor mu?" Diye sorduğumda başını salladı.

 

"Evet, Trabzon'un her yerinden insanlar geliyor. Ama pazar günleri hasta kabul etmiyoruz. O yüzden sizi görünce biraz şaşırdım."

 

"Baban çok yardım sever biri. Bizi gördüğünde özellikle yardımcı olmak istedi."

 

Ben cümleli bitirdiğim anda kapı açılmıştı. Doktor beni görünce büyük bir gülümsemeyle karşıladı.

 

"Ooo gençler... Ne kaynatıyorsunuz bakalım?"

 

Hakan kollarını kavuşturarak cevap verdi. "Senden bahsediyorduk."

 

Ben de gülerek devam etmiştim "Evet. İyi insan da lafının üstüne."

 

"Teşekkür ederim Zeynepcim. Ama bu keratanın hakkımda iyi bir şey söyleyeceğini sanmam." Diyerek oğlunun zaten karışık olan saçlarını biraz daha karıştırdı.

 

Hakansa aynı renkte olan mavi gözlerini babasına dikerek "Daha dedikoduya başlayamamıştım maalesef."diye cevap verdi.

 

"Daha bol bol vaktin olur. Önce dikiş malzemelerimi getir bakayım. Sonrada git üstünü değiştir. Misafirlerimin içinde pijamayla dolaşma."

 

"Tamam baba bir dahakine takım elbiseyle uyurum."

 

"Bak bir de hâla cevap veriyor. Acele etsene çocuğum."

 

Baba ve oğulun tatlı atışmalarını izlerken sanki onlarda kendimi ve babamı görmüştüm. Tek fark benim babam daha sevecendi. Hakan'ın babasındaysa doktorluğun verdiği bir ciddiyet vardı. Yine de ne kadar iyi bir insan olduğunu görmüştüm. Doktorluk kariyerim için örnek alacağım insanlardan biri olabilirdi. Ne de olsa etrafımda pek de doktor göremiyordum ve babam altı yıl tıp okumama istekli değildi.

 

"Görüyorsun değil mi Zeynepcim? Bazen iki yaramaz oğlan yerine keşke tatlı bir kızım olsaydı diyorum."

 

Gülümsedim. Benim de küçük bir erkek kardeşim vardı ancak herkes evin yaramazının ben olduğumu söylerdi. Bazı şeylerin cinsiyetle ilgili olduğunu sanmıyordum.

 

"Büyük oğlunuz üniversitesi mi okuyordu?"diye sordum merakla. Bildiğim kadarıyla genelde doktor çoçukları babalarını geçmek için uğraşırlardı.

 

"Evet. O da benim yolundan gidiyor. Hacettepe tıp da."

 

Hacettepe sözünü duyduğum anda gözlerimin içi patlamıştı. O sırada hakan elinde kocaman bir tepsiyle içeriye girdi.

 

"Buraya koy hakan. Sonrada gidip mehmet amcana kahve yap."

 

Hakan "Tamam." Dedi ve Sonrada bana seslendi.

 

"Geçmiş olsun Zeynep."

 

Tam önümde salih amca durduğu için yüzünü görememiştim ve bir insanın yüzüne bakmadan konuşmak benim için büyük bir kabalık sayılırdı. O yüzden yana eğilerek cevap verdim.

 

"Sağol hakan. Sana da kolay gelsin."

 

Gülümsedi, bana göz kırptı ve odadan çıktı. Beklenmedik tepkisi karşısında ben de gülümsedim. Samimi ve rahat tavırları olan bir çocuktu. Babasınınsa fazla kontrolcü olduğunu düşünmeye başlamıştım. Çocuğa sürekli emirler yağdırıyor, ondan bir şeyler istiyordu. Hakansa her dediğini itiraz etmeden yapıyor ve babasına büyük saygı duyuyordu. Ona ne kadar bağlı olduğu belliydi.

 

Aslında bir erkeğin çalışkan, itaatkar ve becerikli olması tembel, işe yaramaz ve maço olmasından çok daha iyidir diye düşündüm. Hatta hakan gibiler çok nadir görülüyordu. Bu toplumun fiziksel gücü ya da kaslarıyla ön plana çıkanlardan çok merhametiyle ön plana çıkan erkeklere ihtiyacıvardı. Hakanın da babasın da bu konuda örnek teşkil edecebilecek topluma faydalı bireyler olduğunu düşünüyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%